Said Şimşek ile Kur’an ve Müslümanlar üzerine
Bilim ve Din
Haksöz: Modern dönemde insanlar
dinden uzaklaşıyorlar mı?
Said Şimşek: Çağın başlarında
ilmi keşiflerin ard arda başarılar kazanması kiliseye tepki gösteren ve bu
sebeple dini dışlayan kesimin konumuna güç kazandırmıştır. Bir de, elde edilen
bu başarılar, bazı kimselerde şoka sebep olmuş ve bu şaşkınlık içinde ilmin,
inancın yerini alacağı sanılmıştır. Oysa Modern ilmin alanıyla dinin alanı
büyük oranda biribirinden farklıdır. Nihayet bu şok atlatıldıktan sonra yeniden
dine dönüş hareketi başlamıştır. Bunu sadece belli bir dine mensup olanlar
arasında değil, bütün dünyada müşahede etmekteyiz.
Haksöz: Bu şaşkınlık din ile
bilimin bilgi türü açısından aynı alanda görme yanlışından kaynaklandığını
söyleyebilir miyiz?
Said Şimşek: Kesinlikle. Aslında
din bilimin bittiği yerde başlamaktadır. Çünkü dinin temel alanı, gayb
alemidir. Halbuki, bilim müşahede alemiyle ilgilenir, konusu maddedir. Bilim
ile dinin örtüştükleri alanda ise çatışma söz konusu değildir. Çünkü din
Allah'ındır ve evreni yaratan da O'dur. O'nun dini ile yarattığı tabiata hakim
kurallar arasında bir çelişki olamaz. Tabii ki burada Allah'ın indirdiği,
tahrife uğramamış gerçek dinden söz ediyoruz.
İman ve şirk
Haksöz: Mümin bir kimse inancının
gereğini yerine getirmeden de Müslüman olarak kalabilir mi?
Said Şimşek: Kur'an; ameli, iman
olarak da ifade etmektedir. Kıblenin değişikliği nedeniyle kılınan önceki
namazların akıbeti hakkındaki tereddütleri gidermek için Allahu teala şöyle
buyurur: "Allah, sizin imanınızı zayi edecek değildir" (Bakara 2/143)
Yani amel iman ile ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş iki temel unsurdur. Salih
amel artırıldıkça imanın kuvveti artacak, güzel işlerden uzak durdukça imanın
gücü azalacak ve salih amel tamamıyla terk edildiğinde iman da varlık
gösteremeyecektir. Yani iman ile amel arasında bire bir bir ilişki vardır.
Allah'ın emirlerinden birinin yerine getirilmemesi ya da yasaklarından birinin
çiğnenmesi, imanı bütünüyle ortadan kaldırmaz ama zayıflatır.
Kur'an, bütün iyiliklerin
kaynağında imanı görürken bütün kötülüklerin kaynağında da küfrü görmektedir.
Bu sebeple kötü davranışlar Kur'an'da daima küfür ehline nispet edilmektedir.
İman sahibi kişinin kötülük işlemesi, arizi bir durumdur. Bu yaptığını iyi bir
davranış olarak görmez ve farkına vardığında tövbe eder. Bu sebeple iman sahibi
kişinin işlediği bu kötülük, yapısının bir parçası haline gelmez. Halbuki,
imanı olmayan kişinin işlediği kötülük, yapısının bir parçası haline gelir.
Kalıcı bir özelliğe sahiptir.
Haksöz: İşlenen günah şeytanı
kafir yaparken, Hz. Adem'i günahkar kılıyor. Aradaki farkı nasıl izah
edebiliriz?
Said Şimşek: Şeytan, işlediği
günahı savunmuş ve haklı olduğunu savunmuştur. Aslında şeytanın tavrı bir
isyandır, Allah'a isyan etmektir. Allah'a isyan etmeyi savunmuştur ve bunda
ısrar etmiştir. Oysa Hz. Âdem, hatasının farkına vardığında pişman olmuş;
Allah'tan kendisini affetmesini dilemiştir.
Haksöz: Şirk ve küfür arasında
bir ayırım yapabilir miyiz?
Said Şimşek: Şirk, tevhidin
zıddıdır. Allah'ı uluhiyetiyle, rabliğiyle ve isimleriyle birlemeyen her inanç
şirktir. Tevhidin zıddı olmakla, imanın da zıddı olan şirk, küfrün kendisidir.
