Kuran ve empati
A. Giriş
Konuya girmeden önce emin
insanın yapacağı Empati kavramını niçin ele aldığımıza değinmemiz yerinde
olacaktır. Zira ilgi alanımız olan “Tefsir ilmiyle bunun ne ilişkisi var?”
şeklinde bir soru gayet yerindedir. Niyetimiz karşımızdakini anlama çabasına
dair Kur'an’ın bir şey söyleyip söylemediğini ortaya koymaktır. Çünkü
müminlerin birbirlerini ya da inkârcıları anlamaları ve ona göre hareket
etmeleri dünyevî anlamda fikrî ve fiilî çatışmaları azaltacaktır.
Bu kavramın önemli faydalarından birisi de bakışımızın ve inançlarımızın
değişmek zorunda olmayışıdır. Bu da empatik tavra karşı çekingen davranmayı
gereksiz kılıcı bir durumdur. Bu kavrama ısınmamız açısından empat olduğunu
rahatlıkla söyleyebileceğimiz Rachel Courrie iyi bir örnektir.
Kendisi Müslüman değildi ancak Filistin’de Müslüman bir ailenin evi işgalci
İsrail tarafından yıkılmasın diye bedenini buldozere siper etti ve inançlarını
paylaşmadığı insanların hakları için canını feda etti. Yani Rachel
Courrie bize ne kadar yakınsa bu kavram da o kadar yakın olabilir diye
düşünüyorum. İnsan hakları ve özgürlük kavramları da bu
bağlamda görülebilir.
Empati kavramını ele
alırken bu mefhumun anlamını belirlemede yardımcı olacak akraba kelimelere de
vurgu yapacağız. Ardından da Kur'an’da bu kavrama anlam olarak tekabül
edebilecek âyetler üzerinde duracağız. Bu sırada Allah’ın kullarla ve kulların
Allah ile empatisi üzerinde de duracağız. Ancak bu noktada bizi bir tehlike
bekliyor. “Biz kimiz ki haşa Allah ile empati yapalım da onun
ne kastettiğini anlama gayretine girelim? Bu, gaybı kurcalamak
değil midir?” Gaybı bilemeyeceğimizi Allah kesin bir dille Kitabı’nda zaten
ifade ediyor. Ancak Kur'an-ı Kerim ile empati yaparak O’nun bizden istedikleri
konusunda ne kastettiğini anlama çabasına girmemiz gayet normaldir, yeter ki
anladığımızı mutlaklaştırmayalım.[1]
B. Empati ve İlişkili Kavramlar
Empati deyince ilk akla
gelen karşımızdakinin yerine kendimizi koyup onun duygu ve düşüncelerini anlama
çabasıdır. Empati bir hayal kurma eylemi, kendi izdüşümünü ötekinin
perspektifine ve anlayışına düşürmektir. Empatiden farklı olarak erimede[2] (fusion) konuşan
ötekiyle, empatide ise öteki adına konuşur (Rees, 2003: 1).
Ben-merkezci davranan bir kimsenin, karşısındakinin rolüne girmesi ve olaylara
onun bakış açısından bakması, yani empati kurması mümkün değildir (Dökmen,
2000: 141). Diğer pek çok insan özelliği gibi empatik beceri de iki
yanı keskin bıçak gibidir. Bazı liderler empatik
beceriden yararlanarak topluma hizmet edebildiği gibi bazıları
da insanlara hükmetmek için kullanabilirler (Dökmen,
2000:146). Hatta bazı empati girişimleri hakaret ve
büyüklenme ve iftira amaçlı da olabilir. Öteki ile empati
kurmak onu sevmemize, kabul etmemize ve en azından onun hakkında olumsuz
görüşlerimizin azalmasına doğal olarak katkıda bulunur. Empatinin
sempati ile sonuçlanması bir kimsenin niçin öteki ile ilgilendiğine bağlıdır. Psikoanalistler
ve öğretmenler tam empati kurmak, bununla birlikte işlerini en iyi bir şekilde
yapmak durumundadırlar (Stocker, 214). Bir kimsenin kendisini nasıl gördüğü de
empatiyi belirleyici bir diğer unsurdur (Stocker, 215). Empatinin tanımını
verdikten sonra bu kavramın anlam çerçevesini daha iyi anlayabilmemiz için
empatiyle ilgili kavramları ele almak faydalı olacaktır.
Empati ile ilişkili bir
kavram olan sempati ise, birisiyle birlikte acı çekmektir. Bir insana
sempati duymak o insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip
olmak demektir. Empatide anlamak, sempatide karşımızdakine hak vermek söz
konusudur (Dökmen, 2000:139). Müslümanın sempati göstermesi
karşısındaki ister inanan isterse inanmayan olsun, konu maruf kapsamında ise
beklenen bir şeydir.
Sempatiden konum olarak
daha yüksek olan diğerkâmlık,[3] diğerini gözetme
motivasyonu ya da eylemidir ve haksızlığı önleyen ve faydalı olanı teşvik eden
ahlaki kodları destekleyen bir yaklaşımdır (Brandt, 132). Diğerkâm bir kimse
sevgisini yüz ifadesi ya da ses tonu ile göstermek zorunda değildir.
