“Urevetu’l-Vuska’yı okumadan önce tüm yapmak istediğim İslam’ın temel unsurlarnı ve dünya hayatının geçiciliğini öğretmekti. Şimdi yeni bir ışık gördüm: Dünya Müslümanlarının vahdeti için çalışmak.” (Reşid Rıza ve Batı adlı kitaptan, s. 19)

M. Reşid Rıza’nın Vahdet Çabaları

Yorumları ile M. Reşid Rıza (1865-1935); Hasan el-Benna,[1] Ebu'l A'lâ el-Mevdudî[2] ve Seyyid Kutub[3] gibi bazı 20. yy. siyasal İslamcılarını siyaset ve “İslam devleti” konusundaki düşünceleriyle etkilemiş bir müfessirdir. Cemaleddin Afgani[4] ve Muhammed Abduh[5] gibi Reşid Rıza da Batı sömürgeciliği ile karşı karşıya kalmanın bir sonucu olarak, Müslüman toplumların zayıflığına ve geri kalmışlığına dikkat çekmiştir. Menâr Dergisi’ndeki yazılarıyla, âlim, düşünür, gazeteci ve siyasetçi kimliğiyle, çağdaş İslâm düşüncesinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan M. Reşid Rıza’nın düşünceleri, İslâmî ilimlerin gerek kaynak ve usulünde, gerekse farklı tartışma noktalarında varlığını sürdürmektedir. Reşid Rıza, Muhammed Abduh’un Ezher’de vermiş olduğu tefsir derslerinde aldığı notlarla Tefsiru’l-Menar’ı[6] kaleme almıştır. İlk baskısı 1928’de 12 cilt halinde yapılan tefsirin ilk beş cildi Abduh’a, diğer ciltleri Reşid Rıza’ya aittir. (Karaman, ts.: 131; Öztürk, 2004: 82). Bu yazıda bir müfessir olan Reşid Rıza’nın, Batı kaynaklı işgal çabalarına karşı, Müslümanların ortak hareket etmelerini sağlama ve “Müslümanların sorunlarına çözüm üreten” bir hilafet rejimi kurma konusunda gösterdiği gayretler, Gerçek İslâm’da Birlik[7] adlı eser bağlamında ele alınacaktır.

Osmanlı Devleti’nin Son ve Türkiye’nin İlk Yıllarındaki Vahdet Çabaları

Reşid Rıza, 1922 ylında Türkiye’de hilafetin yetki çerçevesinin daraltılmasından önce de çeşitli yazılarında hilafet konusunu ele almış, İslami kaynaklarda yer aldığı şekliyle onu savunmuş, bu sistemin Doğu’da ve Batı’da denenmiş bulunan mutlak monarşi,[8] parlamenter monarşi,[9] cumhuriyet gibi rejimlerden farklı olduğunu ifade ediyordu. Ona göre, İslam’da din ve devletin birbirinden ayrılmasının mümkün değildi ve bu gibi girişimlere, sultanların gerçek hilafeti temsil ve tatbik etmemiş olmalarının neden olmuştu. Bu yüzden (sultanlar dini koruyup dünyayı onunla yönetmedikleri için) hem hilafet sistemi zayıflamış hem de İslam dünyasının parçalanmıştı. Reşid Rıza, bu ve benzeri yazılarında, Raşid Halifelerden[10] sonra hilafetin sultanlığa dönüştüğünü, bu ikisi arasında büyük farkların bulunduğunu, İslam’ın saltanatı mahkum ettiğini de ifade ediyordu fakat içinde bulunduğu şartlar, gerçekleştirmek istediği ıslahat, Araplarla Türkler[11] arasında güçlendirmek istediği birlik öyle gerektirdiği için, Osmanlı hilafetini analiz ve tenkit etmiyor aksine destekliyordu.

