Hac Sonrası Mekke Günleri
HAC
SONRASI MEKKE GÜNLERİ
Hac
başvurumuzun üçüncü yılında (2011) bana
ve eşime hacca gitmek nasip oldu. Hac kurası Konya’da çıktı ama gidişimiz
Muş’tan idi. Bu yazıda, hac görevimizi yerine getirmenin ardından Mekke’de
geçirdiğimiz günleri anlatacağız. Nakledeceğimiz anılardaki beklenmeyen
tutumlar, gittiğimiz mekânda insani zaafların sona ermediğinin kanıtı olarak
görülmelidir. Hac, müminin günah eğilimlerini azaltırsa da sıfıra indirip onu
melekleştirmez.
15.11.2011
Nafile
umre
Dün
gece nafile bir umre yaptım. Diyanetin organize ettiği otobüslerle on beş riyal
karşılığında Kâbe’den sekiz km. uzaklıkta olduğu söylenen Tanem’e gittik. Tahsin
ağabey tavaf ve say’i beraber yapmak istedi. Hocasının öğrettiğine göre 6666
ayet varmış ve bu ayetler; bin tanesi haramlar, bin tanesi helaller, bin tanesi
yasaklar vs. şeklinde bölümlere ayrılıyormuş. Bir şey demedim. Zaman zaman
bacağım ağrıyor ama hamdolsun son iki tavafta ağrımadı, diyebilirim.
Sarp
yokuşu aşmak
Veysel
hoca bu sabah yaşı, sıhhati müsait hacılarla birlikte, hac sırasında yerine
getirilmesi gereken vazifelerle (menasik) ilgili olmayan ama “siyer değeri
olan” mekânları görmeye gitti. Kahvaltıda karşılaştık, hangi mağaraya görmeye
gittilerse (Hira ya da Sevr olabiir) onlara, “Bu, buradaki birkaç mağaradan
birisi.” denilmiş. Gittiğine değmediğini düşündüğünden midir nedir Veysel hoca,
“Sarp yokuşu aşmak, köle özgürleştirmektir!”<![if !supportFootnotes]>[1]<![endif]> dedi. Günümüzde borca
batmış birinin borcunu ödemeyi mi kastetti emin değilim.
Camide
Dün
Kur’an’ın son üç cüzünü okumaya başladım. Otelimizin solundaki Pakistanlıların
gittiği camide, Pakistanlı olduğunu sandığım ve ne dediğini anlamadığım biri
(Hacı mıydı bilmiyorum.) bir şeyler anlattı. Bendeki tefsirli cüzü ve Arapça
yazı çalışması için yanımda bulunan arkası boş kâğıtları aldı. Epeyce de güldü.
Cüzden bir tane daha olduğu için bir şey demedim. Akli dengesinin yerinde olup
olmadığını anlayamadım.
Ömer
Bey ile hac organizasyonu üzerine
Kahvaltı
sonrası odamızda cüz okuyordum. Hanım istirahate çekilince, lobiye inmeyi
tercih ettim. Tebrik etmeyi istediğim kafile başkanı Süleyman Bey (Adana’nın
bir ilçesinin müftü yardımcısıydı herhalde.) birisiyle muhabbet ediyordu.
Onlara çay getirmeyi teklif ettim, kabul ettiler. Çayı masalarına koyup onlara
da getirdim. Benimle muhabbete başladılar. “Müsaitse oturayım.” dedim. Zaten
özel bir şey konuşmuyorlarmış. Süleyman Beyin konuştuğu kişi 1998’de hac
işlerini genel olarak organize eden Başmüfettiş Ömer Bey imiş. Ömer Beye,
“Kulaklarınızı tıkayın.” dedikten sonra Süleyman Beye, “Grubunuzun dışından
biri olarak takip ettiğim kadarıyla hacılarla iletişiminiz çok güzel.” dedim.
Özel sektörde de çalışmamış.
