İngilizce öğretmeni bir müfessir
Murat Kayacan Müslüman düşünür, yazar, aktivist. 1969
yılında İstanbul'da doğdu. Bir hafta Sarıyer İHL’de okuduysa da okul onu pek
sarmadı. 10 aylık bir mobilyacılık tecrübesi gece yarılarına kadar süren mesai
saatleri nedeniyle sona erdi. Ortaokul, Gültepe Teknik Lisesi mezunu oldu ama
mühendis olmayı tercih etmedi. 1992 yılında Konya'da bulunan Selçuk
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun
olduktan sonra çoğu kimse için kafayı bozmakla eş anlamalı olarak
algılanabilecek bir şey yaptı: Aynı üniversiteye bağlı enstitünün Din Eğitimi
Dalı'nda Kur'an’ın Hz. Peygamber’i Eğitmesi konulu teziyle Yüksek Lisansını tamamladı.
Doktorasını 2003 yılında aynı üniversitenin tefsir bölümünde Kuran'da
Peygamberlere Karşı Tavırlar ve Sonuçları teziyle tamamladı. Her iki
çalışması da Ekin Yayınları'ndan çıktı. Dünya
ve İslam, Haksöz, Tezkire, Marife, İktibas, Umran, Tasfiye dergilerinde
yazıları ve çevirileri yayınlandı. Konya’nın yerel gazetelerinden Memleket gazetesinde köşe yazarıdır. Yazının
yollarında ilginç duraklarda konaklayan Murat Kayacan kendini ve yazma
serüvenini anlattı bizlere.
Peki, edebiyatla aranız nasıl?
-Yazı serüveninizle yaşamöykünüzü
gözden geçirdiğimde, bir bağlanmanın izlerinin sizi hep sarmaladığını görüyorum.
Kitaplarınızı ve yazılarınızı okuyunca bunların bir bir ifade edildiğini,
dahası, kendi iç coğrafyanızın yansılarını bulduğumu söyleyebilirim. İngiliz
Dili ve Edebiyatı’ndan tefsire yönelmeniz, yazı serüveniniz üzerinde
konuşacağız. İsterseniz geçmişe dönmeden, bu belirleme üzerinde duralım: Nasıl bir yöneliş bu?
Doğrusu üniversite sınavına girdiğimde ya
İstanbul’da ya da Ankara’da okuyacağımı düşünmüştüm. Gazeteden sınav
sonuçlarına baktığımda pek inanasım gelmedi Konya’da okuyacağıma. Nasip Selçuk
Üniversitesi imiş. Hatırladığım kadarıyla sınıfımda okumaya hak kazanan
öğrenciler arasında da sonlarda yer alıyordum.
Konya’ya gelirken İstanbul’un Sarıyer ilçesindeki
Pınar mahallesinde tanıştığımız Ahmet Baydar (Zaman zaman akraba ziyareti için
gelirdi mahallemize.) ile görüşmüştüm. Kendisinden liseli bir delikanlı olarak
çok şey öğrenmiştim birkaç kez görüşme imkanı bulmuş olsam da. Konya’ya gitme
hazırlıklarımı yaparken bana: “İlahiyatta Sait Şimşek hoca ile git tanış. Bana
ne sorabiliyorsan ona da rahatlıkla sorabilirsin” dedi. Gelmeden önce hem
Kur'an’ı hem de hayatı birlikte okumam gerektiği bilincine sahiptim. Bunda
Haksöz yazarı Fevzi Zülaloğlu’nun payı büyüktür.
Sait Hoca’yı dendiği gibi buldum. Küçücük bir
mealim vardı. Onu yaklaşık yarım saat süren kampus gidiş geliş yollarında okur,
duruma göre ayetlerin yanına soru işareti veya ünlem koyar sonra neredeyse her
hafta Sait Hoca’yı ziyaret edip sorularımı sorardım. Sağolsun hiçbir zaman “Sen
kendini ne zannediyorsun? Arapça bile bilmiyorsun.” benzeri sözler kullanmadı
hep daha fazla okumaya teşvik etti.
İngilizce’den tefsire yönelişimin olup
olmadığı konusuna gelince, benimkisi İngiliz Edebiyatı’ndan tefsire değil
İngiliz Edebiyatı ile eş zamanlı olarak tefsire yönelme türünden bir şeydi.
Peki, sizin tefsire bakışınız, tefsirler üzerinden yazılar yazmak ne anlama
geliyor sizin için?
İnsanın bildiklerini başkalarıyla paylaşması
güzel bir şey. Ancak doçent olma niyetim benden bekleneni karşılamamda
zorlanmama neden oluyor. Bu nedenle son
zamanlarda Müslüman yazına desteğim –köşe yazıları hariç- çoğu zaman çeviri
yapmakla sınırlı. Son zamanlarda tefsir üzerine yazdığımda aklımda merkezi rolü
olan şey “hakemli yazılar” yazabilmek.
Şimdi 'geçmiş'e dönebiliriz. Murat
Kayacan’ın yazı-okuma serüveni nasıl başladı?
Lise 3’e giderken okumaya başlamıştım. Bir gün
okula elimde Seyyid Kutub Gözüyle Amerika kitabıyla
gitmiştim. Kendisini Rambo ile özdeşleştiren Özen Film müdürünün oğlu sınıf
arkadaşım Cem Doğru şöyle bir istihzada bulunmuştu: “Al işte muhakkak Amerika’yı
kötülüyordur bu kitap!” Yine o dönemlerde satın aldığım ilk kitabın adı
Muhammed Kutub’un İslâm’da Fert
ve Cemiyet adlı eseriydi. Kitabı Sultanahmet Kitap Fuarı’ndan aldım ancak yanımda
param yoktu. Sınıf arkadaşım Necip Erüstün’ün borç vermesi sayesinde kitabı
alabilmiştim. Eserde en çok hoşuma giden şey “toplumsal, ekonomik ve siyasi”
üçlemesinin kullanılmasıydı hatırladığım kadarıyla. Artık ben de dinî eserler
okuyup dünyaya dair sözler söyleyebiliyordum.
