Şehid Sedat Yenigün'den notlar
Bu
yazımızda Sedat Yenigün’ün şahsiyeti, fikirleri
ve mücadelesini Bir Şehidin
Notları adıyla kitaplaştırılan yazıları
çerçevesinde ortaya koymaya
çalışacağız. Erzincan doğumlu Sedat
Yenigün (1950-1980), ilköğrenimini memleketinde, orta
öğrenimini İstanbul’da yaptı ve İstanbul Üniversitesi
Türkoloji bölümünden mezun oldu. Vefa Lisesi’nde
okurken MTTB[1] Ortaöğrenim
Komitesi’nin idare heyetinde bulundu. Onun
başkanlığında faaliyetler katılan liseli
gençler, her hafta bir kişinin kitap özeti sunumunu dinliyor
ve sonra konuyu tartışıyorlardı.[2]
Yaptığı etkinlikler sonucu örgütün Genel
Yönetim Kurulu üyeliğine getirildi. MTTB’ye “MTTB
Bülteni” adıyla periyodik bir yayın organı
kazandırdı. Yayına uzun süre ara veren Milli Gençlik
dergisinin[3]
yeniden yayınlanmasında katkıları oldu. Bu dergide hem
başyazarlık hem de yazı kurulu üyeliği yaparak
birçok inceleme, araştırma, röportaj ve denemeler
yazdı. İslami Hareket dergisinde Müslümanların
gündemi ile yakından ilgili yazılar kaleme alarak o dönemin
şartlarına göre normal seviyenin ilerisinde İslami
şuur örneği gösterdi (Eryarsoy, 18; Güneş, 19). Onun
okuma ve yazma konusundaki verimliliği ve
teşkilatçılığı etkinliklerinde önemli bir
referans oldu.
Milli
Gençlik dergisi, çıkmaya başladıktan bir
dönem sonra Yenigün askere gitti. O askerde iken, Orta
öğrenim için düşündüğü bir
faaliyet türü, "Çatı" dergisi olarak vücut
buldu. Askerden dönüşünde Çatı ile ilgilenmeye
ve orada yazmaya başladı. Ancak askerde iken MTTB'de yaşanmaya
başlanan yönetim değişimi, onu MTTB işleyişi
konusunda iyice ümitsizliğe şevketti. Sonuçta o,
aynı hissiyatı paylaşan arkadaşları ve özellikle
o zamanki MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nde görev almış
sorumlu bazı gençler MTTB'den ayrılıp 1977
yılında İstanbul Fatih'de İlim Kültür
Ocağı [İKO]'nı oluşturdular (Türkmen, 19).
Aynı
yıllar MSP, yan bir gençlik kuruluşu olarak
Akıncılar Derneklerini oluşturuyordu. Ancak İKO,
dönemin şartları içinde önemli ve ileri bir
farklılık taşıyordu. İKO, partiye bağlı
olmayan, kendini icazetli hissetmeyen, tüm milli vurgulardan arınma
yolunda; ümmetçi, tüm İslamî hareketlerle
ilişki kurmaya çalışan ve kendini evrensel İslami
hareketin mensubu kabul eden bir gençlik hareketi olarak belirdi. Sedat
Yenigün, İKO etrafında toparlanan gençler ile yakın
ilişkiler kurmaya çalıştı. Öğrencilerin
yurt, burs ve eğitim sorununa kadar birçok gereksinimiyle
ilgilenmeye çalıştı. Tabii ki ilişki kurulan
gençlerin fikri, maddi ve sosyal ihtiyaçlarını
karşılama konusunda münasebetler (Türkmen, 17)
kurumsallaştırılamamıştı. Ortaya
çıkan boşluğu doldurma görevini Yenigün ve
birkaç arkadaşı fedakârca üstlendi. İKO
mensupları, 1978 yılında İslami Hareket adlı dergiyi
çıkartmaya başladılar. İslami Hareket, o zamana
kadar yayınlanmış dergilere nazaran daha tevhidî ve canlı
bir dergiydi.
Yenigün; ülke
insanlarının ufuklarının daraltıldığı,
yollarının tıkandığı, şaşkın
kalabalıkların modernizm ve bâtıl ideolojilerin
çukuruna itildiği bir dönemde bütün 1970'li
yıllar boyunca tevhide, Kur'ani aydınlığa ulaşabilme
ve insanları hidayete yönelebilecekleri bir mücadeleye sevk etme
amacıyla yoğun çaba harcadı (Türkmen, 17). 12
Eylül darbesine çeyrek kala, "faili meçhul" diye
adlandırılan cinayetlerin, sağ-sol hesaplaşması
denilen öldürme olaylarının yoğun bir şekilde
sahnelendiği bir dönemde (Eryarsoy, 18) ülkücü bir
tetikçi tarafından[4]
5 Temmu z 1980’de şehid edildi.
Ön plana
çıkardığı kişiler
Yenigün’e
göre “asrın insanı” Mevlana’yı da,
Yunus’u da, Hacı Bektaş’ı da, Nasreddin
Hoca’yı da, Süleyman Çelebi’yi de
anlamamıştır. Onun merakı bir turistinkinden öteye
geçmez. Onlar Türkiyeli insan için
yaşanılmış bugün ise terk edilmiş bir
inançlar manzumesinin kalıntılarıdır. Kimisi de
Mevlana’yı Yunus’u sevip Hz. Muhammed (s)’e
düşman olmak gibi bir çelişkiyi yaşamaktadır. Batı’dan
ithal edilmiş ideolojiler[5]
Ömer, Ebubekir, Osman, Ali, İbrahim Edhem, Yunus, Osman Gazi, Nene
Hatun[6]
yetiştirememiş,[7]
insanı ekonomi ile ilişkisi açısından ele
almıştır.