Yardımsever bir kimse ya da kahraman bir itfaiyeci veyahut asker
diğerkâm olabilir. İsar[4] kavramı diğerkâmlık
olarak görülebilir. İşgale ve sömürüye karşı canını ortaya koymak da bu
kapsamda görülebilir. (Bakara 2/207).
Empati ile ilişkili
olduğunu düşündüğümüz hermenötik yorum, psikolojik olarak sezgi ve
empati (yani bir kimsesin kendisini yazarın yerine koymasının imkânı) sorunudur
(Rasmussen, 2002: 7). Biz diğer bir
şahsın konum ya da ufkunu keşfettiğimiz zaman, onun fikirleri, onunla hemfikir
olmaksızın kavranabilir hale gelir (Tatar, 1999: 22). Bir metni anlamakla
muhatap olduğumuz kişiyi anlamak arasında bir fark söz konusudur. Yazılı olanın
sabitliğini dikkate almanın gerekmediği günlük konuşma esnasında dinleyen
konuşanın niyetini anlamak zorundadır. Biri diğerinin sözünü kastettiği şey
açısından anlamalıdır. Diğer şahıs, tabir caizse, kendisini yazılı ya da bir
başka sabit konuşma formuyla ondan ayırmamış ve anlaşılması beklenen şeyi,
kasıtlı ya da kasıtsız, yanlış anlayarak muhtemelen tahrif edecek bilinmeyen
bir şahsa aktarmış değildir. Konuşan ile dinleyen kişiler birbirlerinden
fiziksel ve zamansal açıdan uzaklaşmış değildir. Yazarın niyeti veya
zihni sözlü konuşma değil, yazılı ifadeler ya da metinler söz konusu olduğunda
hermenötik sorun hale gelmektedir (Tatar, 1999:24). Bu bağlamda hermenötiği
yazılı metin ile empati olarak tanımlamak mümkündür. Empatiyle
ilişkili olduğunu düşündüğümüz kavramları açıkladıktan sonra Kur'an’da bu
kavrama tekabül edecek ayetleri ele alalım:
C. Kur'an’da Empati Türleri
1. Müminlerin Empatisi
a. Büyüklerle Empati
“Sizden olan
çocuklarınız erginlik çağına girdiklerinde, kendilerinden
öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi, onlar da izin
istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur 24/59). Yani, “Ergenlik çağına girmiş
çocuklarınız kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi, yani
kendilerinden önde bulunan siz büyüklerinin her zaman geldiğini fark ettirip
selam vererek izin istemeniz gibi[5] onlar da yalnız üç
vakitte değil, her zaman yanınıza gireceklerinde izin istesinler.” (Yazır,
1979:
b. Müminlerin Kur'an-ı Kerim ile Empatisi
“Anlayasınız diye
apaçık bir Arapçayla indirdik.” mealindeki ayetlerin tümü Kur'an ile empati
kapsamında değerlendirilebilir. Akla şöyle bir şey gelebilir. Empatinin amacı
anlamak ise, Kur'an’ı anlamadan okuyup duygulanan insanlara ne
diyeceğiz? Onların ki de empati değil midir? Belki
şöyle bir ayrım yapmak gerekir. Algılamak ile anlamak ayrı
şeylerdir. Anlamak daha ileri bir şeydir. Kur'an’da ne kastedildiğini anlama
çabasını destekleyen bir İbnu Mesud hadisi şöyledir: Şüphesiz
sen öyle bir zamandasın ki, fukahası çok, kurası azdır. Senin bu zamanında
Kur'an’ın koyduğu sınırlar korunur, harflerine pek önem verilmez. (…) öyle
bir zaman gelecektir ki, o zaman fukaha az, kura çok olacaktır. Kur'an’ın
harfleri ezberlenecek, fakat koyduğu sınırlar ihmal edilecektir.[9] İnsanlara gelen “Kur'an
okunuyor ve açıklanıyor.” deseniz pek azı icabet ediyor ama “Gelin dünya
çapında Kur'an okuma birincileri geliyor.” deseniz rağbet daha çok
oluyor. Bu bağlamda Kur'an’ı anlamaya çalışan Müslümanları da
“Bunlar mealci, alimleri tanımazlar.” diye mahkum ediliyor.
Öte yandan da vefat etmiş alimlerimizi (Allah hepsinden razı olsun), “5
yaşında Kur'an’ı ezberledi. 15 yaşında döneminin bilginleriyle tartışır
onları yenerdi.” diye övüyoruz.
c. Müminlerin Savaşmış Müminlerle
Empatisi
Allah Bedir savaşındaki
müminlerle empati kurmamızı istiyor: “Şüphesiz karşı karşıya gelen iki
toplulukta size bir âyet, bir işaret ve ibret vardır. Onlardan biri Allah
yolunda savaşıyordu, öbürü de kâfirdi ve karşılarındakini göz kararıyla
kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da gönderdiği yardımla dilediğini
destekliyordu. Gören gözleri olanlar için elbette bunda apaçık bir ibret vardır.”
