Risale-i Nur'da hurufilik
“Coding Quran” in Risale-i
Nur
This study tries to show
examples of codism in Risale-i Nur (Risala al Nur), which was written by Said
Nursi (1877-1960), who is greatly appreciated today by some Muslim even
non-Muslim circles. First we’ll define jafr, a kind of counting the
letters of a word or sentence and getting
a meaning, and codism. Second, we will study the ayas (signs) that Said
Nursi thought they imply both him and his work, Risale-i Nur. When studying the
examples, we will give the ayas’ Turkish translation and their exegesis
from classical exegetes such as Zamakhsheri, Razi, Qurtubi, Taberi, and then
Said Nursi’s. After that, we will retranslate the ayas in accordance with
the comments done in Risale-i Nur. This study aims to show that codism cannot
be a way of understanding Quran properly.
Risale-i Nur’da
Hurufîlik
Bitlis’te doğmuş olan Said Nursi yaşadığı
dönemde Milis Kumandanı olarak Pasinler cephesinde Ruslarla
çarpışmış (1915), Anadolu’nun
çeşitli illerinde tebliğ faaliyetlerinde bulunmuş, bu
nedenle tutuklama ve hapis cezalarına maruz kalmış, dünya
barışı, ırkçılığın
zararları, şuranın önemi, ihtilaftan uzak durmanın
gerekliliği,[1]
Allah’ın varlığının net bir şekilde ortaya
konması, komünizm belasına karşı Hıristiyanlarla
ittifakın önemi[2] gibi
konuları Müslümanların gündemine taşımış
gayretli bir Müslümandı.
Bir dönem aktif siyasette bulunsa da daha sonraları
yazdıklarının büyük bir kısmını
toplayarak Risale-i Nur adı altında birleştiren Said Nursi,
cumhuriyetin kurulmasının ardından kendisini siyasete değil,
tebliğe memur bir kişi olarak görmüş, siyasetle dolaylı
olarak ilgilenmeyi tercih etmiş ve Risale-i Nur’u elinin
ulaşabilidiği her yere götürmeye
çalışmıştır. Bu
çalışmamızda Said Nursi’nin Kur'an tefsiri olarak
takdim ettiği bu eserindeki hurufî âyet yorumları
üzerinde duracağız. Örneklere geçmeden önce
Risale-i Nur’un tefsir ilmi açısından değerine
işaret edeceğiz. Sonra da cifr ve hurufiliğin ne olduğundan
bahsedeceğiz. Ardından da söz konusu ayetleri klasik
tefsirlerden yorumlarla birlikte verip, bu ayetlerin cifr hesabından
yararlanarak hurufîlik yöntemiyle nasıl
anlamlandırıldığına ve ayetlere verilen yeni anlamlar
doğrultusunda karşımıza nasıl âyet
çevirileri çıkacağına işaret edeceğiz. Amacımız
Allah rızası için büyük çaba
gösterdiğine hüsn-ü zan beslediğimiz bir zatı
sürekli tenkit etmek değil, bazı ayetleri Kur'an’a uygun
bir şekilde ele alıp alamadığını ortaya
koymaktır.
A.
Risale-i Nur’un tefsir olduğu iddiası
Usül açısından bir eserden beklenecek şey, menkul
ve makul oluştur.[3] Yani
Müslümanca yaşama konusunda imal-i fikredenler hem vahye kulak
vermeli hem de vahiyle irtibatlı bir tefekkür içine girerek
içinde yaşadıkları zaman ve mekânın
fıkhını belirlemelidirler. Her ne kadar Said Nursi kendisinin
son derece aklî izahlar yaptığı kanaatindeyse de[4] birazdan
işaret edeceğimiz gibi eserdeki hurufî âyet yorumları
mahsus (hisse dayalı)tur. Çünkü eserin “ilham
edilen ve kalbe gelen” sözler olduğu değişik
bölümlerde zikredilir. Yazarın hislerine tercüman olan bir
eser, Kur'an-ı Kerim’i anlamada bize pek fayda sağlamaz
çünkü amaç doğru anlama değil, içe
doğan duyguları dile getirmektir. İkinci bir seçenek daha
vardır ki o da bu eserin gerçekten Allah tarafından ilham
edilmiş olmasıdır ancak bu da Allah hakkında delilsiz bir
zan beslemek olur.
Said Nursi, Kur'an’ın tefsiri olarak sunduğu Risale-i
Nur’da, tefsir ilmi açısından pek dikkate
alınamayacak hesaplar yapar, tevillere girişir ve sözler
söyler. Bu eserin tefsir olup olmadığından söz
etmeden, tefsirin ne olduğun üzerinde biraz durmak yerinde olur.
Tefsir Kur'an’ın tümünü, bir
bölümünü ya da bir konusunu ele alan eser demektir.
Kur'an’ın başından sonuna kadar yorumunu yapan tefsirlere
teczii, bir konu etrafındaki ayetleri ele alanlara da konulu tefsir
denilmektedir.[5]
Bu anlamda Risale-i Nur, Kur'an’ı bırakalım bir sureyi
bile baştan sona ele alan bir eser olmadığı için
yaşadığı dönemden örnek verecek olursak, bir
Fî Zilâli’l-Kur'an, bir Tefhîmu’l-Kur’an
değildir. Konulu tefsir kapsamına sokulacak bölümleri olsa
da bu bölümler konu ile ilgili ayetlerin önemli bir
kısmının ele alınıp tartışılması
şeklinde değil, bir kısım ayetlere temas etmek
şeklinde ele alınmış, bazen de ele alınan konu
ayetlerden ziyade hadislerle kanıtlanmya
çalışımıştır.[6]
Her ne kadar Tefsiru’l-Besmele şeklinde
çalışmalar yapıldığını hesaba
katıp, Risale-i Nur’a yine de tefsir gözüyle baksak, o
zaman Said Nursi’nun görüşünün aksine[7] onu Allah’a
değil, Said Nursi’ye atfetmek zorunda kalacağız.
