Kâria suresi
Mekke’de inen bu surenin
adının ne olduğu konusunda ihtilaf yoktur. İlk üç ayeti “(Gerçekleşecek)
Kıyamet! Nedir, o Kıyamet? Gerçekleşenin (Kıyametin) ne olduğunu sen nerden
bileceksin?” (Hakka, 69: 1-3) şeklindeki Hakka suresinin girişindeki ifade
tarzına benzeyen Kâria suresinin meali şöyledir: “Kâria! Nedir o kâria?
Kârianın ne olduğunu sen bilir misin? O gün insanlar yayılmış kelebekler gibi
olurlar. Dağlar atılmış renkli yün gibi olur. O gün kimin tartıları ağır
basarsa o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Kimin tartıları hafif
gelirse, onun anası da (varacağı yer) hâviye (derin uçurum) olacaktır. O
uçurumun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, kızgın bir ateştir.”
(Karia, 101: 1-11)
Vurmak (İbnu’l-Esîr,
1979, IV: 44) ve kapıyı çalmak (Zebîdî, ts., XXI: 533) anlamındaki قرع kelimesi mecazen işiten kimseyi korkutan bir sesi ifade
eder (İbn Âşûr, 1984, XXX: 510). Bu kelimeden türeyen ilk ayetteki Kâria kıyamet
anlamında kullanılmaktadır. Çünkü o da insana gelip çarpacaktır (İbn Faris,
1979, V: 72). Büyük bir olaya işaret eden kâria başka bir ayette şöyle
geçmektedir: “İnkâr edenlerin yaptıklarından dolayı başlarına ya şiddetli
bir bela (kâria) gelir ya da yurtlarının yakınına iner.” (Rad, 13: 11).
Nedir o kâria?
şeklindeki sorunun amacı insanları alarma geçirmektir. Soru insanları merak
ettirir. İnsanoğlunun bir gün
kapısını çalacak olan, yani karşısına çıkacak olan şey dirilip hesap vermektir.
O, yeryüzünde imtihan için yaratılmıştır. Orada verilen nimetleri
kullanan insanoğlu ahirette o nimetleri nasıl kullandığını tek tek izah etmek
zorunda kalacaktır.
O gün insanlar yayılmış
kelebekler gibi olurlar. benzetmesiyle Kıyamet gününün
özelliklerine bir giriş yapılmakta ve sonraki ayetlerde de o günün özellikleri anlatılmaktadır.
Ancak o günün kesin olarak ne zaman gerçekleşeceği hem günahkârları korkutmak
için hem de ilahî imtihanın gereği olarak yine gizli tutulmaktadır.
Dağlar atılmış renkli
yün gibi olur ayetini okuyanlar düşünmelidirler:
Dağların durumu bu ise, o günde kim bilir insanların durumu ne olur! Bu
ayettekine benzer şekilde nüzul sırasına göre daha sonra inen bir surenin
ayetinde ise o gün için şöyle denilir: “Dağlar da renkli yün gibi olur.”
(Mearic, 70: 9). Bu ayetin orijinalinde de yine Kâria suresindeki gibi ıhn kelimesi
kullanılmakta ancak bu kez atılmış kelimesine yer verilmemektedir. Görüldüğü
gibi bir ayette mevcut bilgi diğer ayette gerekli görülmediğinden
belirtilmemiştir. Kur’an’da başka bir ayette buradakine benzer bir durum
söz konusudur: “Ve ‘Allah çocuk edindi.’ diyenleri de uyarsın.” (Kehf,
18: 4). Bu ayette söz konusu şirk sözünü söyleyenlerin neye karşı uyarıldığı
belirtilmemiştir. Çünkü iki ayet önce bu bilgi zaten verilmiştir: “Onu
dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek şiddetli azaba karşı
(insanları) uyarsın.” (Kehf, 18: 2).
O, hoşnut olacağı bir
hayat içindedir. şeklinde mealini verdiğimiz ayetin
orijinalinde hoşnutluk insana değil hayata atfedilmektedir. Akli mecaz olarak
kastedilen şey hayatın kendisi değil, o hayatı yaşayacak kimsenin hoşnutluğudur.
Kimin tartıları ağır
basarsa denilenler muvahhid kimseler iken tartıları hafif
gelirse denilenler müşrikler (Mukatil h. 1423, IV: 811-812) ve Müslümanlar
arasında sayıldığı halde onlar gibi inanan ve yaşayan kimselerdir. Kimin tartıları
hafif gelirse, onun anası da hâviye (uçurum)dir. ayetindeki ana kelimesi
kişinin halini ifade etmek için kinaye olarak kullanılır. Çünkü ananın
çocuğuna sevgisi pek kuvvetlidir. O, çocuğu sevindiğinde ondan daha fazla
sevinir, üzüldüğünde de daha fazla üzülür (İbn Âşûr, 1984, XXX:
514). Ana kendisine sığınılan ve çocuğunu bağrına basıp koruyan kişidir. Ömür
boyu günah bataklığına batmış bir halde yaşayan kişinin anası yani sığınacağı
yer (haviye) ne kötüdür! Çünkü o yer kızgın bir ateştir!
***
İbn
Âşûr,
Muhammed Tahir (h. 1393), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 30 c., Daru’t-Tunusiyye
li’n-Neşr, Tunus 1984.
İbnu’l-Esîr, Abdülkerim eş-Şeybanî el-Cezeri (h. 606), en-Nihaye fî Ğaribi’l-Hadîs
ve’l-Eser, 5 c., el-Mektebetü’l-İlmiye, Beyrut, 1979.
İbn
Faris, Ebû’l-Huseyn
(395/1005), Mu’cemu Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (bs. yeri yok),
1979.
Mukatil b.
Süleyman (ö. h. 150), Ebu’l-Hasan, Tefsiru Mukatil b. Süleyman,
Daru İhyai’t-Turas, Beyrut, h. 1423.
Zebîdî, el-Murtadâ (ö. 1205), Tacu’l-Arus,
40 c., Daru’l-Hidaye, Beyrut, ts.
16
Ekim 2014 (Memleket Gazetesi)