“Allah’ın indirdiğine tâbi olun/inanın/gelin!” ifadeleri üzerine
Kur’an’da iki ayette
“Allah’ın indirdiğine tâbi olun.”, bir ayette “Allah’ın indirdiğine inanın.” ve
iki ayette de “Allah’ın indirdiğine gelin.” lafızları yer almaktadır. Bu yazıda
söz konusu ifadelerin yer aldığı ayetleri nüzul sırasına göre değerlendireceğiz.
Kur’an insanlardan vahye
tâbi olmalarını isterken onların duygularına şöyle hitap etmektedir: “Onlara
‘Allah’ın indirdiğine tâbi olun!’ denildiğinde, ‘Hayır, biz babalarımızı üzerinde
bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına
çağırıyor idiyse!” (Lokman, 31: 21). Vahye rağmen ataların izinden
gitmek şeytanî bir tutumdur. Şeytan ise insanları cehenneme yönlendirir.
Ahirette kurtuluş ataların yolunu tutmaktan değil, vahye tâbi olmaktan geçer. Ayette
“alevli ateş”ten söz edilerek insanların duygularına hitap
edilmesinin nedeni, bazı insanların aklettiklerinden değil, cezadan korktuklarından
dolayı suçtan uzak durmalarındandır.
Hz. Muhammed türedi bir peygamber
olmadı gibi (Ahkaf, 46: 9) tebliğ ettiği Kur’an da önceden örneği olmayan bir Kitap
değildir. Aksine o, önceki peygamberlere verilen Kitapların son halkasıdır. Bu
nedenle, Kur’an’dan önceki Kitaplara inandıklarını söyleyenlerin Kur’an’a da
inanmaları gerekir: “Kendilerine, ‘Allah’ın indirdiğine inanın!’
denilince, ‘Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız.’ derler ve ondan
başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı
doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara, ‘Şayet siz
gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden
öldürüyordunuz?’ deyiver.” (Bakara, 2: 91). Tevrat’tan sonra gönderilmiş
olan İncil’de aktarılan şu ifade bu ayeti teyit eder görünmektedir: “Musa şöyle
demişti: Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir
peygamber çıkaracak. O’nun size söyleyeceği her sözü dinleyin.” (Elçilerin
İşleri, 3: 22). Bu İncil ayeti, gelecek peygamberin İsrailoğullarının içinden
değil, kardeşleri arasından çıkacak bir peygamber olduğunu göstermektedir. Hz.
İsa İsrailoğullarından biri olduğuna göre, Hz. Musa’nın kastettiği peygamber
Hz. İsa değil, İsrailoğullarının kardeşleri olan ve soyu Hz. İsmail’e
dayanan Araplardan çıkacak olan Hz. Muhammed’dir. Dolayısıyla
Müslümanlar da Kur’an’a uymaya davet edildikleri zaman, Yahudilerin ve
Hristiyanların yaptıkları gibi son vahyi göz ardı etmemelidirler.
Kur’an müşrikleri
kendisine uymaya davet etmektedir: “Onlara (müşriklere), ‘Allah’ın
indirdiğine tâbi olun!’ denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz yola uyarız.’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da
bulamamış idiyseler?” (Bakara, 2: 170). Kur’an’ın delil üzere bir hayata
davet ettiği müşrikler, delile değil atalarına tâbi olmayı tercih
etmektedirler. Halbuki geçmişte yaşamış olanlara ait yanlış sözler, sırf
onların yaşadıkları dönem nedeniyle doğru hale gelmezler. Yanlış, geçmişte de
günümüzde de söylenmiş olsa yanlıştır ve terk edilmelidir. Ölçü, atalar değil,
vahiydir. Atalar Müslüman olmuş bile olsalar, inanç ve pratiklerinde
yanılmış olabilirler. Vahye rağmen, “Ama alimlerimiz öyle demiyor!” söylemi
ayetin dikkat çektiği yanlış tutumun kapsamındadır.
Allah’ın indirdiği
Kur’an’a itaat etmek istemeyen insan tipolojisinden birisi de münafıktır: “Onlara,
‘Allah’ın indirdiğine ve rasule gelin (onlara başvuralım)!’ denildiği zaman,
münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa, 4: 61).
Müslüman olduğunu beyan ettiği halde gerçekte inkârcı olan münafıklar, Allah’a
ve Rasulü’ne (s) itaate davet edildiklerinde geri durmakla suç işliyorlarsa, Müslümanlar
da kendilerini bu açıdan gözden geçirmelidirler: Acaba üzerlerinde etkili
olan vahiy ve Peygamber’in (s) sünneti mi yoksa sahip oldukları kültürleri,
gelenekleri, çıkarları, itaat ettikleri dinî/siyasi liderleri vs. mi?
Müşrik Araplar Hz.
İbrahim’in mirasından habersiz değillerdi ancak tevhid dinine o kadar çok şirk
bulaşmıştı ki artık onun tebliğ ettiği dinin izlerini görmek neredeyse imkânsızdı:
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve rasule gelin!’ denildiği vakit, ‘Babalarımızı
üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter.’ derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve
doğru yol üzerinde bulunmuyorlarsa da mı?” (Maide, 5: 104). Ayetten
anlaşıldığı gibi müşrikler, İslam daveti karşısında atalarının büyük oranda
şirk içerikli dinlerini tercih ediyor ve yanlışlarında ısrarlarını
sürdürüyorlardı. Halbuki vahye muhalif bir geleneğin değeri yoktur.
Görüldüğü gibi, müminler
vahye inanmaya ve itaate sadece müminleri değil, kendilerini
mümin olarak tanımlamayanları ve tanımladığı halde mümin olmayanları da
davet ederler. Bu davete karşı çıkma konusundaki en belirgin itiraz,
tarihte olduğu gibi günümüzde de vahyin doğrularının “ataların dinine” uygun
görülmemesi şeklindeki bâtıl anlayıştır.
13.08.2015 Memleket
Gazetesi