Bir Yazının Hikâyesi
Fevzi
Zülaloğlu ile lise yıllarımın sonuna doğru -1987 olsa gerek- tanıştım. Aynı
mahallede oturuyorduk ancak o, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci olduğu için
sık sık olmasa da neredeyse her gelişinde görüşüyorduk. İstanbul’da, hala
tapusu olmayan Pınar mahallesinin (Sarıyer) ana caddesinde, bir aşağı bir
yukarı, İslam’a dair bitmek tükenmek bilmeyen sorularımla onu meşgul ediyordum.
Bir gün, “Murat biraz da oku artık.” dedi. Okuma serüvenimiz herhalde öyle
başlamıştı. Sultan Ahmet Camii avlusundaki Diyanet’in organize ettiği kitap
fuarından sınıf arkadaşım Necip Erüstün’ün verdiği borç para ile satın alıp okuduğum
ilk kitap da rahmetli Muhammed Kutub’un İslam’da
Fert ve Cemiyet adlı eseriydi.
1988’de
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü
kazanmıştım. Tatillerde İstanbul’a geliyor ve Konya’da İslam’a dair öğrendiklerimi,
Fevzi ile görüşüp değerlendiriyordum. Bir gelişimde Fevzi, beni Cağaloğlu’ndaki
Yöneliş Yayınları’na götürmüş ve Hamza Türkmen ağabey ile tanıştırmıştı.
Sonraki gelişlerimde, anamı-babamın beni doğru dürüst görmesine fırsat vermeden,
Yöneliş’in Laleli’deki yeni yerine ve daha sonraları hemen hemen aynı heyecanla
Fatih’teki Ekin Yayınlarına doğru yolu tutuyordum. Anam ve babam hakkını helal
etsin…
Okuma,
bilinçlenme sürecimden kısaca söz ettikten sonra, sadede yani söz edeceğim
“yazının hikâyesine” gelelim…
1992
yılında üniversiteden mezun olmuştum ve 1993 yılında öğretmenlik atamam
Malatya’ya çıkmıştı. Bavulumu alıp oraya gittiğimde, değerli Geleri ailesinin
üyesi Yüksel kardeşim, bana mihmandarlık etti. Çarşıda dolaşırken uğradığımız
kitabevi, sanırım Talebe kitabevi idi. Yüksel, dergi standında duran Haksöz’ü
eline aldı, baktı ve “Yazınız yayınlanmış!” dedi. O yazı, Haksöz’de yayınlanan
ilk yazım idi. Hatırladığım kadarıyla derginin kapağı da sarı idi.
Yazıyı
dergiye verirken tercih ettiğim başlık “Musa ve Karşı Devrimci Fir’avn” idi.
Muhtemelen Asaf Hüseyin’in İran’da Devrim ve Karşı Devrim kitabından
mülhem bir başlık idi. Yazının dergideki yayınlanmış halindeki başlık “Musa ve
Zorba Fir’avn” şeklindeydi. Demek ki dergi yayın ekibi, bu başlığı uygun
görmüştü.
Söz
konusu yazıyı, kaleme aldığımda, 23 yaşındaydım. Yazma konusunda tecrübeli
olmadığım için, yazıyı hiçbir yazarın eserine başvurmadan yazmam gerektiğini
sanıyordum. Halbuki o yazı, -yazıyı dergiye verirken seçtiğim başlıktan da
anlaşılacağı gibi- o ana kadar okuduğum eserlerden oluşan birikimimi
yansıtıyordu. Daktilo ya da bilgisayarım olmadığı için el yazısıyla ve pek de
düzenli denemeyecek bir şekilde kaleme almış ve yazıyı Haksöz’e bırakmıştım.
Yazının o dağınık halini gören Yılmaz Çakır ağabey, ilk bakışta yazıdan pek
umutlu değilmiş. Ancak yazıyı okuyunca, belli bir “seviye” görmüş, beğenmiş ve dergi
yayın ekibi tarafından yayınlanmasına karar verilmiş. Bana bu ayrıntıyı daha
sonraları Yılmaz ağabey, bir gemi yolculuğunda anlatmıştı.
O
zamandan bu zamana, hala Haksöz’ün neredeyse her sayısını ve yazısını okumak;
hemen her hafta sitesinde ve imkânlar ölçüsünde de matbuu halinde yazıyor olmak,
beni memnun ediyor. Vahyin aydınlığında, kendimizi ve toplumu ıslah etmek
çabasındaki kardeşlerimizin, Haksöz’ü yayına hazırlama, okuma, değerlendirme ve
yenileme gayretlerini tebrik ediyor ve hepsinin cennetlik kullardan olmasını,
cennet kokan imanımızın şahidi olacak nice yazı ve etkinliklerde onlarla
birlikte hakkı yaşamayı umuyor ve nefes alıp verdiğim sürece hakikati yaşatmayı
Rabbimden diliyorum.