Kurtuluştan sonra varlık kazanan Ankara hükümeti ve onun kurduğu düzen ile hilafet hakkındaki kararının geçici olması gerektiğini ifade eden Reşid Rıza, “Askerler kısa bir süre sonra hükümeti, halkın serbest olarak seçecekleri temsilcilere bırakıp kışlalarına çekilmelidir. Hilafet konusuna gelince, bunun için de İstanbul’da bir konferans komisyonu kurulmalıdır. Bu komisyon, hilafet konusunu ve onun alacağı yeni şekli incelemeli, gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra bir hilafet konferansı yapılmalı, buradan çıkacak karara göre de hilafet tesis edilmelidir.” demektedir.

Reşid Rıza’nın Ankara hükümetine yönelik yukarıdaki yapıcı tavrı, Mustafa Kemal’in hilafet sistemini değiştirmesine, arkasından cumhuriyeti ilan ederek din ve devlet işlerini birbirinden ayırmasına kadar devam etti.[12] Bu değişiklikler olunca Reşid Rıza, önce 1922-1923 yılları arasında basılan el-Hilafe evi’l-İmametu’l-Uzma isimli eserini[13] kaleme alarak hala ümitvar olduğu (Anadolu’daki) yeni yöneticilerden, hilafetin kaldırılması değil, ıslah edilmesi yönünde yeni adımlar atmalarını istedi. Bu talebine ters düşen yeni değişiklikleri görünce de tavrını sertleştirdi ve gerek hilafet gerekse İslam Birliği konularında başka yerlerde, başka yöneticiler ve yeni modeller aramaya başladı (138-139).

Reşid Rıza Türk milletine seslenerek şöyle diyordu:
“Yeryüzünde en büyük manevi güç İslam’dır. doğu Medeniyetini canlanndıracak ve Batı medeniyetini yıkacak olan güç de budur. Faziletsiz medeniyet, dinsiz de fazilet olmaz. İlim ve medeniyetle uyum içinde olan tek din İslam’dır. Kilise talimatıyla bağımsız ilim arasındaki çekişme ve çelişkiye rağmen Batı medeniyetinin bugünlere kadar ayakta kalması, gerçek Hristiyanlıktan kalma fazilet kırıntılarının bu dünyada gerçekleştirdiği denge sayesinde olmuştur. Giderek din zayıflamış, akıl ve bilim onu hayat sahasından uzaklaştırmış, bu nedenle din ile birlikte medeniyet de tehlikeye girmiştir. Bugün insanlık, bütün haksızlıkları, sömürüleri ortadan kaldıracak, adil dengeleri kuracak bir ıslahata muhtaçtır. Bu da ancak İslami yönetimle gerçekleşebilecektir. Ey kahraman Türk milleti! İnsanlığın bu umudunu gerçekleştirmeye gücü en uygun olan İslam toplumu sizsiniz. Sizin şerefinizi ebedi kılacak olan eseriniz, savaşlardaki zaferleriniz değil, insanlığa sunacağınız bu hizmet olacaktır. Batı’yı taklit ederek bu onurdan yoksun kalmayınız! Sen onların medeniyetlerinden daha üstünü ile Batılılara önder (imam) olmaya layıksın. Batılı devletleri tehdit eden bağnaz bir İslami birlik oluşturmak için değil, insanlığa hizmet etmek üzere medeniyet ile dinin rehberliğini birleştirmek için hilafet yönetimini yenile ve yeniden kur.”

Reşid Rıza’ya göre, İslam dünyasında birden fazla meşru halifenin bulunmasının caiz olup olmadığı tartışılmış, zorunluluk hariç, bunun caiz olmadığında ittifak edilmiştir. Eskiden parçalanma ve İslam dünyasının bazı parçalarının diğerlerinden çok uzakta olması gibi sebeplerle zarureten caiz görülen birkaç halife, bugün artık caiz görülmemelidir. Çünkü hem dinin ve Müslümanların menfaatlerinin korunması birliğe bağlıdır hem de yeni teknoloji (telgraf, motorlu hava, kara ve deniz taşıtları) uzakları yakın kılmıştır. Tüm Müslümanların tek halife ile yönetilmesini öneren Reşid Rıza, bunun gerçekleştirilmesinin kısa sürede mümkün olmadığını düşünerek bu düşüncenin uygulanmasına, aşama aşama geçilebileceğine dair şunları söylemektedir:

