
KUR’AN’DA GAYR-İ MÜSLİMLERLE DİYALOG,
İŞBİRLİĞİ VE DOSTLUK
Murat KAYACAN*
Abstract
World
peace is a concept that it is frequently mentioned as wars among countries cannot
be stopped in one way or another. Religion can have a significant role in minimizing
the number of wars although world peace cannot be achieved and in spite of the
wars among the members of different religions. In this paper, we will handle the
verses of the Quran which we think they relate to dialogue cooperation and
being friend with other religions’ members. The fact that some verses of the
Quran do emphasize cutting off relationships with some of the non-Muslims,
which were sometimes percieved incorrectly, will be pointed. Without neglecting
the contemporary comments on the verses in question, the information and
comments in the first and classic period Quran exegesis will be applied.
Keywords: dialogue, cooperation,
agreement, friendship.
Özet
Ülkeler
arası savaşlar bir türlü sona erdirilemediğinden ötürü, “dünya barışı” adından
sıkça söz edilen bir kavramdır. Dünya barışı tamamen sağlanamasa da ve hatta
bazen dinlerin mensupları nedeniyle savaşlar yaşansa da savaşların azalmasında
din önemli bir rol üstlenebilir. Bu yazıda Kur’an’ın farklı din mensuplarıyla
diyaloğa, onlarla işbirliğine gitmeye ve dostluk kurmaya dair olduğunu
düşündüğümüz ayetleri ele alınacaktır. Ayrıca gayr-i Müslimlerin bir kısmı ile
ilişkilerin kesilmesi vurgusuna sahip ayetlerin zaman zaman yanlış anlaşılmış
olduğu ortaya konacaktır. Konumuza dair ayetler hakkında günümüzde yapılan
yorumlar ihmal edilmeksizin, ilk ve klasik dönem tefsir kaynaklarındaki bilgi
ve değerlendirmelere başvurulacaktır.
Anahtar kelimeler: Diyalog, işbirliği,
anlaşma, dostluk.
GİRİŞ
Kur’an ırklara ya da kavimlere değil, inanca dayalı
bir toplumun kurulmasını öngörür. İslam, tüm insanlığın dünya ve ahiret
saadetini hedefleyen bir din olarak, dinî özgürlük kavramını kabul eder. Bu
dünyada dileyen inanır, dileyen inanmaz. Yüce Allahın bütün
iyiliklerine, teşvik ve sakındırmalarına karşın inanmayanlar, ahirette bunun
bedelini öderler. İslam, müminlere diğer inanç mensuplarını görmezden gelmeyi ya
da onlarla ilişkileri kesmeyi önermez. Aksine, Müslümanlara
onlarla iyi ilişkiler kurmayı, onları kurtuluş yolu öğreten vahye inanmaya ve
yaşamaya davet etmeyi öğütler. Kur’an’da Müslümanların
gayr-i Müslimlerle ilişkilerinin nasıl düzenleneceği konusunda bazı
sınırlamalar söz konusu olsa da, Müslümanların onlarla diyalog kurması, vahyi
ölçüleri aşmayan işbirlikleri geliştirmesi ve dostluk kurmasında bir sorun
yoktur. Sosyal bir varlık olan insan diyalog, işbirliği ve dostluktan uzak
düşünülemez. Özellikle günümüzde, internetin yaygın kullanımıyla bilikte bu üç
kavram kendilerine daha geniş bir uygulama alanı bulmuştur.
Bu araştırmada iki ya da daha fazla kimse/kesim
arasındaki sözlü ya da yazılı iletişim diye tanımlanan diyaloğu; amaçları ve karşılıklı
çıkarları bir olanların oluşturdukları çalışma ortaklığı anlamındaki
işbirliğini ve onun resmiyete bürünmüş hali diyebileceğimiz anlaşmayı;
sosyolojinin, sosyal psikolojinin, antropolojinin, felsefenin de konusu olan ve
sevgiye dayalı ilişki manasındaki dostluğu Kur’an perspektifinde ortaya
koyacağız. Ancak sadece “topluluk olarak” Müslümanlarla gayr-i Müslimler
arasındaki ilişki açısından söz konusu bu üç kavram üzerine odaklanacağız.
A. Diyalog
Diyalog; iki ya da daha fazla tarafın ortak fayda
içeren bir anlaşmaya varabilmek için birbiriyle görüşmesi şeklinde
anlaşılabilir. Dolayısıyla diyaloğun dinlerin klasik “eritme potası”nda erimesi
gibi bir sonuç getirmesi beklenmemelidir. Pakistanlı Müslüman filozof Shabbir
Akhtar’ın ifadesiyle farklı inançların belirgin özelliklerinin varlığı kabul
edilmelidir (Cohn-Sherbok, 2001: 2) Bunu gerçekleştirmek için tarafların
birbiriyle konuşması gerekir. Batı’da yaşanan birçok mezhepî savaşın ardından
Hristiyanların kendi aralarında başvurdukları diyaloğa ek olarak, onlarla
Yahudiler arasında da diyalog kurmak gündeme gelmiştir. İslam dünyasına
gelince, büyük kesimi oluşturan Sünniler ile azınlık addedilebilecek Şiiler arasında
“takribu’l-mezâhib” (mezheplerin yakınlaştırılması) girişimleri söz konusudur
(Kaplan, 2013: 257-274). Kısaca söz ettiğimiz bu diyalog örneklerinin ardından,
asıl konumuz olan Müslümanlarla gayr-i Müslimler arasındaki diyalog kapsamında
görülebilecek ayetleri değerlendireceğiz.
Kat’ade’ye göre Yahudileri muhatap alan bir ayette
(Taberi, 2000, VI: 483) Ehl-i Kitap ile ortak paydalarda buluşmak teşvik
edilmektedir. Onlardan istenen şey, sadece Allah’ın birliğine inanmaları ve
Allah’ın yanında başkalarını ilahlaştırmamalarıdır: “De ki: Ey Ehl-i Kitap!
Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına
tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz
kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman,
'Şahit olun ki biz Müslümanlarız!' deyiniz.” (Al-i İmran, 3: 64). Bu ayetin
muhatabının Yahudiler olduğu esas alınsa bile, kapsamına Hristiyanların da
dahil edilmesine bir engel yoktur. Tek tanrı inancı Hristiyanları, Yahudileri
ve Müslümanları diyalog içinde bulunmaya yönlendirecek belki de en önemli
etkendir. Görüldüğü gibi, ayette Müslümanlar, Hristiyan ve Yahudilerle birlikte
diyalog kurmaya davet edilmektedir. Onların çağırıldığı ortak olan bir söz,
dini Allah'a has kılmak (ihlas) ve tevhiddir. Onlar, Allah'ın “göklerin, yerin
ve kendilerinin Yaratıcısı ve Rabbi olduğunu” kabul etmektedir (Maturidi, 2005,
II: 393). Bu bilgide ihtilaf olmayışı –ki bu her üç grubunda bu ifadeler
üzerinde ittifak edebilecekleri anlamına gelmektedir.- onlara İslam’ı daha
fazla anlatmak için bir imkân olarak görülebilir. Görüldüğü gibi –her ne kadar
hakikatın sizde ve batıl olanın da ötekinde olduğunun diyalog kurmayı engelleyebilir
bir şey olduğu söylense de (Illman, 2010: 186)- Kur’an her grubun kendi doğusu
olarak sahip çıktığı müşterek ilkeler üzerine kurulu bir “ortak zemin bulma”
çabası içine giren ve onu sürdürecek kesimleri cesaretlendirmektedir.
Bir bakıma yukarıdaki ayet diyaloğun temel başlığını
oluşturmaktadır. Önce tevhid konusundan başlamak gerekir. Dikkat edilirse
yukarıdaki ayette kelime-i tevhidin yani “la ilahe illallah”ın anlamı dile
getirilmektedir. Allah’a ortak koşulmayacak ve din alimleri Rab konumuna
yükseltilmeyecektir. Aksi takdirde tevhid, yani temel ilke ve başlangıç noktası
bozulmuş olur. Eğer taraflar farklı dinlerin mensupları olarak muhatap
alınacaksa önce Allah’ın birliği konusunda anlaşmak gerekir. Ardından diğer
konular gelir. Diğer konularda da önce ortak olan görüşler tespit edilir, ancak
ondan sonra öteki meselelere geçilir. Bu gibi diyalog ortamlarında taraflardan
biri diğerine baskı uygulamazlar. Ancak baskı uygulamamak dinini diğer tarafa
anlatmamak, diğer tarafı dinine davet etmemek anlamına gelmez. Aksine, kavga
etmeden ve baskı yapmadan karşılıklı son derece saygılı bir atmosferde dini
konuları tartışmak anlamına gelir. Neticede taraflardan biri, diğer tarafın
dinini benimseyebilir; benimsemese bile taraflar birbirlerini yakından tanımış
olurlar. Zaten İslam, Müslümanları başkalarına inançlar nedeniyle baskı yapmaktan
açıkça alıkoyan ve inanç farklılığından dolayı onlarla kavga etmeyi ve
savaşmayı yasaklayan bir dindir (Şimşek, 2012, I: 365).
Diyalog ortak olmayan hususları dile getirmemek yahut
ileri sürülen dinlerin karmasından yeni bir din oluşturmak şeklinde de
anlaşılmamalıdır. Gerçekten kendi dininin Allah tarafından gönderildiğine
inananlardan, kendi inançlarına hiç kimseyi davet etmemelerini yahut dinlerinin
bir kısmından vazgeçmelerini bekleyemeyiz. Günümüzde dinler arası diyaloğa
İbrahimi dinler şeklinde bir başlık seçilmesi, bizce Müslüman’ın kabul edeceği
bir başlangıç noktası değildir. Çünkü din, Hz. İbrahim’in veya bir başkasının
değil Allah’ındır. Peygamberlerin ortaya koydukları bir şey değildir (Şimşek,
2012, I: 365). Kur’an’a göre din, ilk peygamberden son peygambere kadar
gönderilen tek dindir: İslam.
Dünyada herkesin peygamberlerin mesajına iman etmemesi
somut bir gerçekliktir: “Eğer Rabbin dileseydi elbette bütün insanları tek
bir ümmet yapardı. Halbuki yine de ihtilaf edip duracaklardı.” (Hud, 11:
118). Kat’ade’nin ifadesiyle Allah, herkesin Müslüman olmasını dilemediğine
göre (Taberi, 2000, XV: 531) yapılması gereken, bu farklılığın tabi olduğu
gerçeğini dikkate almak ve başka bir din veya ideolojiye sahip kesimlerle ortak
zeminde bir dünya tesisi için diyalog kurmaktır.
Yahudilerden söz edilen bir bağlamda Kur’an’da şöyle
denilmektedir: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla
en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi
bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” (Nahl, 16: 125).
Bu ayet bağlamında diyaloğun amacı, hikmetli ve güzel bir şekilde insanları
dine davettir. Bu da gayr-i Müslimler ile diyalog kurarken onları dinlemeyi,
yanlış fikirlerinden ya da inançlarından dolayı onlarla alay etmemeyi ve
yanlışlarında ısrar ettiklerinde onlara karşı inatçı bir tavır sergilememeyi
gerekli kılar.
Kat’ade’den aktarıldığına göre, Müslümanlar kâfirlerin
putlarına hakaret ediyordu. Ancak muhatapları bir bilgisi olmayan cahil bir
topluluk idi (Taberi, 2000, XII: 34). Bu nedenle yüce Allah Müslümanlara şöyle
bir uyarıda bulundu: “Onların Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki
onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah'a sövmesinler. Biz, her ümmete yaptıkları
işi böyle süslü gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. O, onlara ne
yaptıklarını haber verir.” (Enam, 6: 108). Batıl da olsa inançlara hakaret,
diyaloğu kesmeye neden olur. Doğru olan üslup, diyalog kurulan topluluğu hakka
yönlendirirken onları mümkün olduğunca incitmemektir. Bu ayetteki sövme
hakaret içeren hususlardır. Yoksa Allah’a ortak koşulanlara ibadet etmenin caiz
olmadığını, onların zarar verme ve yararlandırma gücüne sahip bulunmadıklarını,
kısacası ibadet edilmeyi hak etmediklerini söylemek sövme değildir. İnkârcılar
Allah’a hakaret ediyor diye tebliğ terk edilmemelidir. Gerçekte, bir kimsenin
tebliğ tarzı –tebliğin kendisi değil- müspet değilse, aksine olumlu gelişmeleri
temin etmede saldırganvari bir şekilde ve bir engel konumunda ise, bu kusurlu
yöntem terk edilmelidir. Allah doğrunun terkini yasaklar. Yanlışın terkini
emreder (Al-i İmran, 3: 104). Yukarıdaki ayetin orijinalinde yer
alan “ellezine” mevsul isminin, bizzat canlı-cansız dua
edilen şeylerden ziyade önce bu işi yapan kişileri ifade ettiği de
söylenebilir. Bu anlam tercih edilirse ayetin meali şöyle olur: Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyiniz (Çantay, 1984, I: 202: Bilmen,
1991, II: 936). Doğru olan, ne başka inançlara
ne de o inançların bağlılarına sövmektir.
