A. Giriş

Konuya girmeden önce emin insanın yapacağı Empati kavramını niçin ele aldığımıza değinmemiz yerinde olacaktır. Zira ilgi alanımız olan “Tefsir ilmiyle bunun ne ilişkisi var?” şeklinde bir soru gayet yerindedir. Niyetimiz karşımızdakini anlama çabasına dair Kur'an’ın bir şey söyleyip söylemediğini ortaya koymaktır. Çünkü müminlerin birbirlerini ya da inkârcıları anlamaları ve ona göre hareket etmeleri dünyevî anlamda fikrî ve fiilî çatışmaları azaltacaktır. Bu kavramın önemli faydalarından birisi de bakışımızın ve inançlarımızın değişmek zorunda olmayışıdır. Bu da empatik tavra karşı çekingen davranmayı gereksiz kılıcı bir durumdur. Bu kavrama ısınmamız açısından empat olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz Rachel Courrie iyi bir örnektir. Kendisi Müslüman değildi ancak Filistin’de Müslüman bir ailenin evi işgalci İsrail tarafından yıkılmasın diye bedenini buldozere siper etti ve inançlarını paylaşmadığı insanların hakları için canını feda etti. Yani Rachel Courrie bize ne kadar yakınsa bu kavram da o kadar yakın olabilir diye düşünüyorum. İnsan hakları ve özgürlük kavramları da bu bağlamda görülebilir.
Empati kavramını ele alırken bu mefhumun anlamını belirlemede yardımcı olacak akraba kelimelere de vurgu yapacağız. Ardından da Kur'an’da bu kavrama anlam olarak tekabül edebilecek âyetler üzerinde duracağız. Bu sırada Allah’ın kullarla ve kulların Allah ile empatisi üzerinde de duracağız. Ancak bu noktada bizi bir tehlike bekliyor. “Biz kimiz ki haşa Allah ile empati yapalım da onun ne kastettiğini anlama gayretine girelim? Bu, gaybı kurcalamak değil midir?” Gaybı bilemeyeceğimizi Allah kesin bir dille Kitabı’nda zaten ifade ediyor. Ancak Kur'an-ı Kerim ile empati yaparak O’nun bizden istedikleri konusunda ne kastettiğini anlama çabasına girmemiz gayet normaldir, yeter ki anladığımızı mutlaklaştırmayalım.[1] 

B. Empati ve İlişkili Kavramlar

Empati deyince ilk akla gelen karşımızdakinin yerine kendimizi koyup onun duygu ve düşüncelerini anlama çabasıdır. Empati bir hayal kurma eylemi, kendi izdüşümünü ötekinin perspektifine ve anlayışına düşürmektir. Empatiden farklı olarak erimede[2] (fusion) konuşan ötekiyle, empatide ise öteki adına konuşur (Rees, 2003: 1). Ben-merkezci davranan bir kimsenin, karşısındakinin rolüne girmesi ve olaylara onun bakış açısından bakması, yani empati kurması mümkün değildir (Dökmen, 2000: 141). Diğer pek çok insan özelliği gibi empatik beceri de iki yanı keskin bıçak gibidir. Bazı liderler empatik beceriden yararlanarak topluma hizmet edebildiği gibi bazıları da insanlara hükmetmek için kullanabilirler (Dökmen, 2000:146). Hatta bazı empati girişimleri hakaret ve büyüklenme ve iftira amaçlı da olabilir. Öteki ile empati kurmak onu sevmemize, kabul etmemize ve en azından onun hakkında olumsuz görüşlerimizin azalmasına doğal olarak katkıda bulunur. Empatinin sempati ile sonuçlanması bir kimsenin niçin öteki ile ilgilendiğine bağlıdır. Psikoanalistler ve öğretmenler tam empati kurmak, bununla birlikte işlerini en iyi bir şekilde yapmak durumundadırlar (Stocker, 214). Bir kimsenin kendisini nasıl gördüğü de empatiyi belirleyici bir diğer unsurdur (Stocker, 215). Empatinin tanımını verdikten sonra bu kavramın anlam çerçevesini daha iyi anlayabilmemiz için empatiyle ilgili kavramları ele almak faydalı olacaktır.
Empati ile ilişkili bir kavram olan sempati ise, birisiyle birlikte acı çekmektir. Bir insana sempati duymak o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Empatide anlamak, sempatide karşımızdakine hak vermek söz konusudur (Dökmen, 2000:139). Müslümanın sempati göstermesi karşısındaki ister inanan isterse inanmayan olsun, konu maruf kapsamında ise beklenen bir şeydir.
Sempatiden konum olarak daha yüksek olan diğerkâmlık,[3] diğerini gözetme motivasyonu ya da eylemidir ve haksızlığı önleyen ve faydalı olanı teşvik eden ahlaki kodları destekleyen bir yaklaşımdır (Brandt, 132). Diğerkâm bir kimse sevgisini yüz ifadesi ya da ses tonu ile göstermek zorunda değildir. Yardımsever bir kimse ya da kahraman bir itfaiyeci veyahut asker diğerkâm olabilir. İsar[4] kavramı diğerkâmlık olarak görülebilir. İşgale ve sömürüye karşı canını ortaya koymak da bu kapsamda görülebilir. (Bakara 2/207).
Empati ile ilişkili olduğunu düşündüğümüz hermenötik yorum, psikolojik olarak sezgi ve empati (yani bir kimsesin kendisini yazarın yerine koymasının imkânı) sorunudur (Rasmussen, 2002: 7).  Biz diğer bir şahsın konum ya da ufkunu keşfettiğimiz zaman, onun fikirleri, onunla hemfikir olmaksızın kavranabilir hale gelir (Tatar, 1999: 22). Bir metni anlamakla muhatap olduğumuz kişiyi anlamak arasında bir fark söz konusudur. Yazılı olanın sabitliğini dikkate almanın gerekmediği günlük konuşma esnasında dinleyen konuşanın niyetini anlamak zorundadır. Biri diğerinin sözünü kastettiği şey açısından anlamalıdır. Diğer şahıs, tabir caizse, kendisini yazılı ya da bir başka sabit konuşma formuyla ondan ayırmamış ve anlaşılması beklenen şeyi, kasıtlı ya da kasıtsız, yanlış anlayarak muhtemelen tahrif edecek bilinmeyen bir şahsa aktarmış değildir. Konuşan ile dinleyen kişiler birbirlerinden fiziksel ve zamansal açıdan uzaklaşmış değildir. Yazarın niyeti veya zihni sözlü konuşma değil, yazılı ifadeler ya da metinler söz konusu olduğunda hermenötik sorun hale gelmektedir (Tatar, 1999:24). Bu bağlamda hermenötiği yazılı metin ile empati olarak tanımlamak mümkündür. Empatiyle ilişkili olduğunu düşündüğümüz kavramları açıkladıktan sonra Kur'an’da bu kavrama tekabül edecek ayetleri ele alalım:

C. Kur'an’da Empati Türleri

1. Müminlerin Empatisi

a. Büyüklerle Empati

Sizden olan çocuklarınız erginlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi, onlar da izin istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur 24/59). Yani, “Ergenlik çağına girmiş çocuklarınız kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi, yani kendilerinden önde bulunan siz büyüklerinin her zaman geldiğini fark ettirip selam vererek izin istemeniz gibi[5] onlar da yalnız üç vakitte değil, her zaman yanınıza gireceklerinde izin istesinler.” (Yazır, 1979:   

b. Müminlerin Kur'an-ı Kerim ile Empatisi

Anlayasınız diye apaçık bir Arapçayla indirdik.” mealindeki ayetlerin tümü Kur'an ile empati kapsamında değerlendirilebilir. Akla şöyle bir şey gelebilir. Empatinin amacı anlamak ise, Kur'an’ı anlamadan okuyup duygulanan insanlara ne diyeceğiz? Onların ki de empati değil midir? Belki şöyle bir ayrım yapmak gerekir. Algılamak ile anlamak ayrı şeylerdir. Anlamak daha ileri bir şeydir. Kur'an’da ne kastedildiğini anlama çabasını destekleyen bir İbnu Mesud hadisi şöyledir: Şüphesiz sen öyle bir zamandasın ki, fukahası çok, kurası azdır. Senin bu zamanında Kur'an’ın koyduğu sınırlar korunur, harflerine pek önem verilmez. (…) öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman fukaha az, kura çok olacaktır. Kur'an’ın harfleri ezberlenecek, fakat koyduğu sınırlar ihmal edilecektir.[9] İnsanlara gelen “Kur'an okunuyor ve açıklanıyor.” deseniz pek azı icabet ediyor ama “Gelin dünya çapında Kur'an okuma birincileri geliyor.” deseniz rağbet daha çok oluyor. Bu bağlamda Kur'an’ı anlamaya çalışan Müslümanları da “Bunlar mealci, alimleri tanımazlar.” diye mahkum ediliyor. Öte yandan da vefat etmiş alimlerimizi (Allah hepsinden razı olsun), “5 yaşında Kur'an’ı ezberledi. 15 yaşında döneminin bilginleriyle tartışır onları yenerdi.” diye övüyoruz.