(Âlu İmran 3/13). Yüce Allah'ın "...Karşı tarafı gözleri ile kendilerinin
iki katı olarak görüyorlardı..." ayeti iki şekilde yorumlanabilir. 1-
"Görüyorlardı" ifadesindeki zamir kâfirleri, "Karşı taraf"
ifadesi de Müslümanları kastetmiş olabilir. Buna göre anlamı şöyle olur; "Kâfirler
o kadar kalabalık olmalarına rağmen, bir avuç Müslümanı "kendilerinin iki
katı" olarak görüyorlardı... Bu da Allah'ın bir planıydı, Allah,
müşriklere Müslümanları çok, kendilerini az göstermişti. Böylece
kalpleri sarsılmış, ayakları kaymıştı. 2- Ya da bunun
tam tersi olmuştu... Buna göre anlamı şöyle olur: Müslümanlar
-müşrikler kendilerinin üç katı olduğu halde- müşrikleri kendilerinin "iki
katı" olarak görmelerine rağmen direnmiş ve onlara karşı üstün
gelmişlerdi (S. Kutub, 1991:
d. Müminlerin Kâfirlerle Empatisi
“Düşman topluluğunu
takip etmede gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız,
kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı çekiyorlar.
Oysa siz Allah'tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Kuşkusuz
Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa 4/104). Yani, “Onlar az bir
sermaye olan dünya hayatını ararken siz sonsuz sevap ve ahireti istersiniz.
Sizin ümit sahanız onlardan çok geniştir.
Onun için siz onlardan çok yüksek bir azim ve istekle cihat etmelisiniz.
Allah her şeyi bilen ve her şeyi bir hikmete göre yapandır. Dolayısıyla
Allah'ın emirlerine sarılıp ilim ve hikmet dairesinde hareket ediniz ki,
umduklarınıza kavuşasınız.” (Yazır, 1979:
e. Hayvanlarla Empati
“Göğün boşluğunda
Allah'ın emrine boyun eğdirilerek uçuşan kuşlara bakmadılar mı? Şüphesiz bunda
inanan bir toplum için âyetler (ibretler) vardır.” (Nahl 16/79).
İnsanlar kuşları izlediğinde kendisini onların yerine koyduğunda, kendilerini
daha özgür hissediyorlar. Kuşun fiziki yapısı ile empati yaptıklarında uçak
yapmaya meylediyorlar.
f. Müminlerin Önceki Toplumlarla Empatisi
“Allah hiç kimseye
gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine,
yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da
yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden
öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize
gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet
et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.”
(Bakara 2/286). Buzağıya tapınmalarının keffareti olarak kendilerini
öldürmeleri emredilmiş ve "cumartesi" günü ticaret
veya avlanmaları yasaklanmıştı. Böylece müminler, kendilerinden öncekilere
Allah'ın yüklediği ağırlıkları yüklememesi için Rabblerine dua etmektedirler
(S. Kutub, 1991: ). Yine bu talebi, önceki ümmetlerden zor
imtihanlardan geçenleri vahyi okuyarak haberdar olan
müminlerin kendilerini onların yerine koyup Allah’a sığınıp imtihanda
başarılı olmak için yardım talebi olarak görmek de mümkündür.
2. Allah’ın İnsanlarla Empatisi
“Herhalde sana biat
edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin
üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a
verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”
(Fetih 48/10). Halkın üzerine biat ettiği el, Peygamber (s)’in şahsını ifade
eden el değil, Allah'ın elçisine ait bir el idi. Bu biat, Peygamber (s)
aracılığı ile bizzat Allah'a yapılan bir biattı. (Mevdudi, 1986: Allah’ın
istediği müminlerin itaatlerini Peygamber (s)’e biat ederek göstermeleriydi. Bu
ayeti empati açısından yorumladığımızda haşa Allah ile Peygamber (s)
aynı şey olarak gördüğümüz anlaşılmasın. Sadece Allah’ın kendisini
peygamberin yerine koyduğuna ve peygambere biat ile Allah’a biat edilmiş
olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. Allah ile empatinin yapılabilmesi vahiy ile
olabilir. Ancak bu şekilde onun kastını anlayabiliriz. Bu çaba için de
muhkemler öncelikli olarak ele alınmalı, müteşabih ayetler onların muhtevasına
göre anlaşılmalıdır. Yine bazı haramların tedricen uygulanmaya
konması da Allah’ın kullarıyla empatisi bağlamında
görülebilir.[6]Allah’ın “Umulur ki…”[7] gibi ihtimal belirten
ifadeleri gaybı bilmeyen insanların kullandığı üsluptur. Bu tavır tenezzülât-ı
ilahi türünden olmaktadır (Şatıbî, II, 105).