Ehl-i Kitap ile diyaloğa dair ayetlerde onlara karşı
toptancı bir tavır yoktur. Müslümanlar Hz. Musa ve Hz. İsa’yı peygamber ve o
ikisinin tanrısını da rab olarak kabul etmektedirler. Ancak Yahudilerin de
Hristiyanların da itikad ve tavırlarında yanlışlıkları söz konusuysa onlara aynı
düşüncede buluşmazlar. Sözgelimi, Allahu Teala Hristiyanların kâfir olanlarına
ve Hz. İsa'yı Rableri sanan kesimlerine Rasulullah (s)'ın şöyle demesini
istemektedir: “De ki: Allah'ı bırakıp da size ne zarar ne de fayda vermeye
gücü yeten şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah işitendir, bilendir. De
ki: Ey Ehl-i Kitap! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan,
birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma uymayın.
(Maide, 5: 76-77). Bu ayetlerde kastedilen Ehl-i Kitap İncil ehlidir ve
onlardan istenen şey, Hz. İsa'ya hiçbir şekilde ilahlık ve rablık izafe etmeden
sadece Allah'ın kelimesi olarak kabul etmeleridir (Taberi, 2000, X: 486, 487).
Görüldüğü gibi Kur’an’ın hakikatin temel unsuruna bir vurgu vardır o da Allah’ın
birliği vurgusudur. Hristiyanlarla diyalogta onlar da Hz. İsa’nın ilahlığının
reddedildiği ve Allah’ın birliğinin kabul edildiği bu hakikate davet
edilmektedir.
Kur’an, Ehl-i Kitap ile diyalog kurularak onları
kötülükten alıkoymanın yöntemini şöyle vermektedir: “İçlerinden zulmedenleri
bir yana, Ehl-i Kitapla ancak, en güzel yoldan mücadele edin ve deyiniz ki:
Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin
ilâhınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.”(Ankebut, 29: 46). Ayette
söz edildiği gibi en güzel yolla mücadele, uygun
bir yöntemin ve uslubun kullanılması, kaba tavırlara yumuşaklıkla karşılık
verilmesidir (Zemahşeri, h. 1407, III: 457). Bu
ayette Müslümanlara zulmeden saldırgan Ehl-i Kitap mensupları hariç, onların
zalimce davranmayan diğerleriyle iyi ilişkiler geliştirmeye ve onlarla ortak
alan bulma çabasına bir teşvik söz konusudur.
Müslümanlara karşı mücadelede önde gelseler de,
Yahudiler arasında bile farklar görülmelidir. Çünkü hepsi değişime kapalı
değildir: “Hepsi bir değildirler. Ehl-i Kitap içinde doğruluk üzere bulunan
bir topluluk vardır ki, gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın
ayetlerini okurlar. Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler,
kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle
yarışırlar. İşte onlar iyi insanlardandır. Onlar ne hayır işlerlerse
karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah kendisinden gereği gibi sakınanları
bilir.” (Al-i İmran, 3: 113-115). İbn Abbas’tan aktarıldığına göre, söz
konusu kimseler, Müslüman olmayı tercih eden Yahudilerdir ve bunlar oldukça iyi
Müslümanlar olmuşlardır (Taberi, VII: 120). Demek ki risaletin ilk dönemindeki
Müslümanlar, başka dinlerin mensuplarıyla diyalog kurarlarken, toptancı bir
tavır içinde değillerdi. Diyalogu terk etmek, İslam’ı tebliğ sorumluluğunun
farkında olan Müslümanların yapacağı iş değildir. Bu açıdan sabırla İslam’ı
anlatan ve gayr-i Müslimlerle diyalogu oldukça uzun bir süre kesmeyen Hz. Nuh
iyi bir örnektir (Ankebut, 29: 14).
Her ne kadar diğer dinlerin mensuplarıyla diyaloğun
teolojik bir gereklilik olmadığı ve teolojinin sistematik bir bölümünü
oluşturmadığı ileri sürülse de (Moyaert, 2012: 85), tebliğci dinler açısından
bakıldığında bu görüşün doğru olmadığı ortadadır. Dinler arası diyalog
konusunda gösterilecek herhangi bir çaba –tabiri caizse- Doğu ve Batı[1]
arasındaki ihtilafların çözümüne katkı sağlayacaktır.
B. İşbirliği/Anlaşma
İşbirliği, ortak bir amacı olan ve böylece kâr temin
eden kimselerin oluşturdukları çalışma ortaklığı; anlaşma da siyasal, ekonomik,
kültürel vb. alanlarda yapılan uzlaşma şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımlama
esas alındığında, Müslümanların gayr-i Müslimlerle dinen yasaklanmayan
konularda onlarla işbirliğine gitmesinde ve anlaşma yapmasında bir sakınca
yoktur. Kur’an barış içinde yaşamak isteyen inkârcıların bu talebini
Müslümanların görmezden gelmemelerini öngörür: “Eğer onlar barıştan yana
olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah'a güven. Çünkü işiten ve bilen
O'dur.” (Enfal, 8: 61). Anlaşma için taraflar arasında samimiyet veya
dostluk gerekmemektedir. Anlaşma şartlarına sadık kalmak yeterlidir.
