Mikail Bayram ile Mevlana’nın Moğollarla ve Moğol yanlılarıyla ilişkileri üzerine
1. Geçtiğimiz ay Hulki
Cevizoğlu’nun düzenlediği Cezviz Kabuğu programından Mevlana ve çevresi ile
ilgili konuşmanızla Türkiye medyasında yer aldınız. Ve birtakım tepkilere maruz
kaldınız. Bu röportajımızda olayın mahiyetini ele almak istiyoruz. Burada temel
konu, Mevlana ve çevresinin Moğol yönetimiyle ilişkisidir. Bu konuyu açar
mısınız?
Bu konuyu ele almadan önce
Moğolların Anadolu’yu işgal etmelerinin seyrini çok özet olarak gözden geçirmek
gerekmektedir. Böylece olayı tarihi bağlamıyla ele almak mümkün olabilecektir.
Moğollar Erzurum ve Erzincan üzerinden Anadolu’ya girdiler. bir Moğol öncü
birliği Anadolu’ya girerek önlerine gelen şehirleri yağmalama hareketine
giriştiler. Bu dönemde Babailer isyanından (Türkmenlerin Selçuklu yönetimine
başkaldırısı) dolayı Anadolu’da bir huzursuzluk vardı. Bir iç savaş hali
yaşanıyordu.
Moğollar bu iç savaştan
yararlanarak Anadolu’ya girme cesaretini göstermişlerdi. Moğol orduları Sivas
önlerine gelince Anadolu Selçuklu devleti 80 bin kişilik bir orduyla bu öncü
Moğol birliklerini durdurmak ve Anadolu’dan çıkartmak üzere harekete geçti. Bu
ordu Kösedağ mevkiinde 30 bin kişilik Moğol öncü birliklerine karşı ağır bir
yenilgi aldı. Selçuklu ordusunun belkemiğini teşkil eden Türkmen askerler
devlete karşı kırgın olduklarından savaş alanını terk etmişler bir ok dahi
atmadan geri çekilmişlerdi. Moğol ordularının komutanı Baycu Noyan Kösedağ’da
kazandığı bu zaferi müteakiben Sivas ve Tokat şehirlerine girip yağmaladılar.
Buradan Kayseri’ye gelip orayı da muhasara altına aldılar.
Bu konuyla ilgili olarak O devrin
tarihçisi İbni Bibi “el-Evamiru’l-Alaiyye” adlı eserinde Cevlaki dervişlerin de
Moğol askerleriyle birlikte Kayseri şehir surlarından gedik açmaya ve şehre
girmeye çalıştıklarını zikreder. Moğollar 15 gün Kayseri surlarını dövdüler
fakat şehre giremediler.
Kayseri‘deki Ahiler ve Bacı
örgütü mensubu olan genç kızlar şehri savunmaktaydılar. Ancak şehir subaşısı
olan Hacok oğlu Hüsameddin (Ermeni dönemisi bir zat idi) şehrin pis suları için
inşa edilmiş kanallardan sur dışına çıkarak Moğol komutanı Baycu Noyan ile
görüşmeler yaptı ve bu atık su kanallarından Moğol askerlerini şehre soktu.
Böylece Moğollar Kayseri’ye girmeyi başardılar. Moğollar şehri savaş ile
aldıklarından büyük bir katliam yaptılar. Şehri ateşe verdiler. Çok sayıda Ahi
ve Bacı üyesi öldürüldü. Devrin tarihçilerinden İbni Bibi ve Süryani tarihçi
Ebu’l-Ferec 10 binlerce Ahi ve Bacının katledildiğini ve esir edilerek götürüldüklerini
yazıyor. Bu sırada Ahi Evren Hace Nasreddin’in (Nasreddin Hoca) eşi olan Fatma
Hatunun da Moğollara esir düştüğünü tespit etmekteyiz. “Menakib-i Evhaduddin-i
Kirmani’nin” yazarı, Fatma Hatun’un bu savaşta Moğollara esir düştüğünü
yazıyor.