16.11.2011
Hac
hizmetlerinde ilerleme mi gerileme mi?
Ömer
Bey 1988’dekine göre, Diyanet çalışanlarının çalışma şartlarında bazı
gerilemeler olduğu kanaatinde. Diyanet’in gelirlerinin artmasına rağmen, görevlilere
verilen hediye telefon kontörleri azalmış. Meyve sularının daha ucuz olanları
tercih ediliyormuş artık.
Diyanet
hac organizasyonunda kâr ediyor mu?
Gelmeden
(Hatta Ömer Bey ile tanışmadan önce) Diyanet İşleri’nin hac organizasyonundan
iyi para kazandığını sanıyordum. Bu kanaatimi oluşturan unsurlardan birisi, hac
ve umre sırasında yapılması gereken vazifelerin aynı olduğunu sanmam idi. Ancak
gördüm ki umre toplam üç-dört saatlik bir ibadet (Haydi altı saat olsun.). Hac
ise Arafat’ı, Müzdelife’si ve Mina’sıyla giderleri katlanan bir ibaet. Diyanet,
Arafat’ta kurular çadırlar ve Müzdelife’den Mina’ya giden yol için Suudi
Arabistan’a para ödüyormuş. Kaldığımız oteller de pahalıymış. Yeme, içme uçak
ve Suud içi seyahatlerimiz de hesaba katılınca maliyetler yükseliyormuş. Zaten
geçen sene (2010) Diyanet İşleri Başkanlığı, hac hizmetlerinde zarar etmiş.<![if !supportFootnotes]>[2]<![endif]>
Süper
hacılar
Ömer
Bey Diyanet’in hizmetlerini zorlaştıran grubun “süper hacılar” olduğunu ifade
etti. Ecyad, Hilton vs. otellerde kalıyor ama yirmi dört saat yemekli olan o
otelleri beğenmiyorlarmış. 1998 hacıları, 98 model otobüslerle yolculuk
yapmışlar ama yine de otobüsleri beğenmemişler. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı
M. Nuri Yılmaz sürekli Ömer Beyi arayıp, “Aman VİP hacılara dikkat!” deyip
duruyormuş. Ömer Bey bunalıp süper hacılarla görüşmüş ve demiş ki: “Beyler size
ayrı bir Kâbe, bir Arafat vs. mevcut değil.” Onun kendilerine kibar
davranmadığını söyleyip onu amirlerine şikâyet etseler de eskisine göre süper
hacıların eleştirileri azalmış.
Subaşı,
Paçacı ve Karamollaoğlu
Necdet
Subaşı<![if !supportFootnotes]>[3]<![endif]> da Diyanet İşleri
Başkanlığı hesap işlerinden sorumluymuş.<![if !supportFootnotes]>[4]<![endif]> Mehmet Paçacı’nın<![if !supportFootnotes]>[5]<![endif]> da Diyanet’te görevi
varmış. Hatta ona Venedik Konsolosluğu<![if !supportFootnotes]>[6]<![endif]> da teklif edilmiş ama
ilahiyatçı kimliğinin iktidara zarar verebileceğini ayrıca ilahiyatçı kimliğini
sürdürmeyi tercih ettiğini belirtmiş. Paçacı, Temel Karamollaoğlu’nun<![if !supportFootnotes]>[7]<![endif]> damadıymış. Ömer Beye,
Paçacı’yı gıyaben tanıdığımı, tarihselcilikten gelenekselciliğe yönelmesini
eleştiren bir yazı<![if !supportFootnotes]>[8]<![endif]>
kaleme aldığımı, mail adresini bulamadığım için yazıyı kendisine
gönderemediğimi anlattım. Ömer Bey, “Geleneğe meylettiyse iyi. Demek ki yüzde
yüz Hanefi olmuş.” dedi.