3. Müşriklerin Putlarıyla Empatiye davet edilmesi
İnsanın anlama tarzının
somuttan soyuta doğru olduğunu dikkate alan Allah, şirkin tutarsızlığını
anlatmak için insanlara somut bir örnek vermektedir: “Allah, hiçbir şeye
gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile,
kendisine güzel bir rızık verilen
ve o rızıktan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal
verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Bütün hamd
Allah'a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler. Allah şu
iki adamı da misal verdi: Bunlardan biri
dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez; efendisine bir yüktür. Onu
nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle
emreden ve doğru yolda bulunan adam eşit olur mu?” (Nahl
16/75-76). Yani hürriyetine sahip olmayıp başkasının mülkü olan âciz köleler
grubu ile hürler grubu ve özellikle güzel rızık ile rızıklandırılmış olup da
onu muhtaç olanlara harcayan hür kimselerin grubu eşit olur mu? Elbette eşit
olmazlar, değil mi? İşte Allah'tan başkasına tapanlar, gönüllü olarak Allah’tan
başkasını otorite kabul edenler, başkasının malı olan köle
gibi hürriyetini verip bir yaratığa kul olmuş köleler
gibidirler. Nasıl olur da bir put veya taş ile her şeyi bilen,
her şeye gücü yeten, iyiliği emreden, doğru yola ileten yüce Allah
bir tutulabilir? (fizilal)
4. Mekkelilerin Önceki Toplumlarla
Empatisi
Allah Peygamber (s)’den Mekkelilere Hz. Nuh’un kıssasını anlatmasını istiyor ki zaten halk arasında dolaşan
anlatılar düzeyinde de olsa bildikleri bu peygamber ve onu yalanlayanların
akıbeti hakkında kesin bilgileri olsun: “Buna rağmen yine de onu
inkâr ettiler. Biz de onu (Hz. Nuh) ve gemide kendisiyle beraber
olanları kurtardık. Ve onları yeryüzüne halifeler yaptık. Âyetlerimizi inkâr
edenleri ise suda boğduk. Bak işte uyarılanların akıbeti nasıl
oldu.” (Yunus 10/73). İsteyen, "uyarılıp da yola
gelmeyen" yalanlayıcıların sonuna baksın. Öğüt ve ibret almak isteyen,
kurtuluşa eren müminlerin sonlarından ibret[8] alsın (S. Kutub, 1991: )
5. Peygamberin Empatisi
a. Peygamberin Müminlerle Empatisi
“O'dur ki ümmiler
içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları
temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar,
önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma 62/2). Bu fedakârlık
çabası empatinin güzel örneklerindendir. Zira kendisini merkeze alan insan,
toplumun arınmasıyla ilgilenmez. Yine Peygamber (s)’den nakledilen ve “En hayırlınız”
diye başlayıp, “Kur’an öğrenen, öğreten, hanımlara karşı iyi davranan.”
şeklinde devam eden rivayetler onun müminlerle yaptığı empatiye örnek
verilebilir.
b. Peygamber (s)’in Peygamberlerle Empatisi
“Andolsun ki biz, senden
önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara
apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah
işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım
ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.” (Rum 30/47).
Âyet, kendilerinden öncekilerin başlarına gelenlerin birçoğunu bilen ve
yeryüzünü gezdiklerinde, kalıntılarından da onların başlarına gelenleri anlayan
müşriklere, öncekilerinin başına gelen kötülüklerin kendi başlarına da
gelmemesi konusunda uyarıyor: “Yeryüzünü gezdiğinizde gördüğünüz gibi aynı yolu
izleyenlerin akıbetleri hep aynıdır.” (S. Kutub, 1991: Bu anlamda tarih
okumaları ve tarihî mekânları ziyaret, günümüzde yaşanan problemleri anlama ve
çözmede faydalıdır diyebiliriz.
c. Peygamberin Müşriklerle Empatisi
Allah Peygamber (s)’den
kendisini Ehl-i Kitab’ın müşrik olanlarının yerine koymasını tavsiye etmektedir.
Bu sayede verilen örnek ile şirkin tutarsızlığı muhatap tarafından daha rahat
anlaşılacaktır: “Ey Muhammed! de ki: "Rahman olan
Allah'ın bir çocuğu olsaydı, ona ibâdet edenlerin birincisi ben olurdum."
(Zuhruf 43/81). Yani, benim hiç kimseyi Allah'ın çocuğu olarak kabul
etmemem, bir inadın sonucu değildir. Ben bu düşünceyi,
"hakikat olmadığı" için kabul etmiyorum. Allah'ın bir çocuğu
olsaydı, onu ilk ben tasdik ederdim. Çünkü ben, Allah'ın sadık kuluyum. Fakat
Allah, bu ithamdan münezzehtir (Mevdudî,1986: Böyle bir üslup, karşı
tarafın kabulünü kolaylaştıracak, onların inatlarını terk etme ve içlerindeki
tarafgirlik ateşinin söndürülmesi konusunda daha etkin olacaktır
(Şatıbî, II, 104):
d. Peygamberin Putlarla Empatisi
“Hani İbrahim, babası
Azer'e dedi ki; "Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Ben gerçekten gerek
senin ve gerekse kavminin açık bir sapıklık içinde olduğunuzu görüyorum. Biz
İbrahim'e göklerin ve yerin görkemli egemenlik mekanizmasını böylece
gösteriyorduk ki, o kesin inançlılardan olsun. Üzerine gece bastırınca, bir
yıldız gördü: ‘Rabb'im budur.’ dedi. Yıldız
batınca da: ‘Ben batanları sevmem.’ dedi. Ay'ı
doğarken gördü: ‘Rabb'im budur.’ dedi. O da batınca: ‘Yemin ederim ki, Rabbim
bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum.’
dedi. Güneş'i doğarken görünce: ‘Rabb'im
budur, bu hepsinden büyük.’ dedi. O da batınca dedi ki: ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a)
ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.’Ben yüzümü tamamen,
gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak
koşanlardan değilim.’ Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki:
‘Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi
ediyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin
dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz?’
Hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah'a ortak koşmaktan
korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım? Eğer
bilirseniz söyleyin, bu iki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha
layıktır?” (Enam 6/74-81). Hz. İbrahim’in gök cisimlerine tapmayı
eleştirirken kullandığı üslup yalancı olduğunu bildiği düşmanına insaflı
davranan kimsenin kendi görüşünde fanatik olmadığını gösteren bir üsluptur.
Çünkü bu üslup hakka çağırmada ve sorunlardan kurtulmada en iyidir
(Zemahşerî, II, 38).
3. Kötü Niyetli Empati Örnekleri
Vatanlarını savunan Filistinlilerin iktidara getirdiği bir siyasi
partinin hala terörist olduğuna inanmamızı isteyen buna karşılık bir kiliseye
saldıran Yahudileri “fanatikler” olarak tanımlayan televizyon haberleri bizi
işgalcilerle empatiye teşvik etmektedir.
a. Dedikoducuların Empatisi
“İşte dedi,
(yöneticinin hanımı) ‘Bu gördüğünüz, beni hakkında kınadığınız (gençtir). Yemin
ederim ki, ben bunun nefsinden yararlanmak istedim de o, namuslu davrandı. Yine
yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, muhakkak zindana atılacak ve
kesinlikle zelillerden olacaktır. Şehirde bazı kadınlar da, ‘Azizin
karısı, delikanlısından murad almaya kalkmış, sevgi yüreğini yakıp
kavuruyormuş, görüyoruz ki, kadın çıldırmış besbelli..’ dediler”. (Yusuf
12/30-32).
b. Müşrik Bir Devlet Başkanının Allah ile Empatisi
Allah, Hz. İbrahim
dönemindeki yöneticinin kendisini yaratma konusunda Allah yerine koyduğunu
ifade etmektedir: "Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi
hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona, "Benim
Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür." dediği zaman, "Ben
de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim, "Allah
güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!" deyince o inkâr
eden kimse şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola
iletmez.” (Bakara 2/258). Demek oluyor ki, tağutun örneklerinden biri,
böyle, "Ben hayat veririm ve öldürürüm." diye Allah ile boy ölçüşmeye
kalkışan kâfirdir. Bununla birlikte Cenab-ı Allah'ın gücü ve hayat vermesi bir
defaya mahsus değildir. O mutlak gücü ile dilediği gibi hayat verme gücüne
sahiptir. Yok olanı var edip hayat verdiği gibi, ölüyü de tekrar diriltebilir
ve hayat verebilir (Yazır, 1979: Hz. İbrahim dönemindeki müşrik yöneticinin bu empatisi,
hakaret amaçlı olup, iyi niyetten ve anlama çabasından uzaktır.
c. Müşriklerin Allah İle Empatisi
Allah’ın neyi
kastettiğini biz ancak vahiy aracılığıyla, onu okuyarak
bilebiliriz. Bu tür bir empati meşru görülebilir ancak delil
olmaksızın Allah hakkında kötü zanda bulunmak görünüm olarak empati
olsa da aslında kötü zandan başka bir şey değildir: “Allah'a ortak
koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi, ne biz, ne atalarımız O'ndan başka
şeye tapardık ve O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılardık."
Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar. Buna karşı peygamberlerin vazifesi,
ancak açık-seçik bir tebliğden, ibarettir.” (Nahl 16/35). Yani,
"Sizin itirazınız yeni değil, sizden önceki sapık kimseler de aynı şeyi
öne sürerlerdi. Bugün siz de, onlar gibi, sapıklığınıza ve yanlış
hareketlerinize "Allah'ın dilediği bu." diye özür gösteriyorsunuz.
Bunun kendinizi aldatmak ve nasihatten kaçmak için uydurduğunuz bir özür
olduğunu biliyorsunuz." (Mevdudi, 1986: Allah hakkında zan beslemek
caiz değildir. Elde vahyi bir açıklama olmalıdır.[10] “Allah Hz. Muhammed (s)
döneminde adaleti sağlamak için hırsızın elini kesiyordu. Bu dönemde başka ceza
olabilir.” demek caiz değildir. Zira adaletin başka türden bir ceza ile de
sağlanabileceğine dair vahyi bir veri yoktur.
