Bir gelenektir totaliterizm
Bir konakta, aşçıbaşı ile yamağı o gün pişirecekleri balıkların kılçıklarını ayıklarken akıllarına bir soru takılmış: "Acaba balık erkek midir, dişi mi?" Aşçıbaşı "Erkektir." derken, yamağı ısrarla "Dişidir." demekteymiş... Epey bir süre, "Erkektir.", "Dişidir." diye çekiştikten sonra, aşçıbaşı, "Gidip paşaya soralım!" demiş... Yamağı, saf saf, "O bilir mi?" diye sorunca da hemen eklemiş: "Bilmese bile paşanın dediği dediktir..."
Eflatun, mutluluğun ancak yöneticilerin yönetici, kölelerin
de ancak köle olarak mutlu olabileceklerini söyler. Ona göre, "İlkelerin
en büyüğü, erkek-kadın hiç kimsenin öndersiz kalmamasıdır. Kimsenin aklı kendi
girişkenliğiyle iş becermeye alışmamalıdır. Savaşta da, barışta da herkes
gözünü önderine dikmeli ve sadakatle onun ardından gitmelidir. Örneğin, emir buyurulunca
kalkmalı, yürümeli ve yemelidir. Herkes ruhunu, bağımsız hareket etmeyi hayal
edemeyecek ve böyle hareket etmek yeteneğini büsbütün yitirecek biçimde
alıştırarak eğitmelidir." Hatta Eflatun devletin yöneticilerinin,
memleketin ali menfaatleri icabı kendi halklarını aldatma ayrıcalığına sahip
olduklarını düşünür.
İngiliz romancı ve deneme yazarı George Orwell (1903-50)
1949'da yazdığı "1984" adlı romanında o yıla gelindiğinde totaliter
bir yönetimin duyguları bile kontrol altına alacağını söylemişti. Eserinde
geleceğin toplumundaki insanın totaliter ve mekanik toplumdaki mücadelesini
kehanette bulunurcasına anlatıyordu. Aslında bu tarihten çok önceleri de
despotik tavırları görmek mümkündü.
Acaba halkın yönetilmesinde güce baş vurmak nasıl bir şeydir?
Totalitarizm nedir?
Totalitarizm ferdi ve sosyal ilişkilerin devlete bağlı olduğu
bir siyasi sistemdir. 1930-1940'larda ortaya çıkan Hitler Nazizmi ile Stalin
komünizmi arasında ciddi benzerlikler vardır: Tek kişinin hakimiyetindeki tek
parti hükümeti medya aracılığıyla resmi ideolojinin desteklendiği, devletin
ekonomiyi yönlendirdiği, sivil polisleriyle ve ajanlarıyla geniş terör
taktikleri kullandıkları bir devlet yapısıdır. Güç bir hayli merkezidir. Hiçbir
fert devletin dikkatlerinden kaçamaz. Totaliter devlet otoriter devletin modern
halidir. Otoriter devlet insanlara karşı sorumlu değildir. Hükümetin değişimi
konusunda yasal ya da düzenlenmiş bir kural yoktur. Askeri ya da sivil görünüme
sahip olabilir. Seçimler yapılabilir ama siyasi arenada değişiklikler darbeler
veya siyasi kişiliklerin öldürülmesi ile bu sağlanır. Bunlara örnek olarak
Şili'li Pinoşet(1973-1990) ve Saddam Hüseyin'in (1979-) yönetimini verebiliriz.
Totaliter rejim ise, yüksek teknolojiyi kullanır. Ferdileşmiş insan yığınları,
siyasi liderlerin propagandaları ile tek yürek tek bilek hale getirilir.
Totalitarizmin Ruh
Hali
Totaliter rejimlerde vatandaşın her an hissettiği iç ve dış
düşmanlarla kuşatılmış olma ve ülkenin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya
bulunduğu zehabına kapılma hali, sistemin sahiplerince olağanüstü yasa ve
yönetmeliklerin, uygulama ve icraatların teminatı addedilir. Rejimin halka
dayanmayan temellerinin ve çözüm üretemeyen politikalarının sorgulanmaktan uzak
tutulabilmemsi, bu tür bir atmosferde daha kolay olabilmektedir. Gayet iyi
niyetli, olumlu ve yapıcı bir şekilde sistemin işleyişine eleştiri veya öneri
getirenler, derhal hain olarak damgalanabilmekte, ülkenin içinde bulunduğu bu
nazik dönemde adeta dış güçlerin maşası gibi hareket etmekle
suçlanabilmektedir.