Şirkte küfrün hem nankörlük yönü ve hem de inançsızlık yönü vardır. Her iki
terim Kur'an'da eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır: "Herkesin
kazandığını gözetleyip muhafaza eden, (hiç böyle yapamayan gibi olur mu?).
Onlar Allah'a ortaklar koştular. De ki: "Onlara ad verin (onlar necidir?).
Doğrusu Yoksa siz Allah'a yeryüzünde bilemeyeceği bir şeyi mi haber
veriyorsunuz? Yahut boş laf mı ediyorsunuz?" inkâr edenlere hileleri süslü
gösterildi ve onlar doğru yoldan alıkonuldular. Allah kimi saptırırsa artık onu
doğru yola iletecek yoktur." (Rad 13/33)
Kur'an'da Allah
Haksöz: Kur'an, Allah'ın
varlığına dair doğrudan deliller verir mi? Yoksa Kur'an'in ilgi alanı daha
ziyade O'na ortak koşmanın kötülüğü ile mi ilgilidir?
Said Şimşek: Kur'an'da Allah'ın
varlığının delilleri dolaylı delillerdir, Allah'ın varlığını tartışmaya açma
şeklinde değildir. çünkü Allah'ın varlığı, ispata ihtiyaç duyulmayacak kadar
açıktır. Ayrıca Allah'ın varlığı konusundaki bilgi insanın fıtratına
yerleştirilmiştir: "Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz
diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı,
onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?
(Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler." (Araf 7/172)
Çocuğun soyut anlamları ancak
belli yaşa geldikten sonra anladığını biliyoruz. Mesela çocuk, annesinin ve
çevresinin kendisine yaptıkları fedakârlıkları müşahede ettiği halde
fedakârlığın iyi bir davranış olduğunu ancak belli bir yaşa geldikten sonra
kavrar. Allah'ın hiçbir benzeri bulunmadığı halde "Allah" kavramını
fedakârlığın iyi bir davranış olduğunu anlamasından daha önce anlar.
Haksöz: Kur'an'da Allah'ın eli,
yüzü, gözü olduğuna dair lafızlar mevcut bu tür ayetleri nasıl anlamak gerekir?
Said Şimşek: Kur'an'da Allah
hakkında kullanılan isitva/kurulmak, mecî/gelmek, nuzûl/inmek gibi fiili
sıfatlarla yed/el, vech/yüz, ayn/göz gibi haberî sıfatların nasıl anlaşılması
gerektiği konusunda alimler arasında ihtilaf vardır. Selef dediğimiz ilk dönem
alimleri bu sıfatları oldukları gibi kabul etmiş, tevil etmemişlerdir.
Gerçekten de bunları tevil etmeden kabul ettiğimizde, Allah'ı yaratıklarına
benzetmiş olmayız. Nasıl Allah'ın duyduğunu söylediğimizde O'nu insanlara
benzetmiş olmuyorsak, bu sıfatları öylece kabul ettiğimizde de Allah'ı
yaratıklarına benzemiş sayılmayız. Mesela bizim duymamız, hava dalgacıklarının
kulak zarına çarpması, zarın orta kulakta bulunan örs ve çekici harekete
geçirmesi ve bu işlemin beyne iletilmesi ile gerçekleşir. Oysa Allah'ın duyması
böyle değildir. Buna rağmen biz, Allah'ın duyduğuna inanıyor ve bu inancımızla
O'nu yaratıklarına benzetmiş olmuyoruz. Aynı şekilde Allah'ın Arş'ına
kurulduğuna, el ve yüzünün bulunduğuna inanır fakat bunların insanın tahtına
oturmasına ya da insanın eline benzetmeden inanırız. Allah hakkında kullanılan
bu sıfatların nasıllığını da bilemeyiz.
Haksöz: Allah'ın rab oluşu insan
için neyi ifade etmektedir?
