Friedrich Nietzsche üzerine
“Bugün veya yarın için değil, gelecek binyıllar için haklı olmak istiyorum.” diyen, kendisini ölümünden sonrasının filozofu olarak tanımlayan ve Lutherci bir babanın oğlu olan Alman filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900) ilk büyük postmodernist olarak tanımlanmaktadır. Ona öykünüp kendilerini “Nietzcsheci” olarak tanımlayanların daha çok kendilerini anarşist, faşist, varoluşçu veya postmodernist kimselerden/kesimlerden oluşması, onun felsefesindeki çelişkilere de işaret etmektedir. Bu yazıda, Nietzsche’nin eski Yunan’a, Hristiyanlığa, bilime ve kadınlara dair düşüncelerini Nietzcshe ve Modernzim adlı eser bağlamında değerlendirmeye çalışacağız.
Antik Yunan’ı altın çağ
olarak gören ütopist ve tepkici Nietzsche; Sokrates (MÖ 469-399), Platon
(MÖ 427-347) ve Aristo (MÖ 384-322)’yu değil onların da öncesinde yaşamış olan Thales
(MÖ 624-546), Heraklitus (MÖ 535?-475) ve Empedokles (MÖ 490-430)
gibi Yunanlı düşünürleri örnek almıştır. Ona göre, söz konusu
düşünürlerin yaşadığı dönemdeki Yunanlılar içgüdü ve tutku sahibi güçlü
bireyler olup yaratıcı insanlardı. Ayrıca, kendilerini Hristiyanlığın “sürü
ahlakı”nın haram kıldığı yollarla gerçekleştiren kimselerdi. Anlaşıldığı
kadarıyla Nietzsche, Hristiyan ahlakının karşısına “arzularını ilah edinen”
insan tipini koymakta ve o insan tipini üstün tutmaktadır.
İntiharı bile
düşündüren hastalıklarının hayatının son demlerinde arttığında, şaşırtıcı bir
yazın verimliliği yakalayan Nietzsche, Hayrın ve Şerrin Ötesinde, Ahlakın
Soykütüğü, Deccal ve Güç İstenci adlı eserlerini kaleme aldı.
Ne literal ne de mecazi bir dille yazılan bu eserleri tuhaf, şiirsel
aforizmalar ve ironik saptamalarla dolu garip kitaplardır. Belki de onun
felsefesinin birçok çağdaşı tarafından göz ardı edilmesinin nedeni üslubundaki
bu aşırılıklardır.
Nietcsche’ye göre,
bütün insanî değerler daima bir güç mücadelesinin ve bir grubun kendi
değerlerini diğer gruplara kabul ettirme çabasının bir sonucudur. Hristiyan
ya da kölelik değerleri, kaynaklarını kin ve baskıdan aldıkları için tasarlanmış
bir düşmanlığın ürünüdürler. Köleler aciz durumda olmanın getirdiği öfkeyi,
yeni türden bir ahlakı, yeni bir davranış kuralları dizisi yaratarak yüceltmişler;
bu amaçla tevazu, vicdan, zahitlik, özgür irade ve kusur gibi kavramları öne
çıkarmışlardır. Hristiyanlık, karamsar ve korkak insanları kendisine
çeken ve onları yeniden üreten bir “sürü ahlakı”dır. Bu ahlak, Martin
Heidegger (1889-1976) ve Jean-Paul Sartre (1905-1980) gibi varoluşçu
filozoflarda da iz bırakan -Nietzsche’nin ifadesiyle- “üstün insan” türünün
doğuşunu engellediği için tehlikelidir. Görüldüğü kadarıyla Nietzsche sadece Hristiyanlığın
değerlerine değil, tüm değerlere karşıdır. Bu bakış açısı özgürlük gibi
gelse de, genel kabul görmesi durumunda dünyayı “hayvanlar alemine” çevirecek
niteliktedir.
Üniversite yıllarında Hristiyanlığa
olan inancını kaybeden Nietzsche’ye göre, Hristiyanlığın yerini almaya
çalışan (bilim ile ilerlemeye tapma gibi) çeşitli “inançlar” da aynı şekilde
boştur. Bilim hiçbir zaman insanların uğruna çaba sarf edecekleri bir değerler
kaynağı olamayacaktır. Onun bilimsel yasalara yönelik eleştirileri büyük oranda
radikal ampirist ve kuşkucu David Hume (1711-1776)’a dayanır. Onun, bilimi
kültürel, sınırlı ve pek insanca bir eylem olarak görmesi, Thomas Kuhn (1922-1996)
ve Paul Karl Feyerabend (1924-1994) gibi bilim felsefecilerini
derinden etkilemiştir. Nietzsche’nin bazı yazılarında bilimin kazanımlarına
büyük bir hayranlık duyduğuna dair ifadeleri dikkate alındığında, onun bilime
bakışına dair değerlendirme, hangi eserinden alıntı yapıldığına göre
değişmektedir. Ayrıca, onun bilime dair şüpheciliği, bilimi yeni bir metafizik
haline getirmeye çalışanlara dairdir.
Aşırı şüpheci Nietzsche’ye
göre insan bilgisi diye bir şey yoktur. Hakikate de erişilemez ya
da o bir mitten (efsane) ibarettir. Bilgi ve hakikat insan icadıdır. Daima
belli bir amaca hizmet ettikleri için de etkili araçlar olmaları mümkündür ama
asla nesnel olamazlar. Ona göre tek gerçek hakikat, bastırılması imkânsız olan
her şeye yönelik “Güç İstenci” ve onun kontrolü ele geçirme enerjisidir. Ne var
ki Nietzsche güç istencinden ne kastettiğini asla açıklamamıştır.
Nietzsche’ye göre hakikat
ve bilgi dilde görecedir yani metaforiktir ve dilin içine yerleşmesi nedeniyle
dünya hakkında hiçbir şey söyleyemez. Onun dil-dünya ilişkisi hakkındaki
görüşleri Ludwig J. J. Wittgenstein (1889-1951) ve Jacques Derrida (1930-2004) gibi
filozofların ana fikirlerini daha önceden ortaya koymuş gibidir. Dilin
metaforik olduğunu “dil ile ifade etmek” ise Nietzsche’nin bir tutarsızlığı
olarak görülebilir.
Yazıyı Nietzsche’nin
kadınlara yönelik bakışını -az da olsa- dile getirmekle bitirelim. Nietzsche,
kadınların erkekler gibi olmaya çalışmalarını anlamsız bulmaktadır.
Üstlenebilecekleri en iyi görev, annelik ve çocuk bakmaktır. Bu roller,
toplumda kadınlara yüksek bir statü kazandırmalıdır.
***
Robinson,
Dave, Nietzsche ve Postmodernizm, (çev: Kaan H. Ökten), Everest
Yay., İst., 2000.
12
Şubat 2015 (Memleket Gazetesi)