Niçin meal okumalıyız?
Türkçe'de Kur'an-ı Kerim'in tercüme edilmiş haline
"çeviri" yerine meal sözcüğü kullanılır. Bunun nedeni meal
kelimesinin yakın çeviri anlamına sahip olmasıdır. Kur'an-ı Kerim tercümesi ya
da çevirisi demek daha iddialıdır. Bu nedenle meal yazarları çeviri konusunda
yetersizliklerini vurgulamakta ve Kitabımızın çevirisini yapmanın mümkün olmadığını
itiraf etmektedirler. Bunun yanında vahyin ne demek istediğini, -aslına azami
uygunluğu sağlayacak şekilde- ancak meal ile verilebileceğini ifade ederler.
Kur'an-ı Kerim mealleri birçok dilde mevcuttur. Muhammed
Hamidullah'ın verdiği bilgiye göre, Avrupa'da ilk Meal çalışmaları 1141'de
başlamış ve Kuran bu tarihlerde Latince'ye çevrilmiştir. İtalyanca'ya 1513,
Almanca'ya 1616, Fransızca'ya 1647 ve İngilizce'ye de 1648'de tercüme
edilmiştir. Bugün için, yaklaşık olarak Almanca'da 47, İngilizce'de 51, Fransızca'da
31, Latince'de 36, Urduca'da 100'e yakın ve Farsça'da 100'ün üstünde meal
bulunmaktadır. Türkçe'de 65 civarında Meal olduğu söylenebilir. *
Demek ki Kuran'ı insanların kendi dillerinde anlama
çabalarının kökenleri çok eskilere dayanmaktadır. Ancak Kuran-ı Kerim'i anlamak
için yapılan Türkçe meallerin sayıca İngilizce meallere yakın oluşu bizim için
üzücüdür.
a.Niçin meal?
Türkiye'de özellikle uluslaşma sürecinin başlamasıyla dilde
de arınma gündeme gelmiş ve şovenizmin etkisiyle vahiy dili Arapça
"eskiler şöyle derlerdi" diyerek aşağılanmış bir bakıma eskiler böyle
masal anlatırlardı denilmek istenmiştir. Malesef Anadolu'da Arapça'ya olan
aşinalık zorlama yönelimlerle Türkçe'deki ağırlığını yitirmiş ve sahip
olduğumuz dini birikimin devamlılığı bir bakıma kesintiye uğramıştır.
Dine samimi olarak bağlanmak isteyen insanlar haklı olarak
vahyi anlama çabasına girişmişlerdir. Ancak genel manada, var olan vahyi Arapça
metinden anlama yoksunluğu, haklı olarak Müslümanları Kur'an-ı Kerim'i mealinden
okumaya itmiştir. Kur'an-ı Kerim meali okumak hurafelerle karışmış mevcut din
anlayışını Kitabımızla sorgulama şeklinde etkili olarak başlamışsa da zamanla
hurafeleri sileceğiz diye vahyin mealinin ötesinde bir kişi veya eser
tanımamaya kadar varmıştır. Bu hal Robinson Crusoe'nun adaya düştüğü gibi bir
Müslümanın bir yerde sadece vahiy ile baş başa kalması şeklinde tezahür
etmiştir.
Dini kaynağından alma çabası bazı olumsuz sonuçlara vardı
diye, bu çabadan vazgeçmek doğru değildir. En doğru olan şey, araştırılanın ne
olduğunu bilmek ve önemli unsurlarını tespit etmektir. Konu din olunca da bu
dinin kaynağını anlama çabası arınmanın en önemli yönünü teşkil eder.
b. Dini anlamada mealin konumu
Yazılı bir eseri başka bir dile tam olarak aktarmak mümkün
değildir. Söz konusu olan ilahi vahiy olduğunda bu imkansızlık daha da bir
gerçeklik kazanmaktadır. İlk aşamada bizi ilgilendiren bu bağlamda Kur'an-ı
Kerim'in konumudur. Kuran-ı Kerim, sıradan bir Kitap olmadığı için onu üslup ve
muhteva olarak başka bir dile tam olarak aktarmak hemen hemen imkansızdır.
Çünkü kelime veya cümle (ayet) ne kadar usta ve uzmanlaşmış bilginler eliyle ve
hatta ilk görünüşte bir başka dildeki tam ve tıpatıp karşılığı bulunarak
aktarıldığı iddia edilirse edilsin, gerçekte bu, Kur'an-ı Kerim'in bir kelime
veya bir ayetinin beşer eliyle bir başka dilde dondurulması, anlamının o çeviri
kalıbı içinde sınırlandırılması ve diğer muhtemel, zengin ve kapsamlı
anlamlardan koparılması demek olacağından başka herhangi bir metin için bu
mümkün olsa bile, Kur'an-ı Kerim için söz konusu olamaz. Ancak bu Kuran'ın
başka bir dile aktarılmasının sakıncalı olduğu anlamına gelmemektedir. Kuran-ı
Kerim başka dillere çevrilmesi ve Müslümanların onun canlı şahitliğini
yapmaları sayesinde tebliğ bir çok insana ulaşmış ve yaygınlık kazanmıştır.
