Manevi liderliğini Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Hilton Oteli’nde 25 Aralık 1997’de yaptığı törenle Ulusal Uzlaşı Teşvik Ödülleri’ni dağıttı.

Gecede Fethullah Gülen, demirel’in yanında süt dökmüş kedi edasıyla oturuyordu.

Ödül törenindeki en olumlu ve cesur konuşma Nazlı Ilıcak’a aitti. Nazlı Ilıcak Yaşar Nuri’ye ödülünü verdikten sonra bir konuşma yaparak Demirel’e zor anlar yaşattı. Demirel’in toplantıya katılmasının bir “çirkinliği” örtmek anlamını taşıdığını söyledi. Bununla Fethullah Gülen’in kurduğu okullara el koyma senaryolarını kastediyordu. Demirel’in askerlerin toplantıyı takip ettikleri şuuruyla hareket etmesi nedeniyle şok olduğu her halinden belliydi. Ilıcak “kötülüğü el ve dil ile o da olmazsa en azından ona buğz ederek ortadan kaldırmak gerektiği” hadisini zikrederek “uzlaşmanın” doğruları kabullenmede olması gerektiğini ifade etti. Fethullah Gülen’in normalde “sapık” olarak değerlendirebileceği Y. Nuri Öztürk’ü ödüllendirmesinin tek mantığı vardı. O, rejimi kabullenmişti ve onu da İslami kesimden ziyade laikler bağrına basıyordu.

F. Gülen, Demirel’in elleriyle ellerinin buluşmasından duyduğu gururu dile getirdi. Onu uzlaşı ve demokrasi kahramanı olarak tavsir etti. En samimi duygularını bir buket yaparak sunmak istemişti fakat böyle bir kerameti yoktu. onu söz sultanı olarak değerlendirdi. Halbuki o bu ifadeyi S. Nursi veya Hz. Muhammed (s) için kullanırdı. F. Gülen Çankaya’dan medet umuyordu. Fakat onun iradesini silahlı kuvvetler teslim almıştı. Hem Demirel, demokrasi değil akşam uyumayıp “konser salonlarını dolduran” bir Türkiye istiyordu.

Ödül alanlardan bir diğer kimse, Prof. Halil İnalcık, Demirel ile daha önce Moğolistan’a yaptıkları ziyareti zikrederek orada Türk Milli Marşı’nı Moğol çocuklarının ağzından duymasını gururla zikrediyordu. Bunu anlatırken de F. Gülen’in hizmet adı altında diğer ülkelerde açtığı okulların neye “hizmet” ettiğini ortaya koymuş oluyordu.

Gecede Türk-iş federasyonu başkanı Bayram Meral de ödül aldı. Herhalde onun ödül alması rantiyecilerce uzlaşma içinde ara rejim destekçisi olmasından kaynaklanıyordu. Zira o, 54. Hükümetten Türk halkını kurtarmış (!) fedakar bir zattı.

Programda barkovizyon gösterisi de yapıldı. “Biz bir aileyiz” vurgusuyla M. Kemal, anıtkabir, Sabancı ve Aydın Doğan gösterildi. Bu, onun hangi diktatörlerle, tapınak mensuplarıyla, rantçılarla ve hangi medya patronlarıyla uzlaşmak istediğini ortaya koyuyordu.

Üzeyir Garih’e verilen ödül de, Samanyolu TV’de iki defa yayınlanan MOSSAD ajanlarının Müslümanlara karşı ne kadar insancıl, ne kadar insani (!) davrandıklarına dair film gibi İsrail’de açılacak kolejin zeminin oluşturmaya yönelikti. Maslahat adına Filistinlilerin cesetleri üzerine basarak Mescid-i Aksa gasıplarıyla işbirliğine girip onları ödüllendirmek Allah’ın ve Müslümanların cezalandırmasını kale almamak demektir.

Geceye davet edilen aydın Doğan gelmeye tenezzül etmemiş ve mazeret de göstermemişti. Siyasîlerden B. Ecevit, Hikmet çetin mecliste vatani görevleri nedeniyle layık görüldükleri madalyaları almaya gelememişlerdi.

Ödüllerin silah zoruyla, medya baskısıyla, Türkiye halkının tepesinde demoklesin kılıcı gibi sallanan hakim zümreye verilmesi bir adak niteliğini taşıyordu. Çünkü insani değerleri kaybolmamış akıl ve izan sahibi herkes ödül verilenlerin çoğunun hoşgörülü olduklarına dair bir iz taşımadıklarını fark edebilir.

