Müslümanlar ve dini alet etmek
Müslümanların sık sık
karşılaştıkları eleştirilerden birisi de onların dini “dinî olmayan amaçlar
doğrultusunda” alet ettikleridir. Bu yazıda konuya tekabül ettiğini
düşündüğümüz bir ayeti değerlendireceğiz. Ardından da günümüz Müslümanlarının
karşılaştıkları “dini alet etme”ye dair itirazları yine ayetlerle irtibatını
kurarak ele alacağız.
Hz. Nuh’un dönemi
inkârcılarının konu ile ilgili itirazları şöyle aktarılmaktadır: “Kavminden
inkâr eden ileri gelenler dediler ki: Bu sizin gibi bir insandan başka bir şey
değildir. Size üstün olmak istiyor. Allah dileseydi melekleri indirirdi. Biz
önceki atalarımızdan da bunu duymadık.” (Müminun, 23: 24). Ayette bu
itirazı geliştiren toplumun seçkinleri, Hz. Nuh’un kendileri gibi değil, sıradan
insanlar gibi biri olduğunu söylemektedirler. Yani o, siyasette, ekonomide,
kültürde vs. etkili birisi değildir. Dolayısıyla onun izinden giden kimseler
yanılmaktadırlar. Nuh konumunu/haddini bilmemekte ve ülke yönetimi talebinde
bulunmaktadır! Halbuki yönetim, belli bir kesimin işidir! Dindarlara
bırakılamayacak kadar değerlidir! Dindarlar ibadethanelere, işe ve eve gidip
gelebilirler. İyiliği iktidar alanına, sosyal hayata yaymaya çalıştıkları anda
“dini alet etmekle” suçlanmayı hak ederler!
Müslümanların doğru yolu
bulmaları ve ahirette de cennete gitmeleri için peygamberler aracılığıyla
gönderilen tevhid dini, bu yönüyle zaten bir araçtır. Müslümanlar sanattan,
kültüre, siyasetten ekonomiye vs. hayatın her alanında dini kullanırlar.
Kullanmayıp da göz ardı ederlerse sapıtırlar. Çünkü Yahudilerin yaptığı gibi Kitab’ı
bir kenara koymak suçtur: “Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden
bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günah ve düşmanlık yapmakta
birleşiyorsunuz, onları çıkarmak size yasaklanmış iken (çıkarıyorsunuz, sonra
da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor kurtarıyorsunuz. Yoksa siz
Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu
yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyamet gününde de
(onlar) azabın en şiddetlisine itilirler. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir.”
(Bakara, 2: 85). Müslümanların vahyi sık sık okumaları ve ayetlerin
hayatlarında neye tekabül ettiğini belirlemeleri gerekir. Kur’an’ı göz ardı
ederlerse şeytan onlara her yönden yaklaşır ve onları bâtıl ideolojilerin
peşine düşürür. Müslümanlara karşı şefkatli olmaları gerekirken, dindışı/din
karşıtı çevrelere sevgi besler hale gelirler, onların izinden gidip yoldan
çıkarlar ve ahirette de cehenneme giderler.
Müslümanım demelerine
rağmen, Allah rızasını ve cenneti kazanmaktan ziyade, dini “kişisel/kavmî vs.
çıkarlarına hizmet ettirmek” için kullananlar olursa, ahirette yaptıklarının
boşa gittiğini görürler. Bu tür kimselere dünyada yapılacak
bir şey yoktur, Müslüman muamelesi görürler. Ancak bunlardan vahyi dikkate
alarak hazırlanmış yasalara aykırı hareket edenler olursa, dünyada da
cezalarını çekerler.
“Allah için cihat
ettiğini” söyleyenler de bunu gerçekten Allah rızası için yapıyorlarsa ahirette
üzülmeyeceklerdir. Ancak onların öldürdükleri de Müslüman
olduklarını beyan ediyorlarsa, onlarla çarpışma konusunda asla aceleci
olmamalıdırlar: “Kim bir mümini bile bile öldürürse onun cezası içinde ebedi
olarak kalmak üzere Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanet yağdırmış ve
kendisi için büyük azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4: 93). İki Müslüman grup
arasında fiilî çatışma içerikli sorunların çözümü için tüm Müslümanları
bağlayıcı bir “hakemlik kurumu” oluşturulmalıdır. Bu kurumun haksız bulduğu
kesim Müslüman olduğunu ısrarla vurguluyor ve yine de başka bir Müslüman grup
ile savaşmayı sürdürüyorsa o zaman saldırgan grup tekfir edilmeden yola
getirilir veya cezalandırılır: “Eğer müminlerden iki grup çarpışırlarsa
aralarını düzeltin. Biri diğerine saldırırsa saldıranla, Allah'ın emrine
dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adil
davranın. Şüphesiz Allah adil olanları sever.” (Hucurat, 49: 9).
Müslümanların bir makama
gelmek için dini alet ettikleri iddiasına gelince, onların kalplerini
bilemeyeceğimiz için niyetlerinin gerçekte ne olduğuna dair ancak zanda
bulunabiliriz. Böyle durumlarda hüsn-ü zan beslemek daha iyidir. “Beni
ülkenin hazineleri üstüne bakan yap. Çünkü ben (onları) iyi korur,
(yönetmesini) iyi bilirim.” (Yusuf, 12: 55) diyen Hz. Yusuf gibi, adaleti
gerçekleştirmek için bir makam elde etmeye çalıştıkları kanaati oluşursa onlara
destek vermek gerekir. Müslümanlar makam talebinde bulundukları için dini
emellerine alet ederek suçlanacaksa demokrasi, sosyalizm, kapitalizmi
kullanarak bir makama gelmeye çalışanlar da eşit derecede suçlanmalıdırlar!
Müslümanlar melek değildir. Bu nedenle hak ve adalet yolunda çabalarken
yanılabilirler. Müslümanlara ihanet ettikleri kanıtlanamayan Müslümanlar,
fesadı fiilen her alanda engellemeye çalışıyorlarsa, “makam, mevki, çıkar vs.”
peşinde olmakla suçlanamazlar. Suçlayanlar olursa iddialarını
kanıtlayamadıkları sürece müfteri durumuna düşerler.
Sonuç olarak diyebiliriz
ki Müslümanlar bütün sevapların bâtıla muhalefette olduğunu düşünmemelidirler.
Allah onlara iktidar verdiğinde namazlarını korumalı, şehvetlerine tabi
olmamalı ve hakkın bâtıla üstün gelmesi için kınayıcıların kınamasından
çekinerek sorumluluktan kaçmamalıdırlar.
06.08.2015 Memleket
Gazetesi