Menar tefsirine Dair Değiniler
A. Türkiye’de Abduh
Türkmen
asıllı[1]
olan Muhammed Abduh’u (Keskin, 1970: 133) Anadolu topraklarında en iyi tanıyan
M. Akif Ersoy olmuştur. Ne var ki, Akif’in Abduh’a ve talebesi Reşid Rıza’ya ait
Menar tefsirinden pek bahsettiği söylenemez (Keskin, 1970: 133). Akif, Sırat-ı
Müstekîm ve Sebîlü’r-Reşâd dergilerinde Abduh’un birçok yazısını Türkçe’ye
çevirip yayınlamıştır. Kendi yazdıklarında ve Safahat adlı eserindeki
şiirlerinde Abduh’un etkisi açıkça görülmektedir. Âsım adlı şiirinde Doğu’nun
Efgani (1838-1897) ile birlikte iki uyandırıcısından birisi olarak belirtilen
kişi Abduh’tur: “Mısrın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh” (Ersoy, 1990: 520; Keskin,
1970: 134).
Önce
Menar dergisinde yayınlanan (Taşpınar, 2003: 273) sonra da kitaplaştırılan Menar
tefsirinden, Türkiye Cumhuriyetinin beşinci Diyanet İşleri Başkanı değerli din
alimlerinden Ömer Nasuhi Bilmen sitayişle söz etmektedir. O, Tefsir Tarihi
adlı eserinde Abduh’un yüksek bir ilim timsali olduğunu, tefsirde yeni bir
çığır açtığını, o dönemde zihinleri meşgul eden, tartışılan konuları gayet
güzel çözdüğünü söylemekte ve “Muhammed Abbduh, yüksek bir üstad idi.
Yazılarıyla sürekli İslam’ı savundu.” demektedir (Bilmen, 1974, II: 769; Keskin,
1970: 134). Abduh’u takdir edenlerden birisi de Ahmed Hamdi Akseki’dir
(1887-1951). O ayrıca Abduh’un fikirlerini yayan Reşid Rıza’nın Mukallid ile
Muhakkık adlı diyalog tarzında yazılan yazılarını da Türkçe’ye çevirmiştir.
Bu çeviriyi önce Sebilu’r-Reşad’da yayınlamış ve ardından da Mezahibin
Telfîki ve İslam’ın Bir Noktaya Cem’i adıyla kitaplaştırmıştır (Karaman, ts.: 13; Keskin,
1970: 134).
B. Menar Tefsirinin Özellikleri
İbn
Teymiye gibi selefi[2]
ve Gazali gibi ahlakı öncelediği söylenen Abduh (Keskin, 1970: 128) Beyrut’da
bulunduğu dönemde iki camide ve Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nde altı yıl boyunca
okuttuğu tefsir dersleri, kitap halinde basıldı. Bunları Reşid Rıza not olarak
tutmuştu. Sonra Abduh onları gözden geçirdi (Keskin, 1970: 122).
Toplumsal
konulara önem vererek tefsirinde ona uygun açıklamalar getiren ve eski
müfessirlerden farklı bir yol tutan Abduh, eserinde İsrailiyyata ve hurafelere
yer vermedi. Sözgelimi, Necm suresi 19 ve 20. ayetler bağlamında gündeme
getirilen ve İslam literatüründeki Hz. Peygamber (s)'in “müşriklerin gönlünü
İslam'a ısındırmayı” arzu ettiği bir sırada, şeytanın telkiniyle vahiylere
Allah kelamı olmayan bazı sözler karıştırdığını, daha sonra Cebrail'in ikazıyla
bundan vazgeçtiğini iddia eden rivayetlerde mevcut Garanik olayının aslının
olmadığını[3]
ortaya koydu (Keskin, 1970: 122) ve böyle bir şeyin vahye dil uzatmak olduğunu,
bunun asla vuku bulmadığını delillerle ispat etti (Keskin, 1970: 132).
Menar tefsiri, Abduh’un
Ezher’de vermiş olduğu tefsir derslerinde alınan notların Reşid Rıza tarafından
el-Menâr dergisinin üçüncü cildinden itibaren (Muharrem 1318)
yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Ilk baskısı 1928’de 12 cilt halinde yapılan
tefsirin ilk beş cildi Abduh’a, diğer ciltleri Reşid Rıza’ya aittir. (Karaman, ts.: 131; Öztürk, 2004: 82).