Halifenin birliği, İslam ümmetinin birliğine bağlıdır. Bütün İslam ümmeti parçalanmış durumdadır. Bunların yabancı işgali ve sömürüsü altında bulunanlarının, işgalciler izin vermedikçe kımıldamaya mecalleri yoktur. Yabancılar da onların birleşmelerine asla izin vermezler. Bağımsız olanlar ise mezhep, vatan gibi değerlere taassupla bağlanmakta, birleşmeye yanaşmamaktadırlar. Başlangıç olarak yapılması gereken –Batılıların yaptıkları gibi- siyasi, askeri antlaşmalar yapmak ve dostluklar kurmaktır. Bu da öncelikle Arapların birleşmelerine bağlıdır. Onlar birleşince ümmetin birliğine doğru en önemli adım atılmış olacaktır. Bu noktada ümmetin alimlerine ve aydınlarına (ehlu’l hal ve’l-akt)[14] gayret ve görev düşmektedir.

A.    Hilafet Devleti Musul’da Kurulsun

Reşid Rıza’ya göre, yeni Türkiye yönetimi, gerçek hilafeti ihya ve uygulayacak kabiliyettedir. Hilafetin Türkiye’de olmasında büyük faydalar vardır. Araplar ve diğer İslam topluluklarından seçilecek temsilciler halifeyi seçmeli, her bölge ondan alacağı yetkiyle kendi iç işlerinde bağımsız olmalıdırlar. Islahatçı zümre Türkiye yönetimini, hilafetin burada olması konusunda ikna edemezlerse şunu teklif etmelidirler:

“Hilafet; Türklerin, Arapların, Kürtlerin bulunduğu ve kime ait olacağı ihtilaflı olan Musul bölgesine taşınsın. Civarındaki ihtilaflı topraklar da buraya katılsın. Burası tarafsız bir bölge olsun. Bütün diğer devletler hilafetin otoritesini tanısınlar. Taraflar buna razı oldukları takdirde ıslahatçı zümre gerekli düzenlemeler ve kurumlar üzerinde çalışmaya hazırdır.”

Görüldüğü gibi Reşid Rıza’nın İslam algısı ülkelerle sınırlı değildir. Onun için imkân bulunan her yer, İslami yönetim için bir merkez olabilir. Onun açısından önemli olan şey, İslam hükümleriyle hükmedecek otoritenin hangi kavimden ya da nerede olacağı değil, şeriatın uygulamaya geçmesidir.

B.     Şerif Hüseyin ile Görüşmeler ve Suudi Arap-İslam Devleti

Reşid Rıza, 1916 yılında hem haccetmek hem de, İstanbul doğumlu Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali ( d. 1852 - ö. 1931) ile görüşmek üzere Hicaz’a gitti. Onun Şerif’e verdiği destek şartlı ve sınırlıydı ve önemli bir bilgi eksikliğine dayanıyordu. Şartı ve sınırı; Şerif’in nüfuzunu genişletmeye kalkışmaması, diğer bölgeleri ele geçirmek için Osmanlılarla mücadele etmemesi, Hicaz’ı zulümden ve savaştan uzak tutması ve İslam’a bağlı kalmasıydı. Bilgi eksikliği ise Şerif Hüseyin’in Osmanlı’ya başkaldırmadan önce İngilizler ile gizli bir anlaşma yapmış bulunması idi. Reşid Rıza, bu anlaşma belgesini ele geçirip, İngilizlerin yardımıyla Şerif Hüseyin’in nüfuz mıntıkasını genişletmek, hilafetini ilan etmek ve hem hilafet hem de ülke sınırı bakımından Osmanlı ile mücadeleye girişmek niyetinde olduğunu öğrenince, bu plana şiddetle karşı çıktı. Hüseyin’in, Arapları İngilizlere köle yapmak niyetinde olduğunu açıkladı. Filistinli ve Suriyeli hemşehrilerini, Hüseyin’e beyat ettikler için kınadı. Şerif Hüseyin’in Arap ve Kureyş kabilesinden olmasının halife olmasına yetmeyeceğini ifade etti. Çünkü onda, halife olmanın şartları arasında bulunan ve Kureyşli olmaktan da önemli olan ilim, itçihat ve bağımsızlık mevcut değildi. Reşid Rıza’ya göre o, gücünü bir Hristiyan devletten alıyor ve onun himayesinde hareket ediyordu.