c. Müminlerin Savaşmış Müminlerle Empatisi

Allah Bedir savaşındaki müminlerle empati kurmamızı istiyor: “Şüphesiz karşı karşıya gelen iki toplulukta size bir âyet, bir işaret ve ibret vardır. Onlardan biri Allah yolunda savaşıyordu, öbürü de kâfirdi ve karşılarındakini göz kararıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da gönderdiği yardımla dilediğini destekliyordu. Gören gözleri olanlar için elbette bunda apaçık bir ibret vardır.” (Âlu İmran 3/13). Yüce Allah'ın "...Karşı tarafı gözleri ile kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı..." ayeti iki şekilde yorumlanabilir. 1- "Görüyorlardı" ifadesindeki zamir kâfirleri, "Karşı taraf" ifadesi de Müslümanları kastetmiş olabilir. Buna göre anlamı şöyle olur; "Kâfirler o kadar kalabalık olmalarına rağmen, bir avuç Müslümanı "kendilerinin iki katı" olarak görüyorlardı... Bu da Allah'ın bir planıydı, Allah, müşriklere Müslümanları çok, kendilerini az göstermişti. Böylece kalpleri sarsılmış, ayakları kaymıştı. 2- Ya da bunun tam tersi olmuştu... Buna göre anlamı şöyle olur: Müslümanlar -müşrikler kendilerinin üç katı olduğu halde- müşrikleri kendilerinin "iki katı" olarak görmelerine rağmen direnmiş ve onlara karşı üstün gelmişlerdi (S. Kutub, 1991:

d. Müminlerin Kâfirlerle Empatisi

Düşman topluluğunu takip etmede gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz Allah'tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa 4/104). Yani, “Onlar az bir sermaye olan dünya hayatını ararken siz sonsuz sevap ve ahireti istersiniz. Sizin ümit sahanız onlardan çok geniştir. Onun için siz onlardan çok yüksek bir azim ve istekle cihat etmelisiniz. Allah her şeyi bilen ve her şeyi bir hikmete göre yapandır. Dolayısıyla Allah'ın emirlerine sarılıp ilim ve hikmet dairesinde hareket ediniz ki, umduklarınıza kavuşasınız.” (Yazır, 1979:

e. Hayvanlarla Empati

Göğün boşluğunda Allah'ın emrine boyun eğdirilerek uçuşan kuşlara bakmadılar mı? Şüphesiz bunda inanan bir toplum için âyetler (ibretler) vardır.” (Nahl 16/79). İnsanlar kuşları izlediğinde kendisini onların yerine koyduğunda, kendilerini daha özgür hissediyorlar. Kuşun fiziki yapısı ile empati yaptıklarında uçak yapmaya meylediyorlar.

f. Müminlerin Önceki Toplumlarla Empatisi

Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.” (Bakara 2/286). Buzağıya tapınmalarının keffareti olarak kendilerini öldürmeleri emredilmiş ve "cumartesi" günü ticaret veya avlanmaları yasaklanmıştı. Böylece müminler, kendilerinden öncekilere Allah'ın yüklediği ağırlıkları yüklememesi için Rabblerine dua etmektedirler (S. Kutub, 1991: ). Yine bu talebi, önceki ümmetlerden zor imtihanlardan geçenleri vahyi okuyarak haberdar olan müminlerin kendilerini onların yerine koyup Allah’a sığınıp imtihanda başarılı olmak için yardım talebi olarak görmek de mümkündür.

2. Allah’ın İnsanlarla Empatisi

Herhalde sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10). Halkın üzerine biat ettiği el, Peygamber (s)’in şahsını ifade eden el değil, Allah'ın elçisine ait bir el idi. Bu biat, Peygamber (s) aracılığı ile bizzat Allah'a yapılan bir biattı. (Mevdudi, 1986: Allah’ın istediği müminlerin itaatlerini Peygamber (s)’e biat ederek göstermeleriydi. Bu ayeti empati açısından yorumladığımızda haşa Allah ile Peygamber (s) aynı şey olarak gördüğümüz anlaşılmasın. Sadece Allah’ın kendisini peygamberin yerine koyduğuna ve peygambere biat ile Allah’a biat edilmiş olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Allah ile empatinin yapılabilmesi vahiy ile olabilir. Ancak bu şekilde onun kastını anlayabiliriz. Bu çaba için de muhkemler öncelikli olarak ele alınmalı, müteşabih ayetler onların muhtevasına göre anlaşılmalıdır. Yine bazı haramların tedricen uygulanmaya konması da Allah’ın kullarıyla empatisi bağlamında görülebilir.[6]Allah’ın “Umulur ki…”[7] gibi ihtimal belirten ifadeleri gaybı bilmeyen insanların kullandığı üsluptur. Bu tavır tenezzülât-ı ilahi türünden olmaktadır (Şatıbî, II, 105).