Çünkü her tefsir eseri kaleme alanın
görüşlerini içerir. Aksi takdirde beşer
üstü bir metin olduğunu kabul etmek gerekir ki, bu tür
metinler Allah tarafından sadece peygamberlere gönderilir ve
Peygamberlere gönderilen bu ilahî metinlere de tefsir denmez.
Ayrıca bir tefsircinin Kur'an’da yine Kur'an’dan ve Hz.
Muhammed (s)’den bahseden ayetleri eserinden ve kendisinden
bahsediyormuş gibi yorumlaması kabul edilemez. Zira o zaman her
tefsirci böyle bir yönteme başvurup eserinin sorgulanamaz
olduğunu iddiaya kalkışır ki bu, Kur'an’ı
doğru anlama imkânlarını son derece daraltır.
Said Nursi’nin “Onu övmek, aslında
Kur'an’ın hesabına ve şerefine yazılır.”
dediği (Birinci Şua - s. 831) Şua, Risale-i Nur’un “vahyin
malı olması” (Sekizinci Şua - s.941) iddiası da en iyi ihtimalle onun da
diğer kitapların üstünde olduğunu
çağrıştırır ki bu iddia da doğru kabul
edilemez. Beşerî bir metnin vahyin malı olması
kanıtlanamayacak son derece iddialı bir sözdür. Ayrıca
bu Risale-i Nur’un tefsir olması iddiasıyla da
çelişir. Çünkü Allah’tan gelmiş olsa
ona tefsir değil, vahiy denir. Eserindeki tefsir ilminde itibar
görmeyecek yorumları ile bu eserin “vahyin malı”
oluşu arasındaki tezadı da izah mümkün değildir.
Çünkü vahiy ile çelişen yorumların
Allah’a atfedilmesi gibi büyük bir zannı bünyesinde
barındırmaktadır.
“Mahrem Bir Suale Cevap” başlığı
altında, “Neden senin Kur'ân'dan yazdığın
Sözler’de bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve ariflerin
sözlerinde nadiren bulunur? Bazen bir satırda bir sayfa kadar kuvvet
var; bir sayfada bir kitap kadar tesir bulunuyor." sorusuna,
“Ekseriyet itibarıyla öyledir.” diye cevap vermesinden
yola çıkarak kendisinde diğer müfessirlere göre
üstün bir mevki gördüğünü
söyleyebiliriz. Yine aynı yerde bu eserin bu derece vasıflı
olmasını onun kendisine “acz ve zaafına, fakr ve
ihtiyacına merhameten” verilmesine bağlaması
çelişki gibi görünse de Said Nursi’nin yapmak
istediği, eser ile kendisi arasına fark koyarak ilk etapta ürünü,
arka planda da kendisini öne çıkarma
çabasıdır. Bu sayede eser sıradanlıktan kurtulmakta,
kendisi de itibar kazanmaktadır.
Said Nursi eserinin yetkinliğini Allah’a bağlar:
“Bazen tevazu, nimete nankörlük olur. Bazen da nimetlerden
bahsetmek övünme olur. İkisi de zarardır. Tek çare
ne nankörlük ne de övünmektir. Meziyet ve yetkinlikleri
sahiplenmeyerek onları Allah’ın verdiği bir nimet olarak göstermektir.”
(Yirmi Sekizinci Mektup - s.523). Ancak tefsir ilmi açısından
oldukça zaaflı olan bu eserin kendisine atfedilmesi daha edepli bir
tavır olurdu. Keşke bu eserin diğer tefsirlerden farklı
olarak iyi düşünülüp
taşınılmış, ümmetin ufkunu açacak bir
şekilde yazıldığı konusunda genel bir kanaat
oluşsaydı ve eseri, yazarı değil de Kur'an ile
çağımızın problemleri arasındaki irtibatı
kurmak isteyen müminler takdir etseydi. Çünkü bir
yazarın kendisini ve eserini sürekli övmesi, değer artırıcı
değil ama düşürücü bir etki yapar.
B. Cifr ve Hurufîlik
Said Nursi’nin Hurufilik yöntemiyle ele aldığı
ayetlere geçmeden belki de en makul olanı ayetleri
anlamlandırma konusunda Risale-i Nur’da sıkça
başvurulan cifrin ne olduğunu ortaya koymaktır. Arapça
bir kelime olan cifr (ya da cefr) sözlükte “duvarları tam
örülmemiş kuyu (Firuzâbâdî, 1995: 331) ve
dört aylık olduğunda annesinden ayrılan keçi yavrusu”
(İbnu Manzur, IV, 142) anlamlarına gelir. Doğrusu bu iki anlam
cifr denilen ve zan üzere kurulu ilmin çerçöpten uzak
olmayışını ve bu yöntemle yorumlanan metinden,
yorumlayıcının bağımsız hareket etmesini
çağrıştırmaktadır. Cifr terim olarak da çeşitli
metotlarla gelecekten haber verdiği iddia edilen ilmi veya bu ilmi
kapsayan eserleri ifade eder. Çeşitli metotlarla geleceği
keşfetme merakı İslâm öncesinde yaşayan eski ümmetlere
kadar uzanır. Keldâniler, Asurluluar, Babilliler,
Mısırlılar ve daha sonra Yahudilerle,[8]
Hıristiyanlar arasında yaşayan kâhinler, müneccimler
ve bazı mistiklerin kâinatın sonu, devletlerin akıbeti
gibi konularda çeşitli haberler verdikleri bilinmektedir.[9] Ancak Gazali’nin
belirttiği gibi harflerin belli anlamlar ve sayısal değerler
ifade ettiği konusunda hiçbir tutarlı ve ilmi bir delil yoktur
(Metin Yurdagür, 1993: VII, 215-218). Kur'an apaçık bir kitaptır.