Şerif Hüseyin, Osmanlı devletine isyanı 1916 yılında başarıya ulaşıp Türkleri Hicaz’dan çıkarınca iki yıl daha beklemiş, 1918’de kendisini “Arapların kralı” olarak ilan etmiş, Abdülaziz b. Suud’dan[15] da krallığını tanımasını istemişti. Abdülaziz direndi, Şerif Hüseyin, Necidlileri defalarca hac ibadetinden alıkoydu. Çatışmalar devam etti. Abdülaziz 1924’te, Kâbe’ye ve Hz. Peygamber’in (s) Ravzasına bir şey olmasın diye uzun zaman Mekke ve Medine’yi kuşatma altında tuttuktan sonra, Şerif Hüseyin’in ordusunu yendi ve Hicaz’ı ele geçirdi. Şerif Hüseyin de bir İngiliz gemisi ile Kıbrıs’a kaçtı. İngilizler, onu himaye ediyor görünmeyi tercih ettiler. Bütün bu gelişmeler boyunca Reşid Rıza, Suudilerin tarafını tuttu. Onların da İngilizlerle gizli bir anlaşma yaptıkları ortaya atılmış olmasına rağmen bunun, Osmanlı toprakları sayılan bölgeleri, İnglizlerin istila etmelerini önlemeye yönelik “ehven-i şer”[16] bir davranış olduğunu ileri sürerek desteğini çekmedi. Çünkü onların din anlayışlarını bidat ve hurafeler karşısındaki tutumlarını kendi anlayışına yakın buluyordu ve kurulan devleti, İslam’a hizmet edecek sünni bir İslam Devleti olarak görüyordu. Reşid Rıza’nın Suudi yönetimine desteği, Şerif Hüseyin’e karşı yazı ve telkinleriyle sınırlı kalmadı. Hareketin belli aşamalarında, Vahhabilerle Mısırlıların arası açılmış olduğundan, durumu düzeltmeye çalıştı. Yemen İmamı Yahya[17] ile Abdülaziz arasındaki askeri çatışmaya müdahale etti. 1933’de Abdülaziz’in Asir’i[18] İmam’dan almasından sonra tarafları bu çatışmanın artık sona erdirilmesine, birliğin kurulmasına ve düşmana fırsat verilmemesine çağırdı. Osmanlı hilafetinden ümit kestikten sonra, Reşid Rıza’nın tasarladığı birlik, mümkünse Abdülaziz b. Suud’un liderliğinde bir Arap-İslam Devleti idi. Bu mümkün olmazsa İsviçre’de ve Amerika’a olduğu gibi siyasetleri ve amaçları birleştirilmiş, birden fazla yönetimin oluşturacağı federatif bir birlikti. Reşid Rıza bu düşüncesini muhtemelen vefatına kadar korudu.

C.    Suriye’deki Vahdet Çabaları

Reşid Rıza 1918’de kurulan el-İttihadu’s-Suri (Suriye Birliği) adlı partiye üye oldu. Manda yönetimine razı olanlara ve Arap-İslam birliğine yeterince önem vermeyenlere karşı çıktı. Halkın tam bağımsızlık istediğini, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’un[19] (1856–1924) koyduğu, “Kendi kaderini belirleme” ilkesinden yararlanılması gerektiğini ileri sürdü.