3. Müşriklerin Putlarıyla Empatiye davet edilmesi

İnsanın anlama tarzının somuttan soyuta doğru olduğunu dikkate alan Allah, şirkin tutarsızlığını anlatmak için insanlara somut bir örnek vermektedir: “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık verilen ve o rızıktan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Bütün hamd Allah'a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler. Allah şu iki adamı da misal verdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez; efendisine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle emreden ve doğru yolda bulunan adam eşit olur mu?” (Nahl 16/75-76). Yani hürriyetine sahip olmayıp başkasının mülkü olan âciz köleler grubu ile hürler grubu ve özellikle güzel rızık ile rızıklandırılmış olup da onu muhtaç olanlara harcayan hür kimselerin grubu eşit olur mu? Elbette eşit olmazlar, değil mi? İşte Allah'tan başkasına tapanlar, gönüllü olarak Allah’tan başkasını otorite kabul edenler, başkasının malı olan köle gibi hürriyetini verip bir yaratığa kul olmuş köleler gibidirler. Nasıl olur da bir put veya taş ile her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, iyiliği emreden, doğru yola ileten yüce Allah bir tutulabilir? (fizilal)

4. Mekkelilerin Önceki Toplumlarla Empatisi

Allah Peygamber (s)’den Mekkelilere Hz. Nuh’un kıssasını anlatmasını istiyor ki zaten halk arasında dolaşan anlatılar düzeyinde de olsa bildikleri bu peygamber ve onu yalanlayanların akıbeti hakkında kesin bilgileri olsun: “Buna rağmen yine de onu inkâr ettiler. Biz de onu (Hz. Nuh) ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları yeryüzüne halifeler yaptık. Âyetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların akıbeti nasıl oldu.” (Yunus 10/73). İsteyen, "uyarılıp da yola gelmeyen" yalanlayıcıların sonuna baksın. Öğüt ve ibret almak isteyen, kurtuluşa eren müminlerin sonlarından ibret[8] alsın (S. Kutub, 1991: )

5. Peygamberin Empatisi

a. Peygamberin Müminlerle Empatisi

O'dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma 62/2). Bu fedakârlık çabası empatinin güzel örneklerindendir. Zira kendisini merkeze alan insan, toplumun arınmasıyla ilgilenmez. Yine Peygamber (s)’den nakledilen ve “En hayırlınız” diye başlayıp, “Kur’an öğrenen, öğreten, hanımlara karşı iyi davranan.” şeklinde devam eden rivayetler onun müminlerle yaptığı empatiye örnek verilebilir. 

b. Peygamber (s)’in Peygamberlerle Empatisi

Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.” (Rum 30/47). Âyet, kendilerinden öncekilerin başlarına gelenlerin birçoğunu bilen ve yeryüzünü gezdiklerinde, kalıntılarından da onların başlarına gelenleri anlayan müşriklere, öncekilerinin başına gelen kötülüklerin kendi başlarına da gelmemesi konusunda uyarıyor: “Yeryüzünü gezdiğinizde gördüğünüz gibi aynı yolu izleyenlerin akıbetleri hep aynıdır.” (S. Kutub, 1991: Bu anlamda tarih okumaları ve tarihî mekânları ziyaret, günümüzde yaşanan problemleri anlama ve çözmede faydalıdır diyebiliriz.

c. Peygamberin Müşriklerle Empatisi

Allah Peygamber (s)’den kendisini Ehl-i Kitab’ın müşrik olanlarının yerine koymasını tavsiye etmektedir. Bu sayede verilen örnek ile şirkin tutarsızlığı muhatap tarafından daha rahat anlaşılacaktır: “Ey Muhammed! de ki: "Rahman olan Allah'ın bir çocuğu olsaydı, ona ibâdet edenlerin birincisi ben olurdum." (Zuhruf 43/81). Yani, benim hiç kimseyi Allah'ın çocuğu olarak kabul etmemem, bir inadın sonucu değildir. Ben bu düşünceyi, "hakikat olmadığı" için kabul etmiyorum. Allah'ın bir çocuğu olsaydı, onu ilk ben tasdik ederdim. Çünkü ben, Allah'ın sadık kuluyum. Fakat Allah, bu ithamdan münezzehtir (Mevdudî,1986: Böyle bir üslup, karşı tarafın kabulünü kolaylaştıracak, onların inatlarını terk etme ve içlerindeki tarafgirlik ateşinin söndürülmesi konusunda daha etkin olacaktır (Şatıbî, II, 104): 

d. Peygamberin Putlarla Empatisi

Hani İbrahim, babası Azer'e dedi ki; "Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum. Biz İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun. Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: ‘Rabb'im budur.’ dedi. Yıldız batınca da: ‘Ben batanları sevmem.’ dedi. Ay'ı doğarken gördü: ‘Rabb'im budur.’ dedi. O da batınca: ‘Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum.’ dedi. Güneş'i doğarken görünce: ‘Rabb'im budur, bu hepsinden büyük.’ dedi. O da batınca dedi ki: ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.’Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim.’ Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki: ‘Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz?’ Hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım? Eğer bilirseniz söyleyin, bu iki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır?” (Enam 6/74-81). Hz. İbrahim’in gök cisimlerine tapmayı eleştirirken kullandığı üslup yalancı olduğunu bildiği düşmanına insaflı davranan kimsenin kendi görüşünde fanatik olmadığını gösteren bir üsluptur. Çünkü bu üslup hakka çağırmada ve sorunlardan kurtulmada  en iyidir (Zemahşerî, II, 38).

