Nasr suresi
Nasr suresi Rasulullah’ı
kâfirlere karşı net tavır almaya yönlendiren Kâfirun suresinden sonra ve eşiyle
beraber İslam’a karşı mücadele eden bir muhalifin akıbetini konu edinen Mesed
suresinden de önce Kur’an’da yer almaktadır. Bu yazıda ele alacağımız Nasr suresinin
meali şöyledir: “Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük
bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğünde, Rabbine hamd ederek O'nu
tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.”
(Nasr, 110: 1-3).
İlk ayetteki fetihten
kastedilenin Kureyş’e karşı Rasulullah’ın ve Müslümanların üstün gelmesi (Taberi, 2000, XXIV: 667), risaletin önünün açılması,
risaletin gereklerinin yerine getirilebildiği ortamın oluşması (Mâturîdî, 2005,
X: 634) olduğu söylenmektedir.
Bölük bölük
Allah'ın dinine girmekte olduklarından söz edilen kimselerin, Yemendekiler
dahil Arap kabileleri olduğu ifade edilmektedir (Taberi, 2000, XXIV: 667).
Bundan yola çıkarak daha önce Müslüman olanların birer birer (Mâturîdî, 2005,
X: 635) ya da çok küçük gruplar halinde İslam’ı tercih ettikleri sonucu
çıkarılabilir. Fetih öncesi dönemde, özellikle de Mekke döneminde müminlerin içinde
yaşadıkları baskı ortamı insanların kitleler halinde dine girmesine engel
olmuştur. Daha sonraları Müslümanlar dünyevi olarak güçlendikleri için emniyet
ortamı oluşmuş ve insanların İslam’a eğilim duyup onu kabul etmeleri
kolaylaşmıştır. Kitleler açısından bakıldığında zafer sonrası dönemde, İslam
artık popüler kültürü temsil etmektedir. Bu popülarite bağlamında belli bir
bilince ulaşmadıkları halde insanların iman etmeleri vahiy tarafından hamd edilecek
bir durum olarak betimlenmektedir.
Allah'ın dinine denilerek dinin
Allah’a izafe edilmesi, İslam’ın beşeri bir üretim olmadığını göstermektedir.
Ayrıca bu ifade diğer dinlerin bâtıl yani Allahu Teala katında geçersiz
olduğuna da işaret etmektedir. Her ne kadar önceki peygamberler ve ümmetleri
Müslüman olsalar da vahyi muhafaza edememelerinin ardından yoldan çıkmışlar
ancak “tevhid dininin son halkası” olan İslam onları içinde bulundukları
keşmekeş ile baş başa bırakmamış ve onlara “Siz de hak üzeresiniz.” dememiş ve onlar
da Kur’an’a tâbi olmaya davet edilmişlerdir.
“Böylece
Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın
ve seni dosdoğru bir yola iletsin.” (Fetih, 48: 2) denilen Rasulullah’tan
Nasr suresinde acaba niçin bağışlanma talebinde bulunması istenmiş olabilir? İhtimallerden
birisi onun kendisinden ziyade müminler için bağışlanma talebinde bulunmuş
olduğudur. Bu açıdan şu ayet dikkat çekicidir: “Kendi günahın için de, mümin
erkekler ve mümin kadınlar için de bağışlanma dile.” (Muhammed, 47: 19). Bu
iki ayetin delil getiriliş biçimi, peygamberlerin küçük de olsa günah
işlemeyeceği (masumiyet) düşüncesini akla getirmektedir. Ne var ki peygamberlerin
masumiyeti, risaleti tahrif etmeksizin insanlara ulaştırmaları ile ilgilidir. Diğer
ihtimal de Rasulullah’ın önce kul oluşunu her zaman göstermesi gerektiğidir. Kulluk
görevi yerine getirilirken yapılan yanlışlar ve gösterilen zaaflar için
bağışlanma dilemek gayet doğaldır.
Nasr suresindeki
O'nu tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul
edendir şeklindeki ayette kulluk eylemi (tesbih) olmadan bağışlanma
talebinde bulunulmaması gerektiğine bir işaret vardır. Bu talebin ardından Allah’ın
tevbeleri çok kabul eden oluşunun belirtilmesinin amacı “Çok suç
işledim, artık affedilmeme imkân yok.” şeklinde düşülecek şeytanî bir tuzaktan
insanları uzak tutmaktır. Kul ne kadar suç işlemiş olursa olsun, tevbeden
vazgeçemez. Aksi taktirde onu ebedi bir azap beklemektedir. Bağışlanma talebi,
tevbe yani günahlardan uzaklaşma ile kemale erer.
Hz. Nuh’un
tebliği sırasında, “Rabbinizden bağışlanma dileyin. Çünkü O, çok
bağışlayıcıdır.” (Nuh, 71: 10) deyip bağışlanma talebinde bulunarak
Allah’ın bağışlayıcı olduğunu vurgulamasından farklı olarak, Nasr suresinde
Peygamber (s)’e bağışlanma dile denildikten sonra Allah’ın tevbeleri
çokça kabul ettiğinden söz edilmektedir. Mâturîdî Nasr suresindeki ayetin
zımnında “Tevbe et!” emrinin varsayılabileceğini söylemektedir. Onun bu
yaklaşımı doğru kabul edildiğinde karşımıza şöyle bir meal çıkmaktadır: O'ndan
bağışlanma dile ve O’na tevbe et. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir (2005,
X: 637).
İbn Abbas’a göre
Nasr suresi, “vefatının yaklaştığının yani az bir ömrünün kaldığının” Rasulullah’a
habercisi olmuştur.
Katade bu sure geldikten iki sene sonra Rasulullah’ın vefat ettiğini
söylemektedir (Taberi, 2000, XXIV: 671). İbn Abbas’ın söz konusu yaklaşımı surenin
bâtınî yorumu olarak görülmemelidir. Anlaşılan, ona göre Rasulullah’ın
mücadelesi başarı ile sonuçlanmış, din galip gelmiş ve artık tebliğin başka
bölgelere ulaştırılma görevi Müslümanlara kalmıştır.
***
Mâturîdî,
Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî, 10 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye,
Beyrut, 2005.
Taberî, Muhammed bin
Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an
Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
17 Temmuz 2014 (Memleket Gazetesi)