İrşad
kadrosu
Ömer
Bey, iki-üç defa, “Hocam seni de irşad kadrosundan getirirdik hacca.” dedi.
Nasip, belki bir gün o da olur. Ancak bu seçenek hacca gitmediğini sandığım
Fethi Ahmet Polat Beye<![if !supportFootnotes]>[9]<![endif]> daha uygun gibi.
Kralın
davetlisi olsaydım
Ömer
Beye, Yasin Aktay<![if !supportFootnotes]>[10]<![endif]> Beyin nerede kaldığını
sordum. O da, “Yasin Bey hacılarımız içinde yoktu. Onu kral davet etmiş
olabilir.” dedi. Beni kral davet etseydi, kabul eder miydim acaba?
Uzun
dönem hacısı olmanın zorlukları
Bazı
hacılar elli dört gün Suud’da kalıyormuş. Ömer Bey kırk günü geçmemesi
gerektiğini düşünüyor. Hacıların kalış süreleri uzadıkça paraları bitiyormuş.
Otelde muhabbete dalıyor, caları sıkılınca da yemekleri beğenmemeye
başlıyorlarmış. Hatta bir hacı Ankara Plaza Otel’de herkesin içinde hanımını
tokatlamış. Hanımına özür diletmiş oradaki hacılar. “Hacca kısa süreliğine
gelmek isterdim.” dedim. Ömer Bey, “VİP hacı olmak için müracaat etseydin ya!”
dedi. Yani çok para verip az kalan ama Diyanet’e zarar ettiren grup.
Zemzem
Diyanet
hacılara bazen zemzem veriyormuş bazen de vermiyormuş. Biz şanslıyız! Hanımla
bana toplam 20 lt zemzem verilecek. Ömer Bey, “Artık Muş’ta da Murat Kayacan
kardeşimiz var, gelirsek ziyaret ederiz.” dedi.
Bir
umre daha
Dün
bazı hacılarla nafile bir umre daha yaptık. Bu sefer giden kafile Tanem’e
değil, Hudeybiye’ye gitti. Yirmi riyal ödedik.<![if !supportFootnotes]>[11]<![endif]> Hudeybiye Anlaşmasının
yapıldığı yerde de bulunduk. Kafile başkanından siyer bilgisi dinledik o
mekânda. Ardından biraz ilerideki deve çiftliğine uğradık. Hijyenik olmayan bir
şişeleme yöntemiyle yarım lt sütü 5 riyale (2,5 tl) veriyorlardı, almadım. Nedese
cep telefonum, Hudeybiye’de develerin resmini çekemedi.
Bu
sefer doğrudan Harem’e değil otele gelip akşam namazını kıldık. Yemek yedik.
Ardından Recai Kaya<![if !supportFootnotes]>[12]<![endif]> ve Fevzi Bey ile tavaf ve
sa’y yapacaktık. Beraber gitsek de onlar yatsıyı kılıp geldiğinden tavaf ve sa’ye
erken başladılar. Ben o ibadetleri tek yaptım. Buluşacağımız yer Peygamerimizin
(s) evi olduğu söylenen ve içinde kitaplar bulunan ancak kapalı kapısında
ziyaret saatleri bulunmayan kütüphanenin, Kâbe arkamızda kalacak şekilde
durduğumuzda, sağındaki aydınlatma direği/sokak lambası idi.
Oraya
gelince, ikisinin de telefonuma kaydedemeğidim numaralarını, ne gelen ne aranan
numaralarda mevcut olduğunu fark ettim. Etrafa bakınıp göremeyince tavafa benden
önce başladıklarından benden önce bitirmiş olmaları ihtimalini göz önünde
bulundurup otele döndüm.
Hanımla
lobide çay iderken aradılar, “Kapatıp arayayım.” desem de ilginç bir şekilde
aramalarda yine son arayan kişinin numarası görünmüyordu. Tekrar aradılar,
görüştük. İnşallah durumu izah etme imkânı bulurum.
