“İslâm birliği her zaman Müslüman kalplerin derinliklerinden gelir. Ulusçuluk ise ithal bir şeydir.” Aliya İzzet Begovic

Boşnak Müslüman lider Aliya İzzet Begoviç 8 Ağustos 1925’te Bosna’da doğdu. Avukat olan Begoviç’in siyasete ilgisi büyüktü. Savaş sonrası yıllarda Müslümanlar kendi kimliklerini açıkça duyurmak amacıyla Miladi Muslimani (Genç Müslümanlar) adlı bir grup oluşturduklarında bu grubun önemli üyelerinden birisi de oydu. 1941’de oluşturulan bu grubun amaçları İslâmî düşüncenin ve kültürünün, aslını kaybetmemiş ve dinamik formuyla ihyası, Müslümanların, tarihleri ve dinî geleneklerine uygun olarak yeniden eğitilmesi ve Müslüman mültecilerin, yetimlerin ve savaş mağdurlarının ilgilenileceği sosyal ve hayır kurumlarının gelişimiydi. Terörist bir teşkilat olmakla suçlanan bu grup yasaklandı ve üyeleri keyfî bir biçimde hapse atıldı. Hapse konanlar içinde İslâm Birliği (Pan-İslamic) faaliyetlerinden dolayı üç yıl cezaya çarptırılan 21 yaşındaki Aliya İzzet Begoviç de vardı. 1949’da da dört Miladi Muslimani liderine ölüm cezası verildi.[1]

Aliya İzzet Begoviç, İslâm birliğine yönelik çalışmaları nedeniyle 1946-1948’de olduğu gibi 1983-1988 yılları arasında da Yugoslavya’daki totaliter rejim tarafından hapis cezasına çarptırıldı. Yugoslav medyası onu ve diğer Müslüman liderleri Osmanlı işgalcilerinin hayaletleri ya da İmam Humeyni’nin Balkan versiyonları olarak tasvir ettiler.[2]

Hapisten çıktıktan sonra, siyasi çalışmalarını SDA (Demokratik Eylem Partisi) çatısı altında sürdürdü. 1990’da partinin başkanlığına getirilen Begoviç, aynı yıl Bosna’nın başkanlığına seçildi. SDA, Aliya İzzet Begoviç ve arkadaşlarının siyasi arenada Müslüman kimliğini vurgulamak amacıyla kurduğu bir partidir. Bu teşkilat da şeriat amaçladığına dair bir imare göstermemiştir. SDA Bosna’daki Müslümanları, Sırpları ve Hırvatları ortak menfaatler için bir araya gelmeye teşvik etmiştir.[3] Bu nedenledir ki, SDA, 240 sandalyeli Bosna Meclisi’nin 87’sini yani oyların %37,8’ini almayı başarmıştır.[4] Bu parti ılımlı bir çizgi takip etmiştir. Aliya İzzet Begovic İslâmî Deklarasyon adlı kitabıyla her ne kadar fundamentalistlikle suçlansa da bu kitabında ne Bosna’da bir İslâm devleti kurmak istediğini belirtmiş ne de böyle bir şeyi lideri olduğu SDA Partisi’nin programına koymuştur.[5]

Aliya İzzet Begoviç 1940’lardan bu yana Avrupa’nın gördüğü en büyük barbarlık eylemi olan Müslümanlara yönelik bu zulümler karşısında halkından ayrılmadı ve onları kum çuvallarının ardındaki ofisinde örgütledi. İhtilaflı olduğu Sırp ve Hırvat siyasetçilerle 1995’te Dayton Barış Anlaşması’nı imzaladı. Eylül 1996’ta da Bosna’nın üçlü başkanlık yönetiminin liderliğine oturdu.

2000 yılında da başkanlığı bıraktı. Begoviç, uzun süredir kalbinden rahatsızdı ve Slovenya’da, Suudi Arabistan’da tedavi görüyordu. İki defa kalp krizi geçirdi ve bir defasında yere düşme sonucundaki rahatsızlığının ardından 19 Ekim 2003’te hastahanede hayatını kaybetti.

