Kur’an’daki sıralamaya göre sondan ikinci sure olan Felak suresinde Allah’ın rab oluşu gündeme getirilerek dört şeyin şerrinden Allah’a sığınılması gerektiği vurgulanmaktadır: “De ki: Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden ve karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden ve düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” (Felak, 113: 1-5)
Ağaran sabah, ifadesinin orijinalinde geçen felak kelimesinin anlamı “yarmak”tır: “Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır.” (Enam, 6: 95). “Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O'dur.” (Enam, 6: 96) ayetinde de bu kelime fail kalıbıyla ve yine “yaran” anlamında kullanılmaktadır. Yine aynı kökten gelen infeleka fiili de bu anlamdadır: “Bunun üzerine Musa'ya, 'Asanla denize vur!' diye vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı (fenfeleka) ve her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.” (Şuara, 26: 63).
Yarattığı şeylerin şerrinden ayetinde Rasulullah’tan Allahu Teala dışında ne varsa onlardan kaynaklanacak şerden Allah’a sığınması istenmektedir. Hitabın Rasulullah’a yönelik olması bu surede yapılması istenenlerin onunla sınırlı olduğu anlamına gelmez. O, hangi kötülüklerden nasıl sakınılması gerektiği konusunda da müminler için en güzel örnektir.
Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, ayetinin orijinalinde geçen ğasik kelimesi gözün yaş, yaranın da kan ile dolduğunu ifade eden fiilden türemiştir (Zemahşeri, h. 1407, IV: 821). Aynı kökten gelen ve gecenin karanlığı anlamına gelen ğasek kelimesi şu ayette yer almaktadır: “Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına (ğasek) kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de fecrin ışıkları bir araya gelip belirginleştiği/yoğunlaştığı vakit sabah namazını kıl. Çünkü sabah Kur'ân (okuması) görülecek şeydir.” (İsra, 17: 78). Gecenin şerrinden koruması için Allah’a sığınma nedeni, gündüze nispetle geceleyin gelen tehlikelerden insanın kendisini korumasının daha zor olmasındandır. “Gündüzün şerri gecenin hayrından evladır.” sözü de buna işaret etmektedir.
Hasetçiden kastedilenin hasetlerinin kendilerini iman etmekten alıkoyan Yahudiler olduğu söylense de (Taberi, 2000, XXIV: 705) Müslümanlara karşı hasetlik edenler onlarla sınırlı değildir. Haset ettiği zaman ifadesinden kastedilen haset ettiği görünür hale gelen ve hasetliğin gereğini yapan anlamındadır. Yani haset kişinin içinde gizlediğini açığa çıkarmadığı sürece haset ettiği kişiye bir zararı yoktur. Zararı kendisinedir (Zemahşeri, h. 1407, IV: 822).
Rasulullah’tan Allah’ın yarattığı ne varsa hepsinin şerrinden Allah’a sığınmasının istenmesinden sonra özelde gecenin, büyücülerin ve haset edenlerin şerrinden de Allah’a sığınmasının talep edilmesinin nedeni ne olabilir? Şerrinden sığınılması gerektiği belirtilen şeylerin üçü de gizlilik içeren şerlerdir. Yani üçünün de kötülüğü insana bilmediği yerden –suikast gibi- gelir (Zemahşeri, h. 1407, IV:  822). Bu nedenle surede söz konusu üç şerre özel vurgu söz konusudur.
Surede gece ve haset eden kişi nekra (belirsizlik), büyücü kadınlar ise marife (belirlilik) formunda kullanılmaktadır. Acaba üçünün de şerrinde sakınılacaksa bu farkın hikmeti ne olabilir? İnsanın geceleyin karşılaştığı her durum şer değildir. Benzer şekilde haset eden kişi insanlara çok iyilik yapan birinden daha fazla hayır yapmak istiyor (gıbta) da olabilir. Yani gecede de haset eden kişide de bulunan şer nisbidir ve Allah rızasını içeren durumlar söz konusu olabilir. Büyücü kadınların şerrine gelince Allah rızası için büyü yapılmaz. “Büyü bozuyorum.” diye büyü yapanlar da sahtekârdır.
Düğümlere üfleyen büyücüler ifadesinin orijinalinden anlaşılan bu kimselerin kadın olduğudur. Muhtemelen büyücülükle ilgilenen ve etki altında kalan genellikle kadınlar olduğu için lafzen şerrinden sığınılan kimseler bu işi yapan kadınlarla sınırlanmıştır. Kastedilen şey, erkekleri (kadınlıklarını kullanarak) etki altına almak suretiyle tuzak kuran kadınlar da olabilir: "Bu iş, siz kadınların tuzağındandır. Gerçekten de sizin tuzağınız çok büyüktür." (Yusuf, 12: 28). Sonuçta sihir de insanları aldatmak için kurulan tuzaklardan birisidir.

***
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer (ö. h. 538), el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., 3. bs. Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, h. 1407.


7 Ağustos 2014 (Memleket Gazetesi)