Nuh ve Şuayb peygamberlerin tevekkülü
Arapça و-ك-ل kök harflerinden türemiş olan tevekkül;
teslim olmak, bir işte birini vekil edinmek, bir kimseye bir şeyi teslim etmek
ve bırakmak anlamlarına gelmektedir (Firuzâbâdî, 2005, I: 1069). Kur’an
peygamberlerin mücadelelerinden örnekler verirken, onların Allahu Teala’ya
tevekkül edişlerinden de söz etmektedir. Bu yazıda Hz. Nuh ve Hz. Şuayb’ın
tevekkülünü, onların gönderiliş kronolojisine hem de nüzul sırasına dikkat ederek
ele alacağız. Ancak iki peygamberin tevekkülüne dair aşağıdaki üç ayetten Araf
suresinde olanı nüzul sırasına göre ilk sırada olsa da o ayeti Şuayb peygamber’in
tevekkülünü ele alırken işleyeceğiz. Naziat suresindeki ayet, “Kur’an’ın Kur’an
ile tefsiri” bağlamında yazıda yer almaktadır.
Allahu Teala, “Allah
çocuk edindi!” diyen müşriklere, Hz. Muhammed’in şöyle demesini
istemektedir (Taberi, 2000, XV: 147): “Onlara Nuh'un haberini oku. Hani
kavmine demişti ki: Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle
hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül ettim.
Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz
size tasa konusu olmasın, sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın-
verin.” (Yunus, 10/71). Ayetteki Hz. Nuh’un makamı bizzat onun kendisi
anlamındadır. “Kim de Rabbinin makamından korkar ve kendini kötü
arzularından alıkoyarsa” (Naziat, 79: 40) ayetinde de kastedilen Rabbinin
makamından korkar şeklindeki ifadeden kastedilen Rabbinden
korkarsadır. Ya da söz konusu makamdan kasıt Hz. Nuh’un kavminin içinde
dokuz yüz elli yıl (rasul olarak) kalmasıdır (Zemahşeri, h. 1407, II: 359). Hz.
Nuh Allah’a devamlı tevekkül ederdi ancak ifadeden sanki o saatte tevekkül
ettiği sanılabilir. Ayette kastedilen şey, onun o saatte inkârcılardan kaynaklanan
o şerli tutumu izale etme sırasında da tevekkül içinde olmasıdır (Râzî, h.
1420, XVII: 284).
Medyen halkının kibirli
ileri gelenleri, Hz. Şuayb ve ona tabi olanların ülkelerinin nimetlerinden yoksun
kalmalarından olumsuz bir şekilde etkileneceklerini düşünüyorlardı. O hüsrana
uğrayacak kimselere göre din, taklidî bir bağ ve kavmî bir asabiyet idi (Rıza,
1990, IX: 4). Onlara karşı Hz. Şuayb’ın hitabı şöyle oldu: “Allah bizi dininizden
kurtardıktan sonra, bizim tekrar ona dönmemiz Allah'a ne büyük bir yalan
yakıştırmış oluruz. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz
bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır.
Biz Allah'a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında Sen hak ile hüküm
ver. Sen 'hüküm verenlerin en hayırlısısın." (Araf, 7: 89). Hz.
Şuayb’ın ve ona inananların, o sırada üzerinde bulundukları hakkı bırakıp da inkârcıların
dinlerine dönmeleri ve yine o bâtıl dini din edinmeleri olacak şey değildir
(Taberi, 2000, XII: 562). Onlara düşen Allah’a tevekkül edip dinde sebat etmek,
cahiliye dinine dönmeyi akıllarından bile geçirmemektir.
Hz. Şuayb Allahu
Teala’ya karşı nankör olmanın kötülüğüne dikkat çekerken kavmine şunları
söylemektedir: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden bir delil verilmişse ve eğer
bana, O kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne
yapmalıyım? Ben sizi menettiğim şeylerde size aykırı davranmak istemiyorum. Ben
sadece gücümün yettiği kadar ıslaha çalışıyorum. Başarmam da ancak Allah'ın
yardımı ile olacaktır. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim ve ancak O'na döneceğim."
(Hud, 11: 88). Yani Hz. Şuayb’ın yaptığı, gücü ölçüsünde içinde yaşadığı
toplumu kötülüklerden alıkoymaktır. O Rabbine tevekkül etmiştir. Bu
dünyanın geçici, ahiretin ise kalıcı olduğunu bilmekte ve inkârcıları da bunu
gündeme getirerek korkutmaktadır.
Görüldüğü gibi, inkârcı
toplumları ıslah çabasında tevekkül yani zorluklar karşısında
Allahu Teala’ya dayanmak müminler için önemli bir yol azığıdır.
***
Firuzâbâdî, Muhammed b.
Yakub, el-Kamusu’l-Muhît, 8. bs., Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2005.
Râzî, Fahruddin (h. 606/1209), et-Mefâtihu'l-Gayb,
32 c., 3. bs., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, h. 1420.
Rıza, Muhammed
Reşid (h. 1354), Tefsiru’l-Menar, 12 c., el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmmetu
li’l-Kitab, Mısır, 1990.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an,
24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer
(ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî
Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h.
1407.
22 Mayıs 2014 (Memleket Gazetesi)