İbrahim Sarmış ile Arap dili üzerine
M. Kayacan: Arapça nasıl bir
dildir ve hangi dil ailesine mensuptur?
İbrahim Sarmış: Arapça,
köklü ve zengin Sami dillerinden biridir. Sami dillerden Akadça,Sümerce,
Babilce gibi bazıları zamanla yok olurken, Süryanice ve İbranice gibi bazıları
günümüzde ancak dar bir çerçevede varlığını sürdürmektedir. Arapça ise,
özeillikle Kur'anı Kerim ve Hz.Muhammed (s)'in peygamberliği sayesinde
varlığını koruduğu gibi, İslam medeniyetinin yükselişi ve yayılışına paralel
olarak İslam ümmetinin bir bakıma ortak medeniyet dili haline gelmiş, zamanla
zenginleşerek etkinliğini artırmıştır. Orta Asya'dan İspanya'ya kadar yaşayan
Müslüman kavimlerin dillerinde çok büyük izler bırakmıştır. Öyle ki yirminci
yüzyılın ortalarına kadar sözünü ettiğimiz coğrafyanın hemen her bölgesinde bir
Müslüman her bölgenin halkı ile temel bazı şeylerde meramını ifade edecek kadar
ortak Arapça kelimelerle anlaşma sağlayabilirdi.
Örneğin hayat, memât, emanet
,hıyanet, ibadet, taharet, ahlak, şart vb. burada sayımıyacağımız yüzlerce
kelime İslam kavimleri arasında ortak olarak kullanılır ve insanların temel
birtakım şeylerde anlaşmalarını sağlardı.
Ancak emperyalizm Müslüman
halkları dil, tarih, kültür, ekonomi gibi alanlarda bölüp parçaladığı gibi
ulusçuluk akımlarını körükleyerek ve bölücü eğitim politikalarını uygulayarak
kültürel hayatın dokusu olan dilde de birbirine yabancılaştırmıştır. Bugün de
ortak inanç ve ortak tarih ürünü olan kelime ve kavramların birtakım çevreler
tarafından öcü gibi görülmesi ve dışlanıp nesillere unutturulması için yoğun
çabaların gösterilmesinin altında yatan sebep budur.
M. Kayacan: Kur'anın apaçık bir
Arapça ile indirilmiş olması (Şuara,193-195),Kuran dilinin günlük dil düzeyinde
olduğu anlamına mı gelir? Başka bir deyişle, Kur'an, İngiliz şair Yeats'ın
ifade ettiği gibi, filozof gibi düşünüp sıradan insanın kullandığı bir dil ile
mi hitap etmeyi amaçlamaktadır?
İ. Sarmış: Kur'an, Arapça
bilen herkesin anlayabileceği bir dille indirilmiştir. Kur'an bunu birkaç kez
belirtmektedir. Konuşulan veya yazılan Arapçayı anlayan herkes Kur'anı
anlayabilir.
Ancak Kur'an, hayatın tümünü
kapsayan bir kitap olduğundan yeterince anlaşılabilmesi için okuyucunun
üzerinde yeterince çalışması ve bilgi birikimini hergün çoğaltması gerekir.
Bilindiği gibi insanların bilgi
ve anlama seviyeleri farklıdır. Bu bakımdan ayrı bir bilgi ve araştırma
gerektiren kimi konuları ve anlatımları anlamak için okuyucunun bunlar üzerinde
daha fazla çalışması ve yoğunlaşması gerekmektedir. Çünkü bu konular ve anlatım
şekilleri biraz da ihtisas işi olup ancak o alanlarda bilgilenmiş olan kişiler
tarafından rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Bu da Kur'anın anlatımındaki
güçlükten veya anlaşılmazlığından değil, okuyucunun bilgi ve birikimi ile
ilgili olan bir durumdur.