Abduh’un yaklaşık altı yıl süren tefsir dersleri 1905’te vefatı sebebiyle Nisâ
suresi 4/125. ayette son bulmuştur. Reşid Rıza anılan ayetin tefsirine, “Bu
ayet, üstadımız Muhammed Abduh’un Ezher’de tefsir ettiği son ayettir.” şeklinde
bir not düşmüştür (Abduh ve Rıza, V: 575; Öztürk, 2004: 82).
Reşid Rıza’nın
bizzat kendi ifadesine göre dergide yayımlayacağı tefsir notlarını hocasının
onayına sunmuş ve onun çoğu kez kelime düzeyindeki tashihinden sonra
yayımlamıştır. O bu süreci şöyle anlatmaktadır: “Üstad -Allah ona rahmet etsin-
benim yazdıklarımın tümünü çoğu zaman yayımlanmadan önce, nâdiren de
yayımlandıktan sonra okurdu. Bu okumalarında, tefsir derslerinde
anlattıklarından hareketle kendisine nisbet etmiş olduğum hiçbir görüşü
yadsıdığına bir kez dahi tanık olmadım. Üstadın bu ikrarı benim onu doğru
anladığımı teyit ediyordu. Ama üstad öldükten sonra emanete hiyanet olur
düşüncesiyle ona sadece derslerde yazmış olduğum ve yine bizzat kendisinden
işitip hıfzettiğim bilgileri isnat ettim. Bu yüzden de, ‘Eğer yaşasaydı ve
yazdığımı okusaydı mutlaka tümünü onaylardı.’ inancıyla, ‘[Üstad] bu manâda
dedi ki’, ‘[Üstadın] söylemiş olduğu şeyin özeti şu’ gibi tabirler kullandım.”
(Öztürk, 2004: 83).
Menar tefsiri,
ıslah ve tecdit hareketine özgü görüş ve düşünceleri içermesi nedeniyle klasik
tefsirlerden farklı bir özellik taşımaktadır. Dahası Menar, bilinen anlamda bir
tefsir olmaktan ziyade siyasal düzenden ekonomik yapıya kadar pratik hayatın
hemen her alanını kuşatan bir tecdit hareketinin manifestosudur. Kur’an
mesajını (Öztürk, 2004: 83) çağdaş insanın idrakine sunmak temel amaç olduğu
için, klasik tefsirlerde sıkça rastlanan i‘rab, belagat, rivayet, hadis, kadim
Arap şiiri, fıkıh ve kelâm gibi alanlara mahsus bilgi malzemesi Menar
tefsirinde merkezî bir role sahip değildir (Öztürk, 2004: 84)
Menar
Tefsiri üzerine Batı’da ve İslam dünyasında bazı önemli çalışmalar da
yapılmıştır. Jacques Jomier’in Le Commentaire Coranique du Manar (Paris
1954) isimli eseri Batı’da yapılan ciddi çalışmalardan biri olup bu çalışmanın
giriş kısmında Reşid Rıza ve Menar hakkında önemli bilgiler yer almaktadır.
Hasîb es-Samerrâî’nin Ezher’de hazırlamış olduğu Reşîd Rızâ el-Müfessir
(Bağdat 1976) isimli doktora tezi de İslam dünyasında yapılan kayda değer
çalışmalar arasında sayılmaktadır (Karaman, ts.: 131; Öztürk, 2004: 84).
C. M. Abduh’un ve R. Rıza’nın Kur’an Anlayışına Dair Değiniler
Muhammed
Abduh “Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek
suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, ‘Eşini nikâhında tut (onu
boşama) ve Allah’tan sakın.’ diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı
bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah
daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini
boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine
getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle
evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka
yerine getirilmiştir.” (Ahzab, 33: 37) ayetinin muhataplarından Hz.