d. Ehli Kitap Allah ile Empatisi
“Yahudiler,
"Allah'ın eli çok sıkıdır" dediler. Söyledikleri söz sebebiyle
onların elleri bağlansın ve lanete uğrasınlar! Aksine Allah'ın elleri açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunun
azgınlığını ve küfrünü artırıyor. Biz, onların aralarına tâ kıyamete kadar
düşmanlık ve kin atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah
onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Şüphesiz Allah
bozguncuları sevmez.” (Maide 5/64). Yahudilerin bu sözü,
"Allah her istediğini yapamaz ve her istediğini veremez, onun
için bol bol rızık da veremez, yoksa Yahudilere hiç darlık çektirmez, her şeyi
ihsan ederdi." meâlinde olduğu anlaşılıyor. Yahudilerin bu sözü
Rasululllah'ın ashâbının çok fakirlik ve ihtiyaç içinde bulundukları sırada:
"Muhammed'in Allah'ı fakir, eli bağlıdır, onun için onları
sıkıntıdan kurtaramıyor." şeklinde Müslümanlarla alay etmek için
söylemiş olmaları ihtimali de vardır. Âyette bunun zâhitlerin ve bilginlerin
sanatlarını kınamanın hemen akabinde söylenmiş olması sebebiyle sözün bağlamı
bize şunu işaret ediyor ki, bu sözün Yahudilerin bilginleri tarafından
söylenmiş olması itibariyle hepsine nisbet edilmiştir (Yazır, 1979: .
e. Kafirlerin Peygamberlerle Empatisi
“(Sihirbazlar daha sonra
Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak
sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en sağlam
yolunuzdan[11] alıkoymak istiyorlar."
"Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra
halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır." (Taha 20/63-64). Bu,
onların Hz. Musa (a.s)'ın mucizelerini tenkit etmeleridir. Sonra da, Hz. Musa
(a.s)'dan alabildiğine nefret ettirme çabasıdır. Çünkü her salim fıtratlı
kimse, sihirden ve sihirbazı görmekten nefret eder. İnsanın, sihrin devamlı
olmadığını bilmesi ve o şeyin bir sihir olduğuna inanması halinde, "Biz
ona nasıl uyarız? Çünkü onun bekası; dinin ve icraatının devamlılığı söz konusu
değildir" der. İkincisi, onların "Size yerinizden yurdunuzdan
çıkarmak isteyen sihirbazlardır" şeklindeki sözleridir. Çünkü bu
söz de alabildiğince nefret uyandıran bir sözdür.[12] Zira, insanın doğup
büyüdüğü yerden ayrılması, kalplere zor gelen bir şeydir.(Razi) Ve maalesef bazen
toplumlar milli menfaatlerini dinlerinden üstün
tutabilmektedirler. Belki de bu nedenledir ki büyücüler vatan
mefhumunu, “Dininizi yok etmek istiyorlar.” sözünden önce
zikretmişlerdir. Bu yaklaşım toplumu etkileme gücüne sahip insanlarca empatinin
nasıl kötüye kullanılabildiğine dair oldukça güzel bir örnektir. “Yine
onların içinde öyleleri vardır ki, Peygamber'i
incitiyorlar ve "O her söyleneni dinleyen bir kulaktır."
diyorlar. De ki; "Sizin için bir hayır
kulağıdır. Allah'a inanır, müminlere inanır, ayrıca sizden
iman edenlere de bir rahmettir". Allah'ın Resulünü incitenlere acıklı bir
azap vardır.” (Tevbe 9/61). Peygamber (s.a) her şeyi dinler, ama sadece
hayırlı ve toplum yararına olan şeyleri dikkate alır. Çünkü o kötü ve günah olan
şeyleri dinleyen veya bunları teşvik eden bir kimse değildir. (Tefhim). İyi bir
kulaktır. Vahye kulak verir. Sonra onu size tebliğ eder, iletir. Bu sizin
hayrınıza ve yararınızadır. Hayırlı bir kulaktır. Terbiyesini takınarak sizleri
dinler. İkiyüzlülüğünüzü yüzlerinize vurmaz (S. Kutub). Batılılarda bu
var. Sizi iyi dinliyorlar, sanıyorsunuz ki, hidayete ermesinde ramak
kaldı. Halbuki çapımızı ölçüyor, kastımızı anlamaya
çalışıyorlar hepsi bu.
f. Firavun’un İleri Gelenleriyle Empatisi
“Firavun'un kavminden ileri
gelenler, "Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır." dediler. O, sizi
yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): "O
halde siz ne emredersiniz?" dedi.”
(Araf 7/109-110). Burada "siz ne düşünüyor, ne diyorsunuz, ne teklif
ediyorsunuz?" yerine "ne emredersiniz?" denilmiş olması, çok
dikkat çekicidir. Dış görünüşüyle bu deyim, Firavun hükümetinin yönetim ve
işleri yürütme yetkisinin bu danışma meclisinin elinde bulunduğunu gösterdiği
söylenebildiği gibi (Yazır, 1979: Firavunun, ileri gelenlerine kibar
davranarak çıkacak kararı onların kararıymış gibi lanse etmek de
istemiş olabilir (Yazır, 1979:. Bu sayede Firavun, ileri gelenlerin muhalif
sesler yükseltmelerini önlemiş olmaktadır.
g. Şeytanın İnsanla Empatisi
“Nihayet şeytan ona
vesvese verdi. Şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana sonsuzluk
ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"
(Taha 20/120). Allah'ın onu teşvik ettiği şey ile İblis'in teşvik
ettiği şey aynıdır. Fakat Cenâb-ı Hak böyle bir
hayatı, onun o ağaçtan uzak durması şartına, İblis
ise bunu, onun o ağaçtan yemesi şartına bağlamıştır.(Razi)
Şeytan Hz. Adem'in gönlündeki en hassas noktaya dokunmuştu. İnsanın ömrü
sınırlıydı. İnsanın gücü sınırlıydı. Bu nedenle insan uzun
hayatı, kayıtsız bir hakimiyeti elde etmek istiyordu.
