Kur’an’da “hicret edenler” lafzı

Bu yazıda biri Mekke’de diğer üçü Medine’de inen surelerde yer alan ve ellezine hâcerû lafzıyla hicret edenlerden söz eden dört ayeti nüzul sırasına göre değerlendireceğiz.
Dünyevi kazancı merkeze alanlar; servet, vatan, yakınlar vb. sevilenleri, hicret ederek terk etmektense zilleti tercih edenlerdir. Halbuki cennet nimetleri daha güzel ve kalıcıdır: “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin ödülü elbette daha büyüktür.” (Nahl, 16: 41). Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, hicretin dünyada da getirisi söz konusudur. Allah; şirk koşmadan kendisine itaat arzusuyla hicret edenlere, bulundukları durumdan daha iyisini dünyada vaat etmektedir. Gerçekten de Müslümanlar için Medine, Mekke’den daha güzel bir yerleşim mekânı olmuştur. Onları olduğu gibi, onların ardından gelen ve benzer zorluklara sabreden Müslümanları da ahirette cennet beklemektedir. Bu ayet, Habeşistan’a (ya da Medine’ye) hicret etmek zorunda kalan Müslümanlara teselli olduğu gibi, onlara zulmeden Mekkelilere de “Yaptığınız yanınızda kâr kalmayacak!” mesajını vermektedir.
Kur’an, Allah’ın rahmetini umacaklar kimselerden şöyle söz eder: “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayan, rahmet edendir.” (Bakara, 2: 218). Müslüman, vatan edindiği yere dinini bile gözden çıkaracak ölçüde yapışıp kalamaz. Çünkü onun için önemli olan kazananlardan olup ahirette cennete gitmektir. Bu büyük kazancı elde etmenin yolu, vatanı terk edip başka bir yeri yurt edinmeyi gerektiriyorsa ona da katlanır. Yeryüzü mümine mescid kılınmış ise onun secde etmeye (kulluğa) elverişle olan yeri neresi ise vatan orasıdır, gerisi teferruattır.
Kur’an’da, Müslümana “sorunsuz bir hayat yaşama” vaadi söz konusu değildir. Allah’a kulluk yolu dikensiz değildir. Bazen o dikenleri temizlemek, orada kalmayı değil, daha az dikenli bir yere gidip hazırlık yapmayı yani hicreti gerektirir: “Rableri, onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir ödül olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ödülün en güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran, 3: 195). Hicret kararı vermek zordur ancak Allar rızası için yapılan bu mekân değişikliği karşılığında ödül vardır, o da cennettir. Ayetin başında kadınların amellerinin de ziyan olmayacağından söz edilmesi, hicretten dolayı onların da yaptıklarının karşılığını alacaklarını net olarak ortaya koymaktadır. Zaten hicrete neden olan müşriklerin baskı ve işkenceleri onları istisna tutmamaktadır. Hicretin zorluğu onları da kuşatmaktadır.
Şu ayette öldürülmekle ve ölmekle birlikte hicretten söz edilmektedir: “Allah yolunda hicret edenler, sonra öldürülenler veya ölenler ise Allah onları elbette güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Çünkü Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Hac, 22: 58). Yani, savaş için yola çıkan kimse, aynı zamanda hicret sevabını da almaktadır. Çünkü her iki çıkış da Allah rızasını kazanmak için vatanı terki gerektirmektedir.
Görüldüğü gibi, asıl olan dini yaşayıp ahirette cenneti hak eden kullardan olmaktır. Dinin yaşanamadığı yer, ne kadar güzel olursa olsun mümin için zindana dönüşür. Mümin kimsenin vatan meselesine böyle bakmaması doğru değildir. Mekân içindekiyle anlam kazanır. İslam düşmanı olup, İslam’ın da yaşanmasına izin vermeyenlerin yurdunun güzelliğine aldanıp, dini bir kenara koymak, dünya hayatının süsüne kapılmaktır. Dünya geçici, ahiret ise kalıcıdır. Hesabı, “ahireti merkeze alarak” yapmak gerekir. Yoksa sonuç hüsrandır.

17 Aralık 2015 Memleket Gazetesi