Peygamber (s)’in kölesi Zeyd ve Hz. Zeynep meselesini ele alarak oryantalistlere
karşı İslam’ı müdafaa etmiştir. (Keskin, 1970: 122). Bazı eski kaynakların kendilerine
fırsat verdiği rivayetleri ele alan Batılılar, Zeyd’in, Zeyneb’i boşadıktan
sonra Hz. Peygamber (s)’in onunla evlenmesini dillerine dolamaktadırlar. Bu
meseleyi önce dikkatle inceleyip gerekli cevabı veren Abduh olmuş, yorumlarında
bu hususu aydınlatmış, söz konusu rivayetleri çürütmüştür. (Keskin, 1970: 131).
Hanefî/Fukaha
metodunda yazılmış ilk en hacimli fıkıh usûlü eseri olarak kabul edilen el-Fusûl
fi’l-Usûl (Hacıoğlu, 2010: 39) isimli eserin yazarı Cassâs (ö. 981)[4]
gibi Abduh da Hz. Peygamber’in üzerinde sihrin bir etkisi olduğunu[5]
kabul etmedi. Abduh’un bu yaklaşımı doğrudur. İnkârcılar peygamberleri
“büyücü/büyülenmiş” diye tüm çağlarda itham edip dururken, rivayetlerde mevcut
Hz. Peygamber (s)’in kısa sayılamayacak bir süre büyünün etkisinde kaldığına
dair ifadeleri sahih kabul etmek doğru bir yaklaşım değildir.
Abduh’un
Amme Cüzü tefsirinde (s. 160) Kur’an’da geçen Tayran Ebabil (Fil,
105: 3) ifadesinin kuşların veya sinek türünden hayvanların taşıdığı mikroplar ve
bunun da Allah’ın kudretine bir delil olduğunu, o uçan şeylerin türünün ne
olursa olsun hepsinin Allah’ın ordusu olduğunu söylemesi eleştiri konusu yapılmaktadır
(Keskin, 1970: 124). Halbuki Abduh’a göre o uçuşan şeylerin sinek türünden
olmaları sadece bir ihtimal idi ama karşıtları bunu kendilerine malzeme olarak
görüp kendilerince onun aleyhine değerlendirdiler.
Kur’an, hak ve
hakikat yolunu göstermek amacıyla vahyedilmiştir. Çünkü Allah onu muttakiler
için bir rehber[6]
olarak tanımlamıştır. Kur’an, başta hidayet olmak üzere her bakımdan bir
mucizedir. Bu konuda geçmiş dönem İslam alimlerinden pek farklı düşünmemekle
birlikte “i‘câz”a ilişkin vurgusunu daha ziyade hidayet ya da bireysel ve
toplumsal ıslah ekseninde yoğunlaştıran Reşid Rıza, Kur’an’daki tüm buyrukların
tarih-üstü geçerliliğine inanmakta ve buna bağlı olarak, “Kur’an’da süresi
dolmuş hiçbir buyruk yoktur.[7]
Bilakis her ayetin her zaman ve zeminde söyleyecek bir sözü vardır.” fikrini
savunmaktadır (Öztürk, 2004: 89).
Toplumsal yasa
anlamına gelen sünnetullah,[8]
Reşid Rıza’nın Kur’an ve yorum anlayışındaki en temel kavramlardan biridir. Bu
kavramı, “Allah’ın insan/toplum ve kainata ilişkin değişmez yasaları” anlamında
kullanan Reşid Rıza’ya göre ümmetin selamete erip esenlik bulması için Allah’ın
değişmez yasalarını çiğnemekten vazgeçmek gerekir. Çünkü Allah Ra‘d 13/11.
ayette, bir toplumun bekasının fazilet donanımıyla kaim olduğuna, helakinin ise
reziletten kaynaklandığına işaretle bu yasanın toplumdan topluma, zamana ve
zemine göre değişmediğini beyan etmektedir. Reşid Rıza tam bu noktada Müslümanları
bir özeleştiriye davet ederek şunları söylemektedir: Şimdi elimizi vicdanımıza
koyup soralım; biz şu an iman yönünden selefimizle aynı çizgide miyiz? Biz bu
konuda onların takipçisi miyiz? Biz kendimizi değiştirmedikçe Allah bizi
değiştirir mi? Yoksa Allah sabit hükmünü bizim için mi değiştirdi? Hâşâ! Biz değiştik,
biz bozduk ve biz bozulduk. Bu yüzden O da bizim izzetimizi zillete,
zenginliğimizi fakr-u zarurate, efendiliğimizi köleliğe tebdil etti. Biz onun
buyruklarından sarf-ı nazar ettiğimiz için yardımından yoksun kaldık. Yapıp
ettiklerimizin cezasını bulduk. Artık O’na yönelmekten başka kurtuluş yoktur (Öztürk,
2004: 88).