Reşid Rıza, gerek 1918’de toplanan Suriye Kongresi’nde gerek partisinde, gerçek anlamda bağımsız ve İslam’a dayalı bir devletin kurulmasını hedefliyordu. Bağımsızlığın ilanından Fransızların işgaline ve Faysal’ın[20] işbaşından uzaklaştırmasına kadar geçen kısa zaman içinde (1920-1921) Reşid Rıza ile Faysal arasındaki anlaşmazlıklar da bu temel amaç üzerinde olmuştur. Faysal, bireysel otoriteye dayalı ve mandacılarla uzlaşmayı içeren bir devlet biçimine eğilimliyken Reşid Rıza, Kongre ile dayanışma içinde ve İslam’a uygun ve tam bağımsız bir yönetim talep etmektedir.

Şerif Hüseyin ve oğullarının böyle bir yönetimi gerçekleştirmekten aciz ve(ya) şahsi ihtirasları buna engel olduğu için, bu aileden ümidini kesen Reşid Rıza, yukarıda belirtildiği gibi Suudiler liderliğinde bir İslam-Arap birliği ve devletini savunmuştur.

D.    Mısır ve Filistin’deki Vahdet Çabaları

Reşid Rıza, Mısır’da azınlıkta olmalarına rağmen önemli mevkileri ellerinde bulunduran Hristiyan kıptilerin, Mısır’ın asıl sahipleri olarak ve bazen Firavunlar devrine ait geçmişleriyle bile öğünerek milliyetçilik davasına kalkışmalarına da karşı çıkıyor, milliyetçilik yerine gerek Kıptilerin gerekse Müslümanların dinlerini ön plana çıkarmalarını ve konuda da hoşgörü içinde birlikte yaşamalarını telkin ediyor ve “çok uluslu” değil, “çok dinli” bir ortamı uygun görüyordu.

Reşid Rıza, Lütfi[21] ve Sa’d[22] liderliklerindeki iki milliyetçi hareketten ikincisini destekledi. Çünkü bir taafdan Sa’d, Afgani ve Abduh’un öğrencisi idi. Diğer taraftan onun ılımlı milliyetçiliği, Reşid Rıza’ya göre İslam birliği idealine aykırı düşmüyordu.[23] Bu fark, Türkiye’deki ulusçuluk ve milliyetçilik farkını akla getirmektedir.

İngilizlerin desteğinde Filistin’de bir Yahudi devleti kurulma çabalarından haberdar olan Reşid Rıza, 1928 yılında Ağlama Duvarı’nı Yahudilerin işgal etmeleri üzerine çıkan silahlı çatışmayı fırsat bilerek 1898 yılında yayınlamaya başladığı Menar dergisinde[24] bir dizi yazı yayınlamış, Yahudi, Arap ve İngiliz karakterlerini tahlil etmiş, Yahudilerin hedeflerini açıklamış, İngliz hükümetini suçlayarak halkından hükümete karşı yardım istemiş, Arapları –birleştikleri takdirde- Yahudileri de destekçilerini de dize getirebileceklerini yazarak teşvik etmiştir. Bu arada topraklarını Yahudilere satan Müslüman Arapları[25] suçlamış, yaptıklarının ümmete bir hiyanet ve İslam’a karşı da bir cinayet olduğunu ifade etmiştir. 1931 yılında yapılan Filistin Konferansı’na faal bir üye olarak katılmış, Filistin Müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni[26] ile liderlik kavgasına girenlerin aralarını bulmaya ve birliği sağlamaya gayret etmiştir. Bunda muvaffak olamayınca, aynı zamanda öğrencisi olan müftüyü desteklemiştir.

 

Sonuç

Görüldüğü gibi, Reşid Rıza Müslümanların vahdeti meselesine kafa yormuş, imkânları ölçüsünde çözüm üretmeye çalışmış bir alim, siyaset adamı ve müfessirdir. İslam birliği, hilafet veya İslam devleti vb. ideallerini gerçekleştirmeye çalışırken, hayat serencamında görülen düşünsel, eylemsel değişiklikler ile kimi siyasal aktörleri desteklemesindeki farklılıklar, zamanın değişmesiyle, yeni duruma göre tavır belirlemeyle izah edilebilir. Yine de onun örnek alınabilecek söz ve davranışlarının, vahiyle uyumlu olanlarla sınırlı olduğunu belirtmeden geçmemek gerekir.