Totaliter toplum mühendisliği kapalı bir toplu üretmiştir.
Farklı düşünceye, eleştiri ve muhalefete izin verilmeyen, yanlışların
tartışılıp doğruların dile getirilmediği, her alanda hissedilen olağanüstü bir
baskı ve denetimin kısırlık ve verimsizliğe yol açtığı, dejenerasyon ve
çürümeye sebep olduğu gayri insani ortamları getirmiştir. Bizzat insanın doğası
ve fıtratıyla çatışan bir dayatma ve baskı yöntemini esas aldığı içindir ki,
başarısızlığa da mahkumdur. Halk nezdinde meşruiyet kazanması, fertlerin
gönlünde yer etmesi ve benimsenmesi mümkün değildir.
Totalitarizm Örnekleri
1. Almanya
Kilise baskısını eleştiren Alman ilahiyatçı ve Avrupa'da
Protestan Reformunun başlatıcısı Martin Luther (1483-1546) bile, siyasi
otoriteye kayıtsız şartsız bağlılığı savunmuştur. Almanya'nın Yahudilerden
temizlenmesini, bütün menkul değerlerine el konulmasını, sinagoglarının, okul
ve evlerinin yakılıp yıkılmasını, çingeneler gibi çergilere ya da ahırlara
tıkılmalarını talep etmiş, kendinden sonra gelen Hitler'e yol göstermiştir.
Nazi sloganı olan "ein Volk, ein Reich, ein
Führer", herhalde totaliter toplum mühendisliğinin temel ilkesi olarak
alınmalı: tek halk, tek devlet, tek lider. Totalitarizmin öngördüğü siyasal
sistemin yapılanması,birey ve toplumla olan ilişkileri, haklar ve
özgürlükler...hep bu ilke doğrultusunda düzenlenip tayin edilir. Naziler kendi
bayram ve anma günlerinde bayrak asmayı unutan yahut ihmal edenlere işten
çıkarmaktan tutuklanmaya kadar değişebilen cezalara vererek bunun ilginç bir
örneğini vermişlerdir.
1933 tarihinde iktidara gelen Naziler devletin yeniden
kurulması adlı bir yasa çıkarılarak artık eyaletlerin başına Nazi yönetimince
her türlü yetkiye sahip valilerin atanması sağlanacaktı. Bakan ve memurları,
adalet mekanizması ve silahlı kuvvetler yöneticilerini atama yetkileri olan bu
valiler bizzat Hitler tarafından güvenilir Naziler arasından seçilecekti.
Böylece eyaletlerin özerkliği sona ererken, şehirlerde belediye seçimleri
kaldırılacak ve belediye başkanlarının merkezi iktidar tarafından atanması
esası getirilecekti. Yetki kanunun muhtevası kadar Mecliste oylanıp onaylanma
süreci de ilginçtir. Muhalif oy kullanabilecek sosyal demokrat milletvekilleri
polis gücüyle dışarıda tutulup Meclise girmeleri engellenirken, içerideki
milletvekilleri de meclis binasını kuşatan Nazi hücum taburlarının ya tam yetki
ya da hiç şeklindeki bağrışmaları arasında oy kullanmışlardır.
Nazi propaganda teşkilatı da Hitleri doğanın en iyi dostu,
sanatı iyi anıyan kişi, işçi dostu, gençlik dostu, iş adamı, sporcu dostu
olarak tanıtmış ve yine o dönemde sergilenen tablo ve fotoğraflar Führer'i
ulusun babası, halkın babası, ilk bayraktar, mimar, devlet adamı biçiminde
resmetmişlerdir. Üçüncü reich adlı kitaplarında Hans Huber ve Arthur Miller,
biraz ironiyle onu köy ekonomisinden, sanattan ve teknikten iyi anlayan, gemi
inşasını çok iyi bilen bir kişi olarak tarif ederler. Buradaki mevcud resmi
ikonun da her alanda bir söz sarfediş safsatası bu bağlamda görülebilir.