Edebiyat
ile ilgili bir kimse olarak Yenigün, oldukça geniş bir alanda
okumalarda bulunmayı tavsiye etmektedir. Aksi takdirde yan yana
getirdiği isimlerin aynı anda örnek şahsiyetler olarak
belirtilmesi dinî açıdan pek makul görünmemektedir.
Halifeliğinin ikinci altı yıllık dönemi
uygulamaları tartışılan Hz. Osman’ın, hakkında
gerçekle menkıbelerin birbirine karıştığı
çelişkili bilgiler bulunan İbrahim Edhem’in,[8]
“Cennet cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç
huri / İsteyene ver onları / Bana seni gerek seni.” diyerek Hak
rızasını ön plana çıkarma adına cennet
nimetini küçümseyen Yunus’un söz ve
uygulamalarının “kısmen örnek oluşu”
vurgulansa daha iyi olurdu.
Irkçılık
“Faşizme
ölüm, Halka Hürriyet!”, “Halkların
kurtuluşu”, “Kürdistan’a
özgürlük” türünden duvar yazılarından
yola çıkarak Yenigün, bu düşüncelerin
doğulu vatandaşların kafasına sokulan korkunç
fitnelerin niteliğini gösterdiğini vurgulamaktadır. Ruslar
daha önce Ermeniler aracılığıyla yapmaya
çalıştığını şimdi dini, tarihi,
tasası ve sevinci bir olan Kürtler aracılığıyla
yapmaya çalışmaktadır. Ne var ki, “Kürt
kardeşlerin” yapmaya çalıştıklarını
Müslümanlığın
affetmesi mümkün değildir. İslâm’da da
ırkçılık yoktur.
Abdullahları,
Alileri, Kars’ta, Galiçya’da, Yemen’de, Çanakkale’de
omuz omuza düşmana karşı
çarpıştırmış, onları dost yapmış
kaynaştırmış bir İslâm kardeşliği
ortada iken; “Ne mutlu bizim ırka”, “Her şey bizim
ırk için!” demek söz konusu olamaz. Yenigün
ırkçılığın vereceği zararları
şöyle ifade etmektedir: “Irkçıların Komünistlerin
bizden kopartmağa çalıştıkları
Müslüman ırkları bir de biz itersek o vatanın halini
hesap edin. Azınlığın da, çoğunluğun da
ırkçılık yapması çirkindir. Kim yaparsa
bölücüdür.”
Sermayedarları
ve altın babalarıyla; bütün dinlere, medeniyetlere,
devletlere, savaş açmış Siyonizmin mensupları
komünistlerle işbirliği yapıp İran’da[9]
bir plan kurmuş ancak bizzat Müslüman Kürt halkı
tarafından tepelenerek bu cahiliye yobazlığı
başarısızlığa uğramıştır.
Müslüman Kürt halkı İslâm Cumhuriyetinin yanında
yer alırken, halktan kopuk, materyalist, ırkçı,
komünist kuklalar ve ajanlar Yahudi’nin ve Rus’un ellerine verdiği
silahlarla, selameti kaçmakta bulmuştur. Yenigün Seyyid
Kutub’tan nakille şöyle der: “(Cahiliyeden) kesin
ayrılık olmadan karışıklık devam edecek, tavizler
sürecek, yamalar yamanmaya çalışılacak ve
karanlıklar kalkmayacaktır. Ancak açıklıkla,
sarahatle ve yiğitçe İslâm’a davet
yapılabilir.”
Partili mücadeleye
bakışı
Sedat
Yenigün Parti ile (Milli Selamet Partisi) İslâmî
mücadeleye tamamen karşı değildir. Partinin fonksiyonel
olması, ekip çalışmasını
gerçekleştiren bir parti olması ve her şeyin liderden (Necmettin
Erbakan) beklenmemesi durumunda olabilir. Öyle olursa bu
İslâm’dan bihaber millete mesaj ulaştırmak
mümkün olur. Bu duygularla, Milli Gazete'de haftada
üç-dört köşe yazısı
yazmıştır. Çünkü iyi bir gazete ile
Müslümanların yaygın olarak uyandırılıp
bilinçlendirileceğini savunmaktadır. Ancak Milli Gazete,
MSP'nin "parti bülteni" şeklinde çıkmakta
ısrarlı olunca gazetede yazılarına son vermiştir.
O
dönemde Erbakan gibi ağır sanayi taraftarı olan
Yenigün, onu ümmetçilik açısından da
tutarlı bulur. Ona göre İslâm âleminin ortak bir
güç oluşturması söz konusu olsaydı, Afganistan’ın,
Türkistan’ın işgaline seyirci kalmak söz konusu olmaz
ve oraya yardım ulaştırılırdı. Erbakan, MHP
Sözcüsü Sadi Somuncoğlu’nun:
“Afganistan’ın hür dünyanın yardımı,
hür dünyanın samimi desteği ile kurtulacağına
inanıyoruz.” sözlerinden yola çıkarak bu
görüşün bir yanılgı olduğunu
söylemektedir. Batılı düşünce yapısına
uymayan her ülke hürriyet mahrumu ülke
görülemeyeceği gibi milli devlet kavramıyla
çelişen enternasyonal bir kavramdır. Ama bu, Avrupa
sınırları veya düşüncesi içine
hapsedilmiş bir enternasyonalliktir. İslâm
kardeşliğini, ümmetçiliği ırkî
endişelerle reddeden MHP zihniyetinin, Batılıları dost ve
kardeş kabul ederken aynı ırkî endişeyi duymaması
tutarlı değildir.
