Bu yazıda ele alacağımız Mesed suresi Mekke’de indirilmiştir ve meali şöyledir: “Ebu Leheb'in iki eli kurusun, zaten kurudu da. Ne malı ne de kazandığı onu kurtarabildi. (O), alevli bir ateşe girecektir. Hanımı da odun hamalı olarak. Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.” (Tebbet, 111: 1-5).
Buhari hadisinde aktarıldığına göre –Söz konusu hadis Müslim’de de yer almaktadır.- “En yakınlarını uyar.” (Şuara, 26: 214) ayeti indiğinde Rasulullah Safa tepesine çıkıp kavmine, “Size düşman suvarileri şu dağın eteklerinden çıkıp gelecek desem beni tasdik etmez misiniz?” diye hitap etmiş onlar da yanıt olarak, “Evet, senden bir yalan işitmedik.” demişlerdi. Bunun üzerine o, “Şiddetli bir azaba karşı ben apaçık bir uyarıcıyım.” demişti. Ebu Leheb, “Yok olasın emi! Bizi bunun için mi çağırdın ve buraya topladın?” diye tepki göstermişti (VI: 179). Bunun üzerine “Ebu Leheb’in iki eli kurusun!” ayeti indi. Bu nakilde her ne kadar Şuara suresindeki ayet ile Mesed suresi arasında bir irtibat olduğu söylense de Şuara suresinin daha sonra indiği dikkate alındığında arada bu irtibatın sağlam temelleri olmadığını söyleyebiliriz.
Ebu Leheb’in adı aslında Abduluzza (Uzza’nın kulu)’dır. Kur’an’da ondan adı ile değil künyesiyle söz edilmesi künyesinin daha çok bilinmesinden ya da söz konusu put adının Kur’an’da belirtilmesinin istenmemesinden kaynaklanıyor olabilir.
Ebu Leheb'in iki eli kurusun, zaten kurudu da. İfadesinden yola çıkarak onun yaptıklarının boşa çıktığı söylenebilir. Dilciler bu ifadenin Allah’tan ona bir beddua olduğunu söylerler (Taberi, 2000, XXIV: 675). Ona yönelik ayetteki hitap, onun İslam’a karşı ne kadar büyük bir mücadele verdiğinin de delilidir. Ayette Ebu Leheb’in iki eline dikkat çekilmesi, eline taş alıp Rasulullah’a atarken ölmesi ile ilişkilendirilmiştir. Ellerinin kurumasından kasıt kendisinin helak olmasıdır. Elleriyle sundukları (Şura, 42: 48) şeklindeki Kur’anî ifadede olduğu gibi kastedilen elleri değil kendileridir (Zemahşeri, IV: 813). Bir bakıma iki eli kurusun Ebu Leheb’e bir (bed)dua, kurudu da (bed)duanın gerçekleşmesidir.
Kazandığı ifadesinden kastedilenin; oğlu (Taberi, 2000, XXIV: 677), yaptığı kötü şeyler yani Rasulullah’a düşmanlık amaçlı tuzaklar ve bir delil üzere olduğunu sandığı işler olduğu söylenmektedir (Zemahşeri, IV: 815). Kazandığının oğlu ile sınırlanmasına gerek yoktur çünkü ifade geneldir. Ek olarak, bu ayetin orijinalindeki soru edatı olarak da düşünülebilir. Bu durumda ayetin meali “Malı ve kazandığı ona ne fayda verdi?” şeklinde olur. Bu vurguyla Ebu Leheb azarlanmış ve malının da kazandığının da ona bir yarar sağlamayacağı ifade edilmiş olur.
(O), alevli bir ateşe girecektir, hanımı da odun hamalı olarak. Bu ayetteki fiilin gelecek zamanlı oluşu tehdit amaçlıdır. Yani onun ateşe yaslanması kesinlikle gerçekleşecektir (Zemahşeri, h. 1407, IV: 815). Ebu Leheb’in hanımının odun hamalı oluşu; mecazen fesat çıkarmak için laf getirip götüren ve sözü yalanla bulayıp yaygınlaştıran; lafzen de Rasulullah’ın geçeceği yere atmak için ayağa batacak şekildeki dalları toplayan kimse anlamındadır. Lafzi anlamı esas alındığında onun dünyada yaptıkları ile cehennemde onu bekleyen durum arasında somut bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. Ebu Leheb’in hanımının odun hamalı oluşu Arapça dil kurallarına göre “hal” de olabilir. Bu durumda odun hamallığı onun sıfat değil, ateşe yaslandığındaki durumunu göstermiş olur. Boynunda hurma lifinden bir ip olması da böyle ikinci sıfat ya da ikinci hal olarak kabul edilip ona göre bir anlam içerebilir.
Hurma lifinden bir ip ifadesinde kastedilenin, Ebu Leheb’in hanımının Rasulullah’a zarar vermek için topladığı ve geceleyin onun geçeceği yola serptiği ağaç dalları malzemesinden bir ip olduğu söylendiği gibi, Mekke’de kullanılan bir ip türü olduğu da söylenmektedir (Taberi, 2000, XXIV: 680). Ateşe yaslanacağı sırada boynuna geçirilecek bu ipin ateşten, demirden bir ip olduğu görüşü de aktarılmaktadır. Her halükârda bu ifadede Ebu Leheb’in hamına yönelik bir aşağılama söz konusudur. Boynu kelimesinin ayetin orijinalindeki karşılığı olan cîd kelimesi, genellikle kadınların boynunun gerdanlık takılan kısmından söz ederken kullanılır. Bu durumda dünyevi anlamda övünülecek güzellik, kâfir bir hanım için ahirette boynuna takılan bir ip ile çirkinliğe dönüşmüş olmaktadır. Bu da Kur’an’ın betimleme gücünü gösteren örneklerden birisidir.
Görüldüğü gibi, “peygamber yakını/akrabası” olmak kişiyi kınanmaktan ve cehenneme gitmekten beri kılmamaktadır. Yani insanı ahirette kurtaracak olan peygamber yakını, çocuğu ve(ya) torunu (seyyid) vs. olmak değil, iman ve salih ameldir.

***
Buhari, İsmail Ebu Abdillah, Sahihu’l-Buhari, 9 c., Daru Tavki’n-Necat, Beyrut, h. 1422.
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer (ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h. 1407.



24 Temmuz 2014 (Memleket Gazetesi)