Moğollar Kayseri’ye girip bu
katliamı gerçekleştirdikleri sırada Cevlaki (Kalenderi) dervişler maalesef
Moğollarla birlikte hareket ediyorlardı. Bu Cevlaki dervişlerin bu olaya
seyirci olmadıklarını, fiilen Moğollarla birlikte bu katliama iştirak
ettiklerini düşünmek gereklidir. Nitekim Moğollar burada onbinlerce insan
katlederken o sırada Kayseri’de bulunan Mevlana’nın hocası Seyyid
Burhaneddin’in eteğine paralar saçtıklarını Menakibu’l-Arifin sahibi Eflaki
bildirmektedir (Eflaki Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in ve torunu Ulu Arif
Çelebi’nin mürididir.)
O dönemde bir Kalenderi şeyhi
olan Şems-i Tebrizi’nin de Kayseri de olduğunu biliyoruz. Bu olaydan iki ay
kadar sonra Şems-i Tebrizi’nin Konya’ya gelip Mevlana ile görüşmeler yaptığını
da yine Mevlevi kaynaklar belirtiyorlar. Şems-i Tebrizi’nin Konya’ya gelişi 12
Eylül 1244’tür. Bu tarih Moğolların Kayseri’yi zaptedişlerinden 2-2,5 ay
sonradır. Şems-i Tebrizi’nin bu tarihten önce Moğollarla irtibata geçtiğini
gösteren belgeler de mevcuttur. Mesela Moğollar Erzurum’dayken Şems-i
Tebrizi’nin de o yıllarda Erzurum’da olduğunu görüyoruz. Moğollar Kayseri’ye
geldiğinde o yine oradadır. Şems-i Tebrizi’nin müritleri olan Kalenderi
dervişlerin de Moğollarla birlikte hem Kösedağ’da hem de Kayseri’de savaşa
katıldıklarını İbni Bibi naklediyor.
2. O zaman Şems-i Tebrizi ve
diğer bir Cevlaki şahıs Seyyid Burhaneddin’in Moğollarla işbirliği yaptığını
söyleyebiliriz.
Tabii ki. Burada görüldüğü gibi,
Mevlana’nın iki hocası Şems-i Tebrizi ve Seyyid Burhaneddin-i Tirmizi’nin
Moğollarla işbirliği halinde oldukları açıkça fark edilmektedir. Nitekim bu
olaydan 1 yıl sonra Seyyid Burhaneddin ölünce onun türbesini de Moğollar inşa
ettiler. Burada bir hususa da değinmek gerekir.
Şems-i Tebrizi’nin Konya’ya gelip
Mevlana ile görüşmelerinden sonra Mevlana ile Moğollar arasında bir diyalogun
başladığını görüyoruz. Bunun pek çok belgesi bulunmaktadır. Kayseri’de
onbinlerce Ahi ve Türkmen’i öldüren, Baycu Noyan, ikinci defa Anadolu’yu istila
ettiğinde Konya’ya da gelmişti. Bu gelişinde Mevlana ile görüşmeler yapmış ve
Mevlana Baycu Noyan ile görüştükten sonra, şehre gelerek Baycu Noyan’ın
evliyaullahtan olduğunu Konyalılara telkin etmeye çalışmıştır. Ahmet Eflaki
Dede Menakibu’l-Arifin adlı eserinde bunu yazmaktadır.
Mevlana’nın buna benzer bir
iddiayı Cengiz Han için de dile getirdiğini görüyoruz. Dünya tarihinde Fir’avn
ve Nemrut’tan sonra en gaddar ve kan dökücü devlet adamı Cengiz Han’dır.
Mevlana Cengiz Han’ın bir mağaraya çekildiğini orada 10 günlük itikaftan sonra
Allah’tan mesaj aldığını ve bu mesajı aldıktan sonra Harezmşahlar
(Maveraunnehir ile Horosan arası) ülkesine yürüdüğünü ve başarılarının buradan
kaynaklandığını iddia etmektedir. Bu iddiasını Fihi Ma fih adlı eserinde
(M.E.B. baskısı, s. 101-103) dile getirmektedir.