İktidarlarının ilk günlerinden itibaren Naziler oldukça geniş
ve ayrıntılı bir düşmanlar listesi ortaya koymuşlardır. Kendi halkını iç tehdit
unsuru olarak teşhis eden Ortadoğu'nun kaba totaliter rejimlerini imrendirecek
şekilde, dışarıda enternasyonal, kapitalist, Yahudi fesatçılığının yanı sıra,
yok edilmesi gereken Slavlar, tembel ve kadınsı diye aşağılanan Latinler,
zencilerle karışmış bulunan Amerikalılar vb., içerideyse komünistler, sosyal
demokratlar, ırkı temiz olmayanlar ve liderden daha kutsal sayıldığın için
Kilise, hep Nazilerin kara listesini doldurmuşlardır. Listede öncelikler zamanı
değişmiş, Stalin-Hitler dostluğu sayesinde Latinler arasındaki İtalyanların
listeden çıkarılmasında oluğu gibi, siyasal konjonktür, düşman tanımlarını
doğrudan etkilemiştir. Nazi kampanyalarına göre Hitler'in Kavgam adlı eseri
herkesin elinde bir İncil gibi olmalı, herkes onu ezberlemeli, eleştiri, ve
sorulara oradan cevap aramalıydı. Kitap her yeni evlenen çifte hediye edilmeli
ve olabildiğince fazla sayıda vatandaşa satılmalıydı.
Almanya'da Hitler'e bağlılığı sağlamak yolunda verilen
eğitimde çocuklara şöyle and içiriliyordu: "Adolf Hitler, sana inanıyoruz.
Sensiz yalnız kalırdık. Senin sayende bir milletiz. Bize gençliğimizin büyük
manevi değerini, arkadaşlığı sen verdin. Bize dersi, vazifeyi ve mesuliyeti sen
verdin. Bize senin İsmini, Almanya'nın şimdiye kadar taşıdığı isimlerin en
azizini verdin. Onu saygı ile anıyoruz, onu iman ve sadakatle taşıyoruz. Adolf
Hitler, lider ve bayraktar, bize güvenebilirsin. Gençlik senin ismindir. Senin
ismin gençliktir. Sen ve genç milyonlar asla ayrılamaz."
2. İtalya
İtalyan devlet adamı ve rönesans dönemi siyasi teorisyeni
Machiavelli (1469-1527) ise, İtalya'nın bölük pörçük oluşunun büyük ıstırabını
duymuş ve ne pahasına olursa olsun İtalya'nın birliği için çaba sarf etmiştir.
O iktidar doğruluktan, ahlaktan, dinden ve metafizikten ayrı görmüş ve devleti
diğer herhangi bir kaynaktan bağımsız kendini var kılan değerler sistemi olarak
ortaya koymuştur. Ona göre, devletin çıkarı uğruna her şey mubahtır.
Vatanı/devleti kurtarmak için atılacak adımların meşru veya gayri meşru,
insanca veya zalimce olup olmaması önemli değildir. Önemli olan devletin
bekasını sağlayacak çareleri, başarıya ulaşıncaya kadar tatbik etmektir.
Nitekim VI. Alexander adıyla papa olan, şahsi bir cellat ve hiç boş kalmayan
bir zehirleyiciyi daima yanında bulunduran, en kuvvetli yeminlerle güven verip
sonra kolayca cayabilen ve papalık makamına yükselebilmek için her yola
başvuran Rodrigo Borgia, Makyavelli'nin en fazla hayran olduğu kimselerden
biridir.
Faşist İtalya'nın eğitim sistemi de kuşkusuz aynı minval
üzere yürüyordu. Ders kitapları ise bir ortaokul kitabından vereceğimiz şu
örnekte olduğu gibi, akıl almaz boyutlardaki bir lider fetişizmi, aptallaştırma
ve sürüleştirme çabasının örnekleriyle doluydu: "Dini doğmalar münakaşa
edilemez, çünkü bunlar Tanrı tarafından vahyedilmiş olan hakikatlerdir. Faşist
prensipler de münakaşa edilemez. Çünkü bunlar bir dahinin zihninden çıkmıştır:
Benito Mussolini'nin" İtalyan faşistleri de sokaklarda sadece Faşist flama
ve bayraklarını selamlamayanları değil, komünist olmanın işareti saydıkları
kırmızı renkli boyun atkısı, kravat veya buluz giymiş olanlardı da hemen
oracıkta acımasızca cezalandırmışlardır.
