Oksidentalizm alternatif olabilir mi?
Oryantalizmin (Doğu araştırmacılığı)
zıddı olarak görülebilecek “Oksidentalizm” (Batı araştırmacılığı) üzerine
literatür oldukça sınırlıdır. Zira Batı (varsa eğer), Doğu (kurgusal değilse)
üzerine birçok çalışma yapmışken hatta Doğu kendisini tanımak için bile çoğu
kere Batı’ya bakarken; Doğu, Batı üzerine pek az şey söyleyebilmiştir. Bunda
hem Doğu’da imkânların yetersizliği hem de tefekkürün gerilemesi etkili
olmuştur. Her iki açıdan da Batı’nın üstünlüğünden bahsedebiliriz. Emperyalist
niyetlerle de olsa Batı’da oluşmuş olan zengin literatür insanlığın kültürel
mirası gibi düşünülüp ele alınmalı, tartılmalı ve çürükleri bir kenara bırakılıp
yararlı kısımları alınmalıdır. Aynı şey Doğu olarak gösterilen coğrafyaların kültürleri
için de geçerlidir. Zira doğru, Doğu’da da Batı’da da doğrudur ve bâtıl olan da
hangi coğrafyada olursa olsun reddedilmelidir.
Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, “Oksidentalizm alternatif olabilir mi?”, Tasfiye Derg., S. 12, Tokat, 2007.
Doğu’nun da Batı’nın da Rabbi
Allah’tır. Bize kabul ettirilmeye çalışılan “Doğulu” kimliğini kendimize Batı
kadar uzak/yakın görmeliyiz. Çünkü Doğu da Batı da hiçbir inanç topluluğunun,
ideoloji ya da kültürün özel malı değildir. Pusulamız ne Doğu ne Batı ancak ve
ancak Kur'an olabilir. İslâm’ın dışındaki inanç ve ideolojiler içlerinde hem cahili
hem de hakikate uygun unsurları barındırabilirler. Seçmeci davranmayıp
kendimizi “Batı’da olanın dışında” gördüğümüzde, “Batı olarak görülenin”
biçtiği kaftanı gönüllü olarak giymiş ve bizden istendiği gibi görünmeyi kabul etmişiz
demektir.
İslâm dünyasının üzerine çökmüş
hegemonyadan kurtulabilmesi için bir yandan kendi içinde ihya çalışmalarında
bulunması, bir yandan da küresel işgal güçlerine karşı direniş göstermesi gerekmektedir.
Bu bağlamda kimlik olarak Doğu’yu benimserse, Batı’daki; Batı’ya dönük
eleştirileri, küreselleşme karşıtlarının protestolarını asla anlamlandıramaz ve
emperyalizme karşı direniş imkânlarını daraltır. Problem bununla da sınırlı kalmaz.
Doğu’daki itikadî ve ameli kirlilik onu kuşatır ve din ile hurafe birbirine
girer ve bir de bakar ki “hurafeleri” İslâm medeniyeti diye sahiplenmeye
başlamış. Bu bağlamda yeni yeni kutsallar üretilir ve var olanlar tüketilir.
Muhalefet bunların Batı kaynaklı “seküler” olanlarına karşı çıkışla sınırlı
kalır. Halbuki hurafe, manevî olanıyla da seküler olanıyla da hurafedir.
Peki İslâm dünyası bir yandan
yaşadıkları ülkelerde zorba iktidarlarla bir yandan da küresel iktidarı
uhdelerinde bulunduran devlet ve çokuluslu şirketlerle uğraşırken nasıl olacak
da oksidentalizm ile uğraşacak? Bu, bir hedef şaşırması değil midir?
Hedef şaşırma olmadığına dair bir
örnek vermek istiyorum. Türkiye’de yaşanan zulümler nedeniyle Batı ülkelerine
okumaya giden epeyce bir öğrenci kitlesi var ve bunların bir kısmı da okullarından
üstün başarılarla mezun oldu. Onların tuttukları günlükler bile bir anlam ifade
edebilir. Bu arkadaşlarımızdan Batı üzerine çalışmalarını ve birikimlerini
İslâm dünyasına aktarmalarını isteyebiliriz, istemeliyiz. Gücü yeten
Müslümanlar Batı’da yayınlanan eserleri tercüme edip/ettirip, İslâm dünyasında
tartışılmasını, anlaşılmasını sağlamalıdır. “Bu zaten yapılıyor!” demeyin.
Kastettiğim “sistematik” bir çalışma içine girmemizin gerekliliği. Bu amaçla
bir “oksidentalizm enstitüsü” bile kurulabilir. Buna gücümüz yetmese bile internet
icat olunduktan sonra da Batı araştırmaları yapmak için pek mazeretimiz kalmadı
diye düşünüyorum. Artık Roma’nın falanca köyündeki halk inançları üzerine bir
araştırma yapmanız bile mümkün. Yeter ki isteyelim!
Bu alanda yapılabilecek çalışmalara
önsöz mahiyetinde görülebilecek Cemaleddin Afgani, Asaf Hüseyin, Hasan
en-Nedvî, Perviz Manzur, Seyyid Kutub, Mevdudi ve Ali Şeriati’nin eserleri yol
gösterici olabilir.
Oksidentalizm üzerine yoğunlaşmamız
gerektiği şeklindeki önerime “Önce kendimize bir çeki düzen verelim!”
şeklindeki bir itirazı da doğru değildir. Çünkü sorunlarımızın çoğu “öteki” ile
de ilişkilidir. Bu gerçeği göz ardı ederek sorunlarımızla baş etmek, onları
“nihai” çözüme kavuşturmak neredeyse mümkün değildir. Hem Kur'an-ı Kerim müminlere inkârcıların
sözlerini ve uygulamalarını niye aktarıyor ki?