Hülagu Han için de buna benzer
bir iddiada bulunmaktadır. Mevlana Moğollar’ın putperest olduklarını fakat
oruca büyük bir önem verdiklerini ifade ettikten sonra Hülagu Han’ın Bağdat’ı
kuşattığını bir türlü şehre giremediğini sonra bütün ordularına emir vererek atlarına
üç gün süreyle yem ve su vermemelerini askerlerin de oruç tutmalarını
emrettiğini söyler. Atların tuttuğu bu orucun yüzü suyu hürmetine Cenab-ı
Allah’ın Bağdat’ın fethini Hülagu Han’ı müyesser kıldığını bildirir
(Menakibu’l-Arifin).
Hülagu Han Bağdad’ı zaptettikten
sonra daha batıya ilerleyebildi mi?
Evet bundan sonra Suriye’yi
işgale kalkıştı ancak orada Ayn-i Calut denilen yerde Memlüklü Hükümdarı Sultan
Baybars’a ağır bir şekilde yenilip geri çekildi. Bu Sultan Baybars, Hülagu
Han’ın öldürttüğü son Abbasi Halifesi’nin oğlu ez-Zahir Billah’ı Mısır’da
halife ilan etti ve kendisi de halifenin emiri olarak onun hizmetinde olduğunu
bildirdi.
Mevlana “Mısır Halifesi ve Onun
Hikayesi” başlığı altında müstehcen bir hikaye anlatarak bu Mısır Halifesini ve
Sultan Baybars’ı rezil etmeye çalışmaktadır. Burada Mevlana’nın Hülagu Han’a
arka çıktığını görmekteyiz. Bu hikayeyi yazmış olmasından dolayı olmalı ki, bir
defasında Moğol vezirinin Mevlana’ya büyük miktarda para gönderdiğini Eflaki
haber vermektedir.
4. Mevlana’nın Moğol yönetiminden
ve onlara destek verenlerden para alması bir defaya mahsus mudur yoksa başka
zamanlarda da tekerrür etmiş midir?
Moğolların bu şekilde birçok defa
Mevlana’ya para ve değerli hediyeler gönderdiğini de yine Eflaki Dede bildirmektedir.
Nitekim Mevlana da Moğol veziri Taceddin Mu’tez’e yazdığı mektupta kendisine
gönderdiği paraları aldığını yazmaktadır. Üstelik Taceddin Mu’tez Aksaray’da
Türkmenlerin mallarına el koymuş ve bu mallardan Mevlana’ya da göndermişti.
Bunun cizyeden (Gayr-i Müslimlerden alınan bu vergi) gelen paralar olduğunu
Mevlana’ya bildirmektedir. O da bu paraları aldıktan sonra bu paraların
kendisine helal olup olmadığı yönünde tereddüde düşmüş sonra helal olduğuna
kanaat getirerek afiyetle yemiştir.
Bir defasında da Moğol hazinedarı
(Maliye Bakanı) olan Emir Şerefüddin, Mevlana’yı özel olarak ziyarete gelmiş,
ona 1000 dinar para vermiştir. O dönem için bu çok külliyetli bir paradır (1
deve 10 dinardı).
Bunun gibi daha pek çok örnekler
bulunmaktadır. Bütün bu örnekler, Mevlana ile Moğollar ve Moğol yanlısı
yöneticilerin ne kadar sıkı bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir.
5. Ceviz Kabuğu programında
yaptığınız konuşmada Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi’nin Moğollara isyan
sırasında öldürüldüğünü ve Mevlana’nın oğlunun cenaze namazını kılmadığını
söylediniz. Bu konuyu açar mısınız?
Olayı kısaca anlatayım. Şems-i
Tebrizi Konya’ya gelince Mevlana çok güzel olduğu söylenen Kimya Hatun adındaki
cariyesini Şems-i Tebrizi’ye nikahladı. Bu sırada Kimya Hatun 15, Şems 65
yaşlarındaydı. Kimya Hatun, Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi ile evlenmek
istiyordu. Alaaddin Çelebi de onu seviyordu. Bu kızcağız Şems-i Tebrizi’nin
yanında kalmak istemiyor, ara sıra onu terk edip bir yerlerde saklanıyordu.
Mevlana ve Şems, Kimya Hatun’u arattırıyorlar, onu bulup tekrar Şems ile
birlikte kaldıkları hücreye getiriyorlardı.
Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi
zaman zaman babasının yanına gelme bahanesiyle, Şems’in kaldığı hücrenin
kapısının önünden geçiyor ve kendisini Kimya Hatun’a gösteriyordu. Bir
defasında Şems-i Tebrizi, Alaaddin’in önünü keserek: “Hey delikanlı! Bir daha
buradan geçersen ayaklarını kırarım” diyerek Alaaddin Çelebi’yi tehdit etmişti.
Eflaki bu olayı Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesiyle ilgili görmekte ve Alaaddin
Çelebi’nin bazı çevrelerle işbirliği yaparak Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesi
olayında aktif bir görev almasının sebebi olarak göstermektedir.
6. Tarihin ışığında Nasreddin
Hoca ve Ahi Evren adlı eserinizde Nasreddin Hoca’nın, aslında Ahi Evren Hace
Nasreddin olduğunu ve Şems-i Tebrizi’ye suikast düzenleyenin bu zat olduğunu
yazıyorsunuz. Bu suikast girişiminde Nasreddin Hoca ile Alaaddin Çelebi
arasında bir işbirliği söz konusu mudur?
Alaaddin Çelebi ile Şems-i
Tebrizi arasındaki bu muhalefet üzerine Alaaddin Çelebi Şems-i Terbrizi’nin
muhalifleri olan Ahiler arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Ahi Evren Hace
Nasreddin’in talebesi olmuştur. Bu Hace Nasreddin yani Ahi Evren Sultan II. İzzeddin
Keykavus’a vezir olduğu günlerde Şems-i Tebrizi’ye suikast düzenletmiştir
(1247). Bu olayda Alaaddin Çelebi önemli bir rol üstlenmiştir. Şems-i
Tebrizi’nin öldürülmesi olayından kısa bir süre sonra, Ahi Evren Hace Nasreddin
ve Alaaddin Çelebi Kırşehir’e göçtüler. 1261 yılında Anadolu’nun birçok
vilayetinde Moğollara karşı ayaklanmalar baş gösterdi. Kırşehir’de de Ahi Evren
ve arkadaşları ayaklanma başlattılar.
7. Ayaklanma başarılı oldu mu?
Bu ayaklanmayı bastırmak üzere
Mevlana’nın müridi ve Moğol asıllı Cacaoğlu Nureddin Kırşehir’e gönderildi.
Nureddin Caca, Kırşehir’e gitmeden önce Mevlana ile bir görüşme yaptı. Tam bu
sırada Mevlana’nın da oğlu Alaaddin Çelebi’ye iki mektup yazdığını ve onu aile
ocağına dönmeye ikna etmeye çalıştığını görüyoruz. Cacaoğlu Nureddin buradaki
ayaklanmayı bastırarak isyancıların tamamını kılıçtan geçirdi. Burada Ahi Evren
Hace Nasreddin ve Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi’nin de öldürüldükleri
anlaşılmaktadır. Cacaoğlu Nureddin bundan sonra Konya’ya gelmiş ve Alaaddin
Çelebi’nin cenazesini de Konya’ya getirmiş olmalı ki, Alaaddin Çelebi’nin
cenaze namazının kılınması söz konusu olmuştur.
Mevlana ısrarlara rağmen oğlunun
cenaze namazını kılmamıştır. Bu haberi hem Ahmet Feridun Spesalar hem de Eflaki
vermektedir.
Abdülbaki Gölpınarlı ve Feridun
Nafiz Uzluk (Mevlana’nın hayatını yazan iki Mevlevi) Mevlana’nın oğlunun cenaze
namazını kılmayışını, Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesi olayına katılmasıyla izah
etmektedirler.
Alaaddin Çelebi Şems-i
Tebrizi’nin öldürülmesi olayına katılmış olmakla katil olmuş olur. Hukuken
katilin cenaze namazı kılınır. Mevlana bunu bilmeyecek kadar cahil olmamalıdır.