Said Şimşek: Allah'ın, evrenin
sahibi, yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu kabul etmek ve bu konularda ortağının
bulunmadığını itiraf etmektir. Rızkın O'nun tarafından verildiğine, zarar ve
yarar vermenin sadece O'nun gücü çerçevesinde bulunduğuna, dirilten ve
öldürenin O olduğuna inanmaktır. Rabliğin anlamlarından biri de, itaat edilen
yani verdiği emirlere uyulandır: "Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri
altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini
kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş
durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na
mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!" (Araf 7/54)
Haksöz: 90'lı yıllarda A. Bulaç
tarafından, Kur'an'da hakimiyet Allah'ındır formunda bir ifadenin bulunmadığı
şeklinde bir bakış açısı gündeme gelmişti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Said Şimşek: Sayın Ali Bulaç'ın
söz konusu ettiğiniz görüşünü okumuş değilim, bu sebeple neyi kasdettiğini
bilmiyorum. Yüce Allah, evrenin yaratıcısı ve sahibi olduğuna göre, aynı
zamanda hakim ve yöneticisidir de. Evreni dilediği şekilde düzenlemiş ve onu
dilediği şekilde yönetmektedir. İzni olmadıkça hiçbir kimse, gerek kendisi
hakkında ve gerek diğer varlıklar hakkında tasarruf yetkisine sahip değildir.
insan da evrenin bir parçasıdır ve o da evrenin diğer parçaları gibi Allah'ın
hakimiyet ve tasarrufu çerçevesindedir. İnsan Allah'ın izni olmadıkça evrende
hiçbir tasarruf yetkisine sahip değildir.
Hakimiyet, Allah'ın hükmetme
eylemini ifade eder ki kozmolojik alan dahil evrenin tamamında ve tüm alanlarda
Allah'ın hakimiyetini ifade eder. Örneğin insanın, Allah'ın emirlerine
muhalefet etmesi, Allah'ın hükmüne aykırıdır ama hakimiyetine aykırı değildir.
Çünkü insana, hükümlerine muhalefet etme iznini veren kendisidir. O halde
insanın Allah'ın emirlerine muhalefet etmesi, Allah'ın hakimiyetinin dışında
bir şey sayılmamalıdır.
Allah, insanı imtihan için
yarattığından ve insana irade verdiğinden, hükmüne muhalefet etmesine izin
vermiştir. Bu nedenle hükmün Allah'a ait olduğu belirtildikten sonra, eninde
sonunda insanın Allah'a döndürüleceği ve O'nun huzurundan hesap vereceği
hatırlatılmaktadır. Yine bu nedenle Allah'ın indirdikleriyle hükmedilmesi
istendikten sonra hükmünün güzelliğine adalet ve hikmete uygunluğuna işaret
edilerek hükmünden başkasını tercih edenler tehdit edilmektedir. Eğer zorunlu
bir hükümden, yani kozmolojik alandaki Allah'ın hakimiyetinden bahsediliyor
olsaydı, hükmünün güzelliğinden ve hükmüne uymayanların bulunduğundan söz
edilerek bunlar tehdit edilmezdi: "Aralarında Allah'ın indirdiği ile
hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir
kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil
ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına belâ etmek
ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Yoksa onlar (İslâm
öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre,
hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?" (Maide 5/49-50) Bu ayetler
Allah'ın hakimiyetinin anlamının kozmik olmadığını ortaya koymaktadır.
Özet olarak Allah'ın hükmü ile
hakimiyeti kavramlarını biri birinden ayırmak gerekir.
Haksöz: İslam'da teokrasi var
denebilir mi?
Said Şimşek: Allah'ın indirdiği
ile hükmedenler, Allah adına bunu yapmazlar. Onlar Allah'ın temsilcisi de
değillerdir. O'nun emrine itaat eden kullar olarak yaparlar. Yani insan
Allah'ın halifesi değildir. Bu sebeple Kur'an'ın öngördüğü yönetim teokrasi
değildir. Burada hemen şunu belirteyim ki, ne Kur'an'da ve ne de Peygamberin
hadislerinde "Allah'ın halifesi" şeklinde bir ifade geçmemektedir.
Haksöz: insanın ilahi irade
karşısında bir yaprak gibi savrulduğu anlayışı ile tam bir hürriyete salip
olduğunu savunan düşünceleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Said Şimşek: İlahi irade
karşısında insanın konumu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu
farklı bakış açıları müslümanlara has bir olay da değildir. Bütün dinlerde aynı
problem vardır. Filozofların olaya bakışı da farklı farklı da olmuştur.