MHP’nin
yapması gereken İslâm’a saygılı olmayı
değil, İslâmca düşünmektir. Aksi takdirde
“Kanımız aksa da zafer İslâm’ın”
sloganı havada kalmış bir söz olmaktan ileriye gidemez.
Batıcılığın temcit pilavı gibi
ısıtılıp öne sürüldüğü bu
sözler üzerine İslâmca yaşamak isteyen
ülkücüler bu konu üzerine kafa yormalıdır. Yine “Nato’nun
bütün vecibelerini yerine getireceğiz. İran’daki
rehineler milletlerarası hukuk ve insan haklarına
aykırıdır. Dost ve müttefikler üzerinde
Türkiye’nin güvenirliği üzerinde şüpheler
uyandırmak” sözleri çok düşünülecek
sözlerdendir. Bu, Batı’ya şirin gözükme
aşkından kaynaklanmaktadır! Aşk-ı Memnu! Bu her
şeyi talan eden iğrenç emperyalist sömürgen
Batı’ya, İran kadar “Hayır!” diyecek soylu
çıkışı gereklidir. Bu da katıksız
İslâm olmakla mümkündür. “Irkî
endişeler” Amerikancı politikayı; “sınıfçı
endişeler” Rusçu politikayı savunmaktan
alıkoymamaktadır.
Yenigün,
Erbakan’ın “Türkiye kardeş Irak ile kardeş
İran arasında arabuluculuk yapmalıdır.” şeklindeki
tezine katılmaz. Bu teklifi aynen MHP sözcüsü de tekrar etmektedir. Erbakan bu hataya düşmemelidir.
Sık sık tekrarladığı “50 milyonun kardeşliği”
gibi… İslâmî ıstılahta kimlerin kardeş olduğu
bellidir. Sosyalist ve de İslâm düşmanı Baas
idaresinin Müslüman İran ile kardeşliği olamayacağı
gibi Türkiyeli Müslümanların da kardeş olması
söz konusu olamaz. Suriye ile Mısır’la vb.
olamayacağı gibi. Bunların Müslümanca
düşünen halkı bu kapsamın
dışındadır.
Yenigün,
Müslümanca düşünen ve yaşamak isteyenlerin (İran’daki)
kıyamını yakından takip etmektedir. O dönemde Irak’ta,
Suriye’de hapishaneler lebaleb Müslüman doludur! Muhammed Baqr
es-Sadr’ı da şehit
eden (9 Nisan 1980) eli kanlı cinayet şebekesinin idaresindeki
Irak’ın İran ile mücadelesini, sosyalist Irkçı
Baas idaresindeki bir devletin Müslüman bir devletle mücadelesi
olarak görür. Bu kavgada Müslümanların yerinin
İran tarafı olduğu kanaatindedir. İslâm’ı
seçen İran’a ceza olsun diye CIA Irak’ı
kışkırtmaktadır. Irak (iktidarı) da sosyalistliği
CIA’ye alet olacak kadar yurtsever (!) ve İslâm
düşmanıdır. Yenigün’ün İran-Irak
savaşı konusundaki yaklaşımı teorik olarak doğru
görünse de iki ülke arasında taraf olmak belki birinin
işlediği zulmü ortadan kaldıracak güç mevcut
olduğunda anlamlı olabilir.
Şehit
Yenigün, Erbakan’ın 1980’li yılların
başında Adalet Partisi sıralarından protesto seslerinin
yükseldiği bir ortamdaki konuşmalarını da aktarır.
Erbakan o konuşmada ABD’nin, Rusya ile İslâm âlemine
karşı işbirliği yaptığını, Müslümanların
kurtuluşunun Müslüman ülkelerin kendi birleşik savunma
teşkilatlarını kurmalarıyla mümkün olduğunu,
öyle bir durumda yalnız Afganistan’ın değil,
Türkistan’daki Müslümanların da kurtarılabileceğini
ifade etmektedir. İslâm âleminin kurtuluşu için ortak
İslâm parasını yürürlüğe
koymaları, kendi Birleşmiş Milletlerini, ortak
pazarlarını, askeri
paktlarını ve kültür birliklerini kurmaları gerekmektedir.
Erbakan hükümeti milli dış politikadan sapmakla
suçlar. Bir gözleri Rusya’da bir gözleri de ABD’dedir.
Bu konuda yaptıkları tek ciddi şey Moskova olimpiyatlarına
sporcu göndermemektir.
