Bu yazımızda Sedat Yenigün’ün şahsiyeti, fikirleri ve mücadelesini Bir Şehidin Notları adıyla kitaplaştırılan yazıları çerçevesinde ortaya koymaya çalışacağız. Erzincan doğumlu Sedat Yenigün (1950-1980), ilköğrenimini memleketinde, orta öğrenimini İstanbul’da yaptı ve İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümünden mezun oldu. Vefa Lisesi’nde okurken MTTB[1] Ortaöğrenim Komitesi’nin idare heyetinde bulundu. Onun başkanlığında faaliyetler katılan liseli gençler, her hafta bir kişinin kitap özeti sunumunu dinliyor ve sonra konuyu tartışıyorlardı.[2] Yaptığı etkinlikler sonucu örgütün Genel Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. MTTB’ye “MTTB Bülteni” adıyla periyodik bir yayın organı kazandırdı. Yayına uzun süre ara veren Milli Gençlik dergisinin[3] yeniden yayınlanmasında katkıları oldu. Bu dergide hem başyazarlık hem de yazı kurulu üyeliği yaparak birçok inceleme, araştırma, röportaj ve denemeler yazdı. İslami Hareket dergisinde Müslümanların gündemi ile yakından ilgili yazılar kaleme alarak o dönemin şartlarına göre normal seviyenin ilerisinde İslami şuur örneği gösterdi (Eryarsoy, 18; Güneş, 19). Onun okuma ve yazma konusundaki verimliliği ve teşkilatçılığı etkinliklerinde önemli bir referans oldu.

Milli Gençlik dergisi, çıkmaya başladıktan bir dönem sonra Yenigün askere gitti. O askerde iken, Orta öğrenim için düşündüğü bir faaliyet türü, "Çatı" dergisi olarak vücut buldu. Askerden dönüşünde Çatı ile ilgilenmeye ve orada yazmaya başladı. Ancak askerde iken MTTB'de yaşanmaya başlanan yönetim değişimi, onu MTTB işleyişi konusunda iyice ümitsizliğe şevketti. Sonuçta o, aynı hissiyatı paylaşan arkadaşları ve özellikle o zamanki MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nde görev almış sorumlu bazı gençler MTTB'den ayrılıp 1977 yılında İstanbul Fatih'de İlim Kültür Ocağı [İKO]'nı oluşturdular (Türkmen, 19).

Aynı yıllar MSP, yan bir gençlik kuruluşu olarak Akıncılar Derneklerini oluşturuyordu. Ancak İKO, dönemin şartları içinde önemli ve ileri bir farklılık taşıyordu. İKO, partiye bağlı olmayan, kendini icazetli hissetmeyen, tüm milli vurgulardan arınma yolunda; ümmetçi, tüm İslamî hareketlerle ilişki kurmaya çalışan ve kendini evrensel İslami hareketin mensubu kabul eden bir gençlik hareketi olarak belirdi. Sedat Yenigün, İKO etrafında toparlanan gençler ile yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. Öğrencilerin yurt, burs ve eğitim sorununa kadar birçok gereksinimiyle ilgilenmeye çalıştı. Tabii ki ilişki kurulan gençlerin fikri, maddi ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama konusunda münasebetler (Türkmen, 17) kurumsallaştırılamamıştı. Ortaya çıkan boşluğu doldurma görevini Yenigün ve birkaç arkadaşı fedakârca üstlendi. İKO mensupları, 1978 yılında İslami Hareket adlı dergiyi çıkartmaya başladılar. İslami Hareket, o zamana kadar yayınlanmış dergilere nazaran daha tevhidî ve canlı bir dergiydi.

 Yenigün; ülke insanlarının ufuklarının daraltıldığı, yollarının tıkandığı, şaşkın kalabalıkların modernizm ve bâtıl ideolojilerin çukuruna itildiği bir dönemde bütün 1970'li yıllar boyunca tevhide, Kur'ani aydınlığa ulaşabilme ve insanları hidayete yönelebilecekleri bir mücadeleye sevk etme amacıyla yoğun çaba harcadı (Türkmen, 17). 12 Eylül darbesine çeyrek kala, "faili meçhul" diye adlandırılan cinayetlerin, sağ-sol hesaplaşması denilen öldürme olaylarının yoğun bir şekilde sahnelendiği bir dönemde (Eryarsoy, 18) ülkücü bir tetikçi tarafından[4] 5 Temmu z 1980’de şehid edildi.

Ön plana çıkardığı kişiler

Yenigün’e göre “asrın insanı” Mevlana’yı da, Yunus’u da, Hacı Bektaş’ı da, Nasreddin Hoca’yı da, Süleyman Çelebi’yi de anlamamıştır. Onun merakı bir turistinkinden öteye geçmez. Onlar Türkiyeli insan için yaşanılmış bugün ise terk edilmiş bir inançlar manzumesinin kalıntılarıdır. Kimisi de Mevlana’yı Yunus’u sevip Hz. Muhammed (s)’e düşman olmak gibi bir çelişkiyi yaşamaktadır. Batı’dan ithal edilmiş ideolojiler[5] Ömer, Ebubekir, Osman, Ali, İbrahim Edhem, Yunus, Osman Gazi, Nene Hatun[6] yetiştirememiş,[7] insanı ekonomi ile ilişkisi açısından ele almıştır.