Biribirine tamamen iki ters görüşü zikredecek olursa bunlardan birine göre
insanın olaylar karşısında hiçbir iradesi bulunmamaktadır. Bunun zıttı olan
görüş ise, insanın hiçbir kayıt olmaksızın tamamen hür olduğu şeklindedir.
Kur'an-ı Kerim'de zahirde bu
farklı iki bakış açısını destekleyen âyetler vardır. Âyetlerin ne demek
istediklerine bakmaksızın yani üzerlerinde düşünmeksizin ve âyetlerin birbirlerini
açıkladıklarına bakmaksızın biri birine zıt bu iki görüşün Kur'an'da var
olduğunu sanabiliriz. Oysa mesele, olaya farklı açılardan bakmakla ilgili bir
hadisedir. Bu farklı bakış açılarını şöyle bir olay ile izah etmemiz mümkündür:
Bir anneyi düşünün, küçük çocuğu
kendisinden izin alarak oynamak üzere dışarı çıkmıştır. Bir müddet sonra bir
arabanın çocuğuna çarptığı haberini alır. Böyle bir annenin bile bile, araba
çarpsın diye çocuğunu dışarı salması düşünülemez. Ama olan olmuştur. Anneyi
teselli etmek için söylenecek: "Allah'ın takdiridir, çocuğun eceli
gelmişti, elbette sen de çocuğuna araba çarpacağını bilemezdin vs" gibi
sözler olacaktır.
Bu olayı baz alırsak, Kur'an'da
bazen tamamen kaderci, bazen de tamamen hürriyetçi ifadeleri de zihnimize yaklaştırabiliriz.
Böyle bir olayda anneye yaklaşımımız, tamamen kaderci bir yaklaşım olacaktır.
Anneye, Allah'ın takdiridir, der ve onu bu şekilde teselli ederiz. Şoföre ise
niçin dikkatli davranmadığını, çocukların oyun oynadıkları yerde neden bu kadar
hızlı araba sürdüğünü söyler ve onu cezalandırırız. Şoföre takındığımız tavır,
kader konusunda tamamen hürriyetçi bir tavırdır. Kur'an'da birbiriyle bu konuda
çelişkiliymiş gibi görünen ayetlerin bir kısmı da bu bağlamda
değerlendirilmelidir.
Peygamberler, filozoflar,
evliyalar
Haksöz: Peygamberlerin gönderiliş
amacı nedir?
Said Şimşek: Peygamberler
toplumlarını tevhid anlayışına çağırmak için gelmişlerdir: Kur'an
"Andolsun ki biz, "Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının"
diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik" diyor. Demek
ki imanın odak noktası ve temel dayanağı tevhidin bu kısmıdır. İnsan bunun için
yaratılmış ve peygamberler bunun için gönderilmişlerdir. Kişiyi müşrik olmaktan
kurtarıp muvahhid (Allah'ı birleyen) kılan da budur.
Haksöz: Varlık konusunda niçin
sorusunu gündeme getiren sadece peygamberler midir?
Said Şimşek: Bu sorunun cevabı
ile resullerin dışında bir de filozoflar ilgilenmektedir. Peygamberler hep aynı
vurguyu -Allah'ın birliği vurgusunu- yapmalarına rağmen, filozoflar
birbirlerinden çok farklı şeyler söylemişlerdir. Peygamberler arasındaki bu
birlik, onların aynı kaynaktan beslendiklerini göstermektedir. Söz konusu
kaynak, Allah tarafından kendilerine gönderilen vahiydir.
Haksöz: Hz. Muhammed (s.)'in
doğumu ve daha sonrasında bazı olağanüstülüklerin vuku bulduğuna dair
rivayetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Said Şimşek: Hz. Muhammed (s.)
kendisine peygamberlik gelinceye kadar peygamber olacağını bilmiyordu:
"Sen, bu Kitab'ın sana vahyolunacağını ummuyordun. (Bu) ancak Rabbinden
bir rahmet (olarak gelmiş) tir. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!"
(Kasas 28/86) Buna rağmen kimi eserlerde peygamber daha doğmazdan önce annesine
bir peygamber doğuracağının haber verildiği, doğum esnasında birtakım
harikuladeliklerin vuku bulduğu Basra'ya ticaret için giderken yolda Bahira
adlı bir rahibin, peygamber olacağını haber verdiği, hatta bir bulutun daima
peygamberi güneşin sıcağından koruduğu ve benzeri hususlar anlatılmaktadır. Bu
rivayetler ayette bize anlatılan gerçeğe uymamaktadır.
