Kur’an’da Allah’a sığınma
Arapça’da sığınma
anlamına gelen avz (عوذ) (Cevheri, 1987, II:
566) Kur’an’da sığınırım (eûzu) şeklinde üçü Hz. Nuh’un, Hz.
Musa’nın, ve Hz. Meryem’in Allah’a sığınmasından söz edildiği
ayetlerde, dördü de Hz. Muhammed ile ilgili olarak toplam yedi ayette
yer almaktadır. Bu yazıda bu ifadenin mevcut olduğu ayetleri nüzul sırasına
göre ele alacağız.
Kur’an, Hz. Peygamber
(s)’i “Ben, ağaran sabahın Rabbine
sığınırım.” (Felak, 113: 1) demeye davet etmekte ve ona Allah’ın yarattığı
şeylerin şerrinden, özellikle de karanlığı çöktüğü zaman gecenin, düğümlere
üfleyen büyücülerin ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden Allah’a
sığınmasını öğütlemektedir. Yine Rasulullah’a “Sığınırım ben insanların
Rabbine.” (Nas, 114: 1) demesi gerektiğine vurgu yapılmasının ardından
Allah’ın “insanların hükümdarı ve ilahı oluşuna” da dikkat çekilerek,
insanların göğüslerine fısıldayan ve cinlerden, insanlardan
üyeleri bulunan sinsi vesvesecinin şerrinden Allah’a sığınması öğütlenmektedir.
Cebrail Hz. Meryem’in karşısına
insan görünümünde gelmektedir. Kur’an bu olayı şöyle anlatır: “Meryem, ‘Ben
senden Rahman (olan Allah) a sığınırım. Eğer Allah'tan korkuyorsan!’ dedi.”
(Meryem, 19: 18). Acaba Meryem kötülük atfetmediği bir kimseden niçin
Allah’a sığınmaktadır? Muttaki bir kişi, asla günah işlemeyen kişi
değildir. Hz. Meryem’in bulunduğu yerde başka bir kimse olmadığı için
karşısındakinin de görünümünden dolayı onun bir melek olduğunu anlayamadığından,
takvanın gereği olarak Allah’a sığınmış ve muhatabına da Allah’tan korkmanın
gerekliliğini hatırlatmıştır. Ayetin bağlamından anlaşıldığı kadarıyla, Cebrail
Hz. Meryem’den izin istemeksizin onun yanına gelmiş ve onunla dünyaya
getireceği çocuktan söz etmeye başlamıştır. Bundan dolayı Hz. Meryem endişeye kapılmış
ve imanının, takvanın gereği olarak Allah’a sığınmıştır.
İnkârı tercih eden
oğlunun kurtuluşunu talep eden Hz. Nuh’a cahillerden olmaması uyarısı
yapıldıktan sonra o, Rabbine şöyle yönelir: “Nuh, ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim
bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana
merhamet etmezsen ben kaybedenlerden olurum.” (Hud, 11: 47). Bir babanın “inkâr
eden kimse birinci dereceden yakını ise” aradaki akrabalık bağı nedeniyle diğer
kâfirlere kıyasla onunla arasına mesafe koyması daha zordur. Bu bağlamda Hz.
Nuh kâfir oğlu ile imtihan edilmekte ve tercihini –oğlundan yana değil- Allah’ın
rızasını kazanmaktan yana koymaktadır. Hz. İbrahim de Hz. Yakup da mümin oğullarını
kaybetme tehlikesiyle imtihan edilen iki peygamberdir. Hz. Muhammed de Hz.
Nuh gibi kendisi vefat etmeden çocuğunun ölümüne şahit olan bir peygamberdir.
Hepsinin tercihi, başlarına gelene sabretmek ve Allah’ın verdiği emaneti
(çocuğu) O’na bir gün geri vermenin kaçınılmaz olduğu bilinciyle yaşamak
şeklinde olmuştur.
Müşriklerin yaptığı
kötülüklere muhatap olan Rasulullah’a kötülüğü iyilikle uzaklaştırmaya
çalışması emredilmekte ve ardından da şöyle denilmektedir: “Ve de ki:
Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda
bulunmalarından da sana sığınırım.” (Müminun, 23: 97-98). İlk ayette geçen kışkırtmaların
Arapça orijinalindeki hemezât (همزات)
şeytanın insanı sıkıştırması demektir (Taberi, 2000, XIX: 68). Şeytanın
insanı sıkıştırması arkadan (atalar diniyle), önden (sapkın
önderlerle), sağdan (dini kullanarak) ve soldan (müşrik önderlerle)
yani her açıdan insanı zor durumdan bırakan bir tarzda tezahür edebilir. Her ne
kadar insan bu saldırılar karşısında daralsa da bilmelidir ki şeytanın hilesi
zayıftır (Nisa, 4: 76) ve o, Allah’ın halis kullarını isyan ettirmede başarılı
olamaz.
Hz. Musa’nın Allah’a
sığınması, Allah’tan getirdiği ilahi emri uygulamak istemeyen İsrailoğullarının
arsızlığından söz eden ayette yer almaktadır: “Hani bir zamanlar Musa
kavmine şöyle demişti: ‘Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor.’ Onlar
da, ‘Yahu sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?’ dediler. Musa da, ‘Böyle
cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım.’ dedi.” (Bakara, 2: 67).
Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, İsrailoğulları vahyi ciddiye almamakta, Allah
için kurban kesme emrine kayıtsız kalmaktadır. Halbuki vahiy söz konusu
olduğunda bir peygamberin Allah adına yalan söylemesi söz konusu olamaz. İsrailoğulları
hem dini terk etmemekte hem de dini emirlerle alay etmektedir. Onların
durumu “Müslümanım ama şeriata karşıyım!” diyen laiklerin ve kısmen de
“Kur’an’daki emirler tarihseldir, bu çağda hadleri uygulamaya kalkmak akıl kârı
değildir.” diyen tarihselcilerin durumunu anımsatmaktadır.
Sonuç olarak
Müslümanlar, şerli kimselerden ve onların kurdukları tuzaklardan, şeytanın
şerrinden ve Allah’ın dini ile alay ediyor pozisyonuna düşmekten Allah’a
sığınmalıdırlar.
***
Cevheri, İsmail b. Hammad (h. 393), es-Sıhahu Tacu’l-Luğati
ve Sıhahu’l-Arabiye, 6 c., 4. bs., Daru’l-İlm li’l-Melayin, Beyrut, 1987.
Taberî, Muhammed bin
Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an
Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
21 Ağustos 2014
(Memleket Gazetesi)