Bosna tarihi boyunca kişisel yolculuğunun sonunda Begoviç, “Tekrar hayata dönmem teklif edilseydi, reddederdim. Tekrar dünyaya gelmek zorunda olsaydım, kendi hayatımı tercih ederdim.” diyordu. Aliya, baba, filozof, eylemci, siyasetçi, devlet adamı ve çoğuna göre de tarihin göz kamaştırıcılığından uzak bir hayat yaşamaya çalışan hırstan uzak bir kahramandı.[6] O Tito yönetimine isyan eden liderlerden birisiydi.[7] O, “Amacımız, Müslümanların İslâmlaşmasıdır. Yöntemimiz inanmak ve mücadele etmektir.” diyordu.[8]

 

Eserlerine Kısa Bir Bakış

Aliya, politikacı olduğu kadar saygın bir bilgin ve yazardı. İslâmî Deklarasyon (Islamic Declaration, adlı eser ilk olarak 1970’de basıldı.), İslâm Rönsansının Sorunları ve Özgürlüğe Kaçışım (Problems of Islamic Renaissance and My Escape to Freedom) ve Doğu ve Batı Arasında İslâm[9] (Islam Between West and East) bazı eserleridir. Ancak en iyi eseri yukarıda zikrettiğimiz eserlerin sonuncusudur. Yazar Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı eserinde sanat, ahlâk, kültür ve hukuk konusunda, seküler ve İslâmî medeniyetlerin ayrıldığı ve birleştiği noktaları gösterir. Bu eseri 1984’te henüz kendisi komünist Yugoslavya iktidarı döneminde hapisteyken yayınlanmıştır. Bu kitap Fransa’da yasaklanmış olmasına rağmen 1980’lerde Avrupa’da en çok satan eserler arasına girmiştir.

Begoviç’in en çok tartışma konusu olan eseri ise İslâmî Deklarasyon adlı çalışmasıdır. Bu eser Müslüman toplumların İslâmlaşması gerektiğini ve Müslümanların manevi muhtaçlık içinde ve maddi ve siyasi olarak bağımlı olduğunu vurguluyordu.

Bu kitabın I. bölümünde Begoviç, Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmî yenilenmeye ve Kur'an-ı Kerim’i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu. O, Batı’yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini tutucu veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâmı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı.[10]

Ona göre tutucu şeyhler çağdaş dünyayı anlamaktan uzaktı.[11] çoğunlukla hükümette bulunan modernistler de Batı’da eğitim almış ve döndüğünde İslâm konusunda bir alçaklık kompeksi sorunu yaşayan kimselerdi. Bunlar Avrupa ve Amerikan değerlerini kendi toplumlarını kurtarmak ve reformize etmek için çabalamaktadır. Tabii Begoviç her ne kadar modernist Müslüman liderleri Batı’nın büyüsüne kapılmakla suçlasa da o Batılı değerlere toptan karşı değildir. Modernistlerin sandığı gibi Batı’nın gücü yaşam biçiminde değil nasıl çalıştığında; kuvveti modada, ateistlikte, gece kulüplerinde, kontrolden çıkmış genç nesilde değil; insanlarının olağanüstü sabır, bilgi ve sorumluluk duygusundadır.[12] Begoviç’in Batı’yı övmesi, yoksulluk ve azgelişmişlik gibi Müslümanların karmaşık sosyal problemlerine aceleci çözümler bulmaya çalışan modernistlerin göreceli tembelliğini ve dargörüşlülüğünü göstermek içindir. Daha iyi bir topluma ulaşmak Müslümanların büyük kararlılığını ve Kur'an’ın disiplinli okunmasını ve uygulanmasını gerektirir.