Görüldüğü gibi,
“Biz bu hâle nasıl düştük ve bu kötü halden kurtulmak için ne yapmak gerek?”
sorusuna cevap bulmaya çalışan Reşid Rıza’ya göre hâl-i pür melâlimiz,
Kur’an’dan ve selef-i sâlihînin yolundan çark edişimizdendir. Kurtuluş için tek
çaremiz ise Kur’an’ın tarif ettiği sırât-ı müstakîme avdet etmemizdir. Bizim
sünnetullahdan bihaber olmak gibi çok ciddi bir sorunumuz vardır. Bu konudaki cehaletimizin
nedeni ise kendimizi Kur’an’ın rehberliğinden müstağni görmüş olmamızdır (Öztürk,
2004: 88-89).
Reşid Rıza,
Kur’ânî i‘câz konusunda Arapça’ya çok belirgin bir biçimde vurgu yapmaktadır. Sözgelimi,
Araf 7/158. ayetin tefsirinde Kur’an’ın tercümesi ve Türkçe Kur’an tartışmasına
dair çok kapsamlı bir bahis açan Reşid Rıza’ya göre, Kur’an ancak Arapça olarak
Kur’an’dır. Nitekim bu gerçek birçok ayette de açıkça belirtilmiştir.
Binaenaleyh, hiçbir tercüme Kur’an olarak görülemeyeceği gibi tercümeden
hareketle Allah’a da hiçbir şey isnat ve izafe edilemez. Kaldı ki literal
düzeyde bir Kur’an tercümesi beşerî imkân dahilinde görülemez. Kusurlu bir
tercüme ise gerek lafız gerekse anlam yönüyle Kur’an’ın Arapça nazmına mahsus
i‘câz unsurlarından hiçbirini içermez. Ayrıca Arap dilindeki bazı kelimelerin
diğer dillerde tam karşılıkları yoktur. Yine Arapça’daki müşterek lafızlara,
gerek anlam gerekse kullanım yönünden diğer dillerde birebir karşılık bulmak
çok zordur. Hele de Mekkî surelerdeki veciz ifadeler ile çok anlamlı (zû-vucûh)
kelimeleri tam olarak tercüme etmek olanaksızdır (Öztürk, 2004: 90)
Bütün bu teknik
imkansızlıkların yanında herhangi bir konuda Kur’an tercümesini esas almak,
Allah’ın kelâmından öte mütercimin kendine özgü anlayışını din edinmek gibi çok
ciddi bir tehlike içermektedir. Oysa Allahu Teala mütercimin taklit edilmesini
değil, Kendi sözüne (vahye) kulak verilmesini emretmektedir. Sonuç itibariyle,
Kur’an’ı aynıyla bir başka dilde ifade etmek imkansızdır. Kur’an, Arapça’dan
başka bir dile tercüme edilmesi halinde Kur’an olmaktan çıkar. Bütün bu
görüşleri, dönemin Cumhuriyet Türkiyesindeki Türkçe Kur’an tartışmaları
bağlamında dile getiren Reşid Rıza’ya göre Kur’an’ın Türkçe’ye (Öztürk, 2004:
90) çevrilmesi yönündeki çabalar, aslında bir toplum mühendisliği projesi olup
bu proje gerçekte Türk Müslümanların Arabî karakterli her öğe ile ilişkisini
kesmeyi hedefleyen bir siyasi irade tarafından uygulamaya konulmuştur. Söz
konusu projeyi ilhad, proje sahiplerini de mülhid olarak nitelendiren Reşid
Rıza’nın Türkçe özelinde Kur’an tercümesinin imkansızlığına dair serdettiği
gerekçeler büyük ölçüde pan-İslamizm düşüncesinin ürünüdür ve bu gerekçeler
Mehmet Akif Ersoy ve Elmalılı M. Hamdi Yazır tarafından da haklı görülüp
savunulmuştur. Diğer bir deyişle, hem Mehmet Akif’in Türkçe Kur’an meali
konusundaki çekincelerinde, hem de Elmalılı’nın Hak Dini’ne yazdığı
mukaddimede Reşid Rıza etkisini sezinlemek mümkündür (Öztürk, 2004: 91)
Reşid Rıza’ya göre
tefsir, akademik bir faaliyet değil, ilim ve ehliyet sahibi Müslümanların/müfessirlerin
ifasına memur oldukları dinî-ahlakî bir görevdir. Diğer bir deyişle tefsir,
Allah’ın Kur’an’da dile gelen iradesini gerçekleştirmenin aracıdır. Dolayısıyla