Rasulullah (s)’a biat etme, Allah yolunda cihad, vefa
gösterilmesi gereken işler ve Allah’a yemin şeklinde de yorumlanan Allah’ın
ahdi (Râzî, h. 1420, XX: 263) ifadesinin geçtiği bir bağlamda Kur’an,
anlaşmaya bağlı kalmanın önemini şöyle belirtmektedir: “Bir de anlaşma
yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin ve pekiştirdikten sonra yeminleri
bozmayın. Allah'ı üzerinize şahid tuttuğunuz halde, nasıl olur da bozarsınız!
Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızı bilir. Bir topluluğun diğer bir topluluktan
daha çok olmasından dolayı yeminlerinizi aldatma aracı yaparak ipliğini
sağlamca büktükten sonra söküp bozan kadın gibi olmayın. Şüphesiz Allah onunla
sizi imtihan eder. Üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size
muhakkak açıklayacaktır.” (Nahl, 16: 91-92). Müslüman güvenilir ve dürüst kişidir.
Dolayısıyla gayr-i Müslimler ile bir anlaşma yapıldığında, o anlaşmaya aykırı
davranılmaması ve anlaşmanın ihlal edilmemesi gerekir. Gayr-i Müslimlerle
yapılan bir anlaşmayı bozmak bazı Müslümanlar tarafından yanlış bir şekilde
“kısa günün kârı” görünebilir. Ancak doğru olan anlaşmalı toplulukların
hukukuna riayet etmektir. Kur’an bu konuda şöyle bir uyarıda içermektedir: “Allah'ın
ahdini az bir bedel karşılığında değişmeyin. Eğer bilirseniz muhakkak ki Allah
katındaki sevap sizin için daha hayırlıdır.” (Nahl, 16: 95). Ayetten
anlaşıldığı gibi, başkalarıyla yapılan anlaşma şartlarına uymak dinen teşvik
edilmektedir. Bu konuda ortaya konacak doğru tavır, İslam’ın etki alanını
genişletmede önemli bir role sahip olacaktır. Meseleye ahiret açısından
bakıldığında da şöyle denebilir: Anlaşmalarına uygun hareket eden Müslümanlar,
Allah katında tükenmeyen sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Allah, verdikleri
sözü yerine getirme konusunda sabredenleri en güzel şekilde ödüllendirecektir
(Mukatil, h. 1423, II: 485).
Müminler, anlaşmalı olduğu topluluklara mensup
kimselere ve Müslümanlarla savaşmayanlara karşı iyi davranmakla yükümlüdür: “Ancak
o kimselere dokunmayın ki, sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış
bulunurlar. Yahut ne size karşı ne de kendi kavimlerine karşı savaşmayı
gönüllerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelmişlerdir.” (Nisa, 4: 90).
Anlaşmalı olan topluluğa katılan kimseler, o topluluk gibi kabul edilir ve
onlara karşı savaşılmaz (Matüridî, 2005, III: 294). Müslümanlarla çatışmasız
bir hayat sürdürmeyi tercih edenlerle, tüm insanların hayat hakkına saygı
ilkesi kabul edilerek, adalet ve barış temelinde işbirliği yapılabilir.
Hz. Peygamber (s) ile Hudeybiye’de anlaşma imzalayan
Kureyşli müşrikler bir süre sonra anlaşmayı ihlal etmiş ancak onlarla ittifakı
olan müşrik Bekiroğullarından bir kesim ise anlaşma metnine sadık kalmıştı
(Taberi, 2000, XIV: 142). Müslümanların, anlaşmaya sadık kalan müşriklerle olan
ilişkileri anlaşmaya uygun hareket etmeyen Kureyş müşrikleriyle ilişkileri gibi
olmamıştır. Müslümanlar anlaşmayı ilk bozan taraf olmazlar: “Ancak
kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden size karşı herhangi bir eksiklik
yapmayan ve aleyhinize kimseyle yardımlaşmayanlar müstesnadır. Onlarla olan
antlaşmanızı belirlenmiş süreye kadar devam ettirin. Allah sakınanları sever.”
(Tevbe, 9: 4). Bekiroğulları müşrikti ancak onların bir kolu, anlaşmanın
kurallarına karşı gelmemiş, bu nedenle Kur’an müşrik olmalarına rağmen onları
Kureyşli müşriklerle bir tutmamıştı. Yani bir anlaşmanın Müslümanlar tarafından
daha sonra geçersiz kabul edilmesi, karşı tarafın müşrik oluşu ile değil,
anlaşma şartlarına riayet edip etmemesiyle ilgilidir.
Yüce Allah’ın kullarını imtihan edip tutum ve
tavırlarını netleştirdiğini ifade eden bir ayette şöyle denilmektedir: “Yoksa
siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? Allah'ın, içinizden
cihad edenleri ve Allah'tan, Rasulü'nden, müminlerden başka kimseye sığınmayan
ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)?
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Tevbe 9: 16). Allah müminlere,
anlaşmalı olan müşrikleri dost edinmeyi ve müminlerin sırlarını onlara vermeyi
yasaklamaktadır (Taberi, 2000, XIV: 163). Gayr-i Müslimlerle Müslümanlar
aleyhine işbirliği o an için dünyevi anlamda (para ya da güç açısından) çok kârlı
olabilir. Ancak müminler ahirette onları huzura kavuşturacak konularda
işbirliği yapabilirler. Kur’an, Müslümanların başka Müslümanlar aleyhine
işbirliğine gitmelerini onaylamaz.
Kur’an müheymin (koruyan kollayan) bir kitap olarak
Allah’ın daha önce gönderdiği kitaplarda (Tevrat, İncil vs.) bulunan hakikatın
şahitliğini ve bâtıl unsurların da yanlışlığını vurgulayan bir kitap olarak (Hilali,
1956: 152), son Kitab’ı ve Rasul’ü kabule yanaşmayan Yahudi ve Hristiyanların
kendi Kitaplarına yönlendirildiği bir bağlamda şöyle demektedir: “Sana da
(ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab
(Kur’an)ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet.
Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, herbiriniz
için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet
yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere
koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber
verir.” (Maide, 5: 48). Hayır işleri sadece Müslümanlar tarafından yapılmaz.
Müslümanlar başka inanç gruplarının üyeleri tarafından yapılan hayır işlerini yok
saymazlar. Ayetten anlaşıldığı kadarıyla dinin ve şeriatların hedefi,
iyiliklerin hâkim kılınmasıdır. O halde Müslümanlar da gayr-i Müslimler de
iyiliklerde yarışmalıdır. Madem herkes kendi dininin hak din olduğuna inanıyor,
o halde bundan dolayı sadece çekişecekleri yerde iyilikte ve iyi işlerde
yarışsınlar. Farklılıkları çekişme ve düşmanlık konusu yapmasınlar.