Dua kitabı
Tahsin ağabey dua kitabını Diyanet’in yakınımızdaki merkezinden almış, mutluydu.
Sabah namazından sonra uyuyamadım. Kalkıp bugünkü notlarımı kaleme aldım.
Tahsin ağabey dua kitabını Diyanet’in yakınımızdaki merkezinden almış, mutluydu.
Sabah namazından sonra uyuyamadım. Kalkıp bugünkü notlarımı kaleme aldım.
“Kâbe’ye
gitmeye gerek yok!” anlayışı
Hudeybiye’den
niyet ederek yaptığımız nafile umrenin organizatörlerinden (sanırım) Bahattin
hoca otobüsteyken tatil yapar gibi vaktini Mekke’de<![if !supportFootnotes]>[13]<![endif]> özelde de otelde geçiren
hacıları eleştirdi. Bazıları, “Nasılsa Mekke’deyiz. Mescide insek orad kılsak
da olur. Kâbe’ye gitmeye gerek yok.” diye düşünüyormuş. Hocamız bunun yanlış
olduğunu Kâbe’de kılınan namazın diğer yerlerde kılınandan yüz bin kat daha
değerli olduğunu otele dinlenmek için gelinip dinlenmenin ardından tekrar
Kâbe’ye gidilmesi gerektiğini söyledi.
Nazar ayeti
mi?
Kültürün
bizi nasıl sınırladığını anlamak için ayet (nazar ayeti) iyi bir örnek oldu. “Neredeyse
seni gözleriyle devireceklerdi.” (Kalem, 68: 51) ayetinde zikri
(Kur’an’ı) işittiklerinde ayrıntısı mevcut. Yani ayette anlatılan şey,
onların Kur’an okuyana olan kinleri. Yoksa konu yaygın bilinen anlamıyla nazar
değil.
17.11.2011
Nur
dağına yolculuk
Sabah
ezanından önce Nur Dağı’na doğru bir otobüs dolusu hacıyla birlikte yola
çıktık. Çıkıp inmemiz yaklaşık iki saat sürdü. Çıkış, biraz yokuş epeyce de
korkuluklu basamaklardan oluşuyor. Çıkarken terleme ile rüzgâr birleşti. Allah
korudu, hasta olmadık. Dilencilerin bir kısmı bir basamak gösterip, “Bunu ben
yapıyorum, sadaka (verin).” diyordu. Yokuş, hanımda kalp çarpıntısına neden
oldu. Dinlene dinlene çıktık. Biz çıkarken bir hacı yanındakine, “Peygamberimiz
bizim gibi değidi, o uçarak inip çıkıyordu.” dedi. Halbuki Rasul (s), vahiy
gelince şaşırmıştı çünkü kendisinde olağanüstü bir hal yoktu. Hem o bizim gibi
bir beşerdi.
En
tepeye varmadan sabah namazını kılan bir gruba uyup namazı kıldım. “Tepede
restoran var mı?” esprisi yapsam mı diye düşünürken baktım ki çay, patlamış
mısır vs. satan bir yer var. Mağaranın ağzındaki Arapça “Hira Mağarası” yazan
yeri hanımla gördük. Her vardığı/gördüğü yerde iki rekât namaz kılmaya
azmedenlerden olduklarını sandığım birinin, sırtını bize dönük şekilde mağara
içinde namaz kıldığını, onun arkasında da bir kısmının beklediğini gördük.
Aşağıya (mağaranın tam yanına) inmeden geriden gelenlere de yol açmak için geri
döndük.
Biz
inerken, dilenenlerden birisi, “Size Allah iki çocuk versin.” deyince
parmaklarımla göstererek, “Biz de üç tane var.” desem de sanırım pek kulak
vermedi. Genç ve sağlam görünen ve buna rağmen dilenenler de var. Hacılar
gelirken 50 adet 1 riyal getirirlerse iyi ederler. Çünkü dilenci çok.