Örneğin Ecevit’in yönetimindeki Milli Eğitim Bakanlığı’nda kadrolaşma ve başörtü zulmü yaşanması hangi hoşgörü ile izah edilebilir? F.Gülen Aydın Doğan’ın usulsüz teşvik kredileri almasına bırakın İslami tavrı almayı adalet duygusunu kaybetmemiş birisi olarak da mı tepki gösterememektedir?

Türkiye’de imam hatiplere devlet el koymuştur. Öğretmenlikleri engellenen ilahiyatlılar da kapılarını kapatmak zorunda kalacaklardır. Bunlara rağmen Fethullah Gülen İslam’a saldırmayı din edinenleri ve trilyonlarca lirayı devleti sağarcasına yağmalayanları ödüllendirerek hangi safta yer aldığını ortaya koymuştur. Artık laik kesimlerle birlikte görünmekle kalmamakta, bunu kuruluşlarıyla kurumlaştırmaktadır.

Dikkati çeken bir husus F. Gülen’in İslami kesimlerle bir diyalog arayışına girmemesidir. Görülen o ki o, rantçı, baskıcı, rejim ile hiçbir sorunu olmayanlarla bir arada yaşamak istemektedir. Sözgelimi bunun için Y. Nuri Öztürk biçilmiş kaftan olarak görülmüş ve ödüllendirilmiştir.

Uzlaşma teklifi, her fırsatta İslam’a saldıran Müslümanları birinci düşman kabul eden rejime yöneltilmektedir. F. Gülen rejime ısrarla biat etmek istemekte fakat biatı kabul edilmemektedir.

Anadolu’da yaşayan bizlerin bir aile olduğu doğru kabul edilse bile herkes “ehlimizden” değildir. Asrımızın “dağları” olana holdinglere, silaha, kartele dayanıp Allah’ın azabından kurtulacağını sananlarla mı yoksa hakkı, adaleti ve tevhidi hakim kılmaya çalışanlarla mı uzlaşılacağına F. Gülen karar vermelidir. Yoksa tağutlara sığınıp dalgaların arasında kaybolmak ve kaybedenlerden olmak işten bile değildir.

İslam’a karşı elbirliğiyle komplo kuran ve mücadele edenlerle uzlaşma arzusu sürekli dayak yiyen bir çocuğun kendisini döveni “affetmesi” gibi uzlaşma teklifinde bulunulması ciddiye alınacak bir durum değildir. Türkiye’de mağdur edilen ve hakları gaspedilen Müslümanlardır. Haksızlığı ve ifsadı yaygınlaştıranlarla uzlaşmak onların zulmüne ortak olmaktır. Halbuki aslolan zalim olanları bozgunculuktan alıkoymaktır. Bu da onların yaptıklarına hoşgörüyle yaklaşılarak gerçekleştirilemez. Kötülüklerin engellenmesi ona karşı ciddi bir mücadele ve secde ederek Allah’a yaklaşmakla mümkün olur.

Bu yenik ve silik tavır, tiraj kaygısıyla maalesef İslami basında eleştirilmemiştir. F. Gülen’in bu tutumunu tendik edilmeyişi günlük hesapların kuşatmalarını kıramamaktan kaynaklanmaktadır. Acaba haksızlığa zulme karşı mazlumun yanında yer alma söylemi bu konuda geçerli değil midir? Yeni Şafak yazarı Ahmet Rıdvan bile konuyla ilgili değerlendirmesinde F. Gülen’in yaptıklarının bir “icra ve eylem” ve “hizmet üretimi” olduğunu öne sürdü. Eleştirisi “toplantıda niçin MÜSİAD ödüllendirilmedi?” demekle sınırlı kaldı. Geceye MÜSİAD üyeleri davet edilseydi bu tavır müspet bir hale mi dönüşecekti?

Sonuç olarak diyebiliriz ki, F. Gülen’in çevresini oluşturan kesim, net bir tanımı yapılmamış “hizmet”in hangi noktalara doğru evirildiğini acilen değerlendirmelidir ve “Zalimler için yaşasın cehennem” diyen bir anlayıştan “Zalimlerle birlikte biz bir aileyiz” anlayışına varan bu seyri dikkatle sorgulamalıdır. Çünkü sadece zalimlere ulaşmakla kalmayan Allah’ın azabından emin olmak mümkün değildir.


25 Aralık 1997