3. Sovyetler Birliği
Lenin, Stalin'teki diktatörlüğe meyyal cevheri önceden sezmiş
olacak ki, sağlığının hızla bozulduğu, vefatına takaddüm eden günlerde yazdığı
siyasal vasiyetinde, 1922 Parti Genel Sekreterliği'ne getirilen Stalin'in bu
görevden alınmasını istemiştir.
Reklam kampanyasını Stalin de kullanmıştır. Bu amaçla Moskova
Prag gibi başlıca büyük şehirler Stalin'in hep aynı kahramanca resimleriyle
donatılır. Stalingrad bölgesinde halkın II. Dünya Savaşı'ndan beri basit
kulübelerde ıssız bir mevkide devasa bir Stalin heykelinin inşasına büyük
meblağlar harcanmasından, köylere, kasabalara, kurum ve kuruluşlara hep onun
adının verilmesine kadar totaliter rejimlerdeki lider tapınmasını başlıca
özellikleri burada da görülür. Stalin de şu lakaplarla anılıyordu. İnsanlığın
büyük lideri, bütün emekçilerin başkanı, zaferlerimizin kahramanı, barış
davasının sadık savaşçısı. En büyük barajlara ve havaalanına, ormanlara resmi
ikonun isminin verilmesi de benzer bir uygulamadır.
Stalin dönemindeki manipülasyona örnek olarak 19 Mart 1934
tarihli Sovyet Yurtseverliği adlı makaleden alıntılar verelim: "Sınırsız
bir sevgiyi, yurda koşulsuz bağlılığı, yurdun yazgısı ve savunması konusunda
sorumluluklar yüklenmeyi dile getiren ateşli bir duygu olan Sovyet
yurtseverliği, halkımızın ölçülmez derinliklerinden fışkırtmaktadır. Hiçbir
zaman hiçbir yerde savaş kahramanlığı bizimkinin düzeyine çıkamamıştır.
Sovyetler Birliği sınırlarına yaklaşan yabancıların, başka türlü eğitim görmüş
kişilerin bu uygarlık beşiği, bu al bayraklı devlet karşısında yerlere dek
eğilmesine şaşılır mı hiç? Ülkenin düşmanları üstüne bir çığ gibi yürüyüp
onları yeryüzünden silmeye hazır savaşçıları, şövalyeleri, uçsuz bucaksız bir
alev gibi sarmıştır ülkemizi. O, yaşamı yürütür. Zırhlı araçlarımızı, ağır
bombardıman uçaklarımızın motorlarını çalıştırır, toplarımıza mermi
sağlar."
1936'da Moskova'da yayınlanan bir emirle Komünist Gençlik
Örgütünün güvenilir ve sadık üyeleri arasından seçilecek bir grubun dini eğitim
seminerlerine gönderilmesi orada eğitildikten sonra papaz olarak çeşitli
tarikat ve kiliselere dağılmak suretiyle rejimin propagandasını yapmakla
vazifelendirilmeleri istenmiştir. Moğolistan Cumhuriyeti'nde Sovyetler, Budist
Lamaların eğitimi seminerler düzenlemişler, buradan mezun olanlar Asya'nın dört
bir yanına dağılmışlardır. Yine bu cümleden olmak üzere Vietnam, Kamboçya,
Tayland ve Burma'da pek çok komünist, manastırlara ve pagodalara giden gençlere
kendi doktrinlerini aşılamak üzere sarı elbiseler giymekten çekinmemişlerdir.
Despotik rejimde mesela Stalin aleyhinde fıkra anlatmak
toplama kampında on yıllık mahkumiyet gibi astronomik bir cezayı gerektirirken,
ceza yasaları ve suç tanımlamaları, polis devleti adına işlenen hukuk
ihlallerini içermez.
Ancak Nazizmden farklı olarak Sovyet tipi totalitar yapı ırki
unsurları geri plana itmesi ile öncekinden farklılaşır. Nazizmde tek ırkın
yüceliği vurgulanırken Sovyetler Birliği'nde Rus ırkı en fazla abi statüsüne
çıkarılıyordu.