3. Kötü Niyetli Empati Örnekleri

Vatanlarını savunan Filistinlilerin iktidara getirdiği bir siyasi partinin hala terörist olduğuna inanmamızı isteyen buna karşılık bir kiliseye saldıran Yahudileri “fanatikler” olarak tanımlayan televizyon haberleri bizi işgalcilerle empatiye teşvik etmektedir.

a. Dedikoducuların Empatisi

İşte dedi, (yöneticinin hanımı) ‘Bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınız (gençtir). Yemin ederim ki, ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de o, namuslu davrandı. Yine yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, muhakkak zindana atılacak ve kesinlikle zelillerden olacaktır. Şehirde bazı kadınlar da, ‘Azizin karısı, delikanlısından murad almaya kalkmış, sevgi yüreğini yakıp kavuruyormuş, görüyoruz ki, kadın çıldırmış besbelli..’ dediler”. (Yusuf 12/30-32).

b. Müşrik Bir Devlet Başkanının Allah ile Empatisi

Allah, Hz. İbrahim dönemindeki yöneticinin kendisini yaratma konusunda Allah yerine koyduğunu ifade etmektedir: "Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona, "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür." dediği zaman, "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim, "Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!" deyince o inkâr eden kimse şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Bakara 2/258). Demek oluyor ki, tağutun örneklerinden biri, böyle, "Ben hayat veririm ve öldürürüm." diye Allah ile boy ölçüşmeye kalkışan kâfirdir. Bununla birlikte Cenab-ı Allah'ın gücü ve hayat vermesi bir defaya mahsus değildir. O mutlak gücü ile dilediği gibi hayat verme gücüne sahiptir. Yok olanı var edip hayat verdiği gibi, ölüyü de tekrar diriltebilir ve hayat verebilir (Yazır, 1979: Hz. İbrahim dönemindeki müşrik yöneticinin bu empatisi, hakaret amaçlı olup, iyi niyetten ve anlama çabasından uzaktır.

c. Müşriklerin Allah İle Empatisi

Allah’ın neyi kastettiğini biz ancak vahiy aracılığıyla, onu okuyarak bilebiliriz. Bu tür bir empati meşru görülebilir ancak delil olmaksızın Allah hakkında kötü zanda bulunmak görünüm olarak empati olsa da aslında kötü zandan başka bir şey değildir: “Allah'a ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka şeye tapardık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılardık." Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi, ancak açık-seçik bir tebliğden, ibarettir.” (Nahl 16/35). Yani, "Sizin itirazınız yeni değil, sizden önceki sapık kimseler de aynı şeyi öne sürerlerdi. Bugün siz de, onlar gibi, sapıklığınıza ve yanlış hareketlerinize "Allah'ın dilediği bu." diye özür gösteriyorsunuz. Bunun kendinizi aldatmak ve nasihatten kaçmak için uydurduğunuz bir özür olduğunu biliyorsunuz." (Mevdudi, 1986:  Allah hakkında zan beslemek caiz değildir. Elde vahyi bir açıklama olmalıdır.[10] “Allah Hz. Muhammed (s) döneminde adaleti sağlamak için hırsızın elini kesiyordu. Bu dönemde başka ceza olabilir.” demek caiz değildir. Zira adaletin başka türden bir ceza ile de sağlanabileceğine dair vahyi bir veri yoktur.

d. Ehli Kitap Allah ile Empatisi

Yahudiler, "Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Maide 5/64). Yahudilerin bu sözü, "Allah her istediğini yapamaz ve her istediğini veremez, onun için bol bol rızık da veremez, yoksa Yahudilere hiç darlık çektirmez, her şeyi ihsan ederdi." meâlinde olduğu anlaşılıyor. Yahudilerin bu sözü Rasululllah'ın ashâbının çok fakirlik ve ihtiyaç içinde bulundukları sırada: "Muhammed'in Allah'ı fakir, eli bağlıdır, onun için onları sıkıntıdan kurtaramıyor." şeklinde Müslümanlarla alay etmek için söylemiş olmaları ihtimali de vardır. Âyette bunun zâhitlerin ve bilginlerin sanatlarını kınamanın hemen akabinde söylenmiş olması sebebiyle sözün bağlamı bize şunu işaret ediyor ki, bu sözün Yahudilerin bilginleri tarafından söylenmiş olması itibariyle hepsine nisbet edilmiştir (Yazır, 1979: .

