Kur’an’ın Cem’i Meselesi
Kur’an’ın
cem’i (toplanması) denince iki şey anlaşılır: Onun ezberlenmesi ve yazımı. Bu
yazıda, Kur’an’ın zihinlerde ve kitap halinde korunmasına dair ilk dönemde
yaşanan süreci Kur’an ilimlerine dair iki eser bağlamında[1] ortaya
koymaya çalışacağız.
1.
Ezeberleme
yoluyla cem’: Rasulullah Kur’an hafızlarının ilkiydi. O hayattayken sahabeden
bir topluluk da Kur’an’ı ezberlemişti. Kurtubi’nin belirttiği gibi Bi’r-i Maune
olayında onlardan yetmiş kişi ve yine Rasulullah döneminde bir o kadarı daha
öldürülmüştü. (Salih, ts., 55). Demek ki Kur’an’ı ezberleyenler, ilk dönemde sayıca
az değildi.
2.
Yazım
yoluyla cem’: Kur’an’ın; ayetleri ve sureleri ayrılmış veya her sure bir
sayfada olmak üzere sadece ayetleri tertip edilmiş ya da ayetler ve sureler
tertip edilip, bütün sureleri bir araya getiren sayfalar da toplanmış ve
birbiri ardınca dizilip sıralanmış olarak hepsinin yazılması (Kattân, 1977: 167).
Rasulullah
döneminde Kur’an’ın ezberlenerek korunmasının yanında, yazılarak toplanması da
söz konusuydu. Muaviye, Zeyd b. Sabit, Ubey b. Kâ’b, Halid b. Velid ve Sabit b.
Kays bu katipler arasındadır. Peygamber, katiplerine Kur’an’dan her ineni
yazmalarını emrediyordu. Yazma ile ezberleme birlikte devam ediyordu. Ancak ayet
ve sureler; deri, kürek kemikleri ve hurma dalları üzerinde yazılı[2] ama dağınık
durumdaydı (Salih, ts., 58, 62).
Hz. Ebubekir
döneminde Kur’an’ın cem’i, hicretin 12. yılı Yemame olayından sonra olmuştur.
Bu olayda Müslümanlar yalancı peygamber Müseyleme ve adamlarıyla savaşmış ve 70
hafız şehit olmuştu (Salih, ts., 62). Kur’an’ın kaybolup gitmesi korkusu ile (Kattân,
1977: 185) Hz. Ebubekir’in cem ettiği Kur’an, Hz. Ömer’e, ondan da kızı
Hafsa’ya geçti.
Hz. Osman
döneminde Mushaf, Hafsa’daki temel alınarak çoğaltıldı.[3] Hz. Osman’ın
Kur’an’ı cem’ etmesinin nedeni, kıraat vecihlerinde ihtilafın çoğalmasıdır.
O; Müslümanların, birbirlerini Kur’an okuma konusunda, hatalı sayarak
şehirlerde ihtilafa düştüklerini gördüğü zaman, Kur’an’ı Kureyş lehçesine[4] göre
toplayıp yazdırmaya karar vermiştir (Kattân, 1977: 185). Osman’ın yaptığı iş konusunda,
sahabe icma etmiş olup, insanlar bir kıraat üzerinde toplansınlar diye Mushaflar,
Kur’an’ın indiği yedi harften[5] (okuyuştan)
sadece bir harf üzere yazılmıştır. Hz. Osman, Mushaf çoğaltma işleminin ardından,
Suhuf’u Hafsa’ya geri vermiştir. Sonra her bölgeye bir Musfah göndermiş, bir
tanesini de Medine’de alıkoymuştur. İşte imam diye adlandırılan Mushaf
budur. Bu nüshaya Hz. Osman’ın şu sözünden dolayı imam adı verilmiştir:
Ey Muhammed’in ashabı! Toplanın, insanlar için bir imam yazın (Kattân,
1977: 183).[6]
Hz. Osman, bunun
dışındaki sahife veya Musfahların yakılmasını (veya yırtılıp parçalanmasını)
emretmiştir. Ümmet de bu emre itaat edip diğer altı harf ile kıraati (okumayı) terk
etmiştir. Bunda hiçbir zarar yoktur çünkü Kur’an’ın yedi harf ile kıraati vacip
değildir. Şayet Rasulullah (s), ümmete, yedi harfin hepsiyle okumayı vacip
kılsaydı hüccet sayılan mütevatir bir nakil ile onlardan her harfin nakledilmesi
elbette vacip olurdu. Fakat onlar bunu yapmadılar. İşte bu, onlarla kıraatin,
ruhsat türünden olduğunu gösterir. Vacip olan, bu yedi haften biri ile naklin
tevatürüdür. İşte o da bu nakildir (Kattân, 1977: 183).