İnerken
bir bayan hacı yanındakine, “Nur Dağı’nı farklı sandım ama bu da sıradan bir
dağdır.” Mealinde bir şeyler dedi. Mucizelerle örülü bir din algısıyla buraya
gelip dinlerinin dünyevi yönünün, insaniliğini görüp şaşırmış hacılar olmalı.
Nur Dağı’nda nur görememek!
Hanımın
sözlerini duyduğu bir hacı, “Nur Dağı’ndan daha güzeli var bizim köyde.” diyormuş.
Arkadaşı da ona, “Öyle deme, mağarada Peygamber’imizin (s) kokusu vardı.”
demiş.
Bin
Baz kütüphanesi
Dün
Veysel Hoca ile öğle namazı kılmak için Bin Baz Camiine gittik. Temiz, düzenli
ve büyük bir cami idi. Çıkınca da yakında bulunan bir kütüphaneye gittik.
Tefsirler kısmını en son görebildim. Notlar almaya başladım. Veysel hoca
müsaade aldı. 14:00 gibi “Yallah, yallah!” uyarısıyla dışarıya davet edildim!
Meğerse kütüphanenin gün gün açık olduğu saatleri belliymiş. İnşallah tekrar
ziyaret edeceğim o kütüphaneyi.
Camide
namaz, otelde namaz
İkindi
namazını çoğunlukla Endonezyalıların gittiği camide (Çünkü otellerinin
karşısındayda o cami.) kıldım. O cami aynı zamanda İranlıların da otelinin kaşısında
ama onlardan camiye gelen kimse göremedim. Bizim ve çevremizdeki birkaç otelden
yola çıkarak diyebilirim ki İranlılar ve Türkiyeliler otellerinde
Endonezyalılar ve Pakistanlılar camide namaz kılmayı tercih ediyorlar. Bizimkilerin
ve İranlıların yaptığı değil bence. Diğer Müslümanlarla tanışmak, hediyeleşmek
veya en azından göz göze gelmek, tebessüm etmek önemli.
“Ne
alıyorsun bu Arapları bizim otobüse!”
Yatsı
namazından sonra hanımla Kâbe’ye doğru yola çıktık. Otobüsümüz tavaftan dönen hacıları
otellerine indiriyor bir yandan Kâbe’ye gidecek hacıları topluyor. Kâbe’ye
gitmek üzere, otobüsümüze 3-4 İranlı hacı hanım bindi diye Türkiyeli bir hacı
amca kıyameti kopardı, şoföre kızgınlığından camları yumrukladı: “Ne alıyorsun
bu Arapları<![if !supportFootnotes]>[14]<![endif]>
bizim otobüse!” dedi. Gece 22:00 civarı acaba onun eşi ve(ya) kız(lar)ı Kâbe’ye
gitmek için İranlıların otobüsüne binseydi ve onun İranlı hanımlara yaptığını
İranlılar onun eşine ve(ya) kız(lar)ına yapsaydı tepkisi nasıl olurdu?
Kâbe’ye
vardık ve en üst katta tavaf yaptım. Kâbe’yi seyrettik. Tavaf sırasında
neredeyse kesintisiz Kur’an okudum. Okuyuşum eskisine göre bayağı düzeldi
hamdolsun. Hanıma da zaman zaman tecvid desteği verdiği için teşekkür ediyorum.
18.11.2011
Kâbe’de
Cuma namazı ve tavaf
10:00
civarı Cuma namazı için Tahsin ağabeyle yola düştük. Mahbesu’l-Cin’den otobüse
binmek kolay olmadı. Tahsin ağabey, “Senin kalbin de benimki gibi pırlanta. Bak
binip Kâbe’ye gelebildik.” dedi.