müfessirin aslî görevi de Kur’an’ın gerçek nüzul sebebi olan hidayet misyonuna
işlerlik kazandırmak, Allah’ın tarih-üstü buyruklarını insanlara açıklamaktır. İlim
erbabının üstlendiği bu vazife, bir bakıma Allah’a verilmiş bir sözdür. Çünkü
Allah, Ehl-i kitap bilginlerine atfen, “Allah, kendilerine geçmişte vahiy
verilenlerden, ‘Bu ilâhî mesajı insanlara açıklayın ve onu gizlemeyin.’ diye sağlam
bir söz almıştı” (Âl-i İmrân, 3: 187) buyurmuştur. Bu ilahî buyruk, vahiy mesajındaki
anlamı bütün nesnelliğiyle açıklamak ve te’vil[9]
yordamıyla nesnel anlamı çarpıtmamak gerektiğine işaret etmektedir. Ehl-i
kitaba yönelik bu buyruk aynıyla bizim için de geçerlidir. Yani müfessirin yegâne
görevi, Kur’an ayetlerini mezhebî önkabullerine kurban etmek yahut Kur’an’ı Müslümanların
birlik ve (Öztürk, 2004: 91) dirliğini ifsat etmeye vesile kılmak değil, vahyin
gerçek nüzul sebebi olan temel maksatların tüm inanan insanlar tarafından iyice
anlaşılmasına yardımcı olmaktır. Çünkü ümmet, ihtilaflardan dolayı çok acı
çekmiştir. Artık onun acılarını dindirme zamanı gelmiştir. Bunun için Kur’an’ın
kılavuzluğuna başvurmak ve onun dil, ırk, renk gibi ayrışma unsurlarını ortadan
kaldıran rehberliğinde ümmeti yekvücut bir şekilde tekrar ayağa kaldırmak
gerekmektedir (Değâmin’den naklen Öztürk, 2004: 92).
Reşid Rıza,
Allah’ın tarih-üstü mesajını kitlelere doğru biçimde aktarma ameliyesi olarak
gördüğü tefsirdeki en sağlıklı yöntemin neliği hususunda İbn Teymiyye (İbn
Teymiye, 1997: 99) ve hocası Abduh gibi düşünmektedir. Yani, Kur’an mutlaka
Kur’an ile tefsir edilmelidir. Çünkü aynı konuyla ilgili ayetler bir arada
değerlendirilmediği takdirde sahih bir anlam ve anlamadan söz edilemez. İslam
mezhepler tarihindeki Kaderiyye ve Cebriyye gibi birbirine zıt kelâm
ekollerinin ortaya çıkma nedenlerinden biri, ayetlerin parçacı bir yaklaşımla
ele alınmasıdır. Reşid Rıza, Kur’an bütünlüğünün parçalanmasında esbâb-ı nüzul
rivayetlerinin de etkili olduğunu düşünmektedir. Ona göre her ayet, hatta her
cümle hakkında müstakil bir nüzul sebebi aktaranlar, Kur’an’ın tüm zamanlar ve durumları
kapsayabilecek mesajını tarihin belli bir dilimine hasretmek gibi bir suç
işlemiştir. Oysa ayetlerin inişine sebep teşkil edenler bu dünyadan ayrılmasının
ardından çok zaman geçmesine rağmen Kur’an halen yaşamakta ve hükmü konuşmaktadır.[10]
Onun her ifadesi tarih-üstü ve evrensel bir mesaj içerdiği için kıyamete kadar
da konuşmaya devam edecektir. Kur’an tüm zamanlara ve tüm insanlara hitap
etmektedir. Kur’an’ın yol göstericilik misyonu zaman aşımına uğramadığı için,
esbâb-ı nüzul rivayetlerinin bizi geçmişin tarihselliğinden haberdar etmesi dışında
hiçbir değeri yoktur.[11]
Kur’an okumalarında sebebin hususiliğine değil, hükmün umûmiliğine itibar
edilmelidir. Kısaca, her Müslüman Kur’an’ı kendine vahyedilmiş gibi okumalıdır
(Öztürk, 92)
Sonuç
olarak diyebiliriz ki, Muhammed Abduh ve Reşid Rıza, Kur'an ile hayat
arasındaki sıkı irtibatı görmüş ve gerek hayatlarıyla gerekse yazılarıyla bu
irtibatın örnekliğini ortaya koymaya çalışmışlardır. Menar tefsiri bu anlamda
-bu yazıda değinemediğimiz diğer müspet yönleri de dikkate alınırsa- İslami
literatüre önemli bir katkı sağlamıştır ve sağlamaya da devam etmektedir.