Edebiyat ile ilgili bir kimse olarak Yenigün, oldukça geniş bir alanda okumalarda bulunmayı tavsiye etmektedir. Aksi takdirde yan yana getirdiği isimlerin aynı anda örnek şahsiyetler olarak belirtilmesi dinî açıdan pek makul görünmemektedir. Halifeliğinin ikinci altı yıllık dönemi uygulamaları tartışılan Hz. Osman’ın, hakkında gerçekle menkıbelerin birbirine karıştığı çelişkili bilgiler bulunan İbrahim Edhem’in,[8] “Cennet cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver onları / Bana seni gerek seni.” diyerek Hak rızasını ön plana çıkarma adına cennet nimetini küçümseyen Yunus’un söz ve uygulamalarının “kısmen örnek oluşu” vurgulansa daha iyi olurdu.

Irkçılık

“Faşizme ölüm, Halka Hürriyet!”, “Halkların kurtuluşu”, “Kürdistan’a özgürlük” türünden duvar yazılarından yola çıkarak Yenigün, bu düşüncelerin doğulu vatandaşların kafasına sokulan korkunç fitnelerin niteliğini gösterdiğini vurgulamaktadır. Ruslar daha önce Ermeniler aracılığıyla yapmaya çalıştığını şimdi dini, tarihi, tasası ve sevinci bir olan Kürtler aracılığıyla yapmaya çalışmaktadır. Ne var ki, “Kürt kardeşlerin” yapmaya çalıştıklarını Müslümanlığın  affetmesi mümkün değildir. İslâm’da da ırkçılık yoktur.

Abdullahları, Alileri, Kars’ta, Galiçya’da, Yemen’de, Çanakkale’de omuz omuza düşmana karşı çarpıştırmış, onları dost yapmış kaynaştırmış bir İslâm kardeşliği ortada iken; “Ne mutlu bizim ırka”, “Her şey bizim ırk için!” demek söz konusu olamaz. Yenigün ırkçılığın vereceği zararları şöyle ifade etmektedir: “Irkçıların Komünistlerin bizden kopartmağa çalıştıkları Müslüman ırkları bir de biz itersek o vatanın halini hesap edin. Azınlığın da, çoğunluğun da ırkçılık yapması çirkindir. Kim yaparsa bölücüdür.”

Sermayedarları ve altın babalarıyla; bütün dinlere, medeniyetlere, devletlere, savaş açmış Siyonizmin mensupları komünistlerle işbirliği yapıp İran’da[9] bir plan kurmuş ancak bizzat Müslüman Kürt halkı tarafından tepelenerek bu cahiliye yobazlığı başarısızlığa uğramıştır. Müslüman Kürt halkı İslâm Cumhuriyetinin yanında yer alırken, halktan kopuk, materyalist, ırkçı, komünist kuklalar ve ajanlar Yahudi’nin ve Rus’un ellerine verdiği silahlarla, selameti kaçmakta bulmuştur. Yenigün Seyyid Kutub’tan nakille şöyle der: “(Cahiliyeden) kesin ayrılık olmadan karışıklık devam edecek, tavizler sürecek, yamalar yamanmaya çalışılacak ve karanlıklar kalkmayacaktır. Ancak açıklıkla, sarahatle ve yiğitçe İslâm’a davet yapılabilir.”

Partili mücadeleye bakışı

Sedat Yenigün Parti ile (Milli Selamet Partisi) İslâmî mücadeleye tamamen karşı değildir. Partinin fonksiyonel olması, ekip çalışmasını gerçekleştiren bir parti olması ve her şeyin liderden (Necmettin Erbakan) beklenmemesi durumunda olabilir. Öyle olursa bu İslâm’dan bihaber millete mesaj ulaştırmak mümkün olur. Bu duygularla, Milli Gazete'de haftada üç-dört köşe yazısı yazmıştır. Çünkü iyi bir gazete ile Müslümanların yaygın olarak uyandırılıp bilinçlendirileceğini savunmaktadır. Ancak Milli Gazete, MSP'nin "parti bülteni" şeklinde çıkmakta ısrarlı olunca gazetede yazılarına son vermiştir.

O dönemde Erbakan gibi ağır sanayi taraftarı olan Yenigün, onu ümmetçilik açısından da tutarlı bulur. Ona göre İslâm âleminin ortak bir güç oluşturması söz konusu olsaydı, Afganistan’ın, Türkistan’ın işgaline seyirci kalmak söz konusu olmaz ve oraya yardım ulaştırılırdı. Erbakan, MHP Sözcüsü Sadi Somuncoğlu’nun: “Afganistan’ın hür dünyanın yardımı, hür dünyanın samimi desteği ile kurtulacağına inanıyoruz.” sözlerinden yola çıkarak bu görüşün bir yanılgı olduğunu söylemektedir. Batılı düşünce yapısına uymayan her ülke hürriyet mahrumu ülke görülemeyeceği gibi milli devlet kavramıyla çelişen enternasyonal bir kavramdır. Ama bu, Avrupa sınırları veya düşüncesi içine hapsedilmiş bir enternasyonalliktir. İslâm kardeşliğini, ümmetçiliği ırkî endişelerle reddeden MHP zihniyetinin, Batılıları dost ve kardeş kabul ederken aynı ırkî endişeyi duymaması tutarlı değildir.