Cuma
namazından dönerken İranlılara ayrılmış otobüs durağından otobüse bindim. Türkiyeli
hacılardan biri, otobüse binen İranlı hacılara, “Bayanlar önce binsin, acele
etmeyin!” diye Türkçe seslendi. Türkiyeli hacının hal dilinden meseleyi anlayan
İranlı hacılar, bayanlara öncelik verdiler. Bindik, kapı kapandı ve ben o
hacıya, “Bunlar yine iyi. Bayan hacıları otobüse alıyorlar (Sanırım otobüste hem
İranlı hem de Endonezyalı hacı hanımlar vardı.). Dün bizim hacılardan biri, Kâbe’ye
gelen dört İranlı hanımı Diyanet otobüsünden indirmeye kalktı.” dedim. Cevabı
şöyle oldu: “Aslında doğru ya, bunların bu otobüste işi ne?” Ona, “Bu
İranlıların otobüsü!” dedim. Şaşırdı, sonra bir şey konuşmadık. Allah ıslah
etsin, bazı hacıların adalet ve merhamet anlayışı çok zayıf.
Cuma
namazından sonra hanımla gelip Kâbe’ye gelip bir tavaf yaptık. Akşam namazı
için beklerken ikindide olduğu gibi Suudlu görevliler hanımları araka tarafa
göndermeye başladılar. Hanım biraz ters cevap verince Suud polisi, “Limaza
ğadbân” (Niye öfkeli?) dedi. “Öyle, işte.” dedim.
Akşam
namazını kıldıran imamın adı ne acaba?<![if !supportFootnotes]>[15]<![endif]>
Kur’an’ı çok güzel okudu. Son okuduğu ayet, “Kâfir topluluğa karşı bize yardım
et.” idi, ağladım.
19.11.2011
Kütüphane
Sabah
9:07 gibi Bin Baz kütüphanesine geldim. Estetik bir mekân ancak yeniymiş.
Dolayısıyla üç-beş kitabı cd’ye kaydedip almak istediysem de alamadım. Ziyaretçisi
bugün de tek tük idi. Nuh peygamberi belağat kitaplarından da çalıştım. Ancak
gramer bilgim az olduğu için, az faydalanabildim.
“Kavga etmeye
ayarlanmışlık” hali
14:00
civarı tavaf için otelden ayrıldık. Mahbesu’l-Cin’de otobüse binerken kırk beş
yaşlarında bir hacı, yaşlı bir hacıya “Ne acele ediyorsun?” dedi. Sonra da onu
acele ettirerek otobüsün içine itti. Amca kızdı. Kavgaya dönüştürmekten son
anda vazgeçilen bir gerginlik. Genel olarak hacılar kavga etmeye ayarlanmış
gibi. Bu “kavgaya hazır bulunuşluk” bizim için de geçerli. Allah affetsin,
haccımızı kabul etsin.
20.11.2011
Bir diyalog
Az önce kahvaltı
mekanında bir bayla bir bayan arasında geçen diyalog:
-Teyze sen de lap
diye bardağını koydun!
-Siz
uğraşıyordunuz orada. Boş bardağımı koydum. Sizi mi bekleyeceğim? Sizden başka
sorun çıkaran biri yok!
-Hadi yürü!
21.11.2011
Ayaksız
hacı, Allahuekber!
Dün
tavaf yaparken Afrikalı olduğunu sandığım birine selam verdim, selamımı aldı.
Onu bana daha önce hanım, göstermiş ama dikkatimden kaçmış. Tavaf yaparken
kullanabileceği ayakları yok. Ellerine taktığı terliklerle tavaf yapıyor.
Yanlış görmediysem bir gözü de yoktu delikanlının. Allah’ım ne güzel kulların
var böyle! Genç yaşında, dilenmeyi tercih eden benzerlerinden farklı olarak, o sana
kulluk için oraya gelmiş. Ondan razı ol, onu cennetine varis kıl! Ona, razı
olacağın ameller nasip et!