Onu cifr ve ebced bilenin daha iyi anlayacağına dair sağlam bir
bilgi söz konusu değildir. Said Nursi de adını hurufîlik koymasa da bu
kapsamda görülebilecek cifr ile Kur'an’dan ve bazı
şahsiyetlerin eserlerinden Hurufîlerinkine benzer sonuçlar
elde etmeye çalışmıştır.
Said Nursi, Kur'an’ın ifadelerini bazı hesaplara tabi
tutarak bazı çıkarsamalarda bulunur. Ancak elde ettiği
sonuçlar ilmî değildir. Onun harf sayıları
üzerine yaptığı hesaplar, harflerin esrarına dayanan
bâtınî akım olan hurufîliğin (Aksu, 1998:
XVIII, 408-412) kurucusu kabul edilen Fadlullah-ı Hurufî’nin
(ö. 796/1314) çabalarını andırmaktadır. Fadlullah,
Kur'an’ın gerçek anlamının kendisi tarafından
anlaşıldığına inandığı için
kendisinden “Kitaptan bir ilmi olan kimse” (Neml, 27: 40) olarak
bahsetmiştir. Fadlullah, “Bu, Allah’ın fadlıdır.”
(Maide 5/54), “Bu, Rabbimin fadlındandır.” (Neml, 27: 40)
mealindeki ayetlerde olduğu gibi Kur'an’da geçen
bütün “fadl” kelimelerinden kendisinin
kastedildiğini, insan yüzünde de
Biraz sonra vereceğimiz Risale-i Nur’daki sıkça
başvurulan cifr hesabı konusunda aslında Said Nursi de iyimser
değildir: “İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale
olduğundan, gerçek görevden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta
kaç defadır Kur’an’ın sırlarına
karşı o anahtar ile bazı sırlar
açılıyordu; kemâl-i iştiyak ve zevk ile
müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:
Birisi, yasağına karşı
edep dışı davranma ihtimalî var. İkincisi,
açık Kur'anî esaslarla ümmete ders vermek hizmeti, cifr
ilmi gibi gizli ilimlerden yüz derece daha üstün bir meziyeti ve
kıymeti sahiptir. O kutsal görevde kesin deliller ve muhkem
kanıtlar suiistimale imkân vermezler. Fakat cifir gibi, belli
kurallara bağlı olmayan gizli ilimlerde suiistimal girip
şarlatanların istifade etmeleri mümkündür. Zaten
hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse, ihtiyaca
göre bir miktar verilir (Dokuzuncu Lem'a - s.599). Said Nursi bu
yaklaşımını eserini yazdığı dönemde
dikkate alsaydı da cifr gibi aslı astarı olmayan hesaplamalarla
ayetlere anlam vermeye kalkmasaydı, eseri elimizdekinden daha ilmî
olurdu.
Cifr ilminin nasıl bir şey olduğu üzerine kısa
bir bilgi verdikten sonra Risale-i Nur’da bu hesaba dayalı olarak
yapılan hurufî âyet yorumlarından
bazılarını ele alabiliriz.
C. Kur'an’da Risale-i Nur’a işaret
ettiği iddia edilen ayetler
Acaba, Risale-i Nur'u, Kur'ân kabul eder mi? Ona ne nazarla
bakıyor?" şeklindeki bir soru karşısında Said
Nursi, Kur'ân'dan istimdat eylemiş ve birden, otuz üç ayetin
(Birinci Şua - s.831) açık anlamının teferruatı
türündeki tabakalardan, işarî anlam tabakasında bir
kuvvetli karine bulunduğunu, bir saat zarfında hissetmiştir.
Kanaatinde hiçbir şek, şüphe, vehim ve vesvesesi kalmamıştır.
Zaten Said Nursi “Ayetin açık anlamı ya da
işarî anlamının tümü budur.” demediği
için sorun yoktur. Külli işarî anlamların her
asırda bir cüzü vardır. Risale-i Nur dahi bu asırda o
işarî anlam tabakasının tümünün bir
üyesidir. Ve o ferdin önemli bir vazife göreceğine, eskiden
beri ulema arasında cifirle karineler ve belki hüccetler
gösterilmiştir. Kur'an’ın icazına dayalı bu nevi
gaybî işaretlere itiraz edilmez (Ek Kastamonu Lahikası; On
Beşinci Şua - s.1151-1152). Said Nursi’nin hissettiği gaybi işaretlere
niçin itiraz edemeyelim ki? Çünkü her yazarın
Kur'an okuyarak gaybî işaretler gördüğünü
söylemesi mümkündür. Ancak
görüldüğü söylenen bu işaretlerin hepsi
sorgulanabilir, itiraz edilebilir kanaatlerdir. Yazarın bu yaklaşımı,
hissidir.
Said Nursi eserine Risale-i Nur adını vermesini hayatı
boyunca her yerde karşısına nur kelimesinin
çıkmasına bağlarken onu en çok etkileyen
âyetin de, "Allah, göklerin ve yerin nurudur
(aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili,
içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur
içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir
ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir
ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu
öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine
ateş değmese bile ışık verir. (Bu
ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği
kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal
verir; Allah her şeyi bilir." (Nur, 24: 35) ayeti olduğunu
söyler. Said Nursi’ye göre ayetin, “Yağı,
nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık
verir.” cümlesi Risale-i Nur’a ve müellifine işaret
eder. Risale-i Nur okuyan başka esere ihtiyaç kalmadan âlim
olur. Said Nursi de ateşsiz yanar, tahsil için külfet ve ders
meşakkatine muhtaç olmadan kendi kendine nurlanır, âlim
olur. Ayetin bu cümlesinin elektriğe, Risale-i Nur’a ve Said
Nursi’ye işaret ettiği hakikattir. Yanlış anladıysa
da Allah’a sığınır (Birinci Şua - s.833). Said
Nursi bu ayeti yanlış anlamıştır. Zira ayette
“nur” kelimesi, Allah’ın, göklerin nurunun sahibi (Zemahşerî,
1995: III, 234) ve her şeyin kaynağı olduğunu ifade edip
O’nu övmek için (Kurtubî, 1995: VI/2, 237) kullanılmıştır ve ne
doğrudan ne de sembolik olarak Risale-i Nur ve Said Nursi’ye
işaret etmektedir. Bediuzzaman’ın bu mesnetsiz
çıkarsaması için biz de Allah’ın onu
bağışlamasını dileriz.