Kitabın II. bölümünde yer alan “İslâmî Düzen” Begoviç’i çoğunlukla dünya politik arenasında zor durumda bırakmak amacıyla şiddeti destekleyen kısım olarak lanse edilir. Begoviç’e göre İslâmî yönetimin en kısa tanımı onun bir inanç ve yasa bütünlüğü, terbiye ve güç, idealler ve maslahatlar, maneviyata sahip bir toplum ve devlet, özgür irade ve kuvvet oluşu şeklindedir. Bu bileşenlerin sentezi olarak İslâmî düzen şu iki temel üzerine kuruludur: İslâm toplumu ve İslâm otoritesi. İslâm toplumu İslâmî iktidar olmadan eksik ve zayıftır. İslâmî otorite İslâm toplumu olmadan ya ütopya ya da şiddetin kendisidir.[13] Bu sözler bağlamından koparıldığı zaman Yugoslavya’daki Müslüman olmayan insanları korkutmakta kullanılabilir ancak Begoviç’in bu sözleri modernist ve tutucu İslâmî liderliğin kurumlaştığı siyasi ve sosyal sistemlere sahip İslâm ülkeleridir. O Batı ülkeleri hakkında konuşmamaktadır. İslâmî yönetim sadece Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde icra edilebilir. Aksi takdirde yönetim şiddete dönüşür.[14]

III. bölüm “İslâmî Düzenin Günümüzdeki Problemleri” ise İslâmî yenilenmenin reçetesi niteliğindedir. Begoviç’e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmî düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlakî ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.[15] Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır.[16]Dikkatli bir okuma Begoviç’in Müslümanların azınlıkta olduğu (eski Yugoslavya gibi) ülkelerde siyasal değil kültürel bir devrimi desteklediğini gösterir.

Begoviç bu eserinde İslam’ın bireyin kişisel hayatının tüm alanlarında, ailede ve toplumda pratiğe dökülmesi gerektiğini vurgular. İslamî düşünce yenilenmeli ve Fas’tan Endonezya’ya kadar yek vücut bir İslam toplumu oluşturulmalıdır.[17] Begoviç, İslâmî Deklarasyon kitabında Atatürk’ün reformlarına da büyük eleştiriler getirmiştir.[18] Ona göre, İslâm tüm Müslümanların birleşip manevî, kültürel ve siyasi tek bir toplum oluşturmaları eğilimindedir. İslâm bir ulus değil, uluslar üstü bir dindir.[19] İslâmı kabul eden bir ulus ya da birey başka bir ideal için artık hayatını feda edemez. Bir Müslümanın adı ne olursa olsun bir yönetici için ya da herhangi bir ulusun, partinin şerefi için kendisini feda edemeyeceğini söylüyordu. Bir Müslüman sadece Allah’ın adıyla ve İslâm’ın onuru için ölebilir.[20] Müslüman milletler İslâm’a karşı olan hiçbir şeyi kabul edemezler. İslâm’a karşı gelenler direnişle karşılaşacaklardır.[21]  Tek çıkış yolu İslâm’a uygun  düşünen ve hisseden yeni bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Bu zihniyet İslâmî düzenin bayrağını yükseltecektir ve Müslüman kitleler de bunu pratiğe geçireceklerdir.[22] Müslüman genelde birey olarak var olamaz. Müslüman olarak yaşamayı arzuluyorsa, bir çevre, toplum ve düzen oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Dünyayı ve kendisini değiştirmelidir. Ulusun yetişmesi ve özellikle yazılı basın, TV ve film sektörü İslâmî ahlâka ve bilgi birikimine sahip insanlar sahip olmalıdır. İslâmî uyanış siyasi devrim olmaksızın hayatiyetini başarılı bir şekilde sürdüremez.[23] İslâmî düzen için mücadele cinayet hariç her yöntemi benimseyebilir. Hiç kimsenin kontrolsüz ve aşırı güç kullanımıyla İslâm’ın güzel adını ve bu mücadeleyi lekelemeye hakkı yoktur. [24] İslâmî hareket ahlâkî ve sayısal olarak yeterli güce kavuştuğunda mevcut gayr-i İslâmî yönetimi yeni inşa edilecek bir İslâmî otoriteyle değiştirmelidir.[25]