İşte şeytan bu iki gedikten ona yanaşıyordu (S. Kutub, 1991: Bu ayete
göre şeytan Adem'i bu ağacın meyvesini yediğinde ebedi bir hayata ve mülke
sahip olacağını söyleyerek kandırmıştır (Mevdudi, 1986: .
h. Müşriklerin müşriklerle
İnsanlar, Allah'ın onlara
göstermiş olduğu âyetleri ve delilleri inkâr etmeyip de Hud (a.s)'un uyarısı
üzerine iman ve itaat etselerdi helâk olmayacaklardı, fakat dinlemeyip
eğlendikleri için o alay ettikleri, “Haydi getir bize!” dedikleri, azap da
kendilerini kuşatıverdi: “And olsun ki, onlara size vermediğimiz imkânlar
vermiştik. Onlara kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik. Fakat kulakları,
gözleri ve kalpleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah'ın
âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp
kuşattı.” (Ahkaf 46/26). Yani, “Mal-mülk, güç ve iktidar bakımından hiçbir
zaman mukayese yapamazsınız. Sizin iktidarınız sadece
Mekke şehriyle sınırlıyken, onlar çok geniş bir ülkenin iktidarını ellerinde
tutuyorlardı.” (Mevdudi, 1986: Şu halde onları saran azap onlardan daha
zayıf olan sizleri kuşatamaz mı? (Yazır, 1979: Bu Ad kavminin ve Mekke'nin
çevresinde bulunan diğer kent halklarının cezalandırılmalarından çıkarılacak
genel bir ibrettir (S. Kutub, 1991:
Müşriklerin putlarla
Empatisi
Müşriklerin bir tanesi
hariç tüm putlarını kırıp ardından da bu işi yapıp yapmadığı sorulan Hz.
İbrahim: “Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara
sorun" dedi. Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine)
dediler ki: "Doğrusu siz haksızsınız." Sonra yine (eski)
kafalarına döndüler: "And olsun ki (ey İbrahim!) bunların
konuşmayacağını (sen de) bilirsin." dediler. (İbrahim)
dedi: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek
olan putlara mı tapıyorsunuz?" "Size de, Allah'ı bırakıp
taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?" Onlar:
"Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin."
dediler.” (Enbiya 21/63-68). "Onlara sorun, eğer
konuşabiliyorlarsa" cümlesi, İbrahim’in "İşte şu en büyükleri
yapmış" derken yalan söylemediğinin apaçık bir delilidir. İbrahim’in
bununla yapmak istediği, onların, putların kendilerini korumak üzere hiç bir
şey yapamamış olmalarının hatta çaresiz ve güçsüz oldukları için
konuşamamalarının farkına varmaları ve bunu kabul etmeleriydi. Bir
kimse tartışma esnasında, karşı tarafın görüşünün imkânsız olduğunu gündeme
getirmek için gerçek dışı bir soru sorarsa elbette bu soruya yalan denilemez.
Çünkü konuşan kişi bunu yalan niyetiyle söylememiştir; ikincisi muhatab olanlar
da bunun yalan olmadığını bilmektedirler (Mevdudi, 1986:
ı. Münafıkların Müminlerle Empatisi
“O sırada münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, (Müslümanlar
hakkında) "şu adamları dinleri aldattı" diyorlardı. Oysa her kim
Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, Allah galiptir, güçlüdür ve hikmet
sahibidir.” (Enfal 8/49). O vakit münafıklar ve kalplerinde hastalık
bulunanlar, henüz iman ile mutmain olmayıp, kalplerinde bir çeşit şüphe veya
tereddüt kalmış olanlar da diyorlardı ki, şunları dinleri mağrur etti, yani
müminleri dinleri aldattı, mağrur etti de takat getiremeyecekleri bir işe
giriştiler. Üç yüz küsur fakir fukara
kalktılar da bin kişilik güçlü bir düşmana karşı çıktılar. Bir taraftan
Medine'deki münafıklar, diğer taraftan Kureyş askerleri içinde bulunan birtakım
şüpheci müşrikler işte böyle diyorlardı. Medine münafıkları içinden Muattib b.