Kaynakça

Abduh, Muhammed (1849-1905), Rıza, Reşid, Tefsiru’l-Menar (Tefsiru’l-Kur'ani’l-Hakîm), 14 c., (çev: Mehmet Erdoğan vd.), Ekin Yay., İst., 2011.

Cleveland, William I., Batı’ya Karşı İslam, (çev: Selahattin Ayaz), Yöneliş Yay., İst., 1991

Emad, Eldin Shahin, Reşid Rıza ve Batı, (çev: Erkan Saka), Ekin Yay., İst., 2000.

Ensari, Abdülhamid İsmail, “Ehlü’l-Hal ve’l-Akd”, TDV İslam Ansikl., İst., 1994, X, (539-541).

İnayet, Hamid, Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri, (çev: Hicabi Kırlangıç), Yöneliş Yay., İst., 1991

______, Çağdaş İslâmî Siyasî Düşünce, (çev: Yusuf Ziya), 2. bs., Yöneliş Yay., İst., 1988

Karaman Hayrettin, Gerçek İslâm’da Birlik, Nesil Yay., İst., ts.

Öztürk, Mustafa,  “Neo-Selefîlik ve Kur’an -Reşid Rıza’nın Kur’an ve Yorum Anlayışı Üzerine”, Çukurova Üniv. İlahiyat Fak. Derg., c. 4, S. 2, Adana, 2004.

http://www.vahdet.info.tr/ Erişim tarihi: 17.1.2016.

Yazı Künyesi: Kayacan, Murat, “M. Reşid Rıza’nın Vahdet Çabaları”, Haksöz Derg., S. 299, İst., Şubat, 2016. (35-40)

[1] Mısırlı siyasi ve dini lider (1906-1949). Müslüman Kardeşler adlı teşkilatın kurucusudur.

[2] Seyyid Ebu'l A'lâ El-Mevdudî (1903-22 Eylül 1979), Pakistanlı müfessir, âlim ve yazar.

[3] Seyyid Kutub (1906–1966), Mısırlı yazar, müfessir ve düşünce adamı.

[4] Cemaleddin Afgani (1838-1897), Müslüman siyaset adamı, aktivist ve gazeteci. 19. yüzyılda İslamcılık akımının en önemli sözcülerinden biridir.

[5] Muhammed Abduh (1849-1905) Mısırlı eğitimci, yargıç ve ıslahatçı.

[6] Abduh, Muhammed (1849-1905), Rıza, Reşid, Tefsiru’l-Menar (Tefsiru’l-Kur'ani’l-Hakîm), 14 c., (çev: Mehmet Erdoğan vd.), Ekin Yay., İst., 2011.

[7] Karaman Hayrettin, Gerçek İslâm’da Birlik, Nesil Yay., İst., ts.

[8] Mutlak monarşi, yasama ve yürütme kuvvetlerinin hükümdarda toplandığı bir hükümet sistemidir.

[9] Monarkın yetkilerinin bir anayasa tarafından sınırlandırıldığı yönetim şeklidir.

[10] Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali.

[11] Reşid Rıza, “Türkler” derken büyük ihtimalle, Anadolu’da yaşayan tüm Müslümanları kastetmektedir.

[12] Reşid Rıza’nın üstadı Muhammed Abduh, II. Abdülhamid dönemi hakkında şöyle demektedir: Bugün Müslmanlar sık sık Osmanlı Devleti’nden ve Sultan Abdülhamid’den söz ediyor. Onun gayet ve himmetine ümit bağlıyor ve yanında yer almaya çağırıyorlarsa bu da kimseyi korkutmamalı, deheşe düşürmemelidir. Zira bu devlet bugün İslam devletlerinin en büyüğüdür. Sultanı da diğer sultanlardan dah açok saygı görmektedir. Müslümanları başlarına gelen belalardan onun kurtarması umulur. Karaman, s. 106.