Günümüzde İslâmî düzen için mücadele ve İslâm toplumunun yeniden inşası sadık ve homojen bir organizasyonda teşkilatlanmış deneyimli bireylerle başarılı bir şekilde tesis edilebilir. Bu organizasyon siyasî bir parti değildir. O, net bir ahlakî ve ideolojik kritere sahip İslâmî ideoloji üzerine kuruludur. İkinci olarak, İslâmî düzen için mücadele İslâm’ın temel unsurlarını icra çabasıdır. Bu, pratikte bir Müslümanın insanların dinî ve ahlâkî gelişimini garanti altına alması ve sosyal adalet için temel unsurları tedarik etmesi anlamına gelir. Üçüncü olarak İslâm cumhuriyetinin işlevi, temelde salt insanların ve Müslümanların kardeşliğini deklare etmek değil, bu yüksek ahlâkî ilkeleri pratiğe geçirmektir. Uyanan İslâm daha adil bir düzen için her toplumda bayrağı ellerine almalıdır. İslâmî mücadele aynı zamanda cahilliğe, haksızlığa, yoksulluğa karşı  bir mücadeledir.[26] İslâmî yönetimin tabiî fonksiyonu tüm Müslümanları dünya ölçeğinde bir araya getirmektir. Günümüz şartlarında bu Fas’tan Endonezya’ya tropikal Afrika’dan Orta Asya’ya bir İslâm federasyonu kurmak anlamına gelir.[27]

Begoviç kitabında Kudüs meselesiyle de ilgilenir. Ona göre Siyonistlerin Filistin’deki politikası dünyadaki tüm Müslümanlara yönelik bir provakasyondur. Kudüs ne salt Filistinlilerin ne de Arapların problemidir. O, tüm Müslüman ulusların meselesidir. Yahudiler Kudüs’ü almak istiyorlarsa İslâm’ı ve Müslümanları yenilgiye uğratmak zorundadır. Hamdolsun bu onların takatinin üstündedir.[28]  Siyonist Yahudiler istikbar yolunu seçerlerse İslâm hareketi ve tüm Müslümanlar için tek çözüm vardır: Günden güne, yıldan yıla verilen kurban ve harcanan zamanın miktarı ne olursa olsun savaşa devam etmek, güçlendirmek ve yaymaktır. Bu mücadele işgal edilen toprakların her karışın geri verene kadar sürebilir: “Bu temel konuda Filistinli kardeşlerimiz için, her müzakere ve her uzlaşma dünyamızın ahlâkî sisteminin özünü yok edebilecek bir hiyanet olacaktır.”[29]

İzzet Begoviç’in bu eseri, Sırp ve Hırvat ulusçular tarafından stratejik olarak düşmanı tanımlamak için kullanıldı. Aynı zamanda 1983’teki yargılama esnasında ve sonrasında Sırbistan ve Hırvatistan’da ayrıca 1980’li yılların sonlarında ve savaş boyunca yurt dışında yaşayan göçmen Sırp ve Hırvatlar’a İslâmî tehdidin delili olarak dağıtıldı.[30]

 

Geçmişten Günümüze Bosna

Yugoslavya’da Müslümanlar bir kesim olarak kabul edilmiyordu. 1961’de nüfus sayımında resmi olarak ilk defa etnik Müslümanlar tabiri kullanıldı. Önceleri ise onlar İslâm inancına sahip Sırplar ve Hırvatlar olarak kabul ediliyor ve bir ulus olarak tanımlanmıyordu. Halbuki ülke ulus temeli üzere olan bir federal yapıya sahipti. Bu nedenle ulusal statüsü olmayan Müslümanlar doğrudan LCY (Yugoslav Komunist Lig) içinde temsil ediliyordu.

