Kur’an’da “Kur’an” lafzı
Kur’an’da “Kur’an”
lafzı el-Kur’an, Kur’anehu, LeKur’anun, Kur’anun, Kur’anen, Kur’anin, Kur’ane şeklinde
altmış dokuz yerde geçmekte olup bunların en fazla Kur’an’da yer alanı
el-Kur’an şeklinde belirlilik takısıyla olanıdır. Bu yazıda bu lafızlardan sadece
Kur’anun, LeKur’anun, Kur’ane (iki defa) ve Kur’anin lafızlarının yer aldığı dört
ayeti, içinde bulundukları surelerin nüzul sırasını dikkate alarak ele
alacağız. Vakıa suresindeki ayeti incelerken siyakındaki ayetlerin meallerini
de vereceğiz.
Kur’an’ın Allah’ın
gönderdiği bir kitap olmayıp sihir, şiir, secili ifadeler vs. şeklinde insan
eli değmiş bir eser olduğu imalarına itiraz niteliğinde şöyle denilmektedir: “Hayır
o şerefli bir Kur'an'dır. Levh-i Mahfuz'dadır.” (Buruc, 85: 21-22). Levh-i
Mafhuz’daki olduğu gibi Kur’an, hafızlar sayesinde de korunmuştur: “Hayır,
o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir.
Ayetlerimizi ancak ve ancak zalimler bile bile inkâr eder.” (Ankebut, 29:
49). Kur’an müşriklerin
sandığı gibi değildir, onda insanlara dünya ve ahiret mutluluğu sağlayacak pek
çok hayır vardır.
Kur’an’ın içinde
bulunduğu Korunmuş Kitaba (Kitabin Meknûn) şeytanlar değil sadece
melekler dokunabilir: “O, elbette şerefli bir Kur’an'dır. Korunmuş bir Kitaptadır.
Ona temizlenenlerden başkası el süremez. (O), âlemlerin Rabbinden
indirilmiştir. Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?” (Vakıa, 56: 77-81). Kastedilen
Korunmuş Kitap değil Kur’an dersek dokunulmazlık konusu yine insanlarla
değil meleklerle ilgili olmuş olur. Çünkü dokunulamayan (dokunulması yasak
olan değil) Kur’an elimizdeki değil, onun Korunmuş Kitaptaki halidir. Kur’an Peygamber (s)’in kalbini
sağlamlaştırma amacıyla bir defada indirilmemiştir (Furkan 25: 32). Bu sayede
o, kendisine sorulan sorulara yerinde ve zamanında doğru cevap verme imkânı da
bulmuştur. Davet ve belağat da bunu gerektirir. Kur’an’ın şerefli oluşu, onun dünya
ve ahirete ilişkin öğretiler içermesindendir. Ona tâbi olmanın doğal sonucu da onun
gibi şerefli olmaktır.
Kur’an sabah namazına
özel bir önem atfetmektedir: “Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına
kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de fecrin ışıkları
bir araya gelip belirginleştiği/yoğunlaştığı vakit sabah namazını
kıl. Çünkü sabah Kur’an’ı (okuması) görülecek şeydir.” (İsra, 17: 78) Bu ayetteki sabah Kur’an’ı ifadesinde
Kur’an fecre izafe edilerek kullanılmakta ve Kur’an’ın kendisi değil sabah
namazı kastedilmektedir. Bu güzelliğe şahid olanlar da hem namaz kılanlar hem
de meleklerdir. Ayetteki sabah Kur’an’ı (okuması) kısmına sabah namazı
değil fecrin aydınlığı anlamını verenler de vardır.
Yüce Allahu evrende ne
olup bittiğini her an takip ettiği gibi, Kur’an okuyanları da takip etmektedir:
“Ne durumda olursan ol, onun hakkında Kur'an'dan ne okursan oku ve siz ne
yaparsanız yapın girişimde bulunduğunuzda biz sizin üzerinize şahidiz. Yerde ve
gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli değildir. Bundan küçük olsun
büyük olsun ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Yunus, 10: 61). Kur’an'dan ne okursan oku ifadesinin orijinalinde
geçen hû zamirinden kastedilenin Allah olduğunu düşünürsek bu durumda da
Peygamber (s)’e Allahu Teala’dan indirilen Kur’an’dan ne okursan oku
denilmiş olmaktadır. O zamirden kastedilenin Kur’an olduğunu söylersek o zaman
cümlede iki tane Kur’an’dan söz edilmiş olmaktadır. Bu durumda “Kur’an’dan
hangi kısmı okursan oku” denilmiş olmaktadır. Çünkü Kur’an hem kitabın tamamına
hem de bir kısmına (suresine ya da ayetine) verilen isimdir. Yukarıda
belirttiğimiz ve “Kur’an’a abdestsiz dokunulmaz.” iddiasına delil olarak
getirilen Vakıa suresindeki ayette geçen Kur’an da Kur’an’ın kendisi değil bir
kısmıdır. Zira Vakıa sure nüzul sırasına göre 46. suredir ve henüz
Kur’an’ın yarısı bile inmemiştir.
Görüldüğü gibi ele
aldığımız dört ayetin ilk ikisinde Kur’an lafzı, Kur’an’ın Allah katında mevcut
Korunmuş Kitapta (Levh-i Mahfuz/Kitabun Meknûn)ki halini, üçüncüsü sabah
namazını ve dördüncüsü de elimizdeki mushafı ifade etmek için kullanılmıştır.
***
Mâturîdî, Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî,
10 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.