Yine, “Allah'ın nurunu ağızlarıyla
söndürmek istiyorlar. Fakat kâfirler istemeseler de Allah
nurunu tamamlamayı diliyor.” (Tevbe, 9: 32) ayetinde
“nur” kelimesinden kastedilen, Hz. Peygamber (s)’in
nübüvvetinin doğruluğuna dair deliller (Râzî,
1997: VI, 32) ve Allah’ın
dini (Taberî, 1995: VI/2, 149)
iken, Said Nursi, Risale-i Nur olduğunu söylemektedir. Ona
göre bu ayet açıkça Risale-i Nur’un o nur-u
İlâhînin bir lem'ası olacağı ve
düşmanları tarafından gelen şüphe
karanlıklarını dağıtacağını
işarî anlamıyla müjdeler (Birinci Şua - s.844). Said
Nursi’nin verdiği anlamı kabul ettiğimizde ayetin meali
şöyle olur: “Allah'ın nuru olan Risale-i Nur’u ağızlarıyla
söndürmek istiyorlar, Fakat kâfirler istemeseler de Allah onu
tamamlamayı diliyor.”
Kur'an, her vahyin anlaşılmak için
geldiğini bu gerekçeyle vahyin dilinin peygamberin içinde
yaşadığı toplumun diliyle aynı olduğunu belirtir:
"Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz
kendi kavminin lisanıyla gönderdik." (İbrahim, 14: 4)
Bu ayeti cifirle, ele
alan Said Nursi risaletin ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında,
vekilleri bulunması kuralıyla, bir sembolik anlam yönüyle
Risale-i Nur'u özel bir iltifatla üyeleri arasına dahil eder.
Ayrıca ayet bu eserin Kur'an dili olan Arapça değil,
Türkçe olmasının takdir edildiğini gösterir
(Birinci Şua - s.847) Ayetin içeriğinin bırakın dilini,
Risale-i Nur’un kendisiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Risale-i
Nur’un ağdalı bir Türkçe ile yazılması
tamamen Said Nursi’nin tercihidir. Elimizde bu tercihin Allah tarafından
yapıldığına dair hiçbir bilgi söz konusu
değildir.
Cifr bilgi elde etme yolu olarak
görülünce Kur'an’dan laikliği çıkarmak da
zor olmaz: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü
doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her
kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa
yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah,
her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara, 2: 256) Risale-i
Nur’da bu ayetin cifr ve ebced hesabıyla hem laikliğe hem de
Risale-i Nur’un gelişine işaret ettiği ifade edilir (On
Birinci Şua - s.984). Bu ayetteki “…sağlam bir kulpa
yapışmıştır.” ifadesinin de Risale-i Nur’a
işaret ettiği ileri sürülür (Birinci Şua -
s.837). Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Dinde
zorlama yoktur. Çünkü laikliğin gelmesiyle
doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir. Artık her
kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, o kimse sağlam
bir kulpa Risale-i Nur’a yapışmıştır ki,
o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.”
Ayetteki “sapasağlam kulp” ifadesine iman (Taberî, 1995:
III/1, 29), İslâm, “Allah’tan başka ilah
yoktur.” (Kurtubî, 1995: II/1, 257) şeklinde hemen hemen
aynı anlama gelebilecek doğru anlamlar verilmişken, bu ifadeden
Risale-i Nur’un kastedildiğini söylemek eserin ilmî
açıdan değerini düşürmekten başka bir
şey ifade etmez.
Said Nursi açıkça olmasa da cennetliklerden
olduğunu da Kur'an’dan çıkarır: “O gün
insanlardan şakîler ve saidler vardır." (Hud, 11: 105).
Ayette şakîler kelimesi ile günahları nedeniyle ateşi
(Zemahşerî, 1995: II, 413), saidler ile de mükafatı hak
eden kimseler (Râzî, 1997: VI, 399) kastedilirken, Said Nursi
yaptığı cifr hesabıyla bu ayetin de kendisine ve Risale-i
Nur’un yönüne işaret ettiğini söyler (Birinci
Şua - s.834). Bu durumda kendisi cennetle müjdelenmiş
kişiler arasına girer.
Said Nursi’ye göre “De ki: Rabbim, beni doğru
yola iletti.” (Enam, 6:
161) ayeti de Risale-i Nur’un hazırlanma tarihine işaret eder.
Ayetin cifrî hesabı da Said Nursi’nin geçirdiği
fikri değişim tarihi olan 1316’ya işaret eder (Birinci
Şua - s.837). Bu yorum doğru kabul edildiğinde ayetin
Türkçe anlamı şöyle olur: “Ey Said Nursi de
ki: Rabbim, beni doğru yola olan Risale-i Nur’a
kavuşturdu.” Halbuki ayetin devamında, “Dosdoğru
dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine. O, ortak koşanlardan
değildi.” denilerek dosdoğru yoldan kastedilenin
Allah’ın gönderdiği din (Taberî, 1995: V/2, 146)
olduğu gayet net bir şekilde ortaya konmaktadır.
Said Nursi, "Kime hikmet verilmişse, işte ona pek
çok hayır verilmiştir." (Bakara, 2: 269) ayetinden
kendisinin kastedildiğine inanmaktadır. Ona göre Risale-i
Nur’un Sözler kısmı bu ayetteki sözlerin
sırrına mazhardır (Dördüncü Mektup - s.354).