4. Türkiye
Türkiye'deki durum öncekilerden pek farklı değildir. Orduda
irticacı damgasıyla damgalanmanın ölçütleri ise artık hayli pratik düzeylere
indirgenirken, mesela karısı mayo giymeyen, annesi başörtüsü takanlar, Allah'a
şükür gibi ifadelerin ağzından kaçıranlar irticacı nitelemesini hak ederken
içki içen ordu mensupları gerçek laik sayılmaktadırlar. Bu şekilde tespit
edilen irticacıların YAŞ'ta hemen icabına bakılıyor. Katillerin, Başbakan
dolandıran hırsızların bile yargılanma hakkına sahip olduğu bir ülkede
Kuran'daki ifadesiyle Rabb'im Allah'tır dedikleri için bazı insanlar sorgusuz
sualsiz ordudan meslekten ihraç edilmektedir. Hatta ihraç edilmekle kalmamakta
sivil hayatta da iş güç sahibi olmaları engellenmektedir.
Batıcı aydın, işte içinde yaşadığı toplumda kendisine 'çoban'
rolünü, halka da 'sürü' rolünü layık görüyordu. Batıcı aydın, şuuraltında köle
olarak algıladığı "halk"ın efendiliğe soyunmasını "sisteme
tehdit" olarak algılaması, onun şuuraltını ele veren bir
"suçüstü" haliydi. Temizlikçi, köylü, dağda odun toplayan kadının
başındaki örtüyü "tehdit" olarak algılamazken üniversitedeki, devlet
dairesindeki ve meclisteki kadının örtüsünü "tehdit" olarak
algılaması ve paranoyak bir histeri nöbetine tutulmasının nedeni de buydu.
Ellerindeki iletişim araçlarını "korku" üretimi için seferber
etmelerinin sebebi buydu
Hatta 1998-1999 öğretim yılının başlangıcında üniversiteye
kayıt yaptırma isteyen başörtülü öğrencilerin karşı karşıya kaldığı kameralı
sorgulu ikna odası gibi Nazilere taş çıkartacak bir uygulamaya dahi tanık
olundu. Keza irticacı şirketler listesinin yayınlanması ile birlikte, bu
listelerde irticacı lokantalara dahi tanık olundu. Keza irticacı lokantalara
dahi yer verilmeye kalkışılması ve bu tür dükkan, mağaza veya holdinglere
ticaret ve alışverişin yasaklanıp ambargoların tesis edilmesini de bu bağlama
değerlendirecek olursak, ortaya Hitler'i imrendirecek manzaralar çıkmış olmaz
mı? Bu yaşanılanların, insanların evlerine dükkanlarına "Yahudi dükkanı!
Almanlar buradan alışveriş etmeyin!' diye yaftaların asıldığı, tabii
Filistin'deki İsrail terörünü ve bu terörünü ve bu terörün faillerinin Nazi
zulmün nasıl abartarak kullanıp durduklarını unutmamalı herkesin rejimin
militanı olmak veya öyle görünmek zorunda bırakıldığı, hatta yüz ifadelerini
belli etmemek için pipo kullandıkları, bu tedbirleri almayanların ise devlet memuru
olamadığı, baroya üye kaydedilmediği, sık sık da ülke dışına kaçmak zorunda
kaldığı Nazi, Faşist veya Stalin totalitarizminden farkı var mıdır?
Türkiye, Temmuz1998 itibarıyla Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nde 2200 dava ile hakkında en çok dava açılan ülke haline geldi.
Mahkeme kararları doğrultusunda o güne kadar 5 tirilyon tazminat öderken yine
bunun iki katı bir meblağı ödeyeceği tahmin edilmekteydi.
Taktığı başörtüsünden dolayı, subay olan oğlunun orduevinde
yapılan düğün törenine katılamayan ve yağmur altında kapıda bekleten anne
görüntüsü sadece ordunun değil, aynı zamanda bir bütün olarak askeri bir
nitelik arz eden sistemin bir özetini sunmaktadır. Dar ve elitist bir kadro
tarafından zor ve şiddet temelinde kurulan ve bu minvalde sürdürülen bir
sistemin, kendisini sürekli tehdit altında hissettiği halka karşı baskıcı ve
totaliter bir dayatma içinde olması doğaldır. Bu tavır Kemalist ideolojinin bir
gereği ve uzantısı olarak kurumsallaştırılmıştır. Dolayısıyla Kemalist
ideolojinin tasfiyesi söz konusu olmadıkça nispî birtakım düzenlemeler
haricinde, sistemin askeri niteliğinde köklü bir tarzda sivilleşme de mümkün
olmayacaktır.
