Yasin Aktay'ın bu eseri son zamanlarda gündeme gelen Türk İslamı kavramını sorguluyor. Kitabın önsözünde yazar ne Sünniliğin ne de Aleviliğin hakiki (ortodoksi) ve hakikatten uzak (heterodoksi) olma konusunda kavramsal bir hiyerarşinin yükünü çekemeyeceğini ileri sürüyor. (9) Ancak Sünniliğin Kitabiliği Aleviliğe nispetle -özellikle Türkiye'de- daha baskındır.

Modernleşmeye karşı tavırları ele alan Aktay, cumhuriyet devrim ilkelerinin halifeliği ilga etmenin ardından modernliği dayatmasının tepkilere neden olduğunu zikrediyor ve modernliğe gösterilen reaksiyonların her zaman toptancı olmadığını M. Akif ve Said Halim Paşa gibi Müslüman kimlikli yazarların modernizm karşısında seçmeci bir tavır takındıklarını ifade ediyor. (28-29)

Dini laikleştirme çabalarını daha 1924-1933 yılları arasında İstanbul Dar'ul-Funun'a bağlı İlahiyat Fakültesi dergisi önemli katkılarda bulunmuştur. Bu fakültenin yayınladığı dinde reform bildirisinde, İslam'ı Hıristiyanlğa benzetme arayışının en güçlü vurguları vardır. Camilere sıraların konulması, müzik çalınıp ilahi okunması, ayakkabılarla girilmesi, Türkçe ibadet yapılması gibi teklifler bu arayışın ürünleridir. Aleviliğin kurumlaştırılması çabası güdenler Sünniliğin kitabiliğini kısıtlayıcı olarak görmektedirler. Ancak keyfilik, belli bir hukuk garantisine kavuşturmayı sağlayan kitabilik karşısında ne kadar özgürleştirici olabilir ki! ( 54) Ayrıca özgürlük, tahakküm karşıtlığı eşitlik gibi unsurlar hiçbir etnik ya da dinsel grubun kalıtsal özellikleri olarak tanımlanamaz. Kitabi yanı ağır olan bir ekolün kendini yeniden üretmesinden ziyade gündelik dayatmalara ayak uydurması daha kolay olacaktır. Zira temel ilkelerin her çeşit yoruma açık olduğu bir durumda asgari vazgeçilmez ilkelerin varlığı da fazla bir anlam ifade etmemektedir. (66) Son yıllarda gündeme gelen özgürlükçü olarak lanse edilen Alevilik resmi görevlendirme karşısında bu yönünü topyekün bırakıp göreve koşuyor ve ortam bulduğunda iktidarın iç mantığına ne kadar uyumlu olduğunu gösterme fırsatı bulmuş oluyor. (77)

Örneğin Cumhuriyet döneminde Alevilerin değişmez aksesuarı olan Hz. Ali timsalinin yanına bir de Alevi dedeleriyle diyaloga giren Mustafa Kemal portresi de eklenmiştir. (68)

Alevi Bektaşi geleneğinin öncüsü sayılan Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre gibi şahsiyetleri Alevi önderler olarak göstermenin tam tersi de kanıtlanabilir bir durumdur. Çünkü bunlar Sünni kültür içinde de muteber kişiler olarak addedilirler. Ayrıca Sünni sayılan kırsal bölgelerin dindarlığı ile Alevi köylerdeki dindarlığın hurafeci evliya kültürü ile dolu olduğu rahatlıkla görülebilir.

Anadolu'daki Nakşibendilik şeriat vurgusuna rağmen köylerde bir heterodoksi görünümünde iken Bektaşiliğe bakıldığında şeriat ve Kur'an-ı Kerim vurgusunu azımsanamayacak bir ölçüye yaklaştığı söylenebilir. (61) Aslında iki mezhep arasındaki ihtilaf akidevi değil siyasidir. İhtilaf konusu Osmanlı karşıtı politikaların sahibi Şah İsmail'in telkinlerine Alevilerin kulak vermesinden kaynaklanır.