Aynı
konuşmada Erbakan, İran’daki rehine krizine dair değerlendirmelerde
bulunmaktadır. Ona göre bu olayların temelinde
İran’ın İslâm’a dönüşü
yatmaktadır. Rehine olarak alınan elçileri korumayı
ananevi şiarı olarak görür ama İran casusluk
ettiğine inandığı bu rehineleri yıllarca İran
halkına zulmeden Şah’ı alma
karşılığında istemektedir. Erbakan bu olayda
ABD’nin tarafında yer alan TC Başbakanın pot kırdığını
düşünmektedir. İran halkının iç
işlerine karışmamak ve Amerika’nın tarafını
tutmak doğru bir tavır değildir. Başbakan bu
yaklaşımını İran’da muhatap bulamadığı
iddiasıyla meşrulaştırmaya
çalışmaktadır. Halbuki Yenigün’e göre, (o
dönemin İran başbakanı) Beni Sadr’ı, (İran
dışişleri bakanı) Kutbzade’yi muhatap almak
mümkündür. Bir devlet adamı olarak bunları yok saymak
mümkün değildir. Aksi takdirde kaçan fırsatı
Rusya değerlendirecektir.
Irak
ile İran arasında çatışma istenen bir şey
değildir. Bu iki kardeş ülke arasında arabuluculuk
Türkiye’ye düşmektedir. Erbakan konuşmasında gizli
CENTO[10]
faaliyetlerine de dikkati çeker. Ona göre dış
güçler İslâm âlemini parçalamak için
Mısır, İsrail ve Türkiye gizli CENTO
çalışmaları yapmaktadır. Bu bağlamda kendine
ulaşan bilgilere göre İsrail gizli servisi Türkiye’de
faaliyet yürütmektedir ancak Dışişleri Bakanının
bundan haberi yoktur.[11]
Varsa ve halktan gizleniyorsa bu da suçtur. Ortadoğu’nun
casusluk merkezinin İsrail elçiliği olduğunu Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) belirtmektedir. Türk
Havayolları 30 yıldır sadece Ortadoğu’da Tel
Aviv’e uçmakta ve yabancı havayollarına ait sadece
İsrail’e gidecek yolcular aranmamaktadır.
Erbakan’ın
hükümete getirdiği eleştirilerden birisi de Ortak Pazar ile
ilgilidir. Ona göre, Ortak Pazar sadece bir ticaret değil, Avrupa’yla
bütünleşme anlaşmasıdır. Bu anlaşma ile mülkiyet
alma hakkı tanınan elin milyoneri gelip
Yeşilköy’ü alacaktır. İstiklal Harbi
niçin yapılmış, Çanakkale’de o kadar
insanı niçin şehit verilmiştir?[12]
Hükümete
yönelik sert eleştirilerde bulunan Erbakan’ın -daha
önce belirttiğimiz gibi- milli devlete, milli dış
politikaya bir itiraza olmadığı gibi, hükümeti milli
çizgiden saptığı için de eleştirmektedir. Hükümet,
İslâm’a değil, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET)
girmek istemektedir. Bunun yanında NATO da nimet-külfet dengesini
tutmamakta, İran’a ambargo koyup İran-Irak ihtilafında arabuluculuk
yapacağına soruna seyirci kalmakta, Afganistan’a yardım
etmemekte ve gizli CENTO çalışmaları yapmasının
yanında İsrail ile ilişkileri de kesmemektedir. Erbakan
AET’ye ve İran’a ambargo konmasına üslerin
İslâm âlemi aleyhine kullanılmasına ve gizli CENTO
kurulmasına karşı olduğunu açıkça ifade etmektedir.
İnsan yetiştirmek ve dil
Yenigün,
Nurettin Topçu’nun “insan yetiştirmek” hedefini
benimsemektedir. Topçu’ya göre her şeyimizle
benliğimizin mimarı olacak fedakâr bir zümrenin zihninde
Yunus Yavuz ile birleşecek, Sinan Akif’e uzanacak, Ebu Hanife,
Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir ve onların eseri olacak
yarınki Türkiye, şu temeller üzerinde kurulacaktır:
“Anadolu’nun toprağından kaynayan kan, cemaat için
harcanan emek, bin yıllık tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi
olduğuna inanmış bir ruh.” Topçu’ya
bunları söyleme imkânı kazandıran şey, sosyologluğu
ve felsefe ile hemhal oluşu, tasavvuf kapısından feyz
alışıdır.[13]
Dildeki
“ırkçılık”,
“uydurukçacılık” ve “uydurukizm”
dediği Öztürkçecilik ile alay edercesine Yenigün,
yazılarında şu başlıkları kullanır:
“Saptamasız ve saplamasız tespitler.” “Bir
İslâm düşmanının bilimsel ve piresel
özelliği” Aydın eleştirisi yaparken de şu
ifadelere yer verir: “Yeniden yaratılıyorsun
aydınlarımız elinde. Anla artık “sorun”larla,
“olanak”larla, “saptamak”larla konuş.
Niçin? Hiç anlamıyorsun hâlâ. Sana temelinde
“Arap kültürü” olmayan bir dil, bir tefekkür
yapıyorlar dilin de değişecek, dinin de.”
Aydın sol ve sağa
kavramlarına bakış
Yenigün,
aydın eleştirileri yaparken isim vermekten de çekinmez:
“Şeriata küfreden; Allah, Kur'an ve İslâm’a
küfretmiştir. Bu anlamda İlhan Arsel gibilere ism-i fail olarak
kâfir derler. Durum İslâmî ıstılahta
böyledir.” Bu
yaklaşımı İbnu Teymiye’nin sözlerine
küfür dediği İbnu Arabi’ye kâfir dememesine[14]
benzemektedir. Yenigün’e göre bu din ile nice Ebu Cehiller
uğraşmıştır ancak geberip giden Ebu Cehil gibi onun
taslakları da aynı akıbeti paylaşacaktır.