Ne var ki Kuran-ı Kerim'in gönderiliş amacı insanları vahiy
doğrultusunda harekete geçirmektir. Kuran'ın öne çıkarılması gereken yönü hakkı
batıldan ayırdedici özelliğidir. Duyguları harekete geçirme konusunda motamot
çevirinin etkili olamadığı kesindir. Ancak duygusal olarak okuyucuyu harekete
geçirme arzusu edebi yönü mesajın muhtevasını geri plana itebilir. Bu da vahyin
amacını ikinci plana iter. Motamot tercüme yapılıp yazarın tercih ettiği
kelimenin tam karşılığını dipnot şeklinde vermesi daha iyi olur. Bu, okuyucunun
en doğru olanı seçmesini kolaylaştırır.
c.Meal okuma ve protestanlaşma
Hıristiyanlıkta yaşanan reform hareketleri din adamlarının
otoritesini oldukça sarsmış ve Protestanlığın önde gelen şahsiyeti M. Luther
İncil'i herkesin anlayabileceğini savunmuştur. Acaba meal okumak ve vahyi
anlamaya çalışmak İncil'in akıbetini dikkate aldığımızda Kur'an-ı Kerim için de
düşünülebilir mi? Hayır bir defa Meal okuyalım derken zaten, onu İncilden
farklı olarak Kuran yerine koymuyoruz. İncil anlam olarak elde bulunan bir
tarih kitabı hükmündedir. Zira aslen İbranice olmasına rağmen İncil meallerine
esas alınan Kitap Latince'dir. Yani İncil gönderildiği dilde muhafaza
edilememiştir. Her çeviri yorumdan uzak olamayacağı için İncil de aslını
koruyamamıştır. Zaten hermenötik ilmi de farklı İncil metinlerindeki anlam
örgüsünü göz önünde bulundurarak Allah'ın kastettiğini ortaya çıkarmaya
çalışıyor. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim mealini okumak Protestanlaşma anlamına
gelmez. Zira Hıristiyanların isteseler de öze dönüş hareketi başlatmaları
mümkün değildir. Çünkü onlar "elde mahfuz kalanlarla" idare etmek
durumundadırlar. Müslümanlar içinse ellerinde "şüphe olmayan" bir
kitap mevcuttur. Kur'an-ı Kerim, vahyedildiği dilde korunmuş, Peygamber(s)
tarafından hayata aktarılmış ve onun bu pratiği ümmet tarafından gerek
yaşayarak gerekse kayıt yoluyla günümüze ulaştırılmıştır.
d.Arapça ve meal
Bize göre Kuran'ın Arapça olması ve kelimelerin ifade ettiği
anlam son derece önemlidir. Ayetler sadece anlamları ile var denilse, bu
Kur'an-ı Kerim'e sembolik bir kitap olarak bakmayı getirir ki bu da onun yalın
mesajını onlarca anlama sahip bir metin gibi algılanmaya götürür. Muhkem olan
ayetlerinin dil yapısını Kitabımızı tefsir edenler dikkate almışlar ve ayetleri
anlama çabalarını onun bu yönüne dayandırmışlardır. Öyle olmasaydı,
müfessirlerimiz örneğin, harfi cerleri dikkate alarak sonuçlara varmaz ve
kaideler çıkarmaya çalışmazlardı. Bu nedenle elimizdeki mealler sadece birer
tercüme olmaktan öteye gidemezler. Kuran Arapça olarak indirilmiş olan
Kitaptır. Onun birçok anlama gelebilecek salt anlam merkezli bir Kitap olduğunu
ileri sürmek onun aynı zamanda hiçbir anlama gelmediğini iddia etmektir.
Kuran-ı Kerim'den bir surenin Farsça'ya çevrilmesi İslam'ın
ilk dönemlerinde gerçekleşmiştir. Daha sonra Ebu Hanife İran'lı Müslümanların
namaz kılarken ayetleri Farsça okuyabileceklerini ifade etmiştir. Bu, namazda
okunanın anlamını bilmeyen insanlara yönelik bir çabaydı. Ve tarihsel bir
görüştü. Müslüman olan kimselerin okuduklarını anlamalarını sağlamaya dönüktü.
Bunun yerine çok da zor olmayan birkaç sureyi anlamı ile ezberleyip okumak
tavsiye edilebilirdi. Çünkü Kur'an-ı Kerim, lafız ve anlamdan oluşmaktadır.
Birini diğerine yeğlemek doğru değildir. Onu anlama çabamız sınırlıdır. Bizden
daha iyi anlama ihtimali olanların varlığı her zaman mevcuttur.
Kuran-ı Kerim çevrilince her kelimenin anlamını tam olarak
vermek mümkün olmayabilir. Ancak bunun yaratacağı sorunlar, Kuran üzerine
yapılan çalışmalarla giderilebilir. Örnek olarak enzelna (indirdik) ifadesinini
geçtiği yerler ele alalım: "Ey Adem oğulları! Size örtünün diye giysiler
ve güzel elbiseler verdik(enzelna)" (Araf 7/26)
Enzelna ifadesi tam tamına "indirdik" anlamına
gelir. Elbette