Kur'anın ne dediğini anlamaya
çalışmak, her Müslüman üzerine farzdır. Yani her Müslüman onu bizzat anlamaya
çalışmakla yükümlüdür. Bunu yapmadığı zaman haram işlemiş ve dinini
öğrenmeyerek cahil yaşamış, hem dünyasını hem ahiretini karartmış olur.
Arapça bilmiyenler tercüme ve
tefsirlerinden okuyarak Kur'anı anlayabilirler. Günümüzde bu ihtiyacı
karşılamak için yeterince tercüme ve tefsirler bulunmakta ve yazılmaktadır.
M. Kayacan: Kur'anın indiği
dönemdeki Arapça ile bu dilin çağdaş kullanımı arasında farklar var mıdır?
İ. Sarmış: Yüce Allah
Kur'anı Kerim'i o gün kullanılan Arapça ile indirmiştir. Şüphesiz zaman içinde
her şey gelişip değişime uğradığı gibi diller de gelişmekte ve değişime
uğramaktadır. Özellikle Müslümanların yükselişi ve yapılan fetihler neticesinde
toplumla beraber Arapça da gelişmiş ve zenginlik kazanmıştır. Başka dillerde bu
gelişme ve evrimleşme onlarda büyük değişikliğe yol açmaktadır. Örneğin
Türkçe'de bu değişiklik o kadar büyük olmaktadır ki elli yıl önce yazılmış bir
makaleyi veya yapılmış bir konuşmayı bugün lise öğrencileri ancak sözlük
yardımı ile ve güçlükle anlayabilmektedir.
Ama Arapça, Kur'anı Kerim
sayesinde orijinal şeklini koruyarak gelişme ve zenginleşme göstermiştir. Çünkü
Kur'anı Kerim'in dili değişiklik kabul etmediğinden her devirde yaşayan hayat
dili ile beraber yaşamıştır. Onun için Arap dilinde büyük gelişme ve
zenginleşme meydana gelmesine rağmen, Kur'an'ın dili olarak orijinal Arapça
bugüne kadar kendini korumuş ve devam etmiştir. Bu bakımdan Kur'an Arapçası ile
her devirde kullanılan kitap Arapçası arasında zenginlik dışında bir fark
yoktur.
Fakat Arap toplumunun değişik
bölgelerinde halkın konuşmada kullandığı Arapça lehçeler ile Kur'anın dili
Arapça arasında büyük farklılıklar meydana gelmiş, hatta neredeyse bu lehçeler
birbirinden ayrı diller haline gelmiştir.
Sözlü Arapça'da meydana gelen bu
farklılaşmanın benzerini Türkçe'de görüyoruz. Benzer bir değişmeyi Türkçe'de de
görüyoruz. Değil asırlar önceki Türkçe bir metni okuyup anlamak, yüzyıl önce yazılmış
bir metni bugünkü nesil okuyup anlamaktan âciz kaldığı gibi, kısa bir zaman
sonra gelecek nesiller de bugünkü dili anlamakta zorluk çekeceklerdir.
Kitap dili ile konuşma dili
şeklindeki bu ikilik, Arap toplumu için giderilmesi uzun zaman ve büyük çaba
isteyen büyük bir problemdir. Nitekim dilde yabancılaşmanın da açık
örneklerinden biridir. Bu yabancılaşmanın sonucu olarak bugün okumuş aydın
dışında Arap halklarının Kur'anı anlaması da zorlaşmıştır.
M. Kayacan: Arap dilinin
özelliklerini kavramada yahut Kur'an'ın kavramlarını doğru anlamada cahiliyye
şiirinden faydalanmak mümkün müdür?
İ. Sarmış: Kur'anı Kerim
dışında Arap dilinin ilk örnekleri olması açısından cahiliyye devri şiirinden
de şüphesiz yararlanılabilir. Dildeki sözcük ve kavramların orijinal
anlamlarını belirlemek için o dilde yazılmış ilk metinlere başvurmak doğal bir
yöntem olduğu gibi, Kur'anda geçen kimi sözcük ve terimlerin orijinal anlamanı
belirlemede indiği zaman çağdaşı olan metinlerdeki kullanışlardan yararlanmak
da doğal bir şeydir.