Halbuki ayette Allah’tan bir nimet olarak söz ve fiillerinde isabet
edebilen kimselere verilmiş olan bu nimetin
büyüklüğüne işaret edilmektedir (Taberî,
1995: III/1, 126)
Müslüman ahlakı kişinin kendisini övmesiyle,
hele hele ayetlerin kendisine işaret ettiğini söylemesiyle
bağdaşmaz.
Said Nursi’ye göre, "Nitekim içinizden size bir
peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size
kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri
öğretiyor." (Bakara, 2: 151) âyeti, Bakara, 2: 129,
269 ayetlerinin küllî ve genel anlamlarına Risale-i Nur da
kastî olarak dahildir (Birinci Şua - s.837). Bu durumda Said Nursi
Kur'an’da kastedilen hikmetli, Kitab’ı ve hikmeti öğreten
ve insanlara bilmediğini öğreten kişi”
olmaktadır ve bu iddiayı desteklemek için yine cifr
hesaplarından faydalanmaktadır.
Kur'an, kendisinin ve Rasulullah (s)’a itaatin her ikisine inanan
onları doğrulayan ve doğru yolu bulan kimselere bir nur
(Taberî, 1995: XIII/3, 318), bir ışık (Kurtubî,
1995: IX/1, 240) olduğunu
ifade eder: “Ey inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne
inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için
ışığında yürüyeceğiniz bir nur
yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok
bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Hadid, 57:
28). Bu ayete, "Karanlıklar içinde size bir nur ihsan edeceğim
ki o nur ile doğru yolu bulup onda gidesiniz." şeklinde meal
veren Said Nursi, âyet için, “Allah’a hamdolsun,
Risale-i Nur bu kudsî ve küllî anlamının parlak bir
ferdi olduğu gibi, ayetin
orijinalinde geçen nuran, kelimesindeki an kısmı,
tenvin sayılırsa 1318 sayısıyla Resâilü'n-Nur
yazarı eğitimden yazarlık görevine ve mücahidâne
yolculuğa başladığı zamanın beş sene evvelki
zamanına ve birçok ayetin işaret ettiği 1316 tarihindeki
önemli bir fikrî değişimden iki sene sonraki zamana denk
gelir ki, o zaman Risale-i Nur’un hazırlanmasının
başladığı aynı tarihtir. İşte bu nurlu ayet,
hem anlamca, hem cifirce tevafuku, Kur'an’da bir araya gelişi
tesadüfî olamaz.” (Birinci Şua - s.836) şeklinde bir
yorum yapar. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: “Ey
inananlar! Allah'tan korkun, O'nun Resulü'ne inanın ki size
rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında
yürüyeceğiniz bir Risale-i Nur yaratsın ve sizi
bağışlasın. Allah çok bağışlayan,
çok merhamet edendir.” (Hadid, 27: 28).
"Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı)
ve yüce Kur'ân'ı verdik." (Hicr, 15: 87) ayetinde muhatap Hz. Peygamber
(s)’dir. Ve ona Fatiha suresi ya da diğer uzun surelerden
(Zemahşerî, 1995: II, 564) içinde mesellerin, haberlerin ve
ibret verici olayların olduğu 7 uzun surenin kastedildiği ifade
edilmektedir (Taberî, 1995: VII/2, 68) Said Nursi bu
görüşlerden ilkini benimsemesinin yanında ayetin cifr
hesabıyla Risale-i Nur’a da işaret ettiği kanaatindedir
(Birinci Şua - s.834). Bu durumda ayete şöyle meal verilebilir.
"And olsun ki Said Nursi Biz sana, her zaman tekrarlanan Risale-i
Nur’u ve Kur'an’ı verdik."
Allah emirleriyle, dilemesiyle (Zemahşerî, 1995: II, 350)
vaadiyle (Râzî, 1997: VI, 288)
hakkı takviye eder: “Allah, hakkın hak ve
gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder,
günahkârların hoşuna gitmese de.” (Yunus, 10:
82) Said Nursi’ye göre ise bu ayetin külli anlamı bu
zamanda Risaletü'n-Nur’dur. Ayrıca ilahî lafızdaki
harfler yaklaşık olarak 998 sayısına o da Risaletü'n-Nur'un
998 rakamına denk düştüğü için âyet
Risale-i Nur’a işaret eder. Ayette geçen kelimât (kelimeler)
da Risale-i Nur’un bölümlerinden Sözler’e
işaret eder (Birinci Şua - s.836). Bu durumda ayetin anlamı
şöyle olur: “Allah, hakkın hak ve gerçek
olduğunu Risale-i Nur ile ispat eder, günahkârların
hoşuna gitmese de.”
Said Nursi yaptığı şartlı cifr[10]
hesaplarıyla, "Ey Peygamber, eğer insanlar senden yüz
çevirirse, sen de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete
lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben O’na tevekkül
ettim." (Tevbe, 9: 129) ayetinin Risale-i Nur’a özellikle
de İşârâtü'l-İ'câz adlı
bölümüne işaret ettiğini söyler (Birinci Şua
- s.838). Bu durumda ayetin meali şöyle olur: "Ey Risale-i
Nur! İnsanlar senden yüz çevirirse, de ki: Allah bana
yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh
yoktur. Ben Ona tevekkül ettim."
Kur'an, Allah’ın dinine yardım edenlerin, hizmet eden
askerlerin (Kurtubî, 1995: III/2, 162), Allah’ın dinini din
edinen ve O’na itaat edenlerin galip geleceğini söyler: "Şüphesiz
Allah'a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin tâ kendisidir."