İbn Cerir
et-Taberi (ö. 310), Hz. Osman’ın yaptığı bu iş hakkında şöyle demiştir: “Osman
onları bir Mushaf ve bir harf üzerine topladı. Onları üzerinde topladığı Mushaftan
başkasını yırttı ve yırtılmasını emretti. Ümmet de ona güvenip itaat etti.
Bundan dolayı adil imamlarının terk edilmesini emrettiği altı harf ile kıraati
terk ettiler. Bunu, hem ona itaat için hem de kendileri ve kendilerinden sonra
gelecek olanlar için yaptılar. Sonuçta ümmetten o kıraatlerin bilgisi yok
olmuş, izleri kalmamıştır. Müslümanlar, onlardan bir şeyin sıhhatini inkâr
etmeksizin onlarla kıraati art arda terk ettikleri için artık bugün bir
kimsenin onlarla okumaya imkânı yoktur. Onlar bunu, hem kendileri ve hem de
diğer din kardeşleri için doğru ve uygun görerek yapmışlardır (Kattân, 1977:
183-184).
Müslümanlar için
bugün, ancak temiz ve şefkatli imamlarının seçtiği bir harf ile kıraat caiz
olup, bunun dışında kalan diğer altı harf geçersizdir. Bilgisi zayıf olanlardan
biri dese ki: Rasulullah’ın onları okuttuğu ve onlara okumalarını emrettiği bir
kıraati terk etmek onlar için nasıl caiz olur (Kattân, 1977: 184)?
Ona şöyle cevap
verilir: Onlara bunu emretmesi; farz kılıcı değil, mubahlık ve ruhsat ifade
eden bir emirdir. Çünkü bunlarla kıraat, onlara farz olsaydı ümmetin kurrasından
olup nakli ile hüccet meydana gelen ve haberi, “özrü ortadan kaldırıp, şüpheyi
yok eden” bir kimsenin, bu yedi harften her harfi bilmesi elbette vacip olurdu (Kattân,
1977: 184).
Bu ümmetten
olup, Kur’an’ı nakledenler içinde, bu yedi harften birini nakletmesiyle hüccet
vacip olan kimseler bulunmasından sonra, onların bunu terk etmelerinde, bu
harflerle okumakta muhayyer olduklarına apaçık delil vardır. Durum böyle
olunca, alimler, yedi kıraatin hepsini nakletmeyi terk etmeleriyle, nakli
üzerlerine vacip olanı da terk etmiş değillerdir. Aksine yapılması üzerlerine
vacip olan işi yapmışlardır. Çünkü bu konuda yaptıkları, İslam’a ve
Müslümanlara yardımdır (Kattân, 1977: 184).
Görüldüğü gibi,
başta Rasulullah olmak üzere, sahabiler Kur’an’ı koruma görevini kaderci bir
yaklaşımla Allah’a havale edip kenara çekilmemiş, gerek ezber gerekse yazarak
onu korumak için ellerinden geleni yapmışlar ve bu güzel çabayı sonraki dönem
Müslümanlar da sürdürmüş ve sürdürmektedirler.