Bilindiği gibi Kur'an, indiği
dönemde kullanılan birçok sözcüğü kavramlaştırarak sözlük anlamlarına kavramsal
anlamlar yüklemiştir. Bu kavramsallaştırmayı daha çok ibadetlerde görmek
mümkündür.
Ancak cahiliyye şiiri olarak
meşhur olan kimi metinler sonraki nesillere yazılı değil, sözlü olarak geldiği
için orijinallikleri konusunda birtakım tartışmalar bulunmaktadır. Ne olursa
olsun, bunlardan yapılacak örneklemeler temel bilgi olmaktan çok,ancak yardımcı
bir bilgi sağlayabilir. Çünkü temel yine Kur'an'ın kullanışıdır.
M. Kayacan: Kur'anı anlama
çabalarında dil incelemesinin rolü nedir?
İ. Sarmış: Kur'anı anlama
çabalarında dil incelemesinden amaç, dilin ilk döneminde ifade ettiği orijinal
anlamı kavramak ve ortaya çıkarmak ise, şüphesiz bunun yararı büyük olur. Çünkü
sözcükler zamanla ilk anlamları üzerine başka anlamlar da yüklenir ve anlam
genişlemesine uğrarlar. Dil incelemesi, sözcüklerin zamanla oluşmuş ve orijinal
anlamı yansıtmayan anlam ve kullanışların varsa yanlışlığını veya sapmaları
ortaya çıkarmış olur.
Mesela, yaratmak, anlamındaki
'ha-la-ka' fiili, önceleri Yüce Allah dışındaki varlıklar için kullanılması
tasvip edilmezken, bugün anlam genişlemesine uğrayarak insanların yaptıkları
bazı işler için de kullanıldığını görüyoruz. Arapçada birine zorluklar
çıkarmak, anlamında 'Halaka lehu meşâkil' ifadesinin hem yazıda hem konuşmada
bugün kullanıldığı gibi, Türkçe'de de 'Ortam yaratmak, sorun yaratmak ,imkan
yaratmak' şeklinde kullanılmaktadır.
Ama her asırda alimlerin ve
toplumun genel olarak anladığı ve üzerinde anlaştığı kavramları ve kullanışları
devredışı bırakıp 'dine uymuyoruz, bâri dini kendimize uyduralım' anlayışıyla
modernizm adına birtakım girişimlerde bulunmak ve kavramlara boyun eğdirmenin
yarar değil zarar getireceği şüphesizdir.
Örneğin, 'da-ra-be' fiilini ele
alalım. Temel bütün sözlüklerde bu kipin ifade ettiği anlamlar açık iken, günün
konjonktürel modernist zevkini tatmin etmek ve bu yolla birtakım dünyevi
çıkarlar sağlamak için hiç ilgisi olmayan anlamlara çekerek kullanmak, tahrif
etmekten başka bir şey olmaz. Mesela ayette geçen 'Onlara vurunuz' anlamındaki
ifadeyi 'Onları boşayınız' veya 'Onları çiftleştiriniz' şeklinde anlamak,
'Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar' ifadesini 'başı örtmek değil,
yakayı örtmek' şeklinde anlamak, konjonktürel medernizm adına tahrif yapmaktan
başka bir şey değildir. Çünkü başı örtmeyen şeye başörtüsü denilmeyeceğini
sıradan bir vatandaş bile anlamaktadır.
Yine 'yaptıklarının cezası olarak
hırsızlık yapan kadın ve ereğin ellerini kesiniz' (Maide,38) 'ellerini kesiniz'
ifedisini 'Ellerinin bir yerini kanatınız' veya 'Hırsızlık yapmalarını
önleyiniz' gibi suçla orantılı ve cezanın caydırıcılığıyla asla bağdaşmayan
anlamlarda olduğunu söylemenin dil incelemesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar
olsa olsa modernist konjonktürün hevesini tatmin etme çabalarından başka bir
şey olmaz.
