maksat-el-kesme-cezasini-iptal-eder-mi

“Tefsir, Kur’an’da denileni; fıkıh ise denilmek isteneni ortaya koyar.” desek herhalde yanılmış olmayız. Yani ilki olanı, ikincisi de olması gerekeni ifade eder. Bu yazıda, Kur’an’ı Anlama Yöntemi[1] adlı eser bağlamında, el kesme cezasına dair Kur’an’ın ne dediğini ve ne demek istediğini değerlendireceğiz. “Maksat merkezli” okuma anlayışına yapacağımız eleştiriler, bu güzel yöntemi yok saydığımız şeklinde anlaşılmamalı; söz konusu eserde, bu okuma biçimine yüklenen anlamla sınırlı görülmelidir.
Söz konusu eserde “el kesme cezasına” dair şöyle denilmektedir: “Hırsızlık yapanın elini kesmeuygulaması, Kur’an’ın ihdas ettiği bir ceza değildir. Kureyş’in uyguladığı ve Kur’an’ın önünde bulduğu geleneksel bir cezadır. İlk kez Kâbe’nin hazinesini soyan birine uygulanmıştır. Allah Rasulu bu geleneksel cezayı olabildiğince sınırlandırmıştır. Rasulullah (s), seferde bu cezanın uygulanmayacağını buyurmuştur. Hz. Ömer’in kıtlık yıllarında hırsızlık yapanların ellerini kestirmediği bilinmektedir.”[2]
Yukarıda ifade edildiği gibi, hırsızlık yapanın elinin kesilmesi kuralını ilk önce Kur’an’ın koymamış olabilir. Ancak hac, oruç, namaz vs. de ilk defa Kur’an’ın emrettiği şeyler değildir. Bir şeyin İslam öncesi dönemde de yer alması, onun geçersiz olduğunun delili olmaz. Ayrıca Kur’an, “Yakup şeriatı”ndan hırsızlığın cezasının el kesme olmadığını belirtmektedir: “(Yusuf'un adamları) 'Peki, eğer yalan söylüyorsanız (çalanın) cezası nedir?' dediler. ‘Cezası, (tas) kimin yükünde bulunursa işte o, onun karşılığıdır. (Hırsızlığına karşılık kendisine el konur). Biz haksızları böyle cezalandırırız!’ dediler.” (Yusuf, 12: 74-75). Görüldüğü gibi, Yakup şeriatında hırsızlığın cezası, elinin kesilmesi değil, köleleştirilmekti. Dolayısıyla şu ayette söyenildiği gibi son şeriatta hırsızın cezası, elinin kesilmesidir: “Hırsız erkekle hırsız kadının yaptıklarına karşılık, Allah tarafından ibret verici bir ceza olması için ellerini kesin. Allah yücedir, hakimdir.” (Maide, 5: 38).
Alıntılanan paragraftaki gibi, “Bir şeyin Kur’an öncesinde varlığı, onun terk edilebilirliğinin delilidir.” şeklindeki yaklaşım, doğru değildir. Sözgelimi, Tevrat’ta, “Domuz çatal tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız.”[3] denilmesi, onu yemeyi müminlere helal hale getirmez. Bu örnekten sonra tekrar el kesme cezasına dönecek olursak şöyle diyebiliriz: Rasulullah, el kesme cezasının sınırlarını belirtebilir ancak kendisi “şeriat koyucu” olmadığından, ayetteki emre rağmen o cezayı kaldıramaz, zaten kaldırmamıştır da.
Hz. Ömer’in, kıtlık yıllarında hırsızların elini kestirmemesine gelince, hırsızlık yapmaya mecbur kalan kimse ile kalmayan, bir tutulamaz. Tıpkı aç kalanın haram yemesine ruhsat verilmesi gibi. Kaldı ki Hz. Ömer dinde delil değildir. Onun uygulamalarına bakılır, ayete muhalefet tespit edilirse bağışlanması için dua edilir.
Hadleri kıyamete kadar düşürme eğilimi vardır da nedense çıkarma eğilimi –belki istisnaları söz konusudur- pek yoktur. Halbuki kesin emirlerde bile “maksat” gerekçesiyle bir “esneklik” yakalanabiliyorsa sertlik yanlısı bir yönetim hadleri daha da sertleştirerek uygulamak istediğinde, ona nasıl itiraz edilecektir? Sözgelimi suçun oldukça çeşitlendiği ve ön alınmasının zorlaştığı günümüzde, hırsızlığın “gayet profesyonel hale gelmesinden yola çıkarak” hırsızların; ellerinin değil, kollarının hatta kafalarının kesilmesi istenilse böyle bir hukuki düzenlemeye engel nedir? Sonuçta böyle bir yaklaşım, “Kur’an, indiği dönemde, suçu en az işlenir hale getirmek için el kesmeyi önerdi. Günümüzde kesin çözüm amacıyla hırsızların idam edilmeleri, şeriatın ‘maksat’ına daha uygundur.” denilerek en az hadleri düşürmek kadar meşru görülebilir.
Söz konusu eserde tarihselciliğe şöyle haklı bir eleştiri yöneltilmektedir: “Sorsak bir tarihselciye, Kur’an’ın tarihsel olan ayetleriyle tarihsel olmayan ayetlerini ayırmada objektif kriterleriniz nedir, diye sizce ne cevap alırdık? Ortada öyle objektif krtiretler falan yoktur.”[4] Bu ifadede mevcut “tarihselciye” kelimesini çıkarıp “maksatçıya” kelimesini koysak hangi objektif kriterle karşılaşırız acaba?
Gerçekte  “maksat merkezli” okuma adına hükümleri esnetmek veya şekillendirmek ile tarihselcilik adına güncellemek veya değiştirmek arasında sonuç bakımından bir fark yoktur. Elbette Şeriat; insanların can, mal, namus, akıl ve dinini korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla hükümlerin uygulanıp uygulanmamasında veya değiştirilip değiştirilmemesinde bu amaç göz önünde bulundurulur. Ama hükümleri koyan ve uygulanmasını isteyen Yüce Allahın her dönem için bu amacı gözetmediğini kim söylebilir? Onun için “açık lafızlara rağmen” bu kapı açıldığında, gün gelir şeriat yerine bugünkü gibi laik bir hukuk ortaya çıkar.


[1] İslamoğlu, Mustafa, Kur’an’ı Anlama Yöntemi, Düşün Yay., İst., 2014.
[2] S. 81.
[3] Tevrat, Yasanın Tekrarı, 14: 8.
[4] s. 274.

12.05.2016 Memleket Gazetesi