Kur’an’da “ecelleri” lafzı
Ecel
süre demektir ve eceli, ecelleri, ecelimiz vb. lafızlarla Kur’an’da yer
almaktadır. Bu yazıda biz sadece ecelleri (أجلهم)
lafzının yer aldığı ayetleri nüzul sırasına göre değerlendireceğiz.
Kur’an
toplumların işledikleri suçun cezasını hemen verilmediğini belirtmektedir: “Her ümmetin bir eceli vardır.
Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (Araf,
7: 34). Ayetten anlaşılan toplumun günahlarının yaptıkları iyilikleri aştığı
zaman artık helakı hak ettikleridir. Ancak helak için gerekli zulümlerin ne
seviyeye vardığında toplumun cezalandırılmasının artık hak olduğu, insanların
bilgisi dahilinde değildir.
Vahyi
getiren elçiyi inkâr edenlere, Kur’an şöyle hitap etmektedir: “Göklerin ve
yerin hükümranlığına, Allah’ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış
olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur’an’dan sonra hangi söze inanacaklar?”
(Araf, 7: 185). Bu inkârcılar ne zaman öleceklerini bilmemektedirler.
Onlar için dünyada, ne zaman dolacağını Allah’ın bildiği bir süre belirlenmiştir.
Belki de bu süre pek yakında sona erecek ve yaptıkları kötü işlerin cezasını
dünyada görecekler ya da o cezayı görmek üzere ahiret yurduna geçeceklerdir.
İnsanların
çoğu, ilahi azabı dikkate almaksızın bir hayat sürmektedir: Eğer Allah,
yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı
yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor.
Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.”
(Fatır, 35: 45). Allah’ın zalimleri zulümlerinin hemen ardından
cezalandırmaması, onlara olan rahmetindendir. Ancak onun merhameti,
zulümleri cezası bırakmayacağı anlamına gelmez. Bu ceza dünyada ya da
ahirette olabildiği gibi, her ikisinde birden de olabilir.
İnsanoğlu
nimetlerin kendilerine hemen verilmesini istediği gibi, şeytana uyup inkâra
yönelmişse azabı da çabucak ister. Ancak toplumsal yasaların işleyişi
insanoğlunun taleplerine göre şekillenmez. Sünnetullahta belirleyici olan
Allah’tır: “Eğer Allah insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de
acele verseydi, elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Fakat bize
kavuşmayı beklemeyenleri biz, azgınlıkları içinde bocalar bir halde bırakırız.”
(Yunus, 10: 11). İlahi yasalar Allah’a karşı gelenlerin belirleyiciliğine
bırakılsaydı, peygamberleri aciz kılmaya çalışanların azap talebi gereği
neredeyse dünyada canlı kalmazdı. Ancak Allah onların bu azgınlıklarına rağmen
sabûr (çokça sabreden) sıfatıyla onların uğrayacağı azabı belli bir zamana kadar
ertelemektedir.
Peygamberler,
kavimlerinin şerden uzaklaşması için onları ilahi azapla uyarırlar. Çünkü insanların kötülüğü
terki onlara sadece sevgiyle yaklaşarak sağlanamaz. Ancak insanların çoğu,
Allah’tan korkmaktansa peygamberlerle alay etmeyi tercih edip, “Söz ettiğiniz
azap ne zaman?” diyerek güya peygamberlerini zor durumda bırakmaya çalışırlar.
Son peygambere böyle bir soru karşısında şöyle cevap vermesi söylenir: “De
ki: Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir fayda
verme gücüne sahibim. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman
artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.” (Yunus, 10: 49).
Peygamberler sünnetullahın işleyişi konusunda söz sahibi değildir. Onlar da
Allah’ın kuludur ve o yasaların yöneticisi değil, onlara tabidirler.
İnsanların
çoğu şirke ve zulme eğilim gösterse de bu suçlarının cezası ilahi bir hikmete
dayalı olarak hemen verilmez: “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden
cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir
edilen bir süreye kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat
geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Nahl, 16: 61). Azabı hak
edenlerin azaba uğramalarının ertelenmesi, bir tövbe fırsatı olarak görülmesi
gerekirken, insanların çoğu bu erteleme nedeniyle bâtıl yolda yaptıklarının
doğru olduğu zannına kapılır. Azap geldikten sonra ise artık çaresizdirler.
Görüldüğü
gibi “ecelleri” lafzının yer aldığı ayetlerde, insanların işledikleri
kötülükler ve kötü tutumları nedeniyle azabın “zulüm işlemelerinin hemen sonrasında”
gönderilmemesinden söz edilmektedir. Gerek bireyler ve gerekse toplumlar için
ecelin/sürenin olması, çöküşün ve yıkılışının nedenlerini hazırlayan savaş,
deprem, sel, kıtlık, salgın hastalık vb. yerden veya gökten gelen bir musibetle
yıkılma zamanının gelmesi demektir. Bu da Allahın bireyler ve toplumlar için
koyduğu sosyal yasa (sünnetullah) olup bunda ne bozulma ne sapma olur. Kısaca,
bireylerin ve toplumların belasını bulması, kendi elleriyle hazırladıkları bir
sonuçtur. Ancak insanların sıkıntıları işledikleri bir suçtan ötürü değilse,
o sıkıntılar onların Allah rızasını kazanma konusunda sabredip
sabretmediklerini ortaya çıkaran birer imtihan olmaktadır ve bu sıkıntılar
ölümle sonuçlanacak nitelikte ağır ise sabredenler ahirette ödüllendirileceklerdir.
2.7.2015
Memleket Gazetesi