O halde oğlunun cenaze namazını kılmamasının nedeni, oğlunun Moğol yanlısı
iktidara karşı isyan durumunda öldürülmesinden dolayıdır. Yani oğlunu “baği”
(Meşru otoriteye başkaldıran)addetmektedir. İslam Hukukunda bağinin cenaze
namazı kılınmaz. O halde Mevlana’nın oğlunun cenaze namazını kılmaması Şemsi
öldürülmesi olayına katılmasından dolayı değildir.
Görülüyor ki, Mevlana bu iktidara
karşı olanları baği kabul etmektedir. Bütün bu bilgi ve belgeler Mevlana’nın ve
çevresindekilerin Moğol yöneticilerle ve Anadolu’da kurulan Moğol yanlısı
yönetimlerle iyi ilişkiler içinde bulunduğunu göstermektedir.
8. O zaman size yönelen tepkileri
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tepkileri anlamak mümkün
değildir. Görülüyor ki bu tepki gösterenlerin, ne Mevlana’yı tanıyorlar ne de
eserleri hakkında bilgileri vardır. Kaldı ki Şems-i Tebrizi’nin sohbetleri olan
“Makalat” adlı eseri incelendiğinde bu zatın Anadolu insanını Moğollara itaat
etmeye ve Moğol yönetiminden razı olmaya çağırdığı rahatlıkla
görülebilmektedir. Aslında bu fikri Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi de dile
getirmektedir. Eflaki şöyle bir anektod nakletmektedir. Ulu Arif Çelebi Moğolları
destekliyordu. Moğollarla mücadele halinde olan Karamanoğulları Ulu Arif
Çelebi’ye niçin kendileriyle olmayıp Moğollardan yana olduğunu sorduklarında o
şöyle cevap vermiştir: “Biz dervişleriz. Bizim nazarımız Allah’ın iradesine
bağlıdır. O iktidarı kime verirse biz de onun tarafını tutarız” demiştir
(Menakibu’l-Arifin, II, 925-926). Bütün bu belgeler ve bilgiler bize açık
olarak göstermektedir ki, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve hocası Şems-i Tebrizi
Moğol yanlısı bir politika izlemişlerdir. Ve bunun mücadelesini yürütmüşlerdir.
Bu siyasi düşüncelerinin mücadelesini vermişlerdir. Bundan dolayı o dönemde
Moğol iktidarına muhalif olan çevrelerle de mücadele etmişlerdir. Mevlana ile
Hace Nasreddin arasındaki mücadele de buradan kaynaklanmaktadır. Hacı Bektaş’a
ve Sadreddin Konevi’ye karşı muhalif tutumu da bundandır. Bu konuyu daha fazla
detaylandırmaya gerek de görmüyorum. Mevlana’nın bu tutumunu tarihi verilere
göre inkar etmek mümkün değildir. Bundan dolayı da tepki göstermek gereksiz ve
yersizdir. Bu tepkiyi gösterenler bunun yerine “Mevlana da bir insandır. Onun
da kendine göre bir dünya görüşü ve olaylara bakış biçimi ve
değerlendirmelerinin bulunması tabiidir. Eserlerinde bu dünya görüşünü, hayata
ve olaylara bakışını anlatmış ve yorumlamıştır” diyebilirlerdi. Nitekim ben de
mesleğimin gereği olarak çalışmalarımda onun bu yönlerini tespite ve düşünce
biçimini teşhise çalışıyorum. Birilerinin çıkıp Mevlana’yı ve eserlerini dinle,
İslam ile özdeşleştirmeleri halinde içinden çıkılmaz bir kaos ortaya çıkar. Mesnevi’nin
en başındaki “Bu Mesnevi alemlerin Rabbinden indirilmiş bir Kitap’tır” sözünü
izah etmek mümkün değildir. “Ondan sonra Mevlana öyle demişse doğrudur” veya
“Mevlana’nın sözünü yorumlama yetkisini kim bize vermiş” diyerek acz ve
cehaletlerini örtbas etmeye çalışıyorlar.
9. Tepkilerin ticari bir yönü var
mı?