MHP’nin yapması gereken İslâm’a saygılı olmayı değil, İslâmca düşünmektir. Aksi takdirde “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın” sloganı havada kalmış bir söz olmaktan ileriye gidemez. Batıcılığın temcit pilavı gibi ısıtılıp öne sürüldüğü bu sözler üzerine İslâmca yaşamak isteyen ülkücüler bu konu üzerine kafa yormalıdır. Yine “Nato’nun bütün vecibelerini yerine getireceğiz. İran’daki rehineler milletlerarası hukuk ve insan haklarına aykırıdır. Dost ve müttefikler üzerinde Türkiye’nin güvenirliği üzerinde şüpheler uyandırmak” sözleri çok düşünülecek sözlerdendir. Bu, Batı’ya şirin gözükme aşkından kaynaklanmaktadır! Aşk-ı Memnu! Bu her şeyi talan eden iğrenç emperyalist sömürgen Batı’ya, İran kadar “Hayır!” diyecek soylu çıkışı gereklidir. Bu da katıksız İslâm olmakla mümkündür. “Irkî endişeler”  Amerikancı politikayı; “sınıfçı endişeler” Rusçu politikayı savunmaktan alıkoymamaktadır.

Yenigün, Erbakan’ın “Türkiye kardeş Irak ile kardeş İran arasında arabuluculuk yapmalıdır.” şeklindeki tezine katılmaz. Bu teklifi aynen MHP sözcüsü de tekrar etmektedir.  Erbakan bu hataya düşmemelidir. Sık sık tekrarladığı “50 milyonun kardeşliği” gibi… İslâmî ıstılahta kimlerin kardeş olduğu bellidir. Sosyalist ve de İslâm düşmanı Baas idaresinin Müslüman İran ile kardeşliği olamayacağı gibi Türkiyeli Müslümanların da kardeş olması söz konusu olamaz. Suriye ile Mısır’la vb. olamayacağı gibi. Bunların Müslümanca düşünen halkı bu kapsamın dışındadır.

Yenigün, Müslümanca düşünen ve yaşamak isteyenlerin (İran’daki) kıyamını yakından takip etmektedir. O dönemde Irak’ta, Suriye’de hapishaneler lebaleb Müslüman doludur! Muhammed Baqr es-Sadr’ı da  şehit eden (9 Nisan 1980) eli kanlı cinayet şebekesinin idaresindeki Irak’ın İran ile mücadelesini, sosyalist Irkçı Baas idaresindeki bir devletin Müslüman bir devletle mücadelesi olarak görür. Bu kavgada Müslümanların yerinin İran tarafı olduğu kanaatindedir. İslâm’ı seçen İran’a ceza olsun diye CIA Irak’ı kışkırtmaktadır. Irak (iktidarı) da sosyalistliği CIA’ye alet olacak kadar yurtsever (!) ve İslâm düşmanıdır. Yenigün’ün İran-Irak savaşı konusundaki yaklaşımı teorik olarak doğru görünse de iki ülke arasında taraf olmak belki birinin işlediği zulmü ortadan kaldıracak güç mevcut olduğunda anlamlı olabilir.

Şehit Yenigün, Erbakan’ın 1980’li yılların başında Adalet Partisi sıralarından protesto seslerinin yükseldiği bir ortamdaki konuşmalarını da aktarır. Erbakan o konuşmada ABD’nin, Rusya ile İslâm âlemine karşı işbirliği yaptığını, Müslümanların kurtuluşunun Müslüman ülkelerin kendi birleşik savunma teşkilatlarını kurmalarıyla mümkün olduğunu, öyle bir durumda yalnız Afganistan’ın değil, Türkistan’daki Müslümanların da kurtarılabileceğini ifade etmektedir. İslâm âleminin kurtuluşu için ortak İslâm parasını yürürlüğe koymaları, kendi Birleşmiş Milletlerini, ortak pazarlarını,  askeri paktlarını ve kültür birliklerini kurmaları gerekmektedir. Erbakan hükümeti milli dış politikadan sapmakla suçlar. Bir gözleri Rusya’da bir gözleri de ABD’dedir. Bu konuda yaptıkları tek ciddi şey Moskova olimpiyatlarına sporcu göndermemektir.