Aralarındaki ihtilafı Yüce Allah kıyamet günü sonuca bağlayacaktır (Şimşek,
2012, II: 65). Ayette iyiliklere ifadesinin kullanılması dikkat
çekicidir. Sanki muhataplara, “Takip ettiğiniz yolun iyilik olup olmadığına
dikkat edin de öyle yarışın.” denilmektedir. Davranışlarında da şahit olunduğu
gibi, Hz. Muhammed’in yolunun iyilik olduğu ortadadır. Onun peygamberliği
mucize (Kur’an) ile de sabittir. O halde “Ey Kitap Ehli! İyilik olduğu kesin
olan Muhammed’in yoluna gelin ve öylece yarışın.” şeklinde imada
bulunulmaktadır (Şimşek, 2012, II: 65). Bununla birlikte tüm iyiliklerin
Müslümanlardan, tüm kötülüklerin de gayr-i Müslimlerden kaynaklandığı
düşünülmemelidir. Çünkü değişik oranlarda da olsa, her iki kesimde de “şeytana
uyma” ihtimali mevcuttur.
C. Dostluk
Dostluk kelimesinin Arapça karşılığı velâyettir.
Arapça’da v-l-y kök harflerinden türeyen kelimeler yakınlık, birinin yardımına
koşan, dost, anlaşmalı kimse anlamlarını ifade etmektedir (İbn Faris, 1979, VI:
141). Bu kökten türemiş olan velî terimi Kur’an’da tekil ve çoğul (evliyâ)
olarak seksen yedi ayette yer almıştır. Bunlardan kırk altısında Allah’ın
insanlara dostluğunu, üçünde insanların Allah’a dostluklarını ifade etmek için
kullanılmıştır. On ayette ise insanlarla şeytan arasındaki dostluğa,
diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluğa işaret etmektedir. Mevlâ
ve velî terimleri de Kur’an’da aynı anlamda geçmekte olup velî, hem Allah hem
de kul için kullanılırken, mevlâ ancak Allah için kullanılmıştır. Bu ayetlerin
çoğunda insanların gerçek dostunun insanlara, müminlere ve peygambere yardımcı
olan, onları koruyan, bağışlayan, karanlıklardan aydınlığa çıkaran ve irşad
eden gerçek dostun Allah olduğu belirtilmektedir. Ek olarak, insanların Allah’a
inanmaları, dayanıp güvenmeleri gerektiği; ayrıca kâfirlerin, zalimlerin Yahudi
ve Hristiyanların ancak birbirlerinin ve şeytanın dostları olabilecekleri
bildirilmektedir. Yine dinî ve ahlâkî inançların/anlayışların sosyal ilişkiler
üzerindeki etkileri vurgulanmakta, dostlukların tesisinde kan bağı yerine inanç
birliğinin esas alınması gerektiği bildirilmektedir (Karaman, 2007, II:
291-292). Bu ifade edilenlerden Müslümanların sadece kendi aralarında dost
olabilecekleri sonucuna varılmamalıdır. Söylenmek istenen, gayr-i Müslimlerle
dostluğun ikincil derecede olacağıdır.
Gayr-i Müslimlerle Müslümanların dostluğu konusu ele
alırken, önce -gerekçeleriyle birlikte- onları dost edinme konusunda
Müslümanları sakındırıcı üslubun hakim olduğu ayetleri, ardından da
Müslümanlara düşmanlığı ön planda olmayanlarla ilişkili gördüğümüz ayetleri
değerlendireceğiz.
Şu ayetler müminlerin kimlerle dost olmaması
gerektiğinden söz etmektedir: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları
dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost
edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola
iletmez.” (Maide, 5: 51). Bu ayetteki ifade geneldir ancak burada
kastedilen Müslümanlara karşı ittifak kuran inkârcılarla işbirliği yapmaktır.
Müslümanlara karşı “fiili” bir düşmanlık içinde olmayan kâfirlerin varlığı da
bir gerçektir. Bu açıdan bakıldığında, dünyevi ortak faydalar
açısından farklı dinlere mensup kesimler arasında karşılıklı dostluk (muvâlâ),
anlaşma ve yardımlaşma içinde olunabileceği söylenebilir (Rıza, 1990, VI: 356).
Evrensel bir din olan İslam’ın, Müslüman olmayanlarla
bütün ilişkileri koparmayı istemesi düşünülemez. Ancak onlarla kurulacak ilişkinin
birtakım ilkeleri vardır. Bu bağlamda, iyi ilişkiler kurmayı, dostluğu ve
sırdaşlığı birbirine karıştırmamak gerekir: “Ey iman edenler! Kendi
dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri
kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından
taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size
ayetleri açıkladık.” (Al-i İmran, 3: 118). Ayetten anlaşıldığı gibi,
Müslümanlara fenalık yapmak isteyenlerle sırdaş olunmamalıdır. Müslümanlar, art
niyet taşımayan diğer inanç mensuplarının tamamıyla iyi ilişkiler içinde
olabilir. Bunda hiçbir sakınca yoktur. Özellikle adalet söz konusu olduğunda
fiilen kendisiyle düşmanlık içinde olanlara bile adaletle davranmalıdır. Her zaman
ve her ortamda adaletli olmak, Müslümanın değişmez niteliğidir. Müslüman
olmayanlarla dostluk konusuna gelince, bunu Müslüman olmayanın duruşu belirler.
Gayr-i Müslimler Müslümanlara karşı düşmanca bir tavır içinde değillerse
onlarla dost olmakta herhangi bir sakınca yoktur (Şimşek, 2012, I: 409).
Küfrü imana tercih eden yakınlardan söz eden bir
ayette şöyle denilmektedir: ”Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve
kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz.
Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir.”
