Nüzul bilgisi gerek gelenekselciler gerekse tarihselciler tarafından Kur’an’ı anlam(landırm)a konusunda gereğinden fazla değer biçilen bir konuma sahiptir. Bu bilgi olmadan ayetlerin sağlıklı bir şekilde anlaşılamayacağı iddia edilir. Oysa bu iddia sağlam temellere sahip değildir. Bu yazıda Kur’an ilimleri arasında yer alan nüzul bilgisinin konumunun ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
Son inen ayetin hangisi olduğu tartışması bağlamında Kâdi Ebubekir (Bakıllani) (h. 403) şöyle der: Rasulullah onu ümmetine bildirmediği gibi bilmelerini gerekli de görmemiş ve Allah ona bu bilgiyi ümmetine zorunlu bilgi kılmasını da emretmemiştir. Bu bilgiyi onların faydasına ve doğru yolu bulmalarına neden olacak meselelerden biri olarak değerlendirmemiş ve bu konuda (bize) mütevatir bir haber de gelmemiştir (I: 246) Rasulullah Mekke’de Kur’an’ın şu kadarı indi, Medine’de de şu kadarı indi.” şeklinde bir şey söylememiş, bu konuda bir açıklamada bulunmamış ve bunu bilmeyi de ashabına zorunlu kılmamıştır. Emretmiş olsaydı bu yaygınlaşır ve bilinirdi (Bakıllani, I: 247). Bu sözlerden anlaşılan şey, nüzul bilgisinin Kur’an’ı anlamada “olmazsa olmaz” bir unsur olmadığıdır. İbn Teymiye’nin dediği gibi ayetin iniş nedenini bilmek ayeti anlamaya yardımcı olabilir (Zerkani, ts., I: 109). Yardımcı olan ise asıl olan değildir.
Peki yardımcı düzeyde olsa da bu bilgi niçin çoğu zaman Kur’an’da yer almamaktadır? Bunun gerekçeleri şunlar olabilir: İlahi olanla beşeri olanın karışmaması istenmiştir. Ayetlerin inmesine vesile olan olay Kur’an’da belirtilseydi, insanlar hükmün o meseleye özel olduğunu sanabilirdi. Ayrıca nüzul sebepleri çoğunlukla kişilerle ilgili olduğundan ayetlerde onların isimlerine yer verilmemiş ve bu sayede onların sırları saklanmış olmaktadır. İnsanların en çok okuduğu kitap olan Kur’an, o kişilerin arzu etmedikleri mahremiyetlerini belirtmek suretiyle ebedileştirmek istememiştir. Başta sahabe olmak üzere, onların ardından gelen müminlere, vahyin doğru anlaşılabilmesi konusunda gayret ve katkılarını ortaya koyma imkânı bırakılmıştır (Yıldırım, 1989, 91-92).
Nüzul bilgilerinde her ne kadar hangi ayetin hangi kişiyle ilişkili olarak indiği belirtilmiş olsa da, bu konuda bilgi veren kimseler o ayetlerin başkalarını ilgilendirmediğini söylememişlerdir. “Özel bir nedenle gelen genel bir lafzın söz konusu nedene has olup olmadığında” fikir ayrılığına düşülmüş olsa da, hiçbir İslam alimi Kitap ve Sünnetin genel lafızlarının belli bir kişiye özel olduğunu söylememiştir. Belli bir nedene dayalı olarak gelen bir ayet, emir veya nehiy ise, hem ilgili o kişiyi hem de aynı durumdaki diğer kişileri içine alır. Eğer övgü veya yergi içeren bir haber ise, hem o ilgili kişiyi, hem de aynı durumdaki kişileri kapsar (İbn Teymiye, 1997: 47-48).
Öncekilerin (selefin), “Bu ayet şu konuda indirilmiştir.” şeklindeki sözlerinden, bazen nüzul sebebi kastedilir, bazen de nüzul sebebi olmamakla beraber bu husus ayetin kapsamına girer ki bu, senin “Bu ayetle kastedilen şudur.” demen gibidir (İbn Teymiye, 1997: 48). Yani nüzul sebebi diye aktarılan bazı olaylar aslında doğrudan söz konusu ayetle ilişkili değildir. Ancak o bilgiyi ayetin iniş nedeni diye aktaranlar nüzul bilgisi ile ayetin anlamı arasında içtihadi bir bağ kurmaktadırlar. Aynı durumu günümüzde, “Kur’an ve yaşadığımız hayat arasında” irtibat kuran müminlerde de görmek mümkündür.
Kur’an ayetleri arasındaki ilişki biçimi, neredeyse nüzul sebeplerinin yerini tutacak bir tarzdadır. Zira nüzul sebebi bilinemeyebilir veya bilindiği halde bize ulaşmamış olabilir ya da intikal ettiği halde yaygınlık kazanmamış olabilir ama metin göz önünde olduğundan, insan ister istemez ayetler arası ilişkiler üzerinde düşünür (Yıldırım, 1989: 97).
Görüldüğü gibi, nüzul sebebinin Kur’an’ı anlamada merkezî bir rolü yoktur. Ayetler zaten bağlamları dikkate alınarak büyük oranda anlaşılmaktadır. Buna göre, nüzul bilgisinin Kur’an’ı anlama ve hayata geçirme çabalarında katkı sağladığı söylenebilir ancak hiçbir zaman “aslî unsurlardan birisi” değildir. Hatta yanlış anlatılan veya uydurulan (örnekleri tefsirlerde mevcut) nüzul sebeplerinin ayetlerin doğru anlaşılmasının önünde engel oluşturduğu da unutulmamalıdır.

***
Bakıllâni, Kâdi Ebu Bekr (h. 403), el-İntisar fi’l-Kur’an, 2 c., Daru’l-Feth, Amman, 2001.
İbnu Teymiyye, Takıyuddin Ebu’l-Abbas, Tefsir Usulüne Giriş, (çev: Yusuf Işıcık), Esra Yay., İst., 1997.
Yıldırım, Suat, Kur’an’ı-Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, 3. bs., Ensar Neşr., İst., 1989.
Zerkânî, Muhammed Abdülazim (h. 1367), Menâhilü’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur'ân, 2 c., 3. bs., Matbaatu Îsa el-Babî el-Halebî ve Şürekâuhu, Mısır, ts.

1 Ocak 2015 Memleket Gazetesi