1970’li ve 1980’li yıllarda Bosnalı Müslümanlar Müslüman teriminin ne anlama gelidği konusunda pek az ittifak edebiliyorlardı. 1970’li yıllarda bu konu temelde içsel bir tartışmaydı. 1980’li yılların başında sosyal ve ekonomik   emniyetsizliğin yüksekliği ve İran devriminin ve Kosova’ın imgesi zihinlerde tazeyken, Bosnalı Müslümanların ulusal kimliği meselesi ulusal güvenlik tehditi seviyesine çıkarıldı. Fırsatçı liderler de siyasi destekçilerini sağlama almak için İslâm fundamentalismi hayaletini inşa ettiler. Sırp milliyetçilerine göre Begoviç’in yargılanması Müslümanların ulusal kimliğe dair tezlerini itibardan düşürmek için iyi bir fırsattı.[31]

Yugoslavya 1971’de Uluslar arası Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ni (ICCPR) ve Uluslar arası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözeleşmesi’ni imzaladı. Begoviç’in tutuklanması ve yargılanması ICCPR ile korunan temel insan haklarını ihlal ediyordu. Devlet destekli basın mahkeme öncesinde, “Bosna Hersek’i bir İslâm devletine dönüştürmek ve Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılmayı amaçlayan gizli bir örgütün 13 üyesi 18 Temmuz’da Sarayevo’da mahkemeye çıktı.” diyerek sanık olan Begoviç ve arkadaşlarını suçlu bulmuştu bile. Ancak yargıç Hadzic suçu dinî değil kardeşlik ve birlik karşıtı cürüm işlemek olarak tespit etti. Bir yıl geçmedi ki, 30 Mayıs 1984’te Bosna Hersek Yüksek Mahkemesi “Asliye mahkemesinde suçlu bulunan sanıkların işledikleri, suç sayılan eylemlerin özelliklerini taşımamaktadır.” şeklinde yeni bir karar alınca Begoviç’in cezası 12 yıla indi ve arkadaşlarının cezalarında da idirime gidildi. Yugoslav basınına göre zaten bu, dinin değil siyasal bir sistem olan İslâm’ın yargılanmasıydı. Suçlu bulunan İslâm’dı. Ve bu korku Yugoslavya’yı bir arada tutmak isteyen sosyalistler ve ulusçular tarafından kullanıldı.[32]

Bosna Müslümanları etnik olarak Slav kökenli ve en az Sıplar ve Hırvatlar kadar bölgenin yerlileri olmalarına rağmen dinlerinin ırklarına üstün geldiği kimseler olarak algılanır. Sırp ve Hırvat Ortodoks Kiliseleri etnik yönlerine sıkı sıkıya bağlıyken İslâm tarihî ve kültürel yönleri İslâm birliğine feda edecek tüm Müslümanları çeken küresel bir güç olarak görülür. Kosova’nın Osmanlılar tarafından alınmasından beri Sırp ulusçular İslâm’ı işgal dini ve çağdaş Müslümanları da Türk işgalcilerin torunları olarak algılarlar.

1980’li yıllar boyunca Yugoslav gazetelerinde Sırpların İslâm’a saldırıları dört esas üzerine kuruluydu:

1.        Fundamentalismin Yugoslavya’da yükselişi Tito’nun Arap dünyasıyla iyi ilişkileri ve Yugoslavya’daki Müslümanlara karşı liberal bir tavır sergilemesiyle ilişkilidir.

2.        Arap Müslümanların tek bir İslâm devleti kurmak gibi küresel bir strateji belirlemeleri ve Yugoslavya büyük oyunlarının bir parçasıdır.

3.        İslâm temelde inanmayanların imhasına izin verir. Bu sebepten Yugoslavya’da güvenliği tehdit etmektedir.