M. Kayacan: Kur'anın dili olan
Arapça'nın erkek merkezli bir dil olduğunu söyleyebilir miyiz
İ. Sarmış: Arapça'nın
erkek merkezli bir dil olduğu, düşüncesi doğru değildir. Her şeyden önce
Arapça'da kişileri belirten zamirler ve işaret isimlerinde kadın ve erkekler
için kullanılan kipler eşit sayıda olduğu gibi, kişilerin eylemlerini belirten
bütün fiil çekimlerinde de kadın ve erkekler için kullanılan kipler eşit
sayıdadır. Dolayısıyla muhatap alma yönünden kadın ile erkek arasında dilde
öncelik veya sonralık gibi bir farklılık sözonusu değildir.
İbadet ve hukuk terminolojisinde
her iki cinse hitap etmek veya sorumluluk yüklemek için, özellikle ayrı olarak
belirtmeyi gerektiren yerler dışında, her iki cinsi kapsayacak şekilde genel
ifadeler kullanmak esastır. Nitekim borçlar, miras ceza, ticaret kanunları gibi
seküler hukuk metinlerinde de özne veya nesne olarak belirtilen şahıslar hep
ortak kip ile belirtilmekte ve nitelendirilmektedir. Kimse de burada niçin her
iki cinsi belirten sözcükler kullanılmamaktadır, diye aklına getirmez.
'Şu borcu şu zamanda ödemeyen
kişiler şu cezaya çarptırılır' veya 'Kim başkasının hanesine tecavüz ederse şu
cezaya çarptırılır' veya 'Ölen kişinin bıraktığı miras varisleri arasında şu
oranlarda taksim edilir' gibi, özellikle kadın veya erkek olarak belirtilmesi
gereken yerler dışında hep ortak kipler kullanılır.
Kur'anın dilinde de bu
şekildedir. Kadın veya erkek sınıfına özgü bir durum sözkonusu olmadıkça hep
ortak kipler kullanılır ve bu kipler hem erkek, hem kadın sınıfını kapsar.
Şüphesiz dilin kullanımı ve
anlaşılması konusunda her toplumda örf diyebileceğimiz bir teamül oluşur. Bu
teamülde hangi kelimeler nerede ve ne zaman kullanılırsa nasıl anlam ifade
edeceği konusunda sosyal bir mutabakat meydana gelir. Bu mutabakat her iki cins
tarafından da eşit oranda kabul edilir ve uygulanır. Buna bazı örnekler
verebiliriz:
'Ey insanlar! Sizi bir erkek ile
bir dişiden yarattık...' (Hucurat,13) ayetinde hitap hem erkeği hem de kadını
içerecek şekilde 'İnsanlar' sözcüğü kullanılarak yapılmaktadır. Hem kadın hem
de erkek kendini bu sözcüğün içinde kabul etmektedir.
Bunun yerine 'Ey erkekler' veya
'Ey kadınlar' sözcükleri kullanılsaydı, diğer cins kendini bunun içinde görmez
ve muhatap kabul etmezdi.
Yine 'Ey inananlar! Kendinizi ve
aile fertlerinizi ateşten koruyun' (Tahrim,6) hitabında erkek kipi
kullanılmasına rağmen inanan kadın ve erkek kendini bu hitabın kapsamında
görmektedir. Ama 'Ey inanan erkekler' veya 'Ey inanan kadınlar' denilseydi,
diğer cins kendini bunun dışında görür ve kendisini de kapsadığını düşünmezdi.
Yine 'Ey inananlar! Namazı
kılınız ve zekatı veriniz' ifadesinde de erkek kipler kullanılmış olmasına
rağmen, toplum bu kiplerin aynı zamanda kadın ve erkek cinsini kapsadığını
anlamaktadır. Toplumda dili anlama ve algılama konusunda örf ve teamül bu
şekilde oluşmuştur.