Aynı konuşmada Erbakan, İran’daki rehine krizine dair değerlendirmelerde bulunmaktadır. Ona göre bu olayların temelinde İran’ın İslâm’a dönüşü yatmaktadır. Rehine olarak alınan elçileri korumayı ananevi şiarı olarak görür ama İran casusluk ettiğine inandığı bu rehineleri yıllarca İran halkına zulmeden Şah’ı alma karşılığında istemektedir. Erbakan bu olayda ABD’nin tarafında yer alan TC Başbakanın pot kırdığını düşünmektedir. İran halkının iç işlerine karışmamak ve Amerika’nın tarafını tutmak doğru bir tavır değildir. Başbakan bu yaklaşımını İran’da muhatap bulamadığı iddiasıyla meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Halbuki Yenigün’e göre, (o dönemin İran başbakanı) Beni Sadr’ı, (İran dışişleri bakanı) Kutbzade’yi muhatap almak mümkündür. Bir devlet adamı olarak bunları yok saymak mümkün değildir. Aksi takdirde kaçan fırsatı Rusya değerlendirecektir.

Irak ile İran arasında çatışma istenen bir şey değildir. Bu iki kardeş ülke arasında arabuluculuk Türkiye’ye düşmektedir. Erbakan konuşmasında gizli CENTO[10] faaliyetlerine de dikkati çeker. Ona göre dış güçler İslâm âlemini parçalamak için Mısır, İsrail ve Türkiye gizli CENTO çalışmaları yapmaktadır. Bu bağlamda kendine ulaşan bilgilere göre İsrail gizli servisi Türkiye’de faaliyet yürütmektedir ancak Dışişleri Bakanının bundan haberi yoktur.[11] Varsa ve halktan gizleniyorsa bu da suçtur. Ortadoğu’nun casusluk merkezinin İsrail elçiliği olduğunu Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) belirtmektedir. Türk Havayolları 30 yıldır sadece Ortadoğu’da Tel Aviv’e uçmakta ve yabancı havayollarına ait sadece İsrail’e gidecek yolcular aranmamaktadır.

Erbakan’ın hükümete getirdiği eleştirilerden birisi de Ortak Pazar ile ilgilidir. Ona göre, Ortak Pazar sadece bir ticaret değil, Avrupa’yla bütünleşme anlaşmasıdır. Bu anlaşma ile mülkiyet alma hakkı tanınan elin milyoneri gelip Yeşilköy’ü alacaktır. İstiklal Harbi niçin yapılmış, Çanakkale’de o kadar insanı niçin şehit verilmiştir?[12]

Hükümete yönelik sert eleştirilerde bulunan Erbakan’ın -daha önce belirttiğimiz gibi- milli devlete, milli dış politikaya bir itiraza olmadığı gibi, hükümeti milli çizgiden saptığı için de eleştirmektedir. Hükümet, İslâm’a değil, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) girmek istemektedir. Bunun yanında NATO da nimet-külfet dengesini tutmamakta, İran’a ambargo koyup İran-Irak ihtilafında arabuluculuk yapacağına soruna seyirci kalmakta, Afganistan’a yardım etmemekte ve gizli CENTO çalışmaları yapmasının yanında İsrail ile ilişkileri de kesmemektedir. Erbakan AET’ye ve İran’a ambargo konmasına üslerin İslâm âlemi aleyhine kullanılmasına ve gizli CENTO kurulmasına karşı olduğunu açıkça ifade etmektedir.

İnsan yetiştirmek ve dil

Yenigün, Nurettin Topçu’nun “insan yetiştirmek” hedefini benimsemektedir. Topçu’ya göre her şeyimizle benliğimizin mimarı olacak fedakâr bir zümrenin zihninde Yunus Yavuz ile birleşecek, Sinan Akif’e uzanacak, Ebu Hanife, Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir ve onların eseri olacak yarınki Türkiye, şu temeller üzerinde kurulacaktır: “Anadolu’nun toprağından kaynayan kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi olduğuna inanmış bir ruh.” Topçu’ya bunları söyleme imkânı kazandıran şey, sosyologluğu ve felsefe ile hemhal oluşu, tasavvuf kapısından feyz alışıdır.[13]

Dildeki “ırkçılık”, “uydurukçacılık” ve “uydurukizm” dediği Öztürkçecilik ile alay edercesine Yenigün, yazılarında şu başlıkları kullanır: “Saptamasız ve saplamasız tespitler.” “Bir İslâm düşmanının bilimsel ve piresel özelliği”  Aydın eleştirisi yaparken de şu ifadelere yer verir: “Yeniden yaratılıyorsun aydınlarımız elinde. Anla artık “sorun”larla, “olanak”larla, “saptamak”larla konuş. Niçin? Hiç anlamıyorsun hâlâ. Sana temelinde “Arap kültürü” olmayan bir dil, bir tefekkür yapıyorlar dilin de değişecek, dinin de.”

Aydın sol ve sağa kavramlarına bakış

Yenigün, aydın eleştirileri yaparken isim vermekten de çekinmez: “Şeriata küfreden; Allah, Kur'an ve İslâm’a küfretmiştir. Bu anlamda İlhan Arsel gibilere ism-i fail olarak kâfir derler. Durum İslâmî ıstılahta böyledir.”  Bu yaklaşımı İbnu Teymiye’nin sözlerine küfür dediği İbnu Arabi’ye kâfir dememesine[14] benzemektedir. Yenigün’e göre bu din ile nice Ebu Cehiller uğraşmıştır ancak geberip giden Ebu Cehil gibi onun taslakları da aynı akıbeti paylaşacaktır.