Türkiye’deki
solun, yabancılaşmış insanları bünyesinde
toplayan Avruapi anlamda bir sol olduğunu düşünen
Yenigün’e göre, onları tercüme Marksist eserlerle
beslemektedir ama sağ denilen zümre Avrupai anlamda sağ
değildir. Tamamen yerli, bu toprağın bin yıllık sesini
devam ettiren insanlardan, kapitalist, ırkçı düzenin
müdafii insanlara kadar herkes vardır sağ tabirinin
içinde. Değerlendirmeleri bu farklara bakarak yapmak gerekir. Fakat
sol kendi dışındaki her harekete “Faşizm”
damgasını vurmaktadır. Bu da onun bir Batılı gibi
düşündüğünü Batı toplum
yapısı tarihinden başka hiçbir şey bilmediğini
göstermektedir. Çünkü kültürü tercüme
kültürüdür. Bin yıldan bilebildiği,
öğrenebildiği sadece 50 yıldır, 950 yılı
bilmez. Çünkü okuyamaz ve anlayamaz. Okumaması ve nefret
etmesi için de bu memlekette her şey yapılmıştır.
Sol
ve sağ diye adlandırılan Türkiye tipi bölünme,
acı bir hakikat olarak gözler önündedir. “Sol”
yabancılaşmanın temsilcisidir. Çünkü bu
milletin dinini, tarihini, kültürünü kabul etmemekte ve
çağı geçmiş ve tükenmeye mahkûm bir
unsur olarak görmektedir. “Sağ” denilen cephe ise bin bir
parçadır. Liberalist fikirden, milliyetçiliğe, dinî
fikirlerden Atatürkçülüğe kadar içinde her
eğilim mevcuttur. Net değil, müphem ve muğlaktır ve ayıklanmadan
da tanımanın imkânı yoktur.
Solun
karşısında gözükenlere gelince antikomünist
gözüken Batıcı kalantorlar, her çeşit
rezilliği bünyesinde barındıran bu grup, komünizmi sırf
nefsi arzularına mani olacağı korkusuyla istememektedirler. Bu
zümrelerin Yenigün’ün dünya
görüşüyle hiçbir ilişkileri yoktur.
1960’tan 1971’e kadar solun tercüme kültürü
karşısına “Kahrolsun komünistler, komünistler
Moskova’ya” sözü dışında ciddi
çalışmalar ve tebliğlerle çıkılamamıştır.
Komünizme karşı olmak, bir doğruyu getirmek değildir.
Getirilen tez de açıkça izah edilmelidir. Bozuk düzenin
nasıl tahlil edildiği, ne gibi bir ıslah istendiği ve hangi
değerlere inanıldığı net bir şekilde ortaya
konmalıdır. Enternasyonal komünizmin her çeşit
fraksiyonu düşmandır ama bu arada, komünizmin
büyümesini sağlayan fikri dayanaklarıyla kapitalizmin ve
hatta faşizmin desteklediği antikomünist hareketlerin sadece
komünizm tehlikesini görüp kapitalizmin oyununa gelmesi
büyük bir tehlikedir.
Yazarımız,
sol kesimin öne çıktığı bir eylemi
anlatırken mitinglerin, gösterilerin asrın toplumsal
tapınma hali olduğunu ileri sürer.[15]
Grevler, direnişler, işgaller mahvolan milli servettir. Onlar “milli
değer”, “modaya karşı geleneklerimiz”,
“gavur adeti” diyenlere “pis, gerici, faşist ve
şoven” ithamında bulunmakta ama aynı zamanda da Orhun abidelerine,
Uygurlara, Moğollara kadar uzanıp öz dil, öz Türkçe
diye naralar atmaktadırlar.
Komünizm,
zulme karşı bir başka zulümle kine karşı
başka bir kinle karşı koyan bir tepki rejimidir. Kapitalizm gibi
onun da tanrısı maddedir. Yenigün, Komünist
karşıtlığı yaparken kapitalistlerin de vicdansız
ve ahlaksız, mutlu ve putlu bir azınlık olduğunu
söylemektedir. Profesör maaşlarından daha yüksek bir
gelire sahip olan sendikacıların, sapıklıklara dur demeyen
idarecilerin olduğu bir düzen zalim bir düzendir. Başka bir
zalimi iktidara getirmekle –Muhtemelen komünist bir yönetimi
kastediyor.- bu zalim düzen yıkılmaz.
Bin yıllık tarih
Muhafazakarlık
kavramına olumlu bakan Yenigün[16]
Nurettin Topçu (1909-1974) gibi bin yıllık tarih
söylemini kullanmaktadır. Bin yılık şarkın
şerefli ve haysiyetli mevkiinden el kadar yere
sıkıştırıldığından beri tarihi
misyonundan istifaya zorlanmaktadır koskoca bir millet.[17]
Batılılaşma 1000 yıllık Anadolu insanının
yapısını bozmuştur. Bugün Kürtlerin tarihini
Nikin yazmakta, Rusya, Amerika, Fransa ve Baltık memleketlerinde
Kürdoloji bölümleri açılmaktadır.