Ama yalnız kadınlara veya
erkeklere yönelik bir hitap olsaydı o zaman da sadece kadın veya erkek cinsini
belirten kipler kullanılırdı ve bu kiplerin diğer cinsi içermediği anlaşılırdı.
Ama öneminden dolayı her iki
cinse ayrı ayrı seslenmek gerektiğinden şu ayette her iki cins için ayrı kipler
kullanılmaktadır. Mesela:
'Mümin erkeklere söyle, yabancı
kadınlara bakarken bakışlarını kıssınlar ve namuslarını korusunlar. Bu, onların
daha çok arınmalarını sağlar. Şüphesiz Allah yaptıklarını bilr.' (Nur,30)
Görüldüğü gibi burada sadece
erkeklere seslenilmekte ve şehvet duygusuyla yabancı kadınlara bakmamaları
emredilmektedir. Burada kullanılan kipin karşı cinsi de kapsadığını hiçkimse
söyleyemez. Ayet şöyle devam ediyor:
'Mümin kadınlara da söyle,
yabancı erkeklere bakarken bakışlarını çevirsinler ve namuslarını
korusunlar....' (Nûr,31) Burada da görüldüğü gibi kadınlara hitap edilmekte ve
kullanılan kip sadece kadınları kapsamaktadır. Hiçbir kimse bunun erkekleri de
kapsadığını söyleyemez.
Ayetin sonunda ise, 'Ey müminler!
Mutlu olmanız için hepiniz Allah karşısında tevbe ediniz' denilerek mümin kadın
ve erkek her iki cinsi kapsayacak bir kip kullanılmaktadır. Çünkü iki cinsin de
Allaha tevbe etmesi ve mutluluğa kavuşması gerekir.
Burada kullanılan erkek kipinin
yalnız erkekleri veya yalnız kadınları kapsadığını hiçbir kimse
söyleyemez.Çünkü toplumun dili anlama örfü bu şekilde oluşmuş ve insanlar bu
hitabı böyle anlayagelmiştir.
Türkçeden bir örnekle gösterirsek
durum daha iyi anlaşılır. Örneğin, 'Öğrenciler sınıftan çıktılar' dediğimiz
zaman, 'Öğrenciler' sözcüğü hem kız öğrencileri hem erkek öğrencileri kapsar.
Dolayısıyla burada şu veya bu cinse hitabedildiği ve diğer cinsin bunun dışında
olduğu söylenemez.
Ama 'Erkek öğrenciler sınıftan
çıktılar' dediğimizde, bunun kız öğrencileri kapsamadığı, yine 'Kız öğrenciler
sınıftan çıktılar' dediğimizde de bunun erkek öğrencileri kapsamadığı ve karşı
cinsin bunun dışında olduğu anlaşılır.
Şüphesiz her dinde sadece erkeklere
ve sadece kadınlara yönelik hükümler ve yükümlülükler vardır. Seküler yasalarda
da durum böyledir. Kadınların özel sıtatüleri, giyimleri, aile ilişkileri,
sosyal ilişkileri gibi alanlarda yalnız kadını ilgilendiren konularda şüphesiz
dilde kadın cinsini belirten kipler kullanılacaktır. Örneğin:
'Ey kadınlar! ...ilk
cahiliyyedeki gibi açılıp saçılmayın' (Ahzab,33) denildiğinde, bunun yalnız
kadınları kapsadığı kullanılan kipten anlaşılmaktadır. Böyle bir kullanımdan
dolayı hiçbir kimse erkeklerin de bu hitap kapsamında olduğunu söylemediği
gibi, burada cins ayırımı yapıldığı ve erkeklerin gözardı edildiğini de
söylemez. Dili anlama ve algılama konusunda toplumda oluşmuş olan örf veya
teamül bunun çerçevesini çizmektedir.