e. Kafirlerin Peygamberlerle Empatisi

“(Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en sağlam yolunuzdan[11] alıkoymak istiyorlar." "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır." (Taha 20/63-64). Bu, onların Hz. Musa (a.s)'ın mucizelerini tenkit etmeleridir. Sonra da, Hz. Musa (a.s)'dan alabildiğine nefret ettirme çabasıdır. Çünkü her salim fıtratlı kimse, sihirden ve sihirbazı görmekten nefret eder. İnsanın, sihrin devamlı olmadığını bilmesi ve o şeyin bir sihir olduğuna inanması halinde, "Biz ona nasıl uyarız? Çünkü onun bekası; dinin ve icraatının devamlılığı söz konusu değildir" der. İkincisi, onların "Size yerinizden yurdunuzdan çıkarmak isteyen sihirbazlardır" şeklindeki sözleridir. Çünkü bu söz de alabildiğince nefret uyandıran bir sözdür.[12] Zira, insanın doğup büyüdüğü yerden ayrılması, kalplere zor gelen bir şeydir.(Razi) Ve maalesef bazen toplumlar milli menfaatlerini dinlerinden üstün tutabilmektedirler. Belki de bu nedenledir ki büyücüler vatan mefhumunu, “Dininizi yok etmek istiyorlar.” sözünden önce zikretmişlerdir. Bu yaklaşım toplumu etkileme gücüne sahip insanlarca empatinin nasıl kötüye kullanılabildiğine dair oldukça güzel bir örnektir.  “Yine onların içinde öyleleri vardır ki, Peygamber'i incitiyorlar ve "O her söyleneni dinleyen bir kulaktır." diyorlar. De ki; "Sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, müminlere inanır, ayrıca sizden iman edenlere de bir rahmettir". Allah'ın Resulünü incitenlere acıklı bir azap vardır.” (Tevbe 9/61). Peygamber (s.a) her şeyi dinler, ama sadece hayırlı ve toplum yararına olan şeyleri dikkate alır. Çünkü o kötü ve günah olan şeyleri dinleyen veya bunları teşvik eden bir kimse değildir. (Tefhim). İyi bir kulaktır. Vahye kulak verir. Sonra onu size tebliğ eder, iletir. Bu sizin hayrınıza ve yararınızadır. Hayırlı bir kulaktır. Terbiyesini takınarak sizleri dinler. İkiyüzlülüğünüzü yüzlerinize vurmaz (S. Kutub). Batılılarda bu var. Sizi iyi dinliyorlar, sanıyorsunuz ki, hidayete ermesinde ramak kaldı. Halbuki çapımızı ölçüyor, kastımızı anlamaya çalışıyorlar hepsi bu.

f. Firavun’un İleri Gelenleriyle Empatisi

Firavun'un kavminden ileri gelenler, "Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır." dediler. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): "O halde siz ne emredersiniz?" dedi.” (Araf  7/109-110). Burada "siz ne düşünüyor, ne diyorsunuz, ne teklif ediyorsunuz?" yerine "ne emredersiniz?" denilmiş olması, çok dikkat çekicidir. Dış görünüşüyle bu deyim, Firavun hükümetinin yönetim ve işleri yürütme yetkisinin bu danışma meclisinin elinde bulunduğunu gösterdiği söylenebildiği gibi (Yazır, 1979: Firavunun, ileri gelenlerine kibar davranarak çıkacak kararı onların kararıymış gibi lanse etmek de istemiş olabilir (Yazır, 1979:. Bu sayede Firavun, ileri gelenlerin muhalif sesler yükseltmelerini önlemiş olmaktadır.

g. Şeytanın İnsanla Empatisi

Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" (Taha 20/120). Allah'ın onu teşvik ettiği şey ile İblis'in teşvik ettiği şey aynıdır. Fakat Cenâb-ı Hak böyle bir hayatı, onun o ağaçtan uzak durması şartına, İblis ise bunu, onun o ağaçtan yemesi şartına bağlamıştır.(Razi) Şeytan Hz. Adem'in gönlündeki en hassas noktaya dokunmuştu. İnsanın ömrü sınırlıydı. İnsanın gücü sınırlıydı. Bu nedenle insan uzun hayatı, kayıtsız bir hakimiyeti elde etmek istiyordu. İşte şeytan bu iki gedikten ona yanaşıyordu (S. Kutub, 1991:  Bu ayete göre şeytan Adem'i bu ağacın meyvesini yediğinde ebedi bir hayata ve mülke sahip olacağını söyleyerek kandırmıştır (Mevdudi, 1986:  .