(Tevbe 9: 23). İmana karşı küfrü seven ana, baba ve kardeşi dost edinmek yasak
olmasına rağmen onlarla nasıl insani ilişkiler devam ettiriliyorsa diğer
kâfirlerle de insani ilişkiler devam ettirilebilir. Bu ayette yasaklanan
dostluk, inananlar bırakılarak inkâr edenlerle beraber olmak, onlara taraftar
olmak, onların yanında Müslümanlara karşı savaşmak ve müminlerin sırlarını
onlara iletmek gibi hususları içeren dostluktur. İnkâr eden kişi ne kadar
yakını olursa olsun; hatta babası veya kardeşi bile olsa inanan kişi sözü
edilen İslami sınırları aşan bir dostluk kuramaz. Ama bunun dışında kalan
akrabalık bağının gerekli kıldığı hususları yerine getirir (Şimşek, 2012, II:
430).
İnsan kalbi akrabasına, ana-babasına, çocuklarına,
erkek ve kız kardeşlerine, kocasına ya da hanımına, servetine, ticaretine,
gelir kaynaklarına ya da güzel binalarına onuru ve rahatı için sıkı sıkıya
bağlanır. Bunlar Allah rızasının önünde ise en çok sevdiğimizi tercih etmemiz
gerekir. Bunların tümünü feda etmek gerekse de en çok bunlar değil Allah
sevilmelidir (Ali, 1983: 445): “Onlara de ki: Eğer babalarınız, oğullarınız,
kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar,
kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size
Allah ve Rasulü’nden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın
emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip
etmez.” (Tevbe, 9: 24). Müminler sevdiklerini Allah ve Rasulü’nün yolunda
mal ve can ile gayret göstermeye engel olacak düzeyde seviyorlarsa, bu durum
Allah’ın dosdoğru yolundan çıkmak anlamına gelir. Yakınlar ve yakın görülen
topluluklar, İslam’dan daha değerli hale gelmişse bu dinden uzaklaşma anlamına
gelir. Bu söylediklerimizden İslam’dan uzak akrabalarla ilişkileri kesmek
gerektiği anlaşılmamalıdır. Problem olan onlarla Müslümanlar arasında tercih
yapılması gerektiğinde, inananların dostluğunu tercih etmektir.
Müminler, inananları bırakarak inkârcıları dost
edinemezler: “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost
edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”
(Nisa, 4: 144). Burada yasaklanan davranışın süreklilik halini münafıklarda
görmek mümkündür. Onlar mümin gibi görünseler de aslında kâfirleri dost
edinirler. Ayette Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek
istiyorsunuz? şeklinde uyarıda bulunularak, Müslümanlara karşı mücadele
içinde olan ve Müslümanların sırlarına vakıf olup, bu sırlar üzerinden onları
zayıf düşürmek isteyen inkârcılara dikkat çekilmektedir. Böyle olmayan
kâfirlerle insani ilişkiler devam edebilir.
Şu ayet inkârcı olup düşmanlık yapanlarla dostluğu
yasaklamaktadır: “Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost
edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde, siz onlara sevgi
sunuyorsunuz. Rasulullah’ı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah’a inandığınız
için, vatanınızdan kovuyorlar. Siz Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı
kazanmak için yurdunuzdan çıkarılmayı göze aldıysanız, nasıl olur da onlara
sevgi gösterip sır verirsiniz? Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız
her şeyi bilmekteyim. Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık doğru yoldan
sapmış olur.” (Mümtehine, 60: 1). Bu ayet bağlamında yasaklanan dostluk gayr-i
Müslimlerle “Müslümanlar aleyhine istenmeyen sonuçlara neden olacak” ilişkidir.
Böyle bir davranış imanlarıyla çelişmektedir. İnanmış kişi, Allah’ı dost
edinmiş kişidir ve Allah da onu kendisine dost kabul etmektedir. İnanmış kimselere
düşman olan Allah’a da düşmanlık yapmaktadır. İnanmış bir kişi, Allah’a düşman
olanlarla birlik olup inanmışlar aleyhine nasıl ilişki kurabilir ki? Kaldı ki o
kimselerin kendileri inanmışları ele geçirecek olsalar elleriyle ve dilleriyle
onlara zarar vermekten çekinmeyeceklerdir. Onların bütün arzuları müminlerin
imanlarından vazgeçmeleridir (Şimşek, 2012, V: 214).
Müslümanlara karşı tarafsız kalmayı tercih eden
kesimlere karşı Kur’an’ın teşviki şöyledir: “Ancak o kimselere dokunmayın
ki, sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış bulunurlar. Yahut ne
sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı gönüllerine sığdıramayıp tarafsız
olarak size gelmişlerdir. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat ederdi,
onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp
size barış teklif ederlerse, Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol
vermemiştir.” (Nisa, 4: 90). Müslümanlarla savaşmak istemeyenler, barışçıl
bir tavır takınacak olurlarsa Müslümanların da onlara karşı takınacağı tavır
aynı şekilde olmalıdır. Bu takdirde Müslümanlar onlara herhangi bir zarar
veremez (Şimşek, 2012, I: 549).
Kur’an gayr-i Müslimlerin Müslümanlara karşı
tavırlarını kategorize etmektedir: “İman edenlere karşı düşmanlık yönünden
insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah'a ortak koşanları bulursun.
Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da, ‘Biz
Hristiyanlarız.’ diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve
rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar.” (Maide, 5: 82). Ayetteki
tasnife göre Müslümanlara en uzak olan Yahudilerdir. Onların müşriklerden önce
belirtilmeleri, onların düşmanlığının müşriklerden fazla olduğunu
göstermektedir. Bunda bir tür “kitabî kıskançlığın etkili olduğu” söylenebilir.
Bu üç kesimden Müslümanlara en yakın olanı Hristiyanlardır. Bunda onların din
adamlarının (rahipler, keşişler vs.) mütevazılığının rolü olduğuna dikkat
çekilmektedir. Demek ki Müslümanlar kendilerinin dışındaki kesimleri tanımalı
ve hepsine karşı aynı mesafede durmamalıdır. Bu tutum, vahye ve Müslümanların
maslahatına daha uygundur.
Müslüman olmayanlarla görüşmelerde dinin açıkça
duyurulması bazı riskler taşıyabilir. Bu konuda Kur’an Hz. Peygamber (s)’i
cesaretlendirmektedir: “Ey şanlı Rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et!
Eğer bunu yapmazsan O'nun peygamberlik görevini yapmamış olursun. Allah seni
insanlardan korur. Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu doğru yola iletmez.”