Türkoloji hareketlerini de bir zamanlar yine Avrupalılar
başlatmıştı. II. Meşrutiyet’ten sonra garip bir
Oidipus kompleksine[18]
yakalanan aydınlarımız Batı’dan gelen bir
irşadla bin yıllık tarihlerini inkâra
kalkışmış ve kendilere yeni tanıtılan bu
medeniyete eşsiz bir sevgiyle kafalarını ve
gönüllerini açmışlardır.
Bin
yıl İslâm ile yoğrulmuş, aynı cephede Allah
diyerek can vermiş, mümin kardeşlerin arasını
önce Batıcılar açmıştır. Aydın
takımı bin yıllık irfan hayatından
koparıldığından beri bizi (Müslümanları)
Batı’ya peşkeş çekmektedir. Yengün devamla
şöyle der: “Bizim (Müslümanların) sesimiz bu
liseye de, üniversiteye de sokulmayan ama bu milletin bin yıllık
sesidir. 1000 yıl ezanı Muhammedi gürlemiş bu topraklar
Allah diyen herkesin tapulu malıdır! Bu vatan Allah’ın
hakimiyetine karşı beşeri sistemler, putlar, ilkeler,
iğrenç izmler sokup inananları müşrik bir
düzene mahkum etmişse, onlara karşı cihad etmek doğru
bir seçenektir.”
Karma eğitim ve
Kadın konusuna bakışı
Yenigün,
kız liselerine o dönemde erkek, erkek liselerine de kız
öğrenci alınmasını bir mason harekâtı
olarak görür. Okullarda ahlak dersi mecburidir ve lisenin zıpçıktı
delikanlısı ve hoppadak kızı, ders için
“Hııh! Erbakan’ın dersi” demektedir. Yine o
dönemde namaz kılan İHL’li, güzel konuşan
Edebiyat Fakültesi mezunu, başını örten bayanlar da
turist ya da yaşlı nine veyahut tarikatçı olarak
görülmektedir. Yenigün’ün okullardaki bu
değişimi masonların işi olarak görmesi ile
masonların yakın zamana kadar törenlerine hanımları
almayışlarını –yani bir bakıma
haremlik-selamlık uygulamalarını- izah etmek kolay
görünmemektedir. Belki de Yenigün, onların kendilerini uzak
tuttukları şeyi Müslümanların başına
sardırmaya çalıştığı kanaatindedir.
Kadının
saygınlığı açısından kapitalizme
karşı olduğunu söyleyen komünizmin de
yapabileceği bir şey yoktur. Namus, şeref, aile ve din gibi
kavramlar komünist toplumda bir değer ifade etmemektedir. Pravda
gazetesinde 1924 yılında ifade edildiği gibi, sevgi yok,
cinsellik vardır. Aile bağları devrimi güçsüz
kılmaktadır. Yenigün Türk basınındaki aile
mefhumunu sarsıcı nitelikteki sözleri sarf edenleri
Batı’nın maymunları olarak görmektedir. Bu
görüşünü desteklemek için o dönemin gazete
manşetlerini zikreder: “Siret toplantısı
başlıyor. Türkiye’de laik devlet hudutları
içinde şeriatçılık propagandası
yapılacak!” “Türk kadını şeriat
baskısından kurtuluşunu bugün televizyonda anlatacak”
“Köhnemiş Osmanlı’yı uygar fikirlerle ortadan
kaldırdı…” “Hâlâ Osmanlı’dan
bahsetmek çağdışılıktır!”
“Bunca devrime karşın hâlâ başını
örten kadınlar var. Üniversiteye bile
başörtülü geliyorlar.”
Amerika’ya
bakışı
Amerika için
gözyaşı, esaret, zulüm önemli değildir! Bu dev
için halkının yazlığa giderken arabasına
koyacağı benzinin, kapitalist tüketim ekonomisinin devamı
için açık-Pazar olma hüviyetinin, kendilerinin yazıp
oynadığı senaryolarda çatlak ses olmamanın
önemi vardır. İnsanın, vahşetin,
gözyaşının değil!
Amerikan
basını Yahudilerin kontrolü altında olduğunu ifade
eden Yenigün’e göre, onlar Müslümanları
öcü gibi göstermektedirler. Sözgelimi, İran
İslâm Devrimi lideri Humeyni (1902-1989), sapık, katil ve cani
diye tanıtılmaktadır. Ellerine kalem kâğıt
almış her gün (İran’da) kaç kişinin öldürülmüş
olduğunun çetelesini tutmaktadırlar.[19]
Ne var ki, Çad’da öldürdükleri 15 bin
Müslümanın hesabını yapmamaktadırlar.
Çad’da 15 bin Müslümanı katleden
Batılılar, İran’ın 618. İdama
ulaştığının çetelesini tutanlar, Afrika’yı
esir ticareti ile nüfus kaybına uğratanlar, esir
tüccarları vampirler, ırkçılar; şimdi,
Müslümanlaşan Afrika’ya yamyamlık hikâyeleri
yakıştırarak çocuk kandırmaktadırlar.
O
dönemlerde okunan Tommiksler, Kinovalar, Teksaslar… seyredilen
kovboy filmleri ile hedef, beyin yıkamadır. Söz konusu kitaplara
göre Kızılderililer, ülkeleri zapt edilen korkunç
bir soykırıma uğratılan, beyazlar tarafından imha
edilen mazlum bir millet değil de, kafa derisi yüzen, vahşi,
çılgın, yok edilmesi gereken yaratıklardır.