Kaynakça
Abduh, Muhammed
(1849-1905), Rıza, Reşid (1865-1935), Tefsiru’l-Menar
(Tefsiru’l-Kur'ani’l-Hakîm), 14 c., Ekin Yay., İst., 2011.
Bilmen, Ömer Nasuhi
(1882-1971), Büyük Tefsir Tarihi Tabakatü’l-Müfessirin, 2 c., Bilmen
Yay., İst., 1974.
Ersoy, Mehmed Akif
(1873-1936), Safahat, Huzur Yay., İst., 1990.
Hacıoğlu, Nejla, “el-Fusûl fi’l-Usûl”
İsimli Eseri Bağlamında Cassâs’ın Hadis İlmindeki Yeri, Ank. Üniv. İlahiyat
Fak. Basılmamış Doktora Tezi, Ank. 2010.
Hakim, Said, Rabbani
Yol ve Sünnetullah, 6 bs., İnsan Dergisi Yay., İzmir, 1993.
Işıcık, Yusuf, Te’vil,
Esra Yay., İst., 1997.
Karaman Hayrettin, Gerçek
İslâm’da Birlik, Nesil Yay., İst., ts.
Kayacan, Murat “Bir
İftiranın Anatomisi: Garanik Olayı", Haksöz Dergisi, S. 131, İst., 2002.
________, Kur'an’da
Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yay., İst., 2003.
________,
“Selefilik Nedir?”, Haksöz Dergisi, S. 154-155, İst., 2004.
Keskin, Osman, “Muhammed
Abduh”, c. 18, Ank. İlahiyat Fak. Derg., Ank., 1970.
Özsoy, Ömer, Sünnetullah,
Fecr Yay., Ank., 1994.
Öztürk, Mustafa,
“Neo-Selefîlik ve Kur’an -Reşid Rıza’nın Kur’an ve Yorum Anlayışı Üzerine”,
Çukurova Üniv. İlahiyat Fak. Derg., c. 4, S. 2, Adana, 2004.
Said, Cevdet, Bireysel
ve Toplumsal Değişimin Yasaları, (çev: İlhan Kutluer), 3. bs., İnsan Yay.,
İst., 1994.
Taşpınar, Halil, “Muhammed
Abduh Bibliyografyası Üzerine Bir Deneme”, Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fak. Derg.,
c. 7, S. 2, Sivas, 2003.
Tok, Nuri, Sünnetullah
ve Helâk Edilen Kavimler, Etüt Yay., Samsun, 1998.
Yazının künyesi: Kayacan, Murat,
“Menar Tefsirine Dair Değiniler”, Umran Derg., S. 250, İst., 2015, (28-33).
[1] Aslında bu ayrıntıya gerek
olmadığı söylenebilir. Fakat “bu topraklar” edebiyatıyla Anadolu toprakları
sınırlarına kendilerini kapatmış kesimlerin Abduh’un mesajından
faydalanabilmesine belki bir kapı açar niyetiyle Türkmen olduğunu belirttim.
[2] İtikat alimleri tarafından
"selef" lafzı mutlak olarak kullanıldığı takdirde ashab yahut ashab
ve tabiîn, yahut ashab, tabiîn ve onlara uyan; imamlıkları, faziletleri,
sünnete uyuşları hususunda da ümmetin ittifak ettiği kimseler kastedilir bkz.
