Kureyş suresi
Tekarraşa fiili
“bir araya getirme” anlamına gelmektedir. Bu anlam dikkate alınarak, değişik
bölgelere dağıldıktan sonra tekrar bir araya gelen Nadroğullarına Kureyş
lakabının verildiği söylenmektedir (İbnu’l-Esîr, 1979, IV: 40). Bir
başka yoruma göre, Kureyş lakabı köpekbalığı anlamına gelen kırş
kelimesinden türetilmiş bir kelimedir (İbn Âşur, XXX: 556). Allahu Teala
Kureyşliler hakkında –ki onlar Mekke’nin yerli halkıdır- bir sure indirerek bir
bakıma onları onure etmektedir: “Kureyş'in ilâfı (anlaşmaları) için. Kış ve
yaz seferlerindeki antlaşmaların kadrini bilmiş olmaları için. Bu Ev(Kâbe’n)in
Rabbine kulluk etsinler. O, kendilerini açlıktan kurtararak beslemiştir ve her
tehlikeye karşı onları güvenliğe kavuşturmuştur.” (Kureyş, 106: 1-4). Bu
yazıda bu sureyi ele alacağız.
Surenin ilk iki
ayetinin orijinalinde geçen ilafın ikincisi, ilkinin açıklaması (atf-ı
beyan) niteliğindedir. Kur’an’da buna benzer bir ifade tarzı şu iki ayette
mevcuttur: “Firavun dedi ki: Ey Hâmân! Bana bir kule yap, belki ben o
yollara ulaşabilirim. Göklerin yollarına ulaşabilirim de, Musa'nın ilahının ne
olduğunu anlarım. Ben onu mutlaka yalancı sanıyorum." (Mümin, 40:
36-37). Bu iki ayetin ilkindeki yollardan neyin kastedildiği ikinci
ayette izah edilmiştir.
Kureyş suresinin
öncesinde yer alan Fil suresinde, Kâbe’ye yıkma girişiminde bulunan fil
sahiplerinin azaba uğramasından söz edildikten sonra bu surenin gelmesi,
yalnızca Allah’a kulluk etmeye davet edilen Mekkeli müşriklere bir uyarıdır.
Yani madem ki Allah onları düşmana karşı korumuş ve onların ticaretine imkân
sağlamışsa onlar da buna şükretmeli ve nankörlükten uzak durmalıdırlar.
Kureyş kabilesi ticaret
amacıyla kışın denize kıyısı olan Ürdün ve Filistin’e yazın da Yemen’e giderdi
(Mukatil, h. 1423, IV: 860). Kur’an Kış ve yaz seferlerindeki antlaşmaların
kadrini bilmiş olmaları için. diyerek onlara verilen nimete dikkat çekmekte
ve bundan dolayı onları gereği gibi iman etmeye yönlendirmektedir. Bu ayette
bulunan seferlerindeki kelimesinin orijinali olan rihle Arapça’da
uzun yolculukları ifade etmek için kullanılır (İbn Âşur, XXX: 557).
Allah’ın rasulü
(Nisa, 4: 157), Allah’ın Kitab’ı (Bakara, 2: 101) vs. derken olduğu
gibi Bu Ev(Kâbe’n)in Rabbine kulluk etsinler. ayetinde de Evin
Allah’ın Rab oluşuna izafe edilerek belirtilmesi –“Allah’a kulluk
etsinler!” demekle yetinilmemesi- Kâbe’nin değerini göstermektedir. Zaten
Kureyş’in Araplar arasındaki önemli konumu Kâbe’den kaynaklanmaktadır: “Allah
Kâbe’yi, o hürmete layık mâbedi, insanların din ve dünya hayatları için bir
nizam vesilesi kılmıştır.” (Maide, 5: 97).
O, kendilerini açlıktan
kurtararak beslemiştir ifadesinden Kureyş kabilesinin,
Kâbe’nin su işlerinden sorumlu olması ve Kâbe civarında kurulan panayırlar
sayesinde gelir elde etmesi kastedilmiş olabilir.
Suredeki her
tehlikeye karşı onları güvenliğe kavuşturdu. ifadesi Hz. İbrahim’in şu
duasının cevabı gibidir: “Rabbim! Bu kenti güvenli kıl!” (İbrahim, 14:
35). Bu duanın gerçekleştiğini gösteren ve Kureyş suresinden sonra inen bir
surede yer alan diğer bir ayet de şöyledir: “Görmediler mi çevrelerinde
insanlar kaçırılırken biz (Mekke'yi), güvenli, dokunulmaz bir bölge yaptık?
Hala bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?” (Ankebut, 29:
67). Kâbe’yi yıkmaya yeltenen fil sahiplerinin azaba uğraması da Kâbe
civarındaki emniyetin somut bir göstergesidir (Fil, 105: 1-5). Kureyş
suresi ayetindeki tehlikenin ne olduğu konusunda bir sınırlama olmadığı
için doğru olan o genelliği korumaktır. Tefsirlerde tehlikenin saldırı,
savaş, cüzzam, düşman vs. olduğu yorumlarını (Taberi, 2000, XXIV: 623, 625)
korkunun ne olduğunun bire bir karşılığı olarak değil, “ne olduğuna dair birkaç
örnek” kabilinden görmek gerekir.
Bu surede Allah’ın, “verdiği
nimetlere dikkat çekerek” insanlardan (özelde Kureyş’ten) kulluk istemesi söz
konusudur. İnsanlar ise birisine iyilik yaptıklarında Allahu Teala’nın
beklediğine benzer şekilde bir karşılık beklerlerse –ki O, dilediğini yapar
(Hac, 22: 18)- yaptıkları iyiliği başa kakmış olacaklarından ötürü yaptıkları İslam
ahlakına uymaz. Yine “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanınız.” şeklinde aslı
olmayan bir hadisi belirterek hâşâ Allahu Teala gibi olmaya çalışmak da itikadî
açıdan son derece tehlikelidir.
***
İbn
Âşûr,
Muhammed Tahir (h. 1393), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 30 c., Daru’t-Tunusiyye
li’n-Neşr, Tunus 1984.
İbnu’l-Esîr, Abdülkerim eş-Şeybanî el-Cezeri (h. 606), en-Nihaye
fî Ğaribi’l-Hadîs ve’l-Eser, 5 c., el-Mektebetü’l-İlmiye, Beyrut, 1979.
Mukatil
b. Süleyman (ö. h. 150), Ebu’l-Hasan, Tefsiru
Mukatil b. Süleyman, Daru İhyai’t-Turas, Beyrut, h. 1423.
Taberî,
Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan
an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
4
Eylül 2014 (Memleket Gazetesi)