Haksöz: Hz. Muhammed (s.)'in
önceki peygamberlerden farklı olarak tüm insanlara gönderildiği iddiası doğru
mudur?
Said Şimşek: Peygamber, ister
istemez bir kavimden olacaktır ve davetine çevresinden başlar. Peygamberimiz de
böyle yaptı. Ancak hayatta iken hem Araplar dışında diğer milletlerden bazı
fertler ona inanmıştı ve hem de kendisi çevre milletlerin büyüklerine mektuplar
göndererek onları İslam'a davet etmişti. Aslında belli bir kavme gönderilmiş
olan önceki peygamberler de, başka milletlerden insanlarla karşılaşma imkanı
bulduklarında, onları da hak dine davet ediyorlardı. Mesela Hz. İbrahim'in,
Irak, Filistin, Mısır ve Arabistan gibi geniş bir alanda davet görevini
yürüttüğü bilinmektedir. Aynı şekilde Hz. Mûsâ'nın, İsrailoğullarını dine davet
ettiği gibi farklı bir kavme mensup olan Firavun ve çevresini de dine davet
etmiştir. Önceki peygamberlerin yerellikleri dönemlerindeki iletişim
imkansızlıklarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca belli bir dönem için
gönderildiklerinden çağrıları uzak yörelere ulaşma olanağı bulamamıştır.
Haksöz: Kur'an'da "Allah'a
ulaşmak için vesile arayın cihad edin" denilmesine rağmen, kutsal kabul
edilen kişiler aracılığıyla Allah'tan yardım istemek doğru mudur?
Said Şimşek: Sonraki asırlarda ve
günümüzde aracılığı/tevessülü meşru göstermek için İslam'la bağdaşması mümkün
olmayan birtakım gerekçeler ileri sürülmüştür. Bu görüşü benimseyenler derler
ki: Birinci olarak kralın ya da önemli bir devlet adamının huzuruna çıkmak için
mutlaka bir aracı koymak gerekir. Allah'ın huzuruna çıkmak için de böyle bir
aracıya ihtiyaç vardır. İkinci olarak diyebiliriz ki, kişi belki günahkar
biridir, direkt olarak Allah'ın huzuruna çıkacak yüzü yoktur. Bu nedenle
Allah'ın sevdiği veli bir kulunu aracı yapmakta, onun yüzü suyu hürmetine
bağışlanmasını dilemektedir. Üçüncü olarak da denilebilir ki, dua edilirken,
istek Allah'tandır, salih kişilerden değildir. Dua ile ibadeti karıştırmamak
gerekir.
Haksöz: Siz nasıl
değerlendiriyorsunuz bu bakış açısını?
Said Şimşek: Her şeyden önce
böyle bir benzetme, Allah'ı yaratıklarına benzetmek olur ki, temelinden
tutarsızdır. İkinci olarak, vatandaşını aracısız kabul etmeyen idareci, ya
huzuruna gelecek vatandaşı hakkında bilgi sahibi değildir, böylece aracılık
yapan, vatandaş hakkında bilgi verecektir. veya zalim biridir, vatandaşlar
arasında ayrım yapmaktadır. Yüce Allah bu iki kusurdan da münezzehtir. O halde
ileri sürdükleri ikinci gerekçe de Kur'an'ın anlattıklarıyla bağdaşmamaktadır.
Kur'an, şeytanın bile, Allah'a aracısız olarak dua ettiğini ve duasının kabul
olduğunu haber vermektedir: "(Allah dedi ki:)Muhakkak ki kıyamet gününe
kadar lânet senin üzerine olacaktır! (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların)
tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi." (Hicr 15/35-36) Aynı
şekilde Kur'an, müşriklerin dualarının da kabul edildiğini ifade eder:
"bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp
götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli
bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar
çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah'a halis kılarak:
"Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız"
diye Allah'a yalvarırlar. . Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki
onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız
ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fâni dünya hayatının menfaatini
elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı
size haber vereceğiz." (Yunus 10/22-23) Şeytana, müşriklere verilen
aracısız dua etme hakkı Müslümanlardan mı esirgenecek de onların duaları
aracısız kabul edilmeyecek?