Kayacan, Murat, “Selefilik Nedir?”, Haksöz Dergisi, S. 154-155, İst., 2004.
[3] Garanik olayı konusunda (büyük
oranda Mevdudi’nin değerlendirmelerinden faydalanılarak hazırlanmış) bir
çalışma için bkz. Kayacan, Murat “Bir İftiranın Anatomisi: Garanik Olayı",
Haksöz Dergisi, S. 131, İst., 2002. Muhammed Hamidullah tarihçi oluşu nedeniyle
Garanik rivayetini kaybetmeme kaygısından olsa gerek, Kur’an’ın başka
ayetlerini delil göstererek (Nisa, 4: 79; Araf, 7: 115) bu rivayetteki Hz.
Peygamber (s)’in dilinden döküldüğü iddia edilen "Lat, Uzza ve diğer
üçüncüsü Menat hürmetine, çünkü bu üçü ulu kuğulardır ve şüphesiz şefaatleri
umulan varlıklardır." şeklindeki sözlerin aslında olumlu cümle formunda
söylenmiş bir “soru cümlesi” olduğunu söylemekte yani –rivayeti bir kenara
koymaksızın- Rasulullah (s)’ı “putları övmekten” tenzih etmektedir bkz. Hamidullah
Muhammed (1908-2002), Aziz Kur'an, (çev: Abdülaziz Hatip, Mahmut Kanık), Beyan
Yay., İst., 2000, s. 675.
[4] Cassâs kelimesinin anlamından yola
çıkarak bu alimin kireç ve badanacılık işi yaptığı söylenmektedir bkz.
Hacıoğlu, Nejla, “el-Fusûl fi’l-Usûl” İsimli Eseri Bağlamında Cassâs’ın
Hadis İlmindeki Yeri, Ank. Üniv. İlahiyat Fak. Basılmamış Doktora Tezi,
Ank. 2010, s. 5.
[5] Kur’an Hz. Musa’nın sihirden
etkilendiğinden söz etmektedir ancak onunki oldukça kısa sürelidir (Taha, 20:
67).
[6] Kur'an sadece muttakiler değil insanlar
için de bir rehberdir: “O sayılı günler, Ramazan ayıdır. O Ramazan ayı ki
insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran
en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.” (Bakara,
2: 185).
[7] Reşid Rıza, bundan “Bugün hüküm
içermeyen ayetlerden de ibret alınır.” gibi bir yaklaşımla bu iddiada
bulunduysa doğrudur. Yoksa, Hz. Peygamber (s)’e evlenme kısıtlaması getiren,
peygamberin eşleri ile evlenmeyi yasaklayan ayetleri izah etmek kolay olmaz.
[8] Sünnetullah hakkında bkz. Özsoy,
Ömer, Sünnetullah, Fecr Yay., Ank., 1994; Said, Cevdet, Bireysel ve
Toplumsal Değişimin Yasaları, (çev: İlhan Kutluer), 3. bs., İnsan Yay.,
İst., 1994; Hakim, Said, Rabbani Yol ve Sünnetullah, 6 bs., İnsan
Dergisi Yay., İzmir, 1993; Kayacan, Murat, Kur'an’da Peygamberler ve Karşı
Tavırlar, Ekin Yay., İst., 2003; Tok, Nuri, Sünnetullah ve Helâk
Edilen Kavimler, Etüt Yay., Samsun, 1998.
[9] Bu kavram hakkında yapılmış bir
çalışma için bkz. Işıcık, Yusuf, Te’vil, Esra Yay., Ist., 1997.
[10] Reşid Rıza’nın bu ifadesi abartılı
görünmektedir. Çünkü Kur'an’ın bazı hükümleri -“Ey peygamber hanımları” (Ahzab,
33: 32) türünden ifadelerde olduğu gibi- tarihseldir ve günümüzde ibret
düzeyinde müminleri ilgilendirmektedir.
[11] Reşid Rıza’nın bu ifadesi de
abartılıdır. Esbab-ı nüzül, doğru tespit edilirse murad-ı ilahiye götüren
önemli ve gerekli bir araçtır.