Bugün
inşallah birazdan sabah namazını kılmak için Kâbe’ye doğru yola çıkacağız
(03:00). Sonra dönüp öğle namazı için tekrar gitmeyi planlıyoruz. Veda tavafını
da bugün yapacağız nasipse. Ya Rabbi! Veda tavafını bize kolay kıl ve bizden
kabul buyur!
Bak
değerimizi bil!
Hanım
duymuş. Hacının birisi Kâbe’de çöp toplayanlardan birine sadaka vermiş ve
kendisini işaret ederek, “Türkiye” demiş. Yani, “Bak değerimizi bil!” Temizlik
işçisine kaç para verdiyse?!
Eşitlik
kavgaya mı neden oluyor?
Otelde
kahvaltı sırası tek sıra başlayıp ikiye ayrıldı. Çünkü iki yerden hizmet
veriliyordu. Bizim tercih etmiğimiz sıra, ilerlemediği için diğer sıraya
yönelince, diğer sırayı seçen ve gerçekte bizden geride olan biri suratını
astı. “Kaynak yapmadım.” desem de kaba bir şekilde, “Geç, geç, geç!” dedi. Ben
de eski sırama yöneldim. İnsanları bu tür bir davranışa yönlendiren acaba
eşitlik hissi mi? Hepimiz hacıyız, eşitiz. Dolayısıyla birbirimizi azarlamaya
hakkımız var!
En
fazla üç günde hac biter. Demek ki diyanet bir yolunu bulup 30 ya da 47 gün
gibi uzun hac ziyaretlerini kısaltmalı.
Hacca gideceklere…
Hacca
giderken komşuların bizi uğurlaması etkileyiciydi.
Size,
Kâbe’de dua etmek sorumluluğu yükleyenleri geri çevirmeyiniz. Vakit bol.
Mescid-i
Nebevi’de akşam ve yatsı namazları arasında cami dersleri oluyor. Mescidin
kütüphanesi de güzel. Her ikisi de Arapça bilenler için güzel imkânlar.
Medine’ye
indiğimiz günün akşamı, Van depremi haberini aldık. Bir aile hac yapmadan geri
dönmüş. Tekrar geri geldiler mi bilmiyorum. “Allah’ım bana haccı nasip et ve
kolaylaştır.” diye sürekli dua etmemiz lazım.
“Mescid-i
Nebevi’de sabah namazı kılmak için kim uyanacak?” diye düşünüyordum. Hamdolsun
cemaat gayet kalabalıktı.
Kâbe’ye
sırtını dönüp Peygamber’in (s) kabrine yönelip dua edenleri haklı olarak Suud
polisi uyarıyor.
Hizmet
sektöründe Bangladeşliler, Pakistanılar ve Hindistanlılar var. Bahşiş
beklentileri gözlerinden anlaşılıyor.
“Hastayım,
yaşlıyım.” demeyip hacca gelenler var.
Mescid-i
Nebevi’de “yeşil halı” diye bir yer var. Gece gidilirse orada rahatça namaz
kılınabilir. Yoksa orada yer kapma mücadelesi nedeniyle tehlikeli anlar
yaşanıyor.
Bir
ilahi dinlerken, hacılardan birisi “ay, of” diye bağırıp çağırmaya başladı,
kendinden geçti. Ayetleri, hadisleri duyduğunda böyle etkileniyor mudur ki?!
Medine’de
Mescid-i Nebevi’ye çok yakın olan Cennetu’l-bakî sahabe mezarlarının da olduğu
bir yer. Hangi kabrin kime ait olduğu belli değil. Ziyaretimiz sırasında bir
hacı, Hz. Osman’ın mezarı olduğu söylenen yere hızlıca inip oradan toprak
almaya çalıştı. Görevliler ona kızdı. Bizde bir sahabi mezarı (Eyyub el-Ensari)
var, Suudlularda binlerce.