Haksöz: Kişilere aşırı kutsallık
atfetmek sadece İslam dünyasına has bir yanlış mıdır?
Said Şimşek: Dini duyguları olan
her toplumda bu problem yaşanmaktadır. Nitekim Kur'an, Hıristiyanları da bu
konuda eleştirmektedir. Günümüzde de bazı Müslümanların Allah'a ait olan
şefaati Peygamber (s.)'den istemeleri, yine ondan medet ummaları ve ahirette
sanki Hz. Muhammed (s.) tarafından yargılanacaklarını ifade etmeleri böyle bir
eğilimin göstergesidir. Peygamber (s.) bile hata işlemişse (Abese 80/1-4),
diğer insanların da hata edebileceği ve bunların normal olduğu kabul
edilmelidir. Büyük başarılar elde etmiş fertler de, eğer peygamberler hakkında
Kur'an'da yer alan bu uyarılardan ibret alacaklarsa, hatalarının daha çok
olabileceğini teslim etmeli, eleştirilere kulak vermelidirler.
Kur'an hükümlerinin tarihselliği
iddiası
Haksöz: Kur'an'in
Rasulullah(s)'in yanında Hz. Aişe'ye atılan iftira ve Hz. Zeynep ile
evliliğinden bahsediyor. Bu gibi hususlar Kur'an'ın tarihsel hükümler taşıdığı
anlamına gelir mi?
Said Şimşek: Aslında peygamberimizi
ilgilendiren bu tür meseleler kıssa hükmündedir. Olay olarak Kur'an'da yer alan
bütün kıssaların tarihi bir yönü vardır. Ancak kıssalar, olay yönüyle değil,
ibret alınacak yönleriyle Kur'an'da yer alırlar. Birçok kıssanın sonunda:
"Bunda akıl sahipleri için alıncak ibretler vardır" ifadesinin yer
alması bu sebepledir. Gerek Peygamberimiz ve gerek hanımlarıyla ilgili
Kur'an'da zikredilen özel hükümler, Peygamberlik inancını yakından ilgilendiren
hususlardır. Peygamberlik inancı ise, tarihsel değildir. Böylece söz konusu
hususlar da tarihsel olmaktan çıkmakta ve her dönemde ibret alınacak hususlar
haline gelmektedir.
Melekler ve cinler
Haksöz: Meleklerin iradesiz
varlıklar olduğunu bu nedenle insanların "kazanılmış" erdemleriyle
onlardan bile üstün olduklarını söylemek mümkün müdür?
Said Şimşek: Kur'an, melekleri
itaatlerinden dolayı övmektedir: "Göklerde ve yerde kimler varsa O'na
aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve
yorulmazlar. Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler.
O'ndan (emir almazdan) önce konuşmazlar; onlar, sadece O'nun emri ile hareket
ederler." (Enbiya 21/19-20 ve 27) Kur'an, onların, Allah'ın emirlerine
karşı gelemediklerini değil, gelmediklerini ifade etmektedir. Bu sebeple
Kur'an, onları Allah'ın emirlerini yerine getiren "değerli kılınmış
kullar" olarak nitelemektedir. Allah'ın emirlerini otomatik olarak ve
iradeleriyle seçerek yerine getirmemiş olsalardı, bu şekilde övülürler miydi?
Ayrıca insanın yerine kendilerinin halife olmaları gerektiğini ima etmişlerdir.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda irade sahibi olduklarını ve karşı
gelmeden Allah'a itaat ettikleri için meleklerin insanoğlundan daha üstün
olduklarını söylemek mümkündür.
Haksöz: Peygamber (s.)'in
alemlere rahmet olarak gönderilmesi onun cinlerin de peygamberi olduğu anlamına
gelir mi?
Said Şimşek: Kur'an'da cinlerin
vahyi dinledikleri haber verilir. "Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı
dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca
(birbirlerine) "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince
uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi." (Ahkaf 46/29; Cin 72/1-5)
Ayetten anlaşılan, cinlerin Peygamber (s.) ile Hz. Musa'ya gelen vahiylerden
haberdar olduklarıdır. Kur'an, Hz. Süleyman'ın emrinde çalıştıklarından da söz
etmektedir. Ancak tıpkı insanlar gibi mükellef olmalarına rağmen peygamberlere
gelen vahiylere muhatap olup olmadıkları Kur'an'da belirtilmemektedir.