Emperyalist beyazların haklıklarını dünya kamuoyuna ve
kendi çocuklarına anlatabilmesi için
çıkarttığı birer uydurmalar serisi idi.[20]
Bağımsızlık
hareketlerinin Batı’ya karşı tavrı
İslâm
toplumlarında bağımsızlığı
gerçekleştirilen eski sömürgecilerine karşı
tutumları bir yandan bağımlılık ve eşitsizlik
ilişkilerine karşı tepkiyi içerirken diğer yandan
onların oluşturduğu modellere karşı bir
hayranlığı ve kültürel yakınlığı
da içine saklamıştır. Bu elitler içinde
Batı’nın teknolojik gelişmesini aynen benimseyip bir
Batı toplumu olmayı amaçlayanlar yanında,
Batılılaşmadan dehşete kapılıp bu yolun kendi
kişiliklerini öldüreceği, kültürel kimliği
yok edeceğini düşünerek geleneksel değerlere
sıkı sıkıya sarılmaya yönelen bir kesit var
olagelmiştir. Yenigün, birinci türe en iyi örneğin
Türk devrimini gerçekleştiren Kemalist kadro olduğu
kanaatindedir. İkinciler ise son örneği İran devriminde
görülen, kaynağını dinden alan tepkilerde
somutlaşmaktadır.
Yenigün’e
göre, İran İslam Cumhuriyeti lideri Humeyni, Sünni
Afganistan’ı desteklemekte, Moro Müslümanlarına
ölüm yağdıran uçakların benzinini kesmekte ve İsrail’in
petrolünü engellemekte ve onu İslâm’ın
düşmanı ilan etmekte ve Amerikan
jandarmalığını da reddetmektedir. Türkiyeli
Müslümanlar, Humeyni’nin bu erkekçe
kararlarını ve komünistlerin kavramlarını alt üst
eden devrimini alkışlamaktadır. Ancak kimsenin oturup Şii
olmaya niyeti de yoktur, Humeynicilik yaptığı da.
İslâm davası için büyük
özveride bulunmuş Sedat Yenigün’e verdiği yiğit
mücadelenin onun kurtulanlardan olmasına aracılık etmesini
diliyoruz.
Kaynakça
Eryarsoy,
Beşir, “Sedat Yenigün niçin şehid edildi?”, Haksöz
Derg, S. 28, İst., 1993.
Güneş,
Hasan, “(Sedat Yenigün’ün) şehadetinden 13 yıl
sonra”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993.
İslâm
Ansiklopedisi, TDV Yay., İst., 2000
Kayacan,
Murat, “İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut
Eleştirisi”, Haksöz derg., S. 178, İst., 2006
Kayhan, Burhaneddin,
“Sedat Yenigün”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993
Türkmen,
Hamza, “Sedat Yenigün niçin şehid edildi?”, Haksöz
Derg, S. 28, İst., 1993.
Yenigun,
Sedat, Bir Sehidin Notları, İnkılâb
Yay., İst., 1990.
[1] MTTB,
başlangıçta laik kesimin inisiyatifinde bir üniversite
gençlik kuruluşu idi. 196O'lı yılların sonunda ise,
muhafazakar-İslamcı kesimin eline geçmişti. Bir
müddet sonra da, MTTB amblemindeki bozkurt
çıkartılıp yerine kitap konulmuştu bkz.
Türkmen, Hamza, “Sedat Yenigün niçin şehid
edildi?”, Haksöz Derg, S. 28, İst., 1993, s. 17.
[2] O dönemde MTTB
gençliğinin okuduğu eserler ağırlıklı
olarak Peyami Safa, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Said Nursi, Kadir
Mısıroğlu’nun eserleri olsa da Türkçe’ye
yeni çevrilmeye başlanan Ebu'l Ala Mevdudi, Muhammed Kutub,
Muhammed Hamidullah, Seyyid Kutub, Abdulkadir Udeh’in kitapları da
okunmaya başlanır bkz. a.e., s. 18
[3] Bu dergide MTTB
adına protokol yazıları ve dönemin bazı
gelenekçi-İslamcı yazar ve akademisyenlerin yazıları
yer alıyordu. Ama 1970'li yılların Türkiye'de yükselen
tevhidi uyanış çizgisini yansıtan makale ve şiirler
daha büyük bir ağırlık tutuyordu. Ömer Özbay
ve benzerleri gerçekten tevhidi bilinç ve mücadele
aşkı aşılayan en önemli şiirlerini Milli
Gençlik'te yazmıştı. Dergide Ali Bulaç'ın,
Beşir Eryarsoy'un, Adil Doğru'nun, Selahattin Eş'in vb. 1974-75
yılları için önem ifade eden yazıları
yayınlandı. Seyyid Kutup, Malik Bin Nebi, Muhammed Hamidullah gibi
yazarlar Milli Gençlik'le müslüman kesimin gündemine daha
fazla sokuldu. Sedat Yenigün ise, kültür, sanat ve
aktüalite ile ilgili değerlendirmelerini Mehmet Mengüç müstear
adı ile yazıyordu. Şehid Şeyhmus Durgun da, en önemli
ve verimli yazılarını Milli Gençlik'te
yazmıştı bkz. a.e., s. 19.
[4] Onun komünistler
tarafından da öldürüldüğü de iddia
edilmektedir ama bu iddia ucuz ve basit bulunmaktadır bkz. Kayhan,
Burhaneddin, “Sedat Yenigün”, Haksöz Derg, S. 28,
İst., 1993, s. 20.