Kuşeyr'den başka Bedir'e katılan kimse olmamıştı. Mekkeli müşrikler arasında
bazı gizli Müslümanlar vardı. Fakat henüz kalplerindeki imanları kuvvet bulmamış
ve böyle bir şüphe ve tereddütten dolayı hicret etmemiş olan birtakım kimseler
bulunuyordu. Bunlar müşriklerle beraber sürüklenip gelmişlerdi. Gönüllerinde
"Müslüman askeri çoksa belki o tarafa geçeriz, azsa kavmimizle beraber
döner geliriz." gibi birtakım gizli niyetler taşıyorlardı. Sonra Bedir'de Müslümanların sayıca çok az olduklarını
görünce, "O!... Bunları dinleri aldatmış." diyerek müşrikler safında
kalmaya karar vermişlerdi. Ve hâlbuki her kim Allah'a dayanır, Allah
için vazifesini yaparsa, Muhakkak ki, Allah güçlüdür ve hikmet sahibidir
(Yazır, 1979:
Sonuç
Görüldüğü gibi empati
Kur'an’da izlerini görebildiğimiz bir anlama biçimidir.. Müminler birbirlerini,
Kur'an’ı, Allah’ın kastını ve inkârcıları anlamaya çalışmalıdır. Ancak bu
çabanın zannî sonuçlar getireceği yani bir kısmının sevap bir kısmının da günah
olacağı unutulmamalıdır. “En iyi Müslüman benim gibi olur.” şeklinde düşünüp
diğer Müslümanları tekfir etmek de bir empatisizlik örneğidir. Empati yaparken
öncelik sırası Kur'an’a ve Müslümanlara aittir. Bu bağlamda İsrail’de ölen
çocuklar için üzülmekten ziyade kolları kırılan, öldürülen Filistinli
çocuklarla; oğlunu askere gönderdiği ve kaybettiği için Amerikalı kadından
önce, tecavüz edilen vatanları ellerinden alınan Iraklılarla empati yapmak
önceliklidir. Empati mazlumlarla yapıldığında bir erdemdir. Zalimlerle yapılan
empatinin yegane amacı olabilir: Onları zulümden, işkenceden ve işgalden
alıkoymaktır. Konumuzu bitirirken size bir hikâye anlatmak istiyorum: “Ağır
yaralanan arkadaşını komutandan izin alıp can tehlikesine rağmen kurtarmaya
giden Mehmet arkadaşını sırtlanıp hayatını kaybetmiş halde geri getirir ve
komutan askere, "Sana demiştim. Boşuna hayatını kaybedecektin."
deyince. Komutanım arkadaşım dudaklarının kapamadan önce söylediği
önemliydi." der. Vefat eden askerin son sözü şu olur. "Mehmet,
geleceğini biliyordum Mehmet! Geleceğini biliyordum, Mehmet.”
dr.muratkayacan@hotmail.com
Kaynakça
Dökmen, Üstün, İletişim
Çatışmaları ve Empati, 12. bs., Sistem Yay., İst., 2000.Brandt,
Richard B., Facts Values and Morality, Cambridge University Press, the
USA, 1996.Stocker, Michael, Hegeman Elizabeth ve diğerleri, Valuing
Emotions, Cambridge University Press, the USA.
Diğerkâmlık
|
||
Sempati
|
||
EMPATİ
|
||
Allah ile
Empati
Allah ile Empati
|
||
Kitap
|
Rasul (vahye dönük kulak)
|
Dilbilgisi/Cahiliye şiiri (Kitabın tefsiri için
cahiiye şiirini toplamayı tavsiye eden Hz. Ömer’dir bkz. Şatıbi, Muvafakat,
II, 85).
|
Okur
|
Peygamber
(s) ile Empati
Rasul
|
|||
Kitap
|
Sünnet
|
Siyer
|
Dilbilgisi
|
Okur
|
Bu, Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ve İstanbul Özgür-Der’de yapılan bir sunuma
ait notlardır.
[2] Erimenin yani
karşımızdakinde adeta yok olmayı belki de tasavvuf kültüründeki “fena”
anlayışıyla birlikte düşünmek mümkündür. “Şeyhte, Rasul (s)’de ve nihayet
Allah’ta yok olmak” şeklindeki benliğin kaybının bu kavrama tekabül ettiği
söylenebilir.
[4] Bu kelimenin (آيثاَر) Kur'an’da yer aldığı ayetler için bkz.
Yusuf 12/91; Taha 20/72; Nebe 79/38; Ala 87/16.
[5] "Ey iman edenler!
Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına selam
vermeden girmeyin." (Nur 24/27)
[6] Tedricin toplumun ıslahı
konusunda Ömer b. Abdülaziz’in tedrici bir kenara bırakmasını tavsiye eden
oğluna söyledikleri manidardır: “Acele etme yavrum, Allah içkiyi Kur'an’da iki
defa kötüledi, üçüncüde haram kıldı. Hakkı toptan insanların üzerine yüklediğim
zaman, onu toptan reddetmelerinden ve bundan bir fitne kopmasından korkuyorum.”
(Şatıbî, II, 91).
[8] Hz. Muhammed (s) hitap
ettiği Mekkeliler Nuh kavminin milletler tarihinde nüfusunun çokluğu ve gücüyle
tanınmış bir toplum olduğunu yaygın rivayetlerden biliyorlardı; dolayısıyla bu
meydan okuma örneği onların beyninde de şimşekler çaktırmalıydı.(diyanet)
[10] Sözgelimi, Sad 38/27 ve
Duhan 44/38-39 örneğinde görülebileceği gibi vahyi veriler Allah’ın göğü ve
yeri yaratmadaki niyetini açıkça ortaya koyduğu için Allah ile empati yapmaya
imkân tanımaktadır.
[12] Bu sözü Firavun da
kullanmaktadır: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi
geldin bize?" (Taha 20/57).