Peygamberler de kendi cinslerinden olmalıdır. Gaybi konularda, dini nasların
belirttikleri sınırda durmak en tutarlı yoldur. Kur'an yeryüzünde yürüyenler
insanlar olduğu için onlara bir insan peygamber gönderdiğine göre (İsra 17/95),
cinlerin de peygamberleri kendilerinden olmalıdır.
Kur'an
Haksöz: Kur'an ile önceki
kitapların korunmuşluk konusunda bir farkı var mıdır?
Said Şimşek: Önceki kitapların
korunması insanlara bırakılmıştı. Oysa Kur'an'ın korunmasını yüce Allah'ın
kendisi üstlenmiştir. Bu konuda İslam ümmeti, hafızlık kurumunu sıkı bir
şekilde tesis etmiştir. Bu duyarlılık, Allah'ın ümmetin iradesine müdahalesi
olarak da yorumlanabilir. Yani yüce Allah, Kur'an'ın korunmasını,
insanları bu işe musahhar
kılmakla gerçekleştirmektedir.
Haksöz: Kur'an'ı diğer
kitaplardan farklı kılan yönler nelerdir?
Said Şimşek: Önceki kitaplar
belli bir dönem için gönderilmişlerdir. Oysa Kur'an böyle değildir. İndirildiği
günden itibaren kıyamete kadar sürekli kalıcıdır. Kur'an'ın diğer kitaplardan
diğer bir farkı az önce sorduğunuz soru ve bu soruya verilen cevaptır. Önceki
kitapların korunması insanlara bırakılmışken Kur'an'ın korunmasını bizzat yüce
Allah üstlenmiştir.
Kur'an-ı Kerim, diğer kitaplardan
sonra indirildiğine göre önceki kitaplarda bulunmayan birtakım hususları da
ihtiva etmektedir. Aslında Kur'an, kendisinden önceki kitapları da kapsayan bir
kitaptır. O halde Kur'an-ı Kerim önceki kitaplardan çok daha kapsamlıdır.
Haksöz: Salih amelin kapsamı
namaz ve oruç gibi ibadetlerle sınırlanabilir mi?
Said Şimşek: Salih amelin
boyutuyla ilgili şu ayet anlamlıdır: "İnsanların bizzat kendi işledikleri
yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını
onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler." (Rum
30/41). Ayet ekolojik dengenin bozulmasını da fesat olarak değerlendirmektedir.
Toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden
dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi, bitki örtüsü ve denizlerin artan bir
şekilde zehirlenip yok olması, yaygın uyuşturucu ve görünürde
"faydalı" ilaç kullanımı sebebiyle insanda ortaya çıkan bedensel
bozukluklar... Bütün bunlara cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son
aşamada nükleer dehşeti ilave edebiliriz. İnsanoğluna zarar veren bu
problemleri ortadan kaldırmaya yönelik her çaba salih amel kapsamında
değerlendirilebilir. O halde salih amelin kapsamı, vakti ve şekli belirlenmiş
namaz ve oruç gibi ibadetlerle sınırlı değildir.
Haksöz: İslami duyarlılığa sahip
insanların cemaatle namaz kılma konusundaki zaaflarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Said Şimşek: "Namazı tam
kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin." (Bakara
2/43) ayetinden cemaatle namaz kılmanın tercih edildiğini anlıyoruz. Rukûa
gidenlerle birlikte rukûa gidin, keşlindeki ayet de cemaatle namaz kılmaya işaret
etmektedir. Ayrıca cemaat halinde kılınan namazın faziletine dair pek çok hadis
bulunmaktadır. Böylece namaz, ferdi eğitmenin yanında Müslümanlar arası
dayanışma ve tanışmanın da bir aracı kılınmıştır.
Sorunuzdaki konuya gelince,
sanırım bunda şu anda camiye devam eden cemaatin genelde camiye devam etme
dışındaki dinî konulara hassasiyetlerinin bulunmaması, başka bir iş yapamayan
yaşlı insanlar olmaları, başka bir meşgaleleri bulunmadığı için herşeye
müdahale etmeleri ve ne yazık ki din konusunda kapsamlı ve tutarlı bir bilgiye
sahip olmamalarıdır. Ama ne olursa olsun, dinî hassasiyeti olanların cemaate
devam etmemeleri bir eksikliktir.