Günümüzde de Bülent Ecevit'i "vezir" yapan şeyin,
totalitarizmin sac ayağı medya olduğunu; Ecevit'i umut olarak lanse ederek
vezirliğe götüren siyasi atmosferin medya tarafından hazırlandığını veya
yaygınlaştırıldığını artık herkes biliyor.
Aynı şekilde Merve Kavakçı'ya karşı başlatılan çirkin, iğrenç
ve vahşi karalama kampanyası medya olmasaydı, hiç bir zaman başarılamayacak bir
şeydi.
Kavakçı'ya yapılan saldırı kampanyası, aslında
göstergebilimsel olarak Kavakçı'nın şahsında bu millete, bu milletin kimliğini,
kültürünü, hafızasını oluşturan tüm değerlere, dinamiklere ve anlam
haritalarına karşı yürütülmekte olan psikolojik bir savaştan başka bir şey
değil.
Böylelikle medya Türkiye'de son derece primitif bir şekilde
totaliterliğin, baskının, sindirmenin aracı haline gelmiş oluyor.
Sorunları rasyonel ve sağduyulu bir şekilde tartışmak yerine
böylesine primitif yöntemlere başvurulması, ülkemizdeki iktidar aygıtlarının
bir meşruiyet, hegemonya ve kendine güven krizi yaşadığını gösteriyor. Bu
gerçeği görmek için kahin olmaya gerek yok.
Sonuç
Rönesans dönemi yazarlarından La Boetie, despot yöneticini
iktidarından ve işlediği cürümlerden ona itaat eden kitleleri sorumlu tutmuş ve
onlara asırlar önce şöyle sormuştu: "Siz vermediyseniz, tiran, sizi
gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da
sizleri dövdüğü bu kara çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar
sizinkiler değilse bunları nereden almıştır? Sizin tarafınızdan verilmiş olama
üzerinizde nasıl iktidarı olabilir?"
Gerçekten de tarih boyunca, totaliter nitelik taşısın veya
taşımasın bütün otoriter, baskıcı ve terörist rejimler basit menfaatler ya da
can veya mal korkusuyla itaati tercih eden zavallılar sayesinde ayakta
durabilmişlerdir. Menfaat peşinde kolayca saf değiştiren, kendi çıkarlarına
uygun düştüğünde bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyebilecek kadar onur
ve erdemden yoksun olan kimseler, azgın ve ceberut yöneticilerin gören gözü,
tutan eli, yürüyen ve çiğneyen ayağı olagelmiştir.
Öyleyse yapılacak şey bellidir. Egemenlerin baskıcı
politikalarına karşı gücümüz oranında ve sesimiz çıktığı oranda karşı
durmalıyız. Kesintisiz dayatmasına karşı gösterilen eylemlilik, 98 ele ele
gösterisi hem olumlu yönleriyle hem de hata ve eksikleriyle ciddi bir biçimde
değerlendirilmeli ve önümüzdeki dönemde gerek başörtüsü zulmüne, gerekse, başka
baskı ve zulüm politikalarına karşı mevcut birikim ve deneyimlerden
yararlanılmalıdır.
Totalitier yapı değişene kadar mücadelemizi sürdürmeliyiz.
Kısmi kazanımları artırmalı ve ancak direndikçe kazanabileceğimizi hatrımızdan
çıkarmamalıyız. Çünkü Allah Teala kafirlere yalnız kendisi değil, bizim ellerimiz
aracılığıyla da azap etmek istemektedir.
Kaynaklar
Etyen Mahçupyan, "Mülayim Totaliterizm" Radikal
16.5.99.
Mesut Karaşahan, Totaliterizmin Sefaleti, İstanbul, Beyan
Yay., 1998
M.İslamoğlu, " Eflatun'un "Cumhuriyet"inden,
"korku cumhuriyeti"ne", Yeni Şafak, 12.5.99
Oxford Interactive Encyclopedia. Developed by The Learning
Company, Inc. Copyright (c) 1997
Rıdvan Kaya, Kesintisiz Darbe Düzeni, İst., Ekin Yay., 1998