Doğrusu akla gelmiyor değil. Bana
karşı tepki gösterenlerin çoğu, Mevlana sayesinde Konya’ya turistlerin
geldiğini ve çok sayıda Konyalının Mevlana sayesinde ekmek parası
kazandıklarını bu davranışımın turistlerin Konya’ya gelişini engellemeye
yönelik olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki bu olayın turizmle uzaktan
yakından ilişkisi yoktur. Bu konu turistleri hiç ilgilendirmez. Hatta
turistlerin dikkatini çekici bir hava da yaratabilir. Çok enteresandır bu tepki
gösterenlerden birisi Mevlana sayesinde Konya’da deprem olmadığını
söylemektedir.
Bu ve benzeri iddialar, bu
tepkicilerin ne kadar tutarsız ve mesnetsiz olduklarını ortaya koymaktadır.
Turizmi engelleme şeklindeki karşı çıkışlardan birine şöyle cevap verdim:
“Keseniz zarar görecek diye endişe buyurmayınız. Tevhidi bir iman üzere
olursanız, Allah başka rızık kapıları açar, ummadığınız yerden size nimet
verir.”
10. Bu konuyu ele almanın
gereksiz ve zamansız olduğu yönünde eleştiriler aldınız, bu konuda ne
diyeceksiniz?
Bir tarihçi olarak bu olayı şu
maksatla ele alıyoruz. Moğollar Anadolu’yu işgal etmiş birçok vilayette
katliamlar olmuş. Müslümanların malları yağma edilmiş, böyle bir ortamda
Mevlana gibi şair ve mütefekkir bir zatın bu olaylar karşısındaki tutumu nedir
ve olayları nasıl değerlendirmektedir? Anadolu insanına ve çevresindekilere
neler tavsiye etmektedir? Toplumdaki problemlere yaklaşımı nasıldır vb. sorular
akla gelebilir.
Bu sadece Mevlana için geçerli
değil. O devrin diğer ilim adamları, şair ve mütefekkirleri için de aynı amacı
gözetmek durumundayız. Böyle bir ortamda kim ne yapmaktadır?
İşte bu çalışmalar içine
girdiğimizde Mevlana’yı da bu yönde bir değerlendirmeye tabi tutmak zorundayız.
Bir tarihçi olarak bunu yapmak mesleğimizin gereğidir. Her tarihçi hangi dönem
ile ilgili çalışıyorsa kendi dönemindeki ileri gelenleri tespit etmek ve
onların yolunu yordamını ve faaliyetlerini mercek altına almak durumundadır.
Ben de bir Selçuklu dönemi mütehassısı olarak bu işi yapmaktayım. Bundan dolayı
ilim ve fikir adamlarının elini kolunu bağlamaya kalkmak bilimselliğe hatta
insanlığa yakışır şey değildir.
Hiçbir konuda ilim ve fikir
adamlarına kısıtlama getirilemez. Her devirde ilim adamaları araştırmalarının
verilerini toplumla paylaşmak durumundadır. Bunun engellenmesi halinde toplum
statik bir yapı içinde hapsedilmiş olur. Devlet ve yöneticiler de ilim
adamlarına bu verilerini toplumla paylaşma imkanı vermek durumundadırlar. Oysa
görüyoruz ki, yöneticiler de en az bağnazlar kadar ileri gitmekte ve hatta
birtakım yakışıksız ve terbiyesiz ifadeler kullanabilmektedirler.
Burada bir hususa daha değineyim.
Bu fikirleri 30 seneden beri söylüyor ve yazıyorum. Sanki ilk defa
söylüyormuşum gibi bana karşı hücuma geçtiler. Medyanın ve halkın bunu
bilmemesi mazur görülebilir. Fakat Mevlana savunuculuğunu yaptığını
zannedenlerin bunu bilmeleri gerekirdi. Anlaşılıyor ki bu Mevlana savunucuları
Mevlana ve eserlerini bilmedikleri gibi Mevlana hakkındaki görüş ve beyanlardan
da habersizdirler. Çünkü Mevlana hakkındaki bu iddialar 80 seneden beri birçok
tarihçi ve ilim adamı tarafından yazılmıştır. Rahmetli Fuat Köprülü, Şehabeddin
Tekindağ Mustafa Akdağ bu yönde fikirler beyan eden tarihçilerden birkaçıdır.
Bunlardan biri de benim.
13.06.2002 - Murat Kayacan