Savaş ve tevekkül
Arapça و-ك-ل kök harflerinden türemiş
olan tevekkül; acizlik göstermek, sığınmak ve dayanmak anlamlarına gelmektedir
(İbn Manzur, ts., XI: 734). Tevekkül
vekil kılma işidir (Ece, 2000: 708). Bu yazıda savaş bağlamında
Kur’an’da yer alan tevekküle dair ayetleri nüzul sırasına göre ele alacağız.
Kur’an-ı Kerim’de
ganimetlerden söz edilen bir bağlamda tevekküle ilişkin şöyle denilmektedir: “Mü'minler
öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Kendilerine O'nun
ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını artırır ve ancak Rabblerine tevekkül
ederler.” (Enfal, 8: 2). Yani müminler Allah’ın
verdiği hükme razı olurlar, O’ndan başkasından da korkmazlar (Taberi, 2000,
XIII: 385) ve sadece O’na yönelirler. İhtiyaçlarını sadece O’ndan talep
ederler. O ne dilerse onun gerçekleştiğini bilirler. O, mülkünde tasarruf
sahibidir ve ortağı da yoktur (İbn Kesir, 1999, IV: 12).
Selime oğulları ve
Harise oğulları hakkında indiği söylenen bir ayette şöyle denilmektedir
(Taberi, 2000, VII: 165): “Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin
yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Halbuki
müminlere düşen, yalnız Allah’a tevekkül etmeleridir.” (Al-i İmran, 3: 122).
Savaşta mevzii terk edenler olsa da müminler bilmelidirler ki Allah’a tevekkül
edip O’na yönelen kimseye veli, zafer veren ve yardımcı olarak Allah yeter
(İbn Kesir, 1999, II: 364).
Uhud savaşı sonrası
indiği söylenen bir ayette Hz. Peygamber (s)’e şöyle denilmektedir: “Allah'tan
bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli
olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için
bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık
Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran,
3: 159). Sebeplere sarılmak önemlidir. Ancak başarı için Allah’ın yardımı da
gerekir. İşte Allah’a tevekkülün anlamı budur (Şimşek, 2012, I: 438).
Allah müminlerden diğer
yaratılmış varlıklara değil Kendisine tevekkül etmelerini istemektedir (Taberi,
2000, VII: 347): “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye
uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan
sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler, yalnızca Allah'a tevekkül
etsinler.” (Al-i İmran, 3: 160). Allah’a tevekkül edene her zorluk
kolaylaşır (Zemahşeri, h. 1404, III: 548). Tüm işler O'nun kontrolünde
(elinde) olduğu, O’nun verdiği hükmü geri çevirecek kimsenin olmadığı
kesinleşince, müminlere düşen başkasına değil sadece O’na tevekkül etmektir. Ayrıca
Arapça dil kuralları açısından Allah’a kısmının ayette öne alınmış
olması, müminlerin “sadece O’na tevekkülde bulunabilecekleri” anlamına gelir
(Râzî, h. 1420, IX: 411) .
Allah münafıkların
faaliyetleri karşısında müminlerin O’na tevekkül etmelerini istemektedir:
“Münafıklar sana ‘Baş üstüne!’ derler. Fakat yanından çıkınca, onların bir
kısmı gece karanlığında senin söylediklerinin tersine planlar kurarlar. Allah
onların o gizli planlarını bir bir kaydediyor. Onun için sen suçlarını
yüzlerine vurmaktan vazgeç de Allah’a havale et, Ona tevekkül et. Sana vekil
olarak Allah yeter.” (Nisa, 4: 81).
Allah kendisine
tevekkül eden kimse(ler)i insanların şerrinden korur (İbn Kesir, 1999, III:
64): “Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün, hani bir
topluluk size saldırmaya kalkışmıştı da Allah onlara engel olmuştu. Allah’tan
korkun. Müminler Allah’a güvensinler.” (Maide, 5: 11). Allah’ı doğru bir
şekilde vekil edinmek O’nun şerî hükümlerinin, kozmik ve toplumsal yasalarının
gerektirdiği hikmeti gözeterek olur. Sebepleri dikkate almayı terk eden
kimse cahil ve kibirli bir kimsedir. Allah’a tevekkül eden kimse ise ilahi
yardımın muhatabıdır (Reşid Rıza, 1990, IX: 8).
Sonuç olarak
diyebiliriz ki müminler savaş ile ilişkili durumlarda da Allah’a tevekkülü
ihmal etmezler. Sünnetullahı ve tabiat yasalarını dikkate alarak yapılan
planlar da onların ardından Allah’a yöneliş de ve sözgelimi yarın yapılacak bir
işi için Allah dilerse (Kehf, 18: 23-24) demek de tevekküldür.
***
Ece, Hüseyin K., İslam’ın Temel
Kavramları, Beyan Yay., İst., 2000.
İbn Kesir, Ebu’l-Fida
İsmail b. Ömer (ö. 1373), Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azim,
8 C., 2. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, 1999.
İbn Manzur, Ebu’l-Fadl
Cemâluddîn (ö. 1312), Lisânu’l-Arab, 15 c., Daru Sadır, Beyrut, ts.
Râzî, Fahruddin (h. 606/1209), et-Mefâtihu'l-Gayb,
32 c., 3. bs., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, h. 1420.
Reşid Rıza, Muhammed (h. 1354), Tefsiru’l-Menar, 12 c.,
el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmmetu li’l-Kitab, Mısır, 1990.
Şimşek, M. Sait, Hayat
Kaynağı Kur'an Tefsiri, 5 c., Beyan Yay., İst., 2012.
Taberi, Muhammed bin
Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an
Te’vîli Âyi’l-Kur'an. 24 c.,
Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer
(ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî
Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h.
1407.
24 Nisan 2014 (Memleket Gazetesi)