Kaynakça
Kattan, Mennâ Halil, Kur’an
İlimleri, (çev: Arif Erkan), Timaş Yay., İst., 1997.
Salih, Subhi, Kur’an
İlimleri, (çev: M. Sait Şimşek), Hibaş Yay., Konya, ts.
Sarmış, İbrahim, Hadisler
Kur’an’la Eşdeğer midir?, Düşün Yay., İst., 2010.
[1] Kattan, Mennâ Halil, Kur’an
İlimleri, (çev: Arif Erkan), Timaş Yay., İst., 1997; Salih, Subhi, Kur’an
İlimleri, (çev: M. Sait Şimşek), Hibaş Yay., Konya, ts.
[2] İbrahim Sarmış, Kur’an’ın yazılı
olduğu malzemeler konusunda şöyle bir itirazda bulunmaktadır: Kur’an’ın deri,
kemik, hurma dalları ve yaprakları gibi şeylere yazıldığı bilgisi dışında,
kaçar nüsha yazıldığı, bu kadar yazılı belgenin nerelerde ve nasıl korunduğu,
hicret sırasında bu belgelerin Medine’ye kimler tarafından, nasıl ve ne zaman
götürüldüğü ve kimin yanında korunduğu veya götürülmeyip imha edildiği
konularında Kur’an tarihi ile ilgili yazılanlarda ne yazık ki karanlık hiçbir
nokta bırakmayacak şekilde detaylı ve doyurcu bilgiler verilmemektedir bkz. Hadisler
Kur’an’la Eşdeğer midir?, Düşün Yay., İst., 2010, s. 97.
[3] Bu işle görevli komisyon üyeleri
dört kişiydi: Zeyd b. Sabit, Abdullah b. ez-Zübeyr, Said b. el-Âs ve
Abdurralman b. el-Haris b. Hişam. Bunlardan sadece ilk Medineli, diğer üçü
Mekkeli idi (Salih, ts.: 65, 66).
[4] Sarmış’a göre, Kureyş lehçesi
Arap boylarından sadece bir boyun ya da oymağın lehçesi değil, o gün Arap
yarımadasında yaşayan Arap halkının ortak lehçesidir (2010: 245-246).
[5] “Yedi harf” meselesi hakkında
Cezairî şöyle demektedir: Üçüncü yüzyılın başlarında Bağdat’ta yaşayan İmamm
Ebu Bekir Ahmet b. Msa b. Abbas b. Mücahid (ö. 324/935) Hicaz, Irak ve Şam
bölgelerinde meşhur olanlardan yedi kişinin kıraatlerini derleyinceye kadar
yedi kıraatin diğerlerinden farkı yoktu. (…) Bazıları yedi kıraatin Kur’an’ın
üzerine indiği yedi harf olduğunu sanmıştır. Oysa gerçek böyle değildir
(Sarmış, 2010: 245).
[6] İbrahim Sarmış, Kur’an
ayetlerini değişik okumalara tabi tutmanın söz konusu olduğuna dair rivayetleri
şöyle eleştirmektedir: Hz. Peygamber’in okuduğu ve yazdırdığı Kur’an metninin
krıaat rivayetlerinde iddia edildiği gibi değiştirilerek birileri tafarından
değişik okunmasına tolerans göstermesi soz konusu olmadığı gibi, kendisinin
ayet metinlerini farklı okuyuşlarla okuyup yazdırması da söz konusu değildir.
bu tür iddialar, Rasulullah döneminden çok sonraları dilbilgini olan kimi
tefsircilerin, nahivcilerin ve kelimeleri değişik şekillerde okumayı bir tür
sanat yahut meslek edinenlerin Kur’an’ın kelimeleri üzerinde yaptıkları
çeşitlendirme girişimleri veya zihin jimnastikleridir. Kıraat rivayetleri, ortaya
çıkmış olan bu olayı veya olguyu tespit etmiş ve Hz. Peygamber’in okuyuşları ve
ashabın tespitleri imiş gibi takdim etmiştir (2010: 223).