(Maide, 5: 67). Allah, peygamberinden inkârcıların apaçık ayetleri duyduğunda
inkâr etmeleri nedeniyle endişeye kapılmamasını istemektedir. Her şey O’nun
elindedir. Tebliğciye düşen uyardığı kimselerden değil, Allah’tan korkmaktır.
Müslümanların gayr-i Müslümlerin barışçıl olanlarına
karşı iyilik ve adaletle yaklaşmaları, İslam’da yasaklanan bir şey değildir: “Allah
sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan
kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah
adaletli olanları sever.” (Mümtehine, 60: 8). Yani Müslümanlara iyi
davranan gayr-i Müslimlere iyi davranmak gerekir. Bunun aksini yapıp onları
zalim olanlarıyla aynı kefeye koymak hiç de adil ve Müslümanca bir tavır
olmayacaktır.
Ehl-i Kitap ile iyi ilişkiler bağlamında şu ayet de
ilgi çekicidir: “Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Ve kendilerine
kitap verilenlerin yemeği, size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. Ve
müminlerden iffetli hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden
iffetli kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın namuslu bir biçimde
mehirlerini verdiğiniz takdirde, sizlere helaldir.” (Maide, 5: 5). Mümin erkeklerin Ehl-i Kitap'tan bir hanım ile evliliğine izin
verilmesinin nedeni, hanımlarının inandığı peygamberlere Müslüman koca
tarafından büyük saygı gösterileceğindendir. Bu açıdan Yahudi veya Hristiyan
bir hanım Müslüman kocasından kesinlikle razı olacaktır. Çünkü Müslümanlar
peygamberler arasında ayrım gözetmezler (Asad, 2006: 42). Görüldüğü gibi
Kur’an, Müslüman olmayanlarla sosyal ilişkileri yasaklamamakta, Yahudi ve
Hristiyanların (domuz eti hariç) kestiklerinin yenebileceğini, onların
kızlarıyla/kadınlarıyla Müslüman erkeklerin evlenebileceğini belirtmektedir. Ehl-i
Kitab’a dair her iki izin de bir dostluk göstergesi
olarak görülebilir. Ehl-i Kitap ile evlilik konusunda şunu da söylemek mümkündür:
İnsan sevmediği biriyle evlenemez. Demek ki yasak olan şey, birini sadece İslam
öğretilerine aykırı şekilde sevmektir.
Komşuya iyilikte bulunmakla ilgili emir ve
tavsiyelerde Müslüman olmayan komşular istisna edilmemektedir: “Allah'a
kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne babaya, yakınlara,
yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakındaki arkadaşa, yolcuya
ve sahibi olduğunuz köle ve cariyelere iyilik edin. Allah kendini beğenip
böbürlenenleri sevmez.”(Nisa 4/36). Kurtubi’nin Şamlı Nevf’ten (Nevfun
eş-Şâmî) naklettiğine göre, ayetteki yakın komşu ile Müslümanlar, uzak
komşu ile Yahudi ve Hristiyanlar kastedilmektedir (1964, V: 183). Bu yorum
esas alındığında, Ehl-i Kitap’tan kimselere de iyilikte bulunmanın
emredildiği/tavsiye edildiği sonucu çıkmaktadır.
Sonuç
Bu çalışmada Kur’an’ın farklı din mensuplarıyla
diyaloğa, onlarla işbirliğine gitmeye ve dostluk kurmaya dair olduğunu
düşündüğümüz ayetler ele alınmış, bu çerçevede Kur’an’dan yola çıkılarak gayr-i
Müslümlerle diyalog kurulabileceği, işbirliğine gidilebileceği ve İslam
öğretilerine aykırı olmadıkları sürece dostluk ilişkisi içinde olunabileceği
görülmüştür. Kur’an’da Müslüman olmayan kesimlerle diyalog, işbirliği ve dostluğa
kapalılık –istisnai durumlar hariç- söz konusu değildir. Bu durumda şu iki soru
akla gelmektedir: Günümüzde İslam dünyasının “tahammülsüzlük imajı” nasıl izah
edilir? Bu imajda Kur’an’ın kendisi mi yoksa Müslümanların ona dair yorumları
mı etkilidir? Doğrusu, Müslüman toplumların dış ve iç etkiler nedeniyle, genel
olarak kendi başlarına karar veremedikleri ve özgürce hareket edemedikleri ve bu
nedenle esaret altında oldukları bir gerçektir. Bu duruma son verme girişimleri
bazen kabul edilemez olaylara neden olmaktadır. Ne var ki, küresel medyanın gayr-i
Müslimlerin uyguladıkları şiddeti karartarak şiddeti İslam dünyası ile eşit
kılan bir algı operasyonu yürüttüğü de görmezden gelinmemelidir.
Kur’an, Ehl-i Kitab’ın tümünün iyi ya da kötü olduğunu
söylemez. Aksine onların olumlu ve olumsuz yönlerini sergilemektedir. Bu açıdan
dünyada ifsadı ortadan kaldırma çabasındaki müminlerin alanı son derece
geniştir. Kötülüklerin uzaklaştırılması (defü’l-mefâsid) bağlamında Ehl-i Kitap
ile ortak çaba içinde olmakta bir sorun yoktur. Diyaloğun geliştirilmesinin dini
hoşgörü ve anlayış kadar ekonomik getirileri de olacaktır.
Nasıl Batılılar Doğuyu ve özellikle de İslam dünyasını
tanıma ve ele geçirme niyetiyle oryantalist çalışmalar yürüttüyse, Müslümanlar
da gerek Batı’yı daha iyi tanıma, gerek “ortak iyi”ye ulaşma ve gerekse
sömürüden kurtulma amacıyla oksidantalizm çalışmaları yapmalıdır. Bunun
ardından, Müslümanlar arasında “Batı’nın sömürgecidir ve İslam dünyasının barış
ortamını pek yakalayamamış olmasının kaynağıdır.” şeklindeki yaygın kanaatin, mantıklı
ve sağlam temellerinin olup olmadığı net olarak görülecektir.
Günümüzde gözlemleyebildiğimiz gibi, Batı’da Hristiyan
mezhepler arası farklara rağmen kavgasız gürültüsüz bir hayat büyük oranda
tesis edilmiştir. Müslümanlar bu deneyimi yerinde görüp örnek alınabilecek
noktaları bilimsel araştırmalarla tespit etmelidir.