Şehre göçen Aleviler ise, Aleviliğin tüm dinsel ritüellerinden ve inançlarından da kopuyorlar. Burada Alevilik artık dinsel değil politik bir tutum olarak beliriyor. (67) Aleviliğin kullanılmasında Ali'yle irtibatı kesmenin zorluğu tehlikeli söylemin kucağına düşme (!) olasılığını da gündeme getirdi. (22) Yazılan dini eserlerin Sünni bakış açısıyla yazıldığını ileri süren Alevi kesim, alternatif bir tarih yazımını hedeflemiş ve Sünniliğe karşı olan her çeşit isyan ve hareketi özgürlükçülük, eşitlikçilik olarak tanımlayıp heteredoks (sapkın) anlayışları yüceltme yoluna gitmiştir. (50) Bu bakış açısı Reha Çamuroğlu'nun eserlerinde net bir şekilde görülebilir. Heteredoks anlayış ön plana çıkarılırken bu iyi, özgürlükçü(!) bakış açısının da eleştirilen tahakküm, otorite yanlısı Sünni anlayıştan nasıl farklılaşacağı izah edilemiyor. (51) İktidarın zulmüne karşı muhalefet hareketinin içinde yer alan Ebu Hanife'nin, Malik, Şafi ve A. Bin Hanbel'in ve İbn Teymiye'nin siyaset ve siyasetçilerle aralarındaki mesafelilikleri görmemek Sünnileri mahkum eden heterodoks yaklaşımların cevap vermekte zorlanacakları bir konudur.

İlahiyat Fakülteleri ve İmam Hatiplerin cumhuriyet rejiminde çıkacak muhalif seslere karşılık kullanılabilecek bir kadronun temini amacını güttüğünü ancak demokratik süreçler sonucunda niyetlenilen seyrin ortaya çıkmadığını tespit ediyor.(42-43) 1947 CHP kurultayında bu niyet açıkça beyan edilmiştir. Amaç uyumsuzca gelişen din pratiğine karşı aydın din adamı yetiştirmektir.

Aleviliğin bugün bir dinsel kimlik arayışının adresini teşkil etmesi de, aslında, yükselen İslami eleştiri ve talepleri karşılamak ve siyasi bir tedbir olarak okumak daha uygundur. Halbuki siyasal İslam, Aleviliği kendisine karşı gibi görmek bir yana kendisini Sünni olarak da tanımlamıyor. Piyasada Alevilik ile ilgili bol miktarda kitap varken kimliğini salt İslam olarak gören ancak Sünniliği bir kimlik olarak ön plana çıkaran neşriyat bulmak zordur. (52-53)

Başbakan'ın Türk Müslümanlığını telaffuz ederek bir kesime karşı verilen mücadelede diğerine yaslanma taktiğine baş vurması da Sünnilikten umut kesildiğini gösteriyor aslında. Çünkü Sünniliğe yapılan her türlü yatırım eninde sonunda kitabiliği güçlendirecek ve hareket alanını daraltacaktır. (77) Siyasallaşan islam daha fazla özgürlük ve sivil toplumsal taleplerde bulunduğu göz önünde bulundurulduğunda Aleviliğin iktidar manivelası gibi görüldüğü aşikardır.

Zaten sözlü kültür Derrida'nın ifade ettiği gibi yazılı kültüre göre daha despot yönetimlerin işine gelir. Sözlü kültürde sözü söyleyenin hiyerarşik konumu çok önemlidir. (83-84) Her geleneksel kültürde, ilişkilerin otoriterce yaşandığı, sorgulanamadığı bir ortamda sözlü kültürün özgürleşmede bir avantaj olmayacağı açıktır.

Türkiye'de demokrasinin tarihi dinsel güçlerin, ellerinden alınmış tüm güç ve imtiyazların tekrar ele geçiriş tarihleri olarak okunabilmektedir. Başka bir deyişle İslam ülkelerinde siyasal İslamlaşma ile demokrasi arasında her zaman paralel bir ilişki olmuştur. (190) Eser özellikle cumhuriyet döneminde resmi din anlayışı ve dine yönelik politik tavırlar açısından irdeleyici bir bakış açısı kazandırıyor.

28/04/2000
Yasin AKTAY’ın bu eseri 1999 yılında İletişim Yayınevi’nden okuyucu ile buluştu.