Yine her iki cins ayrı ayrı
belirtilmek istendiğinde her iki cinsi belirten ayrı ayrı kipler
kullanılmaktadır. Örneğin:
'Şüphesiz Müslüman erkekler ve
Müslüman kadınlar,mümin erkekler ve mümin kadınlar, boyun eğen erkekler ve
boyun eğen kadınlar, doğru sözlü erkekler ve doğru sözlü kadınlar, sabırlı
erkekler ve sabırlı kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar......'
(Ahzâb,35)
Sonuç olarak her toplumda hangi
sözcüklerin ve kiplerin her iki cinsi veya cinslerden birini belirttiği
konusunda bireyler arasında bir örf ve teamül bulunur. Dışarıdan bakıldığında
'Niçin bu sözcük yerine başka sözcük kullanılmamıştır?' diyebileceğimiz
yerlerde aslında cinsler arasında öncelik veya sonralık sözkonusu değildir.
Onun kullanım felsefesini ve kapsamını sahipleri doğru olarak anlamakta ve
algılamaktadır.
M. Kayacan: Kur'anı anlarken
sembolik yorumlara haddinden fazla meyletmek ve Kur'anı şifreler bütünü olarak
algılamada Arap dilinin bir rolü sözkonusu mudur? Yoksa bu yaklaşımda insanın
bakış açıları mı etkilidir?
İ. Sarmış: Her dilde
haikat ve mecaz olayı vardır. Aslında mecaz, kelimelerin anlamlarında meydana
gelen bir genişlemedir. Bir sözcük başlangıçta belirli bir nesneyi veya olayı
ifade ederken, kullanılacak yeterli sözcük yoksa, aynı sözcük daha sonra ortaya
çıkan nesneleri veya meydana gelen olayları belirtmek için de kullanılır.
Böylece sözcük, anlam genişlemesine uğrayarak ilk kullanılışı hakikat, daha
sonraki şeyler için kullanılışı da mecaz olur.
Arap dilinde de durum budur.
Sözcüklerin ilk kullanıldıkları anlamları hakikat, daha sonraki şeyler için
kullanılışı da mecazdır. Mesela;
Debelenen canlıya
"Dâbbe" denir. Kur'anı Kerim 'Yer yüzünde debelenen her canlının
rızkını Allah verir' (Hûd,6) buyurmaktadır. Kur'an bu kelimeyi 'hareket eden,
debelenen' anlamında kullandığı zaman bugünkü anlamda hareket eden tank yoktu.
Daha sonra tank yapıldı ve ona da canlı bir varlık gibi debelendiğinden,
süratle debelenen anlamında 'Debbâbe' adı verildi. Kelimenin ilk kullanışı ile
sonraki kullanışı arasında ortak özellik, debelenme ve hareket etmedir. İlk
kullanış hakikat, daha sonraki kullanış ise, mecazdır.
'Çok yayan' anlamında Radyo'ya
"Mizyâ", 'çok iten' anlamında askerî topa 'Midfa", 'hareket
ettiren' anlamında otomobil motoruna 'Muharrik', 'çok dolaşan' anlamında
otomobile 'Seyyâre', 'çok uçan' anlamında uçağa 'Taire-Tayyare', 'içine alan'
anlamında otobüse 'Hafile' gibi sonradan çıkan şeylere önceleri başka şeyler
veya işler için kullanılan kelimeler mecaz yolu ile isim olarak verilmiştir
Dilbilginleri mecaz konusunda çok
güzel bir kural koymuşlardır O da 'Bir sözcüğü hakiki anlamında almak mümkün
olduğu sürece mecaz anlamında kabul etmek doğru olmaz' kuralıdır. Değilse,
dilde karışıklığı önlemek ve hangi sözcüğün gerçek sözlük anlamında olduğunu,
hangisinin mecazi anlamda kullanıldığını kestirmek mümkün olmaz. Onun için
gerçek sözlük anlamı almak mümkün olduğu sürece sözcükleri mecaz veya sembolik
anlamlarda anlamak doğru değildir.