[13] İnayet, Hamid, Çağdaş İslâmî Siyasî Düşünce, (çev: Yusuf Ziya), 2. bs., Yöneliş Yay., İst., 1988, s. 133.

[14] Devlet başkanını seçmek ve gerektiğinde azletmekle yetkili olan heyet anlamında İslâm hukuku terimi bkz. Ensari, Abdülhamid İsmail, “Ehlü’l-Hal ve’l-Akd”, TDV İslam Ansikl., İst., 1994, X, 539.

[15] Abdülaziz b. Suud (1876-1953), Suudi Arabistan Krallığı'nın kurucusu ve ilk kralıdır.

[16] İki kötü durum ile karşı karşıya kalındığında, daha az kötü olanı tercih etme.

[17] Osmanlı tarih belgelerindeki ismiyle İmam Yahya (1876-1948), 17 Kasım 1918'de Yemen'in bağımsızlığını ilan etti. 14 Şubat 1948'e dek Yemen Kralı olarak hüküm sürdü. Reşid Rıza, liyakatı bütün fakihlerce onaylanacak bir halifenin gerekliliğini düşünse de böyle birinin eğitilip yetiştirilmesine kadar “süreli halife” seçilebileceğini düşünüyordu. Bu bakış açısıyla onun adayı, Yemenli İmam Yahya idi bkz. Cleveland, William I., Batı’ya Karşı İslam, (çev: Selahattin Ayaz), Yöneliş Yay., İst., 1991, s. 150.

[18] Arabistan'ın güneybatısında yer almaktadır. 81,000 km² alanı bulunmaktadır. Yemen’le kısa bir sınırı vardır. Merkezi de Abha'dır.

[19] Önceleri bir akademisyen olan Wilson, bir ara Princeton Üniversitesi'nin rektörlüğünü yapmış ve 1911-1913 yılları arasında da New Jersey eyaleti valiliğinde bulunmuştur. Beyaz Saray'da arka arkaya iki dönem başkanlık yapan ikinci demokrattır.

[20] Faysal bin Hüseyin bin Ali el-Haşimi (1883-1933), 1920'de kısa süreli Suriye Arap Kralı ve 1921-1933 arasında Irak kralı idi.

[21] Ahmed Lütfi el-Seyyid (1872-1963) Mısırlı yazar ve siyaset adamıdır.

[22] Sa’d Zağlul Paşa (1857-1927), Mısırlı siyaset ve devlet adamıdır. İngiltere'yi 1922'de Mısır'a bağımsızlık vermeye zorlayan milliyetçi harekette önemli rol oynamış, 1924'te kısa bir süre başbakanlık yapmıştır.

[23] Afgani’nin etkisinde kalan isimler arasında şunlar da belirtilmektedir: Bazı Yeni Osmanlılar, Jön-Türkler, M. Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu gibi Türkçüler; Mehmet Akif Ersoy, Ahmed Hamdi Efendi, Said Nursi gibi İslamcılar; Seyyid Bey, Şemseddin Günaltay gibi değişimci/yenilikçiler. Karaman, s. 39.

[24] İnayet, Hamid, Arap Siyasi Düşüncesinin Seyri, (çev: Hicabi Kırlangıç), Yöneliş Yay., İst., 1991, s. 179.

[25] Ahmet Varol’un 28 Mayıs 2003 tarihli yazısında, Filistinlilerden satın aldıkları toplam arazi miktarının Filistin topraklarının % 0,9′una (binde 9′una) tekabül etmektedir bkz. http://www.vahdet.info.tr/.  

[26] Muhammed Emin el-Hüseyni (1895/1897-1974), Filistinli Müslüman lider. 1921-1948 yılları arasında Filistin baş müftüsü ve Filistin Ulusal Hareketi'nin kurucusuydu. II. Abdülhamit hayranı olan el-Hüseynî, Çanakkale Savaşı sırasında Osmanlı ordusu'nda topçu subayı olarak görev yaptı ve bir süre İzmir'de yaşadı.