[5] Yenigün’e
göre Batı’yı ve Batılılaşmayı
yenebilmek için onlardan daha çok Batı’yı bilmek
gerekir. Onun yaklaşımı imanını kaybetmiş bir tavırla
Batı’ya yaklaşmak değildir. Kulluk etmek için
değil, Bilakis kendi medeniyetimizle Batı arasındaki
farkları görmek için Batı’yı
öğrenmek bir zorunluluktur (103).
[6] Nene Hatun (1857-
1955) 93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı’nda, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın
savunulmasında kahramanca çalışarak adını
tarihe yazdırmıştır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında
genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3
aylık kızını geride bırakarak
katılmıştır.
[7] Örnek olarak
gösterdiği kişilerin İslâm algıları
tartışılır kişileri de kapsamaktadır.
[8] İslâm
Ansiklopedisi, TDV Yay., İst., 2000,
XXI, 293.
[9]
Yenigün’ün İran’daki yeni yönetimi
desteklemektedir ama bu, onun Şii olduğu anlamına gelmez.
Çünkü İran hareketini desteklemek başka,
Şiiliğe sempati beslemek, ona alet olmak ayrı bir şeydir.
Dünyanın neresinde bir İslâmî uyanış olsa
kalbi orası için çarpar. Yüzyılı
aşkın bir hasrettir bu. Bu hususta çeşitli
yanılmalara da düştüğünü itiraf etmekten
çekinmez.
[10] Orta Doğu
Güvenlik Sistemi tasarısı, A. B. D. Dışişleri
Bakanı John Foster Dulles'in teşebbüsleri (1953) ile
başladı. Orta Doğu ülkelerini ziyaret eden Dulles,
Ankara'ya da uğrayarak, Sovyet yayılmacılığına
karşı Orta Doğu'da bir Savunma Teşkilatı'nm
kurulmasının önemini belirtti. Fakat, bu düşünce
Amerika tarafından sürdürülmedi.
[11] İsrail gizli
servisinin görüştüğü kimseler
Dışişleri yetkilerinden Osman Alpkaya ve Şefik
Tenmen’dir.
[12][12] Erbakan’ın
bu eleştirileri günümüzde AK Parti için
yapılmaktadır. Bu eleştirinin neredeyse 22 Temmuz 2007’dek
genel seçimlerde iki kişide birinin oyunu alan partiye
yapılması da ilginçtir.
[13]
Topçu’nun bu yaklaşımı büyük oranda Fethullah
Gülen’in “Gönüllüler Hareketi”
dediği çevre tarafından büyük oranda
paylaşılmakta ve pratiğe dökülmektedir.
[14] Kayacan, Murat,
“İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”,
Haksöz derg., S. 178, İst., 2006, s. 48.
[15] Halbuki mitingleri ve
gösterileri yapanların İslâmî kesimden
olmayışı onları şirk öğesi gibi takdim
etmeyi meşrulaştırmaz.
[16]
Muhafazakar kimseler, dinî inançlarını, ahlaki
disiplinlerini devam ettirmektedirler ve onlar eski cemiyetin sağlam
ailelerinden kalan bakiyelerdir. İnanmakta ve inançlarına
göre yaşamaya gayret etmektedirler. Çocuklarına sahip
çıkmakta, yani onların Batıcı toplum
çarkında yozlaştırılmasına müsaade
etmemektedirler. 200 yıllık tahribe rağmen ayakta
kalabilmişlerdir. Onlara ne “sol” ne de “sağ”
denebilir. Hiçbir Avrupai mefhumla ifade edilemezler. Onlar nevi
şahsına münhasır iman medeniyetinin
devamcısıdırlar. Bu yüzden de
Batıcılığa ve onun getirdiği Liberalizme,
Marksizm’e ve her türlü yozlaşmaya
karşıdırlar (Yenigün, 106).
[17] Eserin bir yerinde
Anadolu’nun 900 yıllık tarihinden söz edilmektedir (123).
[18]
Oidipus kompleksi, Avusturyalı Sigmund Freud'un (1856-1939) kurucusu
olduğu psikanalitik teoriye göre karşı cinsteki ebeveyni
sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda
çocuğun beslediği duygu, düşünce,
dürtü ve fantezilerdir. Freud'a göre her çocuğun ilk
aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Erkek bebeğin
sürekli annesine şımarması babasının annesiyle
ilgilenmesinden rahatsız olup ağlaması veya araya girmesi bu
teoriye delil olarak gösterilir.
[19] İran İslâm Devriminin önde gelen Müslüman liderlerinden kimlerin çeşitli örgütler tarafından öldürüldüğüne dair bkz. İslamic Propaganda Organizaton, Felonies of the MKO Terrorists in Iran, Tehran, 1983.
[20] Son zamanlarda
doğruyu gösteren filmler çevrilmektedir. Başrolünü
Tom Cruise’in oynadığı Son Samuray adlı film buna
örnektir. Japon imparatorluğundaki Meiji Restorasyonu (1876-1877)
dönemindeki Samurailarla yaşanan sıkıntıları
askeri yöntemlerle aşmaya çalışan
İmaparator’un kiraladığı Tom Cruise film boyunca
Kızılderilileri nasıl katlettiklerini hatırlar ve vicdan
azabından kurtulamaz.