(Maide, 5: 56) Risale-i Nur’da bu âyetin cifr hesabıyla 1350
sayısına denk geldiği ve bu tarihin de Risale-i Nur’un
öğrencilerinin görüntüdeki yenilgilerine ancak
manevî anlamdaki galibiyetlerine ve kendilerine kurulan tuzakların
boşa çıkmasına dair Rumi 1350-51 ve 52 tarihlerine tam
olarak denk geldiğine işaret edilir (Birinci Şua - s.839). Bu
durumda da ayeti şöyle meallendirirsek yanlış yapmış
olmayız: "Şüphesiz Allah'a tâbi olan Risale-i
Nur talebeleri, gerçek galiplerin tâ kendisidir."
Allah Hz. Muhammed (s)’e Kur'an’dan müminleri cehalet ve
sapıklıktan kurtarıcı, körlükten
kurtarıcı rahmetini gönderir. Müminler de ondaki
Allah’ın farzlarını (Taberî, 1995: IX/1, 190) yerine
getirirler: "Biz Kur'ân'dan, iman edenler için bir
şifa ve rahmet kaynağı olan ayetler indiriyoruz. Zalimlerin de
ancak zararını artırır." (İsra, 17: 82) Bu
ayette söz konusu edilen ayetler Kur'an’ın ayetleridir,
başka bir şey değil. Said Nursi’ye göre ise, onlar
Kur'an’a işaret ettiği gibi Kur'ân'ın
semasından ilhâmî bir surette gelen şifadar nurlara da
işaret eder. İşte, o Risaletü'n-Nur, Said Nursi’ye
olduğu kadar Risale-i Nur talebelerine de çoğu zaman şifa
olmuştur. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir işarî
anlamına dahildir. Buna delil de ayetin “müminlere şifa ve
rahmet olan” kısmının cifr hesabıyla 1339 etmesi ve
bu sayının da, Resâili'n-Nur bu asrın mânevî
ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana
çıkmaya başlamasına denk gelmesidir. Bu, Said
Nursi’nin kanaatidir ve kanaate itiraz edilmez (Birinci Şua -
s.839). Bu durumda ayetin
Türkçesi, “Biz Kur'ân'ın semasından
mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan Risale-i
Nur’u indiriyoruz.” şeklinde olur. Ayrıca kanaate
itiraz edilemez demek ona çok üstün bir yer biçmektir.
Risale-i Nur’da, "Nitekim içinizden size bir
peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size
Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri
öğretiyor." (Bakara, 2: 151) ayetinin “Sizi
temizliyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor.”
kısmının cifr hesabıyla 1338 olduğu,
Kur'an’ın hikmetini Avrupalı filozoflara parlak bir surette
gösterebilen ve gösteren Risalei'n-Nur yazarının
Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye’de Kur'an’ın
hikmetini savunduğu, hatta İngiliz Başpapazının
sorduğu ve 600 kelimeyle cevap istediği altı sorusuna altı
kelimeyle cevap vermekle beraber inzivaya girip bütün gayretiyle
Kur'ân'ın ilhamlarından Risale-i Nur'un meselelerini iktibasa
başladığı aynı tarihe tamamen uyum
gösterdiği ifade edilir (Birinci Şua). Bu yorum esas
alındığında ayetin meali şöyle olur: "Nitekim
içinizden size bir peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor,
sizi Risale-i Nur ile temizliyor, size Kitabı ve onun hikmetini
gösteren Risale-i Nur’u öğretiyor. Size
bilmediğiniz şeyleri öğretiyor."
"Bu kitabın indirilişi, Azîz ve Hakîm olan
Allah tarafındandır." (Zümer, 39: 1) Ayetteki
“indirilen”, Kur'an-ı Kerim (Taberî, 1995: XII/2,
226) ikinci ihtimal de
Kur'an’ın bir suresidir (Zemahşerî, 1995: IV, 106). Ancak
Said Nursi’ye göre, Casiye ve Ahkaf surelerinin başında da
bulunan bu âyet Risaletü'n-Nur'un ismine ve kendisine, hem
yazılması ve hem de yayılmasına sembolik anlamıyla
işaret eder. İşareti onun bir eksikliği değil, gayb
dilindeki manevî mucizesinin bir gereğidir. Kur'an’ın bu
ayetinin işarî anlamlarından birisinin bu zamanda ortaya
çıkan Risale-i Nur’a yönelik oluşunu Risale-i Nur
okuyan herkes onaylar (Birinci Şua - s.841). Yani Said Nursi
şöyle demek istiyor. Ayetin işarî anlamlarından
birisi de, “Bu Risale-i Nur’un indirilişi,
Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.”
şeklindedir. Yani ona göre ayet, “Kitab’ın
indirilişi” derken hem Kur'an’ı hem de Risale-i
Nur’u kastetmektedir (Birinci Şua - s.842).
Kur'an, kendisinin Rahman ve Rahim olan Allah’tan Cebrail
aracılığıyla (Râzî, 1997: IX, 537) Hz. Peygamber (s)’e
indirildiğini (Taberî, 1995: XII/3, 114) şöyle ifade eder:
"Hâ mim. (Bu vahyin) indirilişi, Rahmân ve
Rahîm olan Allah’tandır." (Fussilet, 41: 1-2) Said
Nursi bu ayetin işarî anlamıyla ve şartlı cifr
hesabıyla Risale-i Nur’a işaret ettiğini söylemektedir
(Birinci Şua - s.843). Verilen bu anlam doğrultusunda ayetin
anlamı şöyle olur: "Hâ mim. Bu Risale-i Nur,
Rahmân ve Rahîm olan Allah tarafından indirilmiştir."
