Musa'nın kavmi ve tevekkül
Tevekkül, acziyet
göstermek ve başkasında dayanmak anlamlarına gelmektedir (Firuzâbâdî, 2005, 1069). Bu yazıda nüzul sırasına göre
Musa’nın kavmi ve tevekkül konusunu ele alacağız.
"Şu
ayette tevekkül lafız olarak geçmese de anlam olarak mevcuttur: “Musa'ya da
kitap verdik ve ‘Beni bırakıp başkasını vekil edinmeyiniz.’ diye onu İsrailoğulları
için bir hidayet rehberi kıldık.” (İsra, 17: 2). Ayette yasaklanan
vekillik, Allah’tan başkasını veli, yardımcı (Zehra, ts., VIII:
4330) ve kendisine dayanılan rab(ler) edinmektir (Maverdi, ts., III:
227).
İman ile islam
eşitliğinin söz konusu olduğu bir ayette (Maturidi, 2005, II: 381) Hz. Musa kavmini tevekkül etmeye
çağırmakta ve o ayetin hemen ardından gelen ayette de o kimselerden çağrısına olumlu
yanıt aldığı ifade edilmektedir: “Musa dedi ki: ‘Ey kavmim! Eğer Allah'a
iman etmiş ve gerçekten boyun eğmiş, hakkıyla teslim olmuşsanız O'na güvenin.’
Onlar da, ‘Biz Allah'a güvendik. Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavmin zulmü ile
sınama!’ dediler.” (Yunus, 10: 84-85). Göründüğü kadarıyla Hz. Musa
İsrailoğullarının iman etmiş olmalarından ötürü Firavun zulmüne maruz kalıp,
dinlerini bırakmalarından endişelidir. Onları Allahu Tealaya “tevekkül etmeye”
çağırması bundandır. Baskı rejimleri insanları ikiyüzlülüğe sevk eder.
Halbuki Müslüman izzet-i nefis sahibidir/olmalıdır. Allah’a tevekkül
eder ve Müslüman kimliğini gayr-ı İslamî ortamlarda da korur. Ayrıca bu
ayetlerden İsrailoğullarının tümünün iman ettiği sonucu çıkarılamaz. Teslim
olduysanız ifadesi de buna işaret etmektedir.
Kur’an Nuh, Âd, Semud
kavimlerine ve ardından gelenlere şöyle denildiğini haber vermektedir: “Peygamberleri
onlara dediler ki: "(Evet) biz ancak sizin gibi bir insanız, ama Allah
kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Ve Allah'ın izni olmadıkça bizim size
bir delil getirmemize imkân yoktur. Müminler ancak Allah'a dayansınlar. Bize
yollarımızı göstermişken neden biz Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize
yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül
etsinler." (İbrahim, 14: 11-12). Peygamberlerin sizin gibi bir
insanız demeleri kavimlerinin onlardan mucize gösterme talebinde
bulunduklarına işaret etmektedir. Halbuki peygamberler kendileri değil
Allahu Teala dilediğinde mucize gösterebilirler. İnkârcıların olumsuz tavırları
karşısında peygamberlerin ve müminlerin yapacağı iş, dinlerinde sebat göstererek
zulmü ve fesadı yaygınlaştırmaya çalışan kimselere karşı mücadele ederlerken
Allah’a tevekkül etmeleridir. İşte şükreden kulların tavrı böyledir. Onlar hidayete
ermelerinin Allah’ın onlara verdiği bir nimet olduğunun farkındadırlar.
Hz. Musa döneminde
yaşadığı söylenen Yuşa b. Nun ve Kalib b. Yufna adlarında iki Müslümana hakkında
Kur’an’da şöyle denilmektedir: “Allah’tan sakınanlar arasında olup da
Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki kişi, ‘Onların üzerine kapıdan girin.
Girerseniz, şüphesiz sizler galipsiniz. Eğer müminlerdenseniz, yalnızca Allah'a
tevekkül edin.’ dedi." (Maide, 5: 23). Söz konusu iki kişi
İsrailoğullarını, Kenanlılardan zorba kimseler üzerine yürüyüp arz-ı mukaddese
girmeye teşvik etmektedir (Taberi, 2001, VIII: 293). Onlar adaletin tesisi ve zorbaların
yenik düşmesi için düşmanlarını korkutacak bir hareketi yani zorba kimselere saldırmayı
teşvik ediyorlardı. Ne var ki İsrailoğulları imanlarının gereğini yapıp,
Allah’tan korkacaklarına oradaki zorbalardan korkmaktadırlar. Halbuki zalim
kimselerin azabı (baskı ve işkenceleri) Allah’ın azabı (cehennem) gibi
değildir.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki tevekkül etmek yani yapılan hayırlı işlerde başkalarını/sahte
rableri değil Allah’ı vekil tutmak Tevrat’ta da müminlere emredilmiştir. Zalim
kimselerin zulmüne maruz kalan müminler şeytana uyup dinlerinden uzaklaşmamalı,
aksine Allah’a tevekkül ederek dinlerinde sebat etmelidirler. Müslümanlar
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!” demezler; yılanın etkisiz hale
getirilmesi konusunda sorumluluk yüklenir, mallarıyla ve canlarıyla bu uğurda
mücadele ederler.
***
Ebu Zehra, Mustafa b.
Ahmed (h. 1394), Zehratu’t-Tefasir, 10 c., Daru’l-Fikri’l-Arabi,
Kahire, ts.
Firuzâbâdî, Muhammed b.
Yakub, el-Kamusu’l-Muhît, 8. bs., Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2005.
Mâturîdî, Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî, 10 c.,
Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.
Maverdi, Ebu’l-Hasan
Ali b. Muhammed (h. 450/1058), en-Nüketü ve’l-Uyûn, 6 c.,
Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, ts.
Taberî, Muhammed bin
Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an
Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 26 c., Daru Hicrin li’t-Tabâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzi
ve’l-İ’lan, Kahire, 2001.
26 Haziran 2014 (Memleket Gazetesi)