Tevrat, İncil ve Kur’an’ın tâbileri ortak bir kültüre
sahiptir. Birbirlerini yok sayarak dünya ölçeğinde bir “ortak iyi” alanı
açamazlar. Üçü de hakikat iddiasında bulunuyorsa, müntesipleri birbirlerindeki
ortak hakikatleri ortaya çıkarmalı, o uğurda ortak çalışma alanları belirlemeli
ve daha “az savaşlı” bir dünyaya katkıda bulunmalıdırlar. Bu imkân her üç
kitapta da bulunmaktadır. Yeter ki bağlıları bu duyarlılığa sahip olsunlar. Bu
bağlamda, karşılaştırmalı kavram çalışmaları yapılmalı ve mümkün olan azami
düzeyde dünyaya “dini mesajlar” sunulmalıdır.
Müminlerin gayr-i Müslimlerle dostluk kurmasına hoş
bakılmayan ayetlere bakmak gerekir: Hangi gayr-i Müslimlere ve niçin rezerv
konmaktadır? Sözgelimi, Ehl-i Kitab’ın söylediği
ve yaptığı her şey bâtıl olmayacağına ve Kur’anın söylediği
gibi bütün Ehl-i Kitap aynı tutum ve davranışlar göstermediğine göre, İslam’ın eleştiri alanına dahil olmayacak şeyler konusunda onlarla işbirliği
ve dostlukta bir sakınca olmasa gerektir.
Dünya sürdürülebilir barış kültürlerine sahip olmak
istiyorsa, onun inanç mensupları arasında dostluğa daha fazla ihtiyacı var
demektir (Harrison, 2009: 35). Dolayısıyla, farklı din mensuplarının diyalog,
işbirliği ve dostluğa yönelik gayretleri, sadece onların vatandaşı olduğu
ülkelerin diplomatik çabalarıyla sınırlı görülmemelidir. Daha alt düzeyde basit
ve ortak ilkeler temelinde sivil toplum örgütleri ve bireyler için de büyük
sorumluluk ve fırsatlar söz konusudur.
Ulus devletlerin ihtilafları artırdığı bir dünyada yaşamaktayız.
Bu bağlamda sayısı az ama bağlısı çok büyük dinlerin mensupları ırkçılığa,
sosyal ve ahlaki problemlere çözüm üretmede ortak mücadele alanları oluşturabilirler.
Dinlerin el verdiği ölçüde diyalog, işbirliği ve dostluk, insanlık adına önemli
açılımlar sağlayacaktır.
Kaynakça
Ali, Yusuf, The Holy Quran,
14. bs., Aman Corp. Yay., USA, 1983.
Asad, Muhammed, The Messafe
of the Quran, İşaret Yay., İst., 2006.
Bilmen,
Ömer Nasuhi, Kur'an-ı Kerim’in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, 8 c.,
Akçağ Yay., Ank., 1991.
Cohn-Sherbok, Dan, Interfaith Theology,
Oxford Publications, England, 2001.
Çantay,
Hasan Basri, Kur'an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerim, 3 c., 13. bs., (İslam
Mecmuası bsk.), İst., 1984.
Doğan, Kaplan, “İran’da Şiî-Sünnî Yakınlaştırma
Çalışmaları”, e-Makâlât Mezhep Araştırmaları Derg., VI/2, 2013.
Harrison, Susan Kennel,
“Interfaith Friendship: A Bridge to Peace”, Windows to the World's Religions
Selected Proceedings of the Global Congress on the World's Religions After
September 11, D.K. Printworld, India, 2009.
Hilali, Muhammed Takiyuddin, The
Noble Quran, Hilal Yay., İst., 1956.
Illman, “Ruth, Plurality
and Peace: Inter-Religious Dialogue in a Creative Perspective”, International
Journal of Public Theology vol. 4, issue 2, 2010, (175–193).
İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mu’cemu
Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (Basım yeri yok.), 1979.
Karaman, Hayrettin vd., Kur'an
Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, 5 c., DİB Yay., Ank., 2007.
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b.
Ahmed el-Ensârî (ö. 671 h), el-Câmi’ li
Ahkâmi'l-Kur'an, 10 c. (20 cüz), 2. bs., Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Kahire,
1964.
Matüridî,
Ebu Mansur (h. 333), Tevilatu Ehl-i Sünne, 10 c.,
Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.
Moyaert, Marianne,
“Postliberalism, Religious Diversity, And Interreligious Dialogue: A Critical
Analysis of George Lindbeck’s Fiduciary Interests”, Journal of Ecumenical
Studies, vol. 47, issue 1, 2012.
Mukatil
b. Süleyman Ebu’l-Hasan (ö. h. 150), Tefsiru Mukatil b.
Süleyman, Daru İhyai’t-Turas,
Beyrut, h. 1423.
Râzî, Fahruddin (h. 606/1209),
el-Mefâtihu'l-Gayb, 32 c., 3. bs., Daru İhyai Turasi'l-Arab,
Beyrut, h. 1420.
Rıza,
Muhammed Reşid (h. 1354), Tefsiru’l-Menar, 12 c.,
el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmmetu li’l-Kitab, Mısır, 1990.
Şimşek, M. Sait, Hayat
Kaynağı Kur'an Tefsiri, 5 c., Beyan Yay., İst., 2012.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö.
h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli
Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer (ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki
Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs.
Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h. 1407.
* Muş Alparslan Üniversitesi
İslami İlimler Fakültesi, Yrd. Doç. Dr.
Bu bildiri 20-22.06.2015 tarihleri
arasında Göttingen Üniversitesi’nde (Almanya) düzenlenen “Partnerschaft,
Freundschaft, Dialog” adlı uluslararası sempozyumda sunulmuş “Dialogue,
Cooperation and Friendship in the Qur’an” isimli tebliğin Türkçe’sidir.
[1] Doğu ve Batı, evrensel düzeyde bilindiğinden
genel itibarıyla kabul edilebilir ama gerçekte her ikisi de oldukça iç içedir.
0 yorum:
Yorum Gönder
Kayıt olmadan yorum yapmak için anonim, isim girmek için Adı/Url seçerek yorum yapabilirsniz.