Kur-an-da-alan-ifadesi

Kur’an’da “alan” ifadesi, bir ayette (li)ye’huze iki ayette de ye’huzuşeklinde yer almaktadır. Bağlamı gereği ilk ayette söz konusu ifade için “alıkoyması” şeklinde bir çeviri tercih edilmiştir. Bu yazıda değerlendirilecek olan söz konusu ayetlerin yer aldığı surelerin ikisi Mekkî, biri Medenî’dir.
Kıskanç kardeşleri tarafından kuyuya atılan, ardından Mısır’da köle olarak satılan, iftiraya uğrayıp hapse konulan ama sonra maliye bakanı statüsünde kendisine görev verilen Hz. Yusuf, ticaret amaçlı olarak Mısır’a gelen kardeşlerinden Bünyamin’i -bir plan gereği- alıkoymak istedi. Bu, öyle bir alıkoymaydı ki bu sayede, kralın yasalarına göre hapse atılması gereken Bünyamin, İbrahimî şeriata uygun şekilde -köleymiş gibi- Yusuf’un yanında kalacak (Yusuf, 12: 75) ve hapse girmeyecekti: “Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte Biz Yusuf’a, kardeşini alıkoyması için böyle bir plan öğrettik. Yoksa, Allah dilemedikçe hükümdarın yasalarına göre kardeşini alması uygun olmazdı. Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur.” (Yusuf, 12: 76). Ayetin mealindeki “hükümdarın yasalarına göre” kısmının Arapça orijinali “fî dîni’l-melik”tir. Din kelimesinin yasa değil de bildiğimiz din anlamında olduğunu söylersek bu durumda kralın devletinin “dinî bir devlet” olduğu söylenebilir. Her iki durumda da din, yönetimden bağımsız düşünülemez. “hükümdarın yasaları” (muhtemelen de ceza yasaları) denilen şey, Allah’a atfedilmediği için günümüzdeki “izm”lerden biri gibi değerlendirilebilir. Ayette dikkat çeken bir ayrıntı da Yusuf’un kardeşlerinin Bünyamin’i savunmamaları, sözgelimi “O çalmamıştır, bu bir tuzaktır. Onun bineğine o kabı sizin koymadığınızı ne bilelim, yemin edin!” dememeleridir. Deselerdi Yusuf’un bu planı belki de yürümeyecekti. Allah’ın dediği olur! Hırsız olduğu iddiasıyla Bünyamin’in alıkonmasında herhangi bir mağduriyet oluşmuş mudur? Bu soruya cevabımız olumsuzdur. Çünkü bu olay yaşanmadan önce Hz. Yusuf, Bünyamin’e kendini tanıtmıştı: “Yusuf'un huzuruna girdiklerinde o kardeşini kendi yanına aldı ve 'Ben senin öz kardeşinim. Sen artık onların yaptıklarına üzülme!' dedi.” (Yusuf 12: 69).
Bazen insanın başına gelen kötü bir şey, onu daha büyük kötülükten korur. Kendisine Allah’ın rahmet ve ilim verdiği kul kıssasında da buna işaret edilmektedir. O kul, fakirlere ait bir gemiyi deler, görünüşte kötü olan bu iş, gemilerinin zalim bir yönetici tarafından gaspedilmesini engeller: “Gemi, denizde çalışan birtakım yoksullara aitti. Ben onu kusurlu yapmak istedim. (Çünkü) arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı.” (Kehf, 18: 79). Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, kaybedilenlere fazla üzülmemek gerekir. Çünkü Allah bize ondan daha hayırlı olanı vermeyi dilemiş olabilir. Bu ayetten, iki kötü durumla karşılaşıldığında daha az kötünün tercih edilmesinin “iyi olduğu” sonucu da çıkar.
Tövbeleri kabul etmek ne “büyük zat” görülenlerin ne de peygamberlerin yetkisindedir. Bu gerçek, henüz günahlarına tevbe etmemiş olanlara ve tevbe edip de sonucundan endişeli olanlara şöyle bildirilmektedir: “Bilmediler mi ki kullarından tevbeyi kabul eden, sadakaları alan Allah'tır. Ve Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (Tevbe, 9: 104). Rasulullah’ın da sadaka aldığı dikkate alındığında, bu ayette “sadakaları alan Allah’tır” denilerek Peygamber’in (s) aldığı sadakanın da dinî açıdan değerine işaret edilmiş olmaktadır. Çünkü onun aldığı sadaka kendi icadı olarak alınmamaktadır. Allah, tövbeleri kabul ediyor ve sadakaları alıyorsa yapılması gereken şey, şeytanın ümitsizliğe düşürme çabalarına karşı direnmek ve Allah’a yönelip, O’nun yolunda infakta bulunmaktır. Verilen sadakalara, haşa Allah’ın ihtiyacı yoktur. Hepsi, dünyada esenlik, ahirette de bol nimet olarak kula geri dönecektir.

18.02.2016 Memleket Gazetesi