4.        Bosnalı Müslümanlar Osmanlıların torunudur bu nedenle onlar 500 yıl önceki ataları gibi kabul edilebilirler.

Mayıs 1991’de Yugoslavya dağılmaya başladı. Hırvatistan ve Slovenya Sırp ağırlıklı Belgrad merkezî yönetiminden bağımsızlığını ilan etti. İzzet Begoviç Bosna’nın bağımsızlığı konusunda bir referandum düzenledi. Sırplar referandumu boykot etti. 3 Mart 1992’de Begoviç, Bosna Hersek’i bağımsız bir cumhuriyet olarak deklare etti.

Bağımsızlık ilanının ardından Bosna’daki Sırp azınlık isyan etti ve ülkede bir silahlı mücadele patlak verdi. Askerî donanımı yüksek olan Sırplar Bosna’yı Müslümanlardan arındırmaya yöneldiler. Müslümanları topraklarından sürgün ettiler, toplu tecavüzlerde bulundular. Temerküz kamplarında topladılar ve soykırım yaptılar.

Begoviç ve diğer Bosnalı entelektüeller İslâmî Uyanış tabirini komünist sınırlamalardan ve Sırp, Hırvat ulusçularının iddialarından uzak bir şekilde kendi kültüler miraslarını sürdürmek ve geliştirmek olarak tanımlıyordu. Onlara göre komünist Müslümanlar[33] ve komünistlerin seçtiği dini liderler uysal ve kurallara bağlı kimselerdi ve diğer Müslümanlara karşı yabancılaşmışlardı.

Sonuç

Aliya İzzet Begoviç birikimli ve ferasetli bir lider olarak Bosna’da Müslüman kimliğin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde arkadaşlarıyla birlikte önemli bir rol üstlenmiştir. Boşnaklar karşılaştıkları insanlık dışı saldırıların ardından Kur'an ile ve İslâm ümmetine aidiyet duygusuyla tanışmış ve Kur'anî anlamda hızlı bir İslâmlaşma sürecine girmişlerdir. Şu anda Bosna Boşnak, Sırp ve Hırvat unsurların gevşek bir federasyonu halindedir. Avrupa’da bu seviyede bile olsa temsil imkânına kavuşmuş olmalarında Begoviç ve arkadaşlarının rolü kadar dünya Müslümanlarının da işgale karşı gösteridiği duyarlılığın büyük payı vardır.

Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, “Bilge Lider Aliya İzzet Begoviç ve Bosna Hersek” Haksöz Derg., S. 152. Kasım 2003.

a.w.s    : Aynı web sayfası

                              



[2] A.w.a.

[3] A.w.a.

[4] A.w.a.

[5] http://www.ciaonet.org/wps/brl01/brl01.html, 20/10/’03; Lee Bryant, “Betrayal of Bosnia” Centre for the Study of Democracy, University of Westminster, Autumn 1993.

 

[9] Bu eser Türkçeye Nehir Yayınları tarafından çevirilmiştir.

[10] Izetbegovic, Alija, The Islamic Declaration ("Islamska deklaracija"), Sarajevo, 1990, s. 8.

[11] A.e., s. 9.

[12] A.e., s. 11.

[13] A.e., 19.

[14] A.e., 37.

[15] A.e., 53.

[16] A.e., 54.

[19] A.e., 27.

[20] A.e., 4.

[21] A.e., 17.

[22] A.e., 18.

[23] A.e., 32.

[24] A.e., 37.

[25] A.e., 43.

[26] A.e., 45-46.

[27] A.e., 46.

[28] A.e., 53.

[29] A.e., 53-54.

[31] A.w.s.

[32] A.w.s.

[33] Komünist Müslüman tabiri garip gelebilir. Ancak bu tanımlamada Müslümanlığın aidiyet belirttiğini Kur'anî bir belirlemeden uzak olduğunu belirtmek gerekir. Sözgelimi, Bosna’da yaşanan savaş sırasında oraya Türkiye’den ateist bir yazar gitmiş olsaydı o da nihayetinde “Müslüman ateist” olduğu gerekçesiyle Sırp kurşunlarından kurtulamayacaktı.