Türkiye’deki solun, yabancılaşmış insanları bünyesinde toplayan Avruapi anlamda bir sol olduğunu düşünen Yenigün’e göre, onları tercüme Marksist eserlerle beslemektedir ama sağ denilen zümre Avrupai anlamda sağ değildir. Tamamen yerli, bu toprağın bin yıllık sesini devam ettiren insanlardan, kapitalist, ırkçı düzenin müdafii insanlara kadar herkes vardır sağ tabirinin içinde. Değerlendirmeleri bu farklara bakarak yapmak gerekir. Fakat sol kendi dışındaki her harekete “Faşizm” damgasını vurmaktadır. Bu da onun bir Batılı gibi düşündüğünü Batı toplum yapısı tarihinden başka hiçbir şey bilmediğini göstermektedir. Çünkü kültürü tercüme kültürüdür. Bin yıldan bilebildiği, öğrenebildiği sadece 50 yıldır, 950 yılı bilmez. Çünkü okuyamaz ve anlayamaz. Okumaması ve nefret etmesi için de bu memlekette her şey yapılmıştır.

Sol ve sağ diye adlandırılan Türkiye tipi bölünme, acı bir hakikat olarak gözler önündedir. “Sol” yabancılaşmanın temsilcisidir. Çünkü bu milletin dinini, tarihini, kültürünü kabul etmemekte ve çağı geçmiş ve tükenmeye mahkûm bir unsur olarak görmektedir. “Sağ” denilen cephe ise bin bir parçadır. Liberalist fikirden, milliyetçiliğe, dinî fikirlerden Atatürkçülüğe kadar içinde her eğilim mevcuttur. Net değil, müphem ve muğlaktır ve ayıklanmadan da tanımanın imkânı yoktur.

Solun karşısında gözükenlere gelince antikomünist gözüken Batıcı kalantorlar, her çeşit rezilliği bünyesinde barındıran bu grup, komünizmi sırf nefsi arzularına mani olacağı korkusuyla istememektedirler. Bu zümrelerin Yenigün’ün dünya görüşüyle hiçbir ilişkileri yoktur. 1960’tan 1971’e kadar solun tercüme kültürü karşısına “Kahrolsun komünistler, komünistler Moskova’ya” sözü dışında ciddi çalışmalar ve tebliğlerle çıkılamamıştır. Komünizme karşı olmak, bir doğruyu getirmek değildir. Getirilen tez de açıkça izah edilmelidir. Bozuk düzenin nasıl tahlil edildiği, ne gibi bir ıslah istendiği ve hangi değerlere inanıldığı net bir şekilde ortaya konmalıdır. Enternasyonal komünizmin her çeşit fraksiyonu düşmandır ama bu arada, komünizmin büyümesini sağlayan fikri dayanaklarıyla kapitalizmin ve hatta faşizmin desteklediği antikomünist hareketlerin sadece komünizm tehlikesini görüp kapitalizmin oyununa gelmesi büyük bir tehlikedir.

Yazarımız, sol kesimin öne çıktığı bir eylemi anlatırken mitinglerin, gösterilerin asrın toplumsal tapınma hali olduğunu ileri sürer.[15] Grevler, direnişler, işgaller mahvolan milli servettir. Onlar “milli değer”, “modaya karşı geleneklerimiz”, “gavur adeti” diyenlere “pis, gerici, faşist ve şoven” ithamında bulunmakta ama aynı zamanda da Orhun abidelerine, Uygurlara, Moğollara kadar uzanıp öz dil, öz Türkçe diye naralar atmaktadırlar.

Komünizm, zulme karşı bir başka zulümle kine karşı başka bir kinle karşı koyan bir tepki rejimidir. Kapitalizm gibi onun da tanrısı maddedir. Yenigün, Komünist karşıtlığı yaparken kapitalistlerin de vicdansız ve ahlaksız, mutlu ve putlu bir azınlık olduğunu söylemektedir. Profesör maaşlarından daha yüksek bir gelire sahip olan sendikacıların, sapıklıklara dur demeyen idarecilerin olduğu bir düzen zalim bir düzendir. Başka bir zalimi iktidara getirmekle –Muhtemelen komünist bir yönetimi kastediyor.- bu zalim düzen yıkılmaz.

Bin yıllık tarih

Muhafazakarlık kavramına olumlu bakan Yenigün[16] Nurettin Topçu (1909-1974) gibi bin yıllık tarih söylemini kullanmaktadır. Bin yılık şarkın şerefli ve haysiyetli mevkiinden el kadar yere sıkıştırıldığından beri tarihi misyonundan istifaya zorlanmaktadır koskoca bir millet.[17] Batılılaşma 1000 yıllık Anadolu insanının yapısını bozmuştur. Bugün Kürtlerin tarihini Nikin yazmakta, Rusya, Amerika, Fransa ve Baltık memleketlerinde Kürdoloji bölümleri açılmaktadır. Türkoloji hareketlerini de bir zamanlar yine Avrupalılar başlatmıştı. II. Meşrutiyet’ten sonra garip bir Oidipus kompleksine[18] yakalanan aydınlarımız Batı’dan gelen bir irşadla bin yıllık tarihlerini inkâra kalkışmış ve kendilere yeni tanıtılan bu medeniyete eşsiz bir sevgiyle kafalarını ve gönüllerini açmışlardır.