h. Müşriklerin müşriklerle

İnsanlar, Allah'ın onlara göstermiş olduğu âyetleri ve delilleri inkâr etmeyip de Hud (a.s)'un uyarısı üzerine iman ve itaat etselerdi helâk olmayacaklardı, fakat dinlemeyip eğlendikleri için o alay ettikleri, “Haydi getir bize!” dedikleri, azap da kendilerini kuşatıverdi: “And olsun ki, onlara size vermediğimiz imkânlar vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları, gözleri ve kalpleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşattı.” (Ahkaf 46/26). Yani, “Mal-mülk, güç ve iktidar bakımından hiçbir zaman mukayese yapamazsınız. Sizin iktidarınız sadece Mekke şehriyle sınırlıyken, onlar çok geniş bir ülkenin iktidarını ellerinde tutuyorlardı.” (Mevdudi, 1986:  Şu halde onları saran azap onlardan daha zayıf olan sizleri kuşatamaz mı? (Yazır, 1979: Bu Ad kavminin ve Mekke'nin çevresinde bulunan diğer kent halklarının cezalandırılmalarından çıkarılacak genel bir ibrettir (S. Kutub, 1991: 

Müşriklerin putlarla Empatisi
Müşriklerin bir tanesi hariç tüm putlarını kırıp ardından da bu işi yapıp yapmadığı sorulan Hz. İbrahim: “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi. Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) dediler ki: "Doğrusu siz haksızsınız." Sonra yine (eski) kafalarına döndüler: "And olsun ki (ey İbrahim!) bunların konuşmayacağını (sen de) bilirsin." dediler. (İbrahim) dedi: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara mı tapıyorsunuz?" "Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?" Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin." dediler.” (Enbiya 21/63-68).  "Onlara sorun, eğer konuşabiliyorlarsa" cümlesi, İbrahim’in "İşte şu en büyükleri yapmış" derken yalan söylemediğinin apaçık bir delilidir. İbrahim’in bununla yapmak istediği, onların, putların kendilerini korumak üzere hiç bir şey yapamamış olmalarının hatta çaresiz ve güçsüz oldukları için konuşamamalarının farkına varmaları ve bunu kabul etmeleriydi. Bir kimse tartışma esnasında, karşı tarafın görüşünün imkânsız olduğunu gündeme getirmek için gerçek dışı bir soru sorarsa elbette bu soruya yalan denilemez. Çünkü konuşan kişi bunu yalan niyetiyle söylememiştir; ikincisi muhatab olanlar da bunun yalan olmadığını bilmektedirler (Mevdudi, 1986: 

ı. Münafıkların Müminlerle Empatisi

“O sırada münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, (Müslümanlar hakkında) "şu adamları dinleri aldattı" diyorlardı. Oysa her kim Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, Allah galiptir, güçlüdür ve hikmet sahibidir.” (Enfal 8/49). O vakit münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, henüz iman ile mutmain olmayıp, kalplerinde bir çeşit şüphe veya tereddüt kalmış olanlar da diyorlardı ki, şunları dinleri mağrur etti, yani müminleri dinleri aldattı, mağrur etti de takat getiremeyecekleri bir işe giriştiler. Üç yüz küsur fakir fukara kalktılar da bin kişilik güçlü bir düşmana karşı çıktılar. Bir taraftan Medine'deki münafıklar, diğer taraftan Kureyş askerleri içinde bulunan birtakım şüpheci müşrikler işte böyle diyorlardı. Medine münafıkları içinden Muattib b. Kuşeyr'den başka Bedir'e katılan kimse olmamıştı. Mekkeli müşrikler arasında bazı gizli Müslümanlar vardı. Fakat henüz kalplerindeki imanları kuvvet bulmamış ve böyle bir şüphe ve tereddütten dolayı hicret etmemiş olan birtakım kimseler bulunuyordu. Bunlar müşriklerle beraber sürüklenip gelmişlerdi. Gönüllerinde "Müslüman askeri çoksa belki o tarafa geçeriz, azsa kavmimizle beraber döner geliriz." gibi birtakım gizli niyetler taşıyorlardı. Sonra Bedir'de Müslümanların sayıca çok az olduklarını görünce, "O!... Bunları dinleri aldatmış." diyerek müşrikler safında kalmaya karar vermişlerdi. Ve hâlbuki her kim Allah'a dayanır, Allah için vazifesini yaparsa, Muhakkak ki, Allah güçlüdür ve hikmet sahibidir (Yazır, 1979:

Sonuç

Görüldüğü gibi empati Kur'an’da izlerini görebildiğimiz bir anlama biçimidir.. Müminler birbirlerini, Kur'an’ı, Allah’ın kastını ve inkârcıları anlamaya çalışmalıdır. Ancak bu çabanın zannî sonuçlar getireceği yani bir kısmının sevap bir kısmının da günah olacağı unutulmamalıdır. “En iyi Müslüman benim gibi olur.” şeklinde düşünüp diğer Müslümanları tekfir etmek de bir empatisizlik örneğidir. Empati yaparken öncelik sırası Kur'an’a ve Müslümanlara aittir. Bu bağlamda İsrail’de ölen çocuklar için üzülmekten ziyade kolları kırılan, öldürülen Filistinli çocuklarla; oğlunu askere gönderdiği ve kaybettiği için Amerikalı kadından önce, tecavüz edilen vatanları ellerinden alınan Iraklılarla empati yapmak önceliklidir. Empati mazlumlarla yapıldığında bir erdemdir. Zalimlerle yapılan empatinin yegane amacı olabilir: Onları zulümden, işkenceden ve işgalden alıkoymaktır. Konumuzu bitirirken size bir hikâye anlatmak istiyorum: “Ağır yaralanan arkadaşını komutandan izin alıp can tehlikesine rağmen kurtarmaya giden Mehmet arkadaşını sırtlanıp hayatını kaybetmiş halde geri getirir ve komutan askere, "Sana demiştim. Boşuna hayatını kaybedecektin." deyince. Komutanım arkadaşım dudaklarının kapamadan önce söylediği önemliydi." der. Vefat eden askerin son sözü şu olur. "Mehmet, geleceğini biliyordum Mehmet! Geleceğini biliyordum, Mehmet.”  dr.muratkayacan@hotmail.comBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır   

Kaynakça

Dökmen, Üstün, İletişim Çatışmaları ve Empati, 12. bs., Sistem Yay., İst., 2000.Brandt, Richard B., Facts Values and Morality, Cambridge University Press, the USA, 1996.Stocker, Michael, Hegeman Elizabeth ve diğerleri, Valuing Emotions, Cambridge University Press, the USA.

Diğerkâmlık


 Sempati

EMPATİ



 Allah ile Empati

Allah ile Empati

Kitap
Rasul (vahye dönük kulak)
Dilbilgisi/Cahiliye şiiri (Kitabın tefsiri için cahiiye şiirini toplamayı tavsiye eden Hz. Ömer’dir bkz. Şatıbi, Muvafakat, II, 85).

Okur

 Peygamber (s) ile Empati


Rasul

Kitap
Sünnet
Siyer
Dilbilgisi


Okur

 Bu, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ve İstanbul Özgür-Der’de yapılan bir sunuma ait notlardır.


[1] Zaten Kur'an, Arapça indirilişini “anlaşılma” gayesine bağlar bkz. Yusuf 12/2.
[2] Erimenin yani karşımızdakinde adeta yok olmayı belki de tasavvuf kültüründeki “fena” anlayışıyla birlikte düşünmek mümkündür. “Şeyhte, Rasul (s)’de ve nihayet Allah’ta yok olmak” şeklindeki benliğin kaybının bu kavrama tekabül ettiği söylenebilir.
[3] Diğerkâmlığı sistemleştiren Fransız sosyolog ve positivist Auguste Comte (1798–1857)’tur.
[4] Bu kelimenin (آيثاَر) Kur'an’da yer aldığı ayetler için bkz. Yusuf 12/91; Taha 20/72; Nebe 79/38; Ala 87/16.
[5] "Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam vermeden girmeyin." (Nur 24/27)
[6] Tedricin toplumun ıslahı konusunda Ömer b. Abdülaziz’in tedrici bir kenara bırakmasını tavsiye eden oğluna söyledikleri manidardır: “Acele etme yavrum, Allah içkiyi Kur'an’da iki defa kötüledi, üçüncüde haram kıldı. Hakkı toptan insanların üzerine yüklediğim zaman, onu toptan reddetmelerinden ve bundan bir fitne kopmasından korkuyorum.” (Şatıbî, II, 91).
[7] Zümer 39/43, Bakara 2/170, İsra 17/79, Maide 5/52, Nisa 4/19.
[8] Hz. Muhammed (s) hitap ettiği Mekkeliler Nuh kavminin milletler tarihinde nüfusunun çokluğu ve gücüyle tanınmış bir toplum olduğunu yaygın rivayetlerden biliyorlardı; dolayısıyla bu meydan okuma örneği onların beyninde de şimşekler çaktırmalıydı.(diyanet)
[9] Muvatta, Sefer, 88.
[10] Sözgelimi, Sad 38/27 ve Duhan 44/38-39 örneğinde görülebileceği gibi vahyi veriler Allah’ın göğü ve yeri yaratmadaki niyetini açıkça ortaya koyduğu için Allah ile empati yapmaya imkân tanımaktadır.
[11] Bu sağlam yoldan kasıt, Firavun’un iktidarı, sihir, batıl dinleri olabilir bkz. Taberi.
[12] Bu sözü Firavun da kullanmaktadır: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?" (Taha 20/57).