Rabbimiz bize sapıklığı ve doğru yolu istiareli
bir şekilde karanlıklar ve nur kelimelerini (Zemahşerî,
1995: II, 516) kullanarak anlatır. O, insanları Kur'an ile
küfür, cehalet ve sapıklık karanlıklarından, iman
ve ilim nuruna (Kurtubî, 1995: V/1, 295) ulaştırır: "Elif
lâm râ. Bu bir kitap ki, insanları Rablerinin izniyle
karanlıklarından nuruna çıkarman, güçlü
ve hamde lâyık olan Allah'ın yoluna kavuşturman
için sana indirdik." (İbrahim, 14: 1) Said Nursi bu ayetin
“Rablerinin izniyle nura” kısmındaki “nur”
kelimesinin Resaili’n-Nur’a mutabık olduğunu, yine
şartlı cifr ile Risale-i Nur’un bölümü olan
İşârâtü'l-İ'câz’a işaret
ettiğini söyler. Yine ona göre ayetteki
“güçlü ve hamde lâyık” kısmı
Arapça orijinali hesaba katıldığında Sultan
Abdülaziz ve Abdülhamit dönemlerine işaret etmektedir
(Birinci Şua - s.845). Bu durumda ayetin şöyle bir çevirisi
mümkün olur: "Elif lâm râ. Bu bir kitap ki,
insanları Rablerinin izniyle karanlıklarından Risale-i
Nur’a ulaştırman, Sultan Abdülaziz ve
Abdülhamit’in yoluna kavuşturman için sana indirdik."
"Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel
bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan
güzel bir ağaç gibidir.” (İbrahim, 14: 24)
ayetinde geçen ve kelime-i şahadet, iman (Taberî, 1995:
VIII/1, 266), kelime-i tevhit, Allah’ı yüceltme, O’nu
övme, bağışlanma dileme, tövbe, ve dua (Zemahşerî,
1995: II, 531) olarak
yorumlanmış olan “güzel bir söz” ifadesi Said
Nursi’ye göre Risale-i Nur’a tekabül eder. Bu
çıkarsama cifirle önce yanlışlıkla 1002 olarak
hesaplanmıştır. Doğrusu 1011’dir. Elde edilen
sayı -13 farkla da olsa-
Risale-i Nur’un makamına tevafuk eder. Hem böyle makamlarda,
böyle büyük yekûnlarda bu gibi küçük
farklar zarar vermez (Kastamonıu Lâhikası - Mektup No: 38 -
s.1594). Ayeti Said Nursi’nin anladığı şekilde tercüme
edersek meal şöyle olur: "Görmedin mi, Allah nasıl
bir misal verdi? Risale-i Nur, kökü (yerde) sabit,
dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.”
Kur'an Hz. Muhammed (s) için, "Seni ancak âlemlere
bir rahmet olarak gönderdik." (Enbiya, 21: 107) ifadesini
kullanır. Hz. Peygamber (s) hem dinde hem dünya işlerinde
rahmettir. Dinde rahmettir çünkü geldiğinde insanlar
cehalet ve sapıklık, Ehl-i Kitap da kitapları konusunda ihtilaf
içindeydi. O gelince onları doğru yolu gösterdi.
Hükümleri, helal ve haramları belirtti (Râzî, 1997:
VIII, 193) . Dünyada da rahmettir. Çünkü onun
gelişiyle zilletten, savaşlardan kurtulup dininin bereketiyle
zaferlere kavuştular.[11] Said Nursi ise bu âyetin
işarî anlamıyla o âlemlere rahmet olanın aynası
ve Kur'an gerçeğinin hakiki bir tefsirine Risale-i Nur’a
işaret ettiğini söyler (Sikke-i Tasdik-i Gaybî - s.2101).
O zaman ayete şöyle meal verilebilir: “Ey Risale-i Nur! Seni
ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik."
Sonuç
Görüldüğü gibi Said Nursi’nin ele
aldığımız ayetleri anlamlandırırken
başvurduğu anlama biçiminin tefsir usulü
açısından bir değeri yoktur. Hele hele “kanaate
itiraz edilemez”[12] demesi,
yorumlarını sorgulanamaz hale getirir ki bunu kabullenmek
mümkün değildir. Klasik tefsirler olsun, çağdaş
tefsirler[13]
olsun hiçbirisi bu ayetleri böyle anlamlandırmamış,
kendi fikirlerini sorgulanamaz konumda göstermemişlerdir. Said
Nursi’nin ve Risale-i Nur’un Kur'an’da işaret edilen bir
müellif ve eser olduğu iddiası vahyî temellere sahip
görünmemektedir. Bir ayeti anlamlandırırken, ayetteki
cümle yapısı, ayetin bağlamı ve Kur'an
bütünlüğü içindeki yeri dikkate almak gerekir.
Ne yazık ki, Said Nursi söz konusu ayetleri yorumlarken bu yolu takip
etmemiş, hurufîliğe eğilim göstermiş, ebced ve
cifr hesapları yaparak, kendisinin ve eserinin isminin Kur'an-ı
Kerim’de geçtiğini muhtemel gördüğü
lafızlarla özdeş addetmiş, kendisini ve eserini kutsal bir
konuma taşımaya çalışmıştır. Bunu
yaparken nispeten estetik bir yolu seçmiş, ısrarla kendisini
değil “ürünü”[14] ön
plana çıkarmayı tercih etmiştir.
Kaynakça
Aksu, Hüsamettin, “Fadlullah-ı Hurufî”,
İslâm Ansiklopedisi, TDV, Yay., İst., 1995.
Aksu, Hüsamettin, “Hurufîlik”, İslâm
Ansiklopedisi, TDV, Yay., İst., 1998.
Erdeğer, Bülent Ş.,
“Apaçık Kur'an’ın Şifresi Olur mu?”,
Haksöz, S. 140, 2002.
Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l-Muhît,
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995.
Hacıdervişoğlu, Mehmet, Seyyid Kutub Ruhun
Sevinci, Çıra Yay., İst., 2006.
Halidî, Salâh Abdülfettah, Seyyid
Kutub Gözüyle Amerika, (çev: Remzi Yeşilli), Hikmet
Neşr., İst., 1987.
İbnu Manzur, Ebu’l-Fadl
Cemâluddîn, Lisânu’l-Arab, Daru Sadır,
Beyrut, ts.
Kayacan, Murat, “Kur'an-ı Kerim’i Okuma
Biçimleri”, Haksöz, S. 96, 1999.