Kur'anı Kerim yer yer sembolik
ifadeler kullanır. Mesela 'Bulunduğumuz köye ve kervana sor' (Yusuf,82)
ayetinde kastedilen, köyde ve kervanda bulunan insanlardır. Köyün ve kervanın
kendisi konuşan şeyler olmadığı için köyde ve kervanda bulunan insanlara
sorması istenmektedir.
Yine 'Eğer hasta veya yoculukta
iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişse veya kadınlarla temas etmişseniz ve
bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm
ediniz...'(Nisa,43) ayetinde 'ayak yolundan gelmek' ifadesi 'Tuvalette abdest
bozmak' yerine, 'kadınlarla temas etmek' de 'Onlarla cinsel ilişki kurmak' yerine
mecaz olarak kullanılmıştır.
Yine 'Sizi bir nefisten yaratan
ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allahtır. Onu kaplayınca
(sarınca,örtünce), eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet
taşıdı...'(Arâf,189) ayetinde geçen 'Ğaşşâ' fiili, tercümede verildiği
anlamlara gelmektedir. Ama anlatmak istediği, erkeğin eşi ile cinsel ilişki
kurmasıdır.
Yine 'İkisi ağaçtan tadınca, ayıp
yerleri kendilerine görürdü'(Arâf,22) ayetinde geçen 'Sev'ât' kelimesi kötülük,
anlamındadır. Bu kelime kadın ve erkeğin genital organları, yani 'ferc'
kelimesi yerine mecaz olarak kullanılmaktadır.
Kur'an bu sözcükleri açıkça
kullanmak yerine, mecazi bir anlatımla başka kelimeler kullanmaktadır. Bunun
örneklerini çoğaltmak mümkündür. Kur'anı Kerimin edep ölçüsünü korumak için
anlatımda bu uslubu tercih ettiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda değindiğimiz dil
incelemesinin yarar ve sakıncası burada da sözkonusu olabilmektedir. Şüphesiz
bir sözcüğü sözlük anlamı, yani hakikat anlamı ile almayı engelleyen bir karine
varsa, onu mecaz veya sembolik anlamda kabul etmek gerekir. Arap dilinde ve
Kur'anı Kerimde bu tür kullanışlar pek çoktur. Ama sözlük anlamını almayı
engelleyen bir karine yoksa, sırf kimi zevkleri tatmin etmek veya yenilikçi
görünmek için mecaza yahut sembolizme gitmek doğru olmaz.
Son yıllarda Türkçe okuyanlar
arasında haklı bir şöhrete sahip olan, değerli ve yararlı bir meal-tefsir
çalışması bu konuda ölçüyü biraz kaçrmakta ve bazı yerlerde uygun olmadığı
halde sembolik açıklamalara gitmektedir. Bu da okuyucuların zihinlerinde
birtakım yanlış anlama ve sapmalara yolaçabilmektedir.
Sembolik anlatıma örnek olarak şu
ayeti verelim: 'Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nuru, içinde ışık bulunan
bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir. Cam ise, sanki inci gibi
parlayan bir yıldızdır. Bu, doğuda ve batıda olmayan bereketli bir zeytin
ağacından yakılır. Ateş değmese bile,neredeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nûr
üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur' (Nûr,35)
Bu ayetteki anlatımın sembolik
olduğunu tefsircilerin geneli söylemekte ve her biri ayette geçen unsurları
değişik şekillerde anlamlandırmağa çalımaktadır.
Ancak, birkaç yerde belirtildiği
gibi Kur'an apaçık bir dil ile indirilmiştir. Zorunluluk olmadıkça sembolizme
veya mecaza gitmek doğru değildir. Aksi halde genelde dil ve özelde Kur'an,
herkesin kendine göre mecaz kabul ettiği sübjektif yorumlara gider ve dil yahut
Kur'an içinden çıkılmaz şifreler bütünü haline gelir. Her dilde hakiki anlam
temeldir, mecazi yahut sembolik anlam ise istisnadır.
Teşekkür ederiz.
12.02.2002 - Murat Kayacan