Haksöz: Tarih olarak bizden önce
yaşamış insanlar takva olarak daha üstün oldukları söylenebilir mi?
Said Şimşek: bu Konuda farklı
fikirler söylenmiştir: "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız:
Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi)
içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır." (Al-i İmran
3/110) ayetinde hayırlı olmak iyiliği emredip kötülüğü nehyetmeye bağlanmıştır.
Taberi'nin ifade ettiği gibi, ümmet İslam tarihinin hangi döneminde bu görevini
yerine getiriyorsa, en hayırlı ümmettir.
Haksöz: Adem'in yaratılışı ile
ilgili ayette "bir tek nefisten" yaratılmayı ifade eden ayeti nasıl
anlıyorsunuz?
Said Şimşek: Konu ile ilgili
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve
ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının."
(Nisa 4/1) ayetin zahirinden anlaşılan Havva'nın Adem'den yaratıldığıdır. Bu
konuda Peygamber (s.)'den nakledilen hadisler de vardır. Ayrıca Tevrat da bu
görüşü açıkça ortaya koymaktadır. Ayette, o nefisten eşinin yaratıldığı
belirtilmektedir ki şayet ileri sürüldüğü gibi o nefis Adem olmasaydı, o
takdirde Havva'nın, o insanlık özü denilen şeyin eşi olurdu. O halde tek
nefisten kasıt Adem olmalıdır. Şayet tek nefisle insanlık özünün kastedildiğini
söyleyecek olursak "zevceha" terkibindeki "ha" zamirini
göndereceğimiz zamir bulunmamaktadır.
Haksöz: Havva'nın Adem'den
yaratılmış olması Adem'in üstünlüğüne işaret eder mi?
Said Şimşek: Hayır. Kur'an,
İsa'nın babasız olarak Hz. Meryem'den doğduğunu belirtir. Şayet Havva'nın ondan
yaratılmış olması nedeniyle Adem'in üstün olması gerekseydi, Hz. Meryem'in de
Hz. İsa'dan üstün olması gerekirdi. Bu sebeple ayetten böyle bir anlam
çıkarılamayacağını düşünüyoruz.
Haksöz: İyiliği emir kötülüğü
nehiy sorumluluğu sadece bir zümrenin görevi midir yoksa ümmetin tümü bu
sorumluluğu yüklenmeli midir?
Said Şimşek: İyiliği emir görevi
İslam ümmetinin temel görevidir: "Siz, insanların iyiliği için ortaya
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten men eder ve
Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi
olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan
çıkmışlardır." (Al-i İmran 3/110). Bu sorumluluk, ümmetin eğitilmesi
açısından çok önemlidir. Bu konuda herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine
getirmelidir. Mesela her baba ve anne, kendi çocuklarını belli bir seviyeye
kadar eğitebilirler. Eğitim konusunda uzman olan kimseler de bu etkinlikte yer
alırlar. Doğru olanın yaygınlaşması ve kötü olanın ortadan kalkması çabası
toplum olarak verilmesi gereken bir mücadeledir.
Haksöz: Kur'an muhalif düşünce
sahiplerine fikirlerini açıklama özgürlüğü verir mi?
Said Şimşek: Birçok ayette
muhaliflerden Kur'an'ın bir benzerinin getirilmesi istenmekte ve bu konuda
meydan okumaktadır. Kur'an incelendiğinde onun, inanç, ibadet, ahlak ve sosyal
kurumlarla ilgili hükümler içerdiği görülecektir. Kur'an'la ilgili bu meydan
okumaya karşılık, birileri bu alanın birinde veya hepsinde Kur'an'dan üstün
görüş ve hükümlere salip olduğunu ileri sürecek olsa, din adına, bu kimsenin
görüşlerini anlatmasına engel olmamız mümkün değildir. Aksi halde, meydan
okumanın hiçbir anlamı kalmaz. Bu iddia sahiplerine yapılacak tek şey,
görüşlerinin doğru olmadığını ilmi bir üslupla ortaya koymaktır.
Haksöz: Verdiğiniz bilgiler için
teşekkür ederiz.
12.02.2002 - Haksöz-Murat Kayacan