Bin yıl İslâm ile yoğrulmuş, aynı cephede Allah diyerek can vermiş, mümin kardeşlerin arasını önce Batıcılar açmıştır. Aydın takımı bin yıllık irfan hayatından koparıldığından beri bizi (Müslümanları) Batı’ya peşkeş çekmektedir. Yengün devamla şöyle der: “Bizim (Müslümanların) sesimiz bu liseye de, üniversiteye de sokulmayan ama bu milletin bin yıllık sesidir. 1000 yıl ezanı Muhammedi gürlemiş bu topraklar Allah diyen herkesin tapulu malıdır! Bu vatan Allah’ın hakimiyetine karşı beşeri sistemler, putlar, ilkeler, iğrenç izmler sokup inananları müşrik bir düzene mahkum etmişse, onlara karşı cihad etmek doğru bir seçenektir.”

Karma eğitim ve Kadın konusuna bakışı

Yenigün, kız liselerine o dönemde erkek, erkek liselerine de kız öğrenci alınmasını bir mason harekâtı olarak görür. Okullarda ahlak dersi mecburidir ve lisenin zıpçıktı delikanlısı ve hoppadak kızı, ders için “Hııh! Erbakan’ın dersi” demektedir. Yine o dönemde namaz kılan İHL’li, güzel konuşan Edebiyat Fakültesi mezunu, başını örten bayanlar da turist ya da yaşlı nine veyahut tarikatçı olarak görülmektedir. Yenigün’ün okullardaki bu değişimi masonların işi olarak görmesi ile masonların yakın zamana kadar törenlerine hanımları almayışlarını –yani bir bakıma haremlik-selamlık uygulamalarını- izah etmek kolay görünmemektedir. Belki de Yenigün, onların kendilerini uzak tuttukları şeyi Müslümanların başına sardırmaya çalıştığı kanaatindedir.

Kadının saygınlığı açısından kapitalizme karşı olduğunu söyleyen komünizmin de yapabileceği bir şey yoktur. Namus, şeref, aile ve din gibi kavramlar komünist toplumda bir değer ifade etmemektedir. Pravda gazetesinde 1924 yılında ifade edildiği gibi, sevgi yok, cinsellik vardır. Aile bağları devrimi güçsüz kılmaktadır. Yenigün Türk basınındaki aile mefhumunu sarsıcı nitelikteki sözleri sarf edenleri Batı’nın maymunları olarak görmektedir. Bu görüşünü desteklemek için o dönemin gazete manşetlerini zikreder: “Siret toplantısı başlıyor. Türkiye’de laik devlet hudutları içinde şeriatçılık propagandası yapılacak!” “Türk kadını şeriat baskısından kurtuluşunu bugün televizyonda anlatacak” “Köhnemiş Osmanlı’yı uygar fikirlerle ortadan kaldırdı…” “Hâlâ Osmanlı’dan bahsetmek çağdışılıktır!” “Bunca devrime karşın hâlâ başını örten kadınlar var. Üniversiteye bile başörtülü geliyorlar.” 

Amerika’ya bakışı

 Amerika için gözyaşı, esaret, zulüm önemli değildir! Bu dev için halkının yazlığa giderken arabasına koyacağı benzinin, kapitalist tüketim ekonomisinin devamı için açık-Pazar olma hüviyetinin, kendilerinin yazıp oynadığı senaryolarda çatlak ses olmamanın önemi vardır. İnsanın, vahşetin, gözyaşının değil!

Amerikan basını Yahudilerin kontrolü altında olduğunu ifade eden Yenigün’e göre, onlar Müslümanları öcü gibi göstermektedirler. Sözgelimi, İran İslâm Devrimi lideri Humeyni (1902-1989), sapık, katil ve cani diye tanıtılmaktadır. Ellerine kalem kâğıt almış her gün (İran’da) kaç kişinin öldürülmüş olduğunun çetelesini tutmaktadırlar.[19] Ne var ki, Çad’da öldürdükleri 15 bin Müslümanın hesabını yapmamaktadırlar. Çad’da 15 bin Müslümanı katleden Batılılar, İran’ın 618. İdama ulaştığının çetelesini tutanlar, Afrika’yı esir ticareti ile nüfus kaybına uğratanlar, esir tüccarları vampirler, ırkçılar; şimdi, Müslümanlaşan Afrika’ya yamyamlık hikâyeleri yakıştırarak çocuk kandırmaktadırlar.