Hurmayı
Medine’den almak lazım. Hurma sandığının altı ve üstü aynı olup olmadığı
kontrol edilmeli.
Kâbe’yi
sağınıza aldığınızda kralın sarayı solunuzda kalıyor. Daha önce orada Bilal
Habeşi mescidi varmış, yıkılmış.
Orada
“Tarihi mi muhafaza mı etmeliyiz yoksa insanların itikadi olarak sapıtmamasını mı
sağlamalıyız?” ikilemi çok belirgin.
Mescid-i
Nebevi’de de Kâbe civarında da WC bol.
Zemzem
suyu içmek Medine’de daha kolay. Orası Kâbe ve civarı gibi kalabalık değil.
Kâbe’de
solumda ve önümdekinin solunda Suud askerleriyle namaz kıldık. Kırkını aşmış bir
Türkiyeli olarak ilginç bir tecrübeydi.
<![if !supportFootnotes]>
<![endif]>
<![endif]>
<![if !supportFootnotes]>[1]<![endif]> Beled, 90: 13.
<![if !supportFootnotes]>[2]<![endif]> Diyanetin geçen sene zarar ettiğini
söylediğim bir hacı, “Onu külahıma anlatsın. Özel firmalar daha ucuza
getiriyor. Zarar etseler onlar hacı adayı getirirler mi?” dedi. Hüsn-ü zan
beslemeye ya da araştırmaya gerek görmedi. Nafile umrelerin birinde bu hacı ile
aynı otobüsteydik. Yerini kapan yaşlı bir amca ısrarla kalkmayınca, “Sana
hakkımı helal etmiyorum!” diye ona seslenmişti.
<![if !supportFootnotes]>[3]<![endif]> 2011’den beri Diyanet İşleri Başkanlığı
Strateji Geliştirme Başkanı.
<![if !supportFootnotes]>[4]<![endif]> Konya’dan tanıdığım Subaşı ile şeytan
taşlamada karşılaştık. Kendisi 2011’de Muş Alparslan Üniversitesi rektörü
olarak görev yapan Nihat İnanç ile de arkadaşmış.
<![if !supportFootnotes]>[5]<![endif]> 15 Ekim 2014’ten beri Türkiye’nin Vatikan
Büyükelçisi.
<![if !supportFootnotes]>[6]<![endif]> Başkonsolosluk da olabilir, iyi
hatırlamıyorum.
<![if !supportFootnotes]>[7]<![endif]> Karamollaoğlu Sivas Belediye Başkanlığı ve
milletvekilliği görevinde bulunmuştu.
<![if !supportFootnotes]>[8]<![endif]> Kayacan, Murat, “Tarihselcilikten
Gelenekselciliğe: Mehmet Paçacı'nın Serüveni”, Haksöz Derg., S. 218, İst.,
2009.
<![if !supportFootnotes]>[9]<![endif]> 2011’de Muş Alparslan Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi dekanı idi. Şu anda aynı üniversitenin rektörü.
<![if !supportFootnotes]>[10]<![endif]> Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim
üyesi idi. Şu anda AK Parti Dışişlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve
TBMM 25. dönem Ak Parti Siirt Milletvekili.
<![if !supportFootnotes]>[11]<![endif]> Önceki on beş riyal idi.
<![if !supportFootnotes]>[12]<![endif]> Bir ara Muş Zirai Donatım’da çalışmış.
<![if !supportFootnotes]>[13]<![endif]> Mekke’de de Medine’de de Suud bayrağı pek
görmedik. Heykel (kralınkiler) zaten yok.
<![if !supportFootnotes]>[14]<![endif]> Hacı, o hanımlar Diyanet hacısı ve
Türkiyeli olmadığına göre Arap’tır, diye düşünmüş olmalı.
<![if !supportFootnotes]>[15]<![endif]> Bir görevliden imamın adını öğrendim:
Salih et-Talib.