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi’ li
Ahkâmi'l-Kur'an, 11 c., Daru’l Fikr, Beyrut, 1995.
Nursi, Said, Risale-i Nur Külliyatı, 2 c., Nesil Yay.,
İstanbul, 2002.
Râzî, Fahruddin, et-Tefsîru’l-Kebir,
2. bs., 11 c., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, 1997.
Taberî, Muhammed bin Cerir, Câmiu'l-Beyan an Te’vîli
Âyi’l-Kur'an, 15 c., Daru'l Fikr, Beyrut, 1995.
Yurdagür, Metin, “Bedir Gazvesi”, İslâm
Ansiklopedisi, TDV, Yay., İst., 1993.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf
an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve
Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c.,
Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1995.
http://www.biblecodedigest.com 26.10.2014.
[1] Said Nursi, ihtilaftan beri olmayı teşvik
etse de, sahih olmayan “Ümmetin ihtilafı rahmettir.”
şeklinde Peygamber (s)’e atfedilen rivayeti “Hayır!
Rahmet olan ittifak etmektir.” şeklinde tenkit etmek yerine, bu
rivayet sahihmiş gibi hayra yormakta (Yirmi İkinci Mektup - s.472) bir yandan da “ittifak
etmeyi” hakikat meselesi olarak görmektedir (Nursi,
Sözler, 50). Yine Risale-i
Nur’da sahih olmadığı halde “Dünya
öküzün ve balığın
sırtındadır.” sözünü gereksiz yere akli
olarak tevil yoluna gitmektedir (On Dördüncü Lem'a- s.630).
[2] Said Nursi, Seyyid Kutub’tan farklı olarak (Halidî, 57; Hacıdervişoğlu, 11), Avrupa emperyalizmine karşı olma bağlamında olmasa da Amerika’nın din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devlet olduğu kanaatindedir (Nursi, 1898). Yine Amerika hakkında şöyle der: “Salâhaddin'in, Asâ-yı Mûsâ'yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz: Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal (Komünizmi kastediyor.) cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak.” (Nursi, Emirdağ Lâhikası (1), 1744).
[3] “Ve
derler ki: Dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık
şu çılgın ateşin halkı arasında
bulunmazdık!" Mülk, 67:10. İlahi mesaja davet edilen kimse
önce onu dinlemeli ardından da üzerine kafa yormalıdır
bkz. Râzî, 1997: X,
588.
[4]
Said Nursi: “Akıl ve nakil
teâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil
olunur.” (Muhakemat - s.1986) diyerek Kur'an’ı anlamada usul
olarak Mutezile’ye yakın olduğu izlenimi uyandırsa da
zikrettiğimiz hurufî yaklaşımları pratikte
beğendiği bu ilke doğrultusunda hareket etme konusunda
özenli olmadığını göstermektedir.
[5] Hangi tefsir yöntemiyle ele alınmış eserlerin okunmasının Kur'an’ı anlamada daha faydalı olabileceğine dair bir tartışma için bkz. Kayacan, Murat, “Kur'an-ı Kerim’i Okuma Biçimleri”, Haksöz, S. 96, 1999, s. 38-40.
[6] Hz. Muhammed (s)’e bolca mucize verildiğine dair deliller büyük çoğunlukla hadislerden verilmiştir. Bir tefsir için böyle bir usüle başvurmak uygun değildir.
[7] Said Nursi’ye göre Risale-i Nur, Allah’ın ilham yoluyla gönderdiği ve yazdırdığı bir eserdir bkz. On Dördüncü Şua - s.1080; Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 28 - s.1697; Emirdağ Lâhikası (2) - Mektup No: 89 - s.1865.
[8] Yahudiler de İsrail’i kurtaracak beklenen Mesih’in geliş tarihini bulmak için cifri kullanmışlardır. Schimmel Annemarie’dan naklen bkz. Erdeğer, Bülent Ş., “Apaçık Kur'an’ın Şifresi Olur mu?”, Haksöz, S. 140, 2002, s. 50. Sabatay Sevi de Mesihliğini cifr kullanarak ilan etmiştir. Ilgaz Zorlu’dan naklen bkz. A.y.
[9] Bu tür bir eğilimin mensupları günümüzdeki Hıristiyanlarda da mevcuttur. Onlar da İncil’deki harflere sayısal değerler vererek, İncil’in Hz. İsa ile ilgili “Tutku” filmini çeviren Mel Gibson’dan, http://www.biblecodedigest.com/page.php/226, 26.10.2014, Saddam’ın yenileceğinden ve http://www.biblecodedigest.com/page.php/151 26.10.2014, Tevrat’ın bozulmadığından http://www.biblecodedigest.com/page.php/256 26.10.2014 bahsettiği görüşündedirler.
[10] “Şartlı cifr” ifadesiyle, ayette Said Nursi’ye veya Risale-i Nur’a işaret edildiğinin iddia edildiği ancak sayının tam tutturulamadığı durumları kastediyoruz.
[11] Rasulullah (s)’ın aynı zamanda savaşlar yapması rahmet peygamberi oluşuna engel değildir. Zira onun savaşı, düşünmek yerine kibir gösterip inkârda bulunanlara yönelikti.
[12] Bu ifadeyi “Görüşüm yanlış da olabilir.” şeklinde anlamak da mümkündür. Sorgulanamazlığını mı sorgulanabilirliğini mi kastettiğini Allah bilir.
[13] S. Kutub, Mevdudî ve E. H. Yazır'ın tefsirlerine bakılabilir.
[14] Çoğu zaman da kendisiyle Risale-i Nur özdeşleşir. İkisinin de isminde nur kelimesi geçer. Kendisi asrın “her soruya cevap veren kimseye soru sormayan” bilgini, eseri Risale-i Nur da müceddid-i ekberidir. Kur'an ikisine de işaret eder. İkisi de bediüzzamandır.