İslâm hakkında o dönemlerde okuduğum eserler
arasında Ali Şeriati’ninkilerin önemli bir yeri vardı. Söyledikleri mantıklı
gelse de bir yandan da “Ya yanlış şeyler söylüyorsa?” endişesi beni az da olsa
huzursuz ediyordu. Çözümü (aynı mahallede oturduğumuz) Fevzi Zülaloğlu söylemişti:
“Okuduklarını Kur'an ile karşılaştır, uymuyorsa Şeriati de söylemiş olsa bir
kenara koy!” Okumalarım hala bu minval üzere devam ediyor.
- Biraz da o dönemden söz edelim.
Konya’ya gitme. Bu hangi ivmeden doğdu?
Üniversiteyi kazandım ve gittim.
Tefsir anlayışınızın biçimlenmesi
sürecinde kimlerden, neler okuyordunuz, sizin çalışmalarınızda etkili olan
hocalarınız kimlerdi?
En çok etkilendiğim kişi Sait Şimşek’tir.
Ancak Kur'an anlayışınızı oluşturmada Türkiye’den üzerinizde etkili olan
şahıslar kimdir derseniz Fevzi Zülaloğlu ve Hamza Türkmen’i de dahil etmemiz
mümkün. Her üçünün de ortak özelliği “delili” esas almaları ve Kur'an
okumalarında hayatı ihmal etmemeleridir. Bunu esas aldığımızda delili önemseyen
kimi okuduysam etkilenmiş olabileceğimi itiraf edeyim.
İzlediğim kadarıyla söylüyorum: “Kur’an’ın
Hz. Peygamberi Eğitmesi” adlı eseriniz sanırım Kur’an çalışmaları içinde bir
ilk…
Benim de bildiğim kadarıyla bir ilk. O, yüksek
lisans düzeyinde bir ilmî çalışmaydı. Doğrusu onu doktora tezimin basılmasından
sonra Ekin Yayınları okuyucuya sundu. Geçen onca yıldan sonra onu okuyucuyla
buluşturma konusunda yeteri kadar cesur değildim. Teşvik eden Konya’ya bir
program vesilesiyle gelen 4 ciltlik Mukayeseli İbadetler İlmihali adlı çalışmanın
sahibi Vecdi Akyüz oldu. Bu açıdan kendisine müteşekkirim doğrusu.
Peki, edebiyatla aranız nasıl?
Edebiyata ilgim zayıf. Okuyanları tebrik
ediyorum. Nadiren ilgi duydum ve okudum. Bu alanda hiç hazzetmediğim cümle ise
şudur: “Edebiyat ideolojiden, mesaj vermekten uzak olmalıdır.” Ama İngilizce
edebi eserleri özellikle klasikleri okuduğumu söyleyebilirim. Onlar da faydacı
bir bakışıyla oldu. İngilizcemi geliştirmeyi hedefledim.
Farklı türlerde de yazıyorsunuz. Deneme,
eleştiri, inceleme… Bunlar arasında sizi en çok kendine çeken hangisi?
Şiir yazdığım pek söylenemez. Bir iki denemem oldu
ama “Duygularının olduğunu göstermek için yazıyorsun.” türü değerlendirmeler
belki de o çabaları sekteye uğrattı. Konya’da Memleket adlı yerel gazetede
(Gazete kendisini “yerli” olarak tanımlıyor.) haftada bir kendi adımla haftada
bir de İmren Pekşirin adıyla mizahi yazılar yazıyorum. En çok ilgimi çeken tür
Kur'an üzerine yaptığım araştırma yazılarıdır.
Ağırlıklı olarak hangi türde
yazmayı yeğlersiniz?
Kur'an üzerine.
"Okumak, yazmak, yorumlamak"
sizin yazı dünyanızın temel özelliği. Siz nasıl okursunuz, bunu nasıl,
nerelerde gerçekleştirirsiniz? Şu günlerde neler okuyorsunuz?
Rahman’ın bana verdiği en büyük nimetlerden
birisi hemen her yerde okuyabilmem. İlk okumaya başladığımda İstanbul’da
otobüslerde elinde kitap olanların solcular olduğunu düşünürdük. Bu doğruydu da
belki. Sonra İslâmî kimliği ön plana çıkanlar onların yerini aldı diyebilirim.
Günümüzde ise otobüste okuyan insan sayısı pek az. Hamdolsun okuma serüvenimin
başladığı yıllardan bu yana bulduğum en ufak boşlukta okumayı severim ve
okurum. Saçlarımı İbnu Teymiye gibi uzatıp –rivayet doğruysa- “Duvara bağlayıp
uykum gelince okumamı engellemesin.” şeklinde bir gayrete girmeye ise hiç
niyetim yok.
Bu günlerde İbnu Haldun’un Kur'an anlayışı
konulu bir yazı üzerinde çalışıyorum.
Geleceğe dönük çalışmalarınız
neler?
Gelecekte bir ilahiyat fakültesinde hoca olmak
isterim doğrusu. Nasip olmazsa da sorun yok, şu anda çalıştığım kurumda 4 tane
doktora yapmış eleman var, onlarla da çalışmak yeterince mutluluk verici
doğrusu.
Söyleşi için teşekkür ederim…
Ben de size
teşekkür ederim.