O dönemlerde okunan Tommiksler, Kinovalar, Teksaslar… seyredilen kovboy filmleri ile hedef, beyin yıkamadır. Söz konusu kitaplara göre Kızılderililer, ülkeleri zapt edilen korkunç bir soykırıma uğratılan, beyazlar tarafından imha edilen mazlum bir millet değil de, kafa derisi yüzen, vahşi, çılgın, yok edilmesi gereken yaratıklardır. Emperyalist beyazların haklıklarını dünya kamuoyuna ve kendi çocuklarına anlatabilmesi için çıkarttığı birer uydurmalar serisi idi.[20]

Bağımsızlık hareketlerinin Batı’ya karşı tavrı

İslâm toplumlarında bağımsızlığı gerçekleştirilen eski sömürgecilerine karşı tutumları bir yandan bağımlılık ve eşitsizlik ilişkilerine karşı tepkiyi içerirken diğer yandan onların oluşturduğu modellere karşı bir hayranlığı ve kültürel yakınlığı da içine saklamıştır. Bu elitler içinde Batı’nın teknolojik gelişmesini aynen benimseyip bir Batı toplumu olmayı amaçlayanlar yanında, Batılılaşmadan dehşete kapılıp bu yolun kendi kişiliklerini öldüreceği, kültürel kimliği yok edeceğini düşünerek geleneksel değerlere sıkı sıkıya sarılmaya yönelen bir kesit var olagelmiştir. Yenigün, birinci türe en iyi örneğin Türk devrimini gerçekleştiren Kemalist kadro olduğu kanaatindedir. İkinciler ise son örneği İran devriminde görülen, kaynağını dinden alan tepkilerde somutlaşmaktadır.

Yenigün’e göre, İran İslam Cumhuriyeti lideri Humeyni, Sünni Afganistan’ı desteklemekte, Moro Müslümanlarına ölüm yağdıran uçakların benzinini kesmekte ve İsrail’in petrolünü engellemekte ve onu İslâm’ın düşmanı ilan etmekte ve Amerikan jandarmalığını da reddetmektedir. Türkiyeli Müslümanlar, Humeyni’nin bu erkekçe kararlarını ve komünistlerin kavramlarını alt üst eden devrimini alkışlamaktadır. Ancak kimsenin oturup Şii olmaya niyeti de yoktur, Humeynicilik yaptığı da.

İslâm davası için büyük özveride bulunmuş Sedat Yenigün’e verdiği yiğit mücadelenin onun kurtulanlardan olmasına aracılık etmesini diliyoruz.

 

Kaynakça

Eryarsoy, Beşir, “Sedat Yenigün niçin şehid edildi?”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993.

Güneş, Hasan, “(Sedat Yenigün’ün) şehadetinden 13 yıl sonra”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993.

İslâm Ansiklopedisi, TDV Yay., İst., 2000

Kayacan, Murat, “İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”, Haksöz derg., S. 178, İst., 2006

Kayhan, Burhaneddin, “Sedat Yenigün”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993

Türkmen, Hamza, “Sedat Yenigün niçin şehid edildi?”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993.

Yenigun, Sedat, Bir Sehidin Notları, İnkılâb Yay., İst., 1990.



[1] MTTB, başlangıçta laik kesimin inisiyatifinde bir üniversite gençlik kuruluşu idi. 196O'lı yılların sonunda ise, muhafazakar-İslamcı kesimin eline geçmişti. Bir müddet sonra da, MTTB amblemindeki bozkurt çıkartılıp yerine kitap konulmuştu bkz. Türkmen, Hamza, “Sedat Yenigün niçin şehid edildi?”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993, s. 17.

[2] O dönemde MTTB gençliğinin okuduğu eserler ağırlıklı olarak Peyami Safa, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Said Nursi, Kadir Mısıroğlu’nun eserleri olsa da Türkçe’ye yeni çevrilmeye başlanan Ebu'l Ala Mevdudi, Muhammed Kutub, Muhammed Hamidullah, Seyyid Kutub, Abdulkadir Udeh’in kitapları da okunmaya başlanır bkz. a.e., s. 18

[3] Bu dergide MTTB adına protokol yazıları ve dönemin bazı gelenekçi-İslamcı yazar ve akademisyenlerin yazıları yer alıyordu. Ama 1970'li yılların Türkiye'de yükselen tevhidi uyanış çizgisini yansıtan makale ve şiirler daha büyük bir ağırlık tutuyordu. Ömer Özbay ve benzerleri gerçekten tevhidi bilinç ve mücadele aşkı aşılayan en önemli şiirlerini Milli Gençlik'te yazmıştı. Dergide Ali Bulaç'ın, Beşir Eryarsoy'un, Adil Doğru'nun, Selahattin Eş'in vb. 1974-75 yılları için önem ifade eden yazıları yayınlandı. Seyyid Kutup, Malik Bin Nebi, Muhammed Hamidullah gibi yazarlar Milli Gençlik'le müslüman kesimin gündemine daha fazla sokuldu. Sedat Yenigün ise, kültür, sanat ve aktüalite ile ilgili değerlendirmelerini Mehmet Mengüç müstear adı ile yazıyordu. Şehid Şeyhmus Durgun da, en önemli ve verimli yazılarını Milli Gençlik'te yazmıştı bkz. a.e., s. 19.

[4] Onun komünistler tarafından da öldürüldüğü de iddia edilmektedir ama bu iddia ucuz ve basit bulunmaktadır bkz. Kayhan, Burhaneddin, “Sedat Yenigün”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993, s. 20.

[5] Yenigün’e göre Batı’yı ve Batılılaşmayı yenebilmek için onlardan daha çok Batı’yı bilmek gerekir. Onun yaklaşımı imanını kaybetmiş bir tavırla Batı’ya yaklaşmak değildir. Kulluk etmek için değil, Bilakis kendi medeniyetimizle Batı arasındaki farkları görmek için Batı’yı öğrenmek bir zorunluluktur (103).

[6] Nene Hatun (1857- 1955) 93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdırmıştır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını geride bırakarak katılmıştır.

[7] Örnek olarak gösterdiği kişilerin İslâm algıları tartışılır kişileri de kapsamaktadır.

[8] İslâm Ansiklopedisi, TDV Yay., İst., 2000,  XXI, 293.

[9] Yenigün’ün İran’daki yeni yönetimi desteklemektedir ama bu, onun Şii olduğu anlamına gelmez. Çünkü İran hareketini desteklemek başka, Şiiliğe sempati beslemek, ona alet olmak ayrı bir şeydir. Dünyanın neresinde bir İslâmî uyanış olsa kalbi orası için çarpar. Yüzyılı aşkın bir hasrettir bu. Bu hususta çeşitli yanılmalara da düştüğünü itiraf etmekten çekinmez.

[10] Orta Doğu Güvenlik Sistemi tasarısı, A. B. D. Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'in teşebbüsleri (1953) ile başladı. Orta Doğu ülkelerini ziyaret eden Dulles, Ankara'ya da uğrayarak, Sovyet yayılmacılığına karşı Orta Doğu'da bir Savunma Teşkilatı'nm kurulmasının önemini belirtti. Fakat, bu düşünce Amerika tarafından sürdürülmedi.

[11] İsrail gizli servisinin görüştüğü kimseler Dışişleri yetkilerinden Osman Alpkaya ve Şefik Tenmen’dir.

[12][12] Erbakan’ın bu eleştirileri günümüzde AK Parti için yapılmaktadır. Bu eleştirinin neredeyse 22 Temmuz 2007’dek genel seçimlerde iki kişide birinin oyunu alan partiye yapılması da ilginçtir.

[13] Topçu’nun bu yaklaşımı büyük oranda Fethullah Gülen’in “Gönüllüler Hareketi” dediği çevre tarafından büyük oranda paylaşılmakta ve pratiğe dökülmektedir.

[14] Kayacan, Murat, “İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”, Haksöz derg., S. 178, İst., 2006, s. 48.

[15] Halbuki mitingleri ve gösterileri yapanların İslâmî kesimden olmayışı onları şirk öğesi gibi takdim etmeyi meşrulaştırmaz.

[16] Muhafazakar kimseler, dinî inançlarını, ahlaki disiplinlerini devam ettirmektedirler ve onlar eski cemiyetin sağlam ailelerinden kalan bakiyelerdir. İnanmakta ve inançlarına göre yaşamaya gayret etmektedirler. Çocuklarına sahip çıkmakta, yani onların Batıcı toplum çarkında yozlaştırılmasına müsaade etmemektedirler. 200 yıllık tahribe rağmen ayakta kalabilmişlerdir. Onlara ne “sol” ne de “sağ” denebilir. Hiçbir Avrupai mefhumla ifade edilemezler. Onlar nevi şahsına münhasır iman medeniyetinin devamcısıdırlar. Bu yüzden de Batıcılığa ve onun getirdiği Liberalizme, Marksizm’e ve her türlü yozlaşmaya karşıdırlar (Yenigün, 106).

[17] Eserin bir yerinde Anadolu’nun 900 yıllık tarihinden söz edilmektedir (123).

[18] Oidipus kompleksi, Avusturyalı Sigmund Freud'un (1856-1939) kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerdir. Freud'a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Erkek bebeğin sürekli annesine şımarması babasının annesiyle ilgilenmesinden rahatsız olup ağlaması veya araya girmesi bu teoriye delil olarak gösterilir.

[19] İran İslâm Devriminin önde gelen Müslüman liderlerinden kimlerin çeşitli örgütler tarafından öldürüldüğüne dair bkz. İslamic Propaganda Organizaton, Felonies of the MKO Terrorists in Iran, Tehran, 1983.

[20] Son zamanlarda doğruyu gösteren filmler çevrilmektedir. Başrolünü Tom Cruise’in oynadığı Son Samuray adlı film buna örnektir. Japon imparatorluğundaki Meiji Restorasyonu (1876-1877) dönemindeki Samurailarla yaşanan sıkıntıları askeri yöntemlerle aşmaya çalışan İmaparator’un kiraladığı Tom Cruise film boyunca Kızılderilileri nasıl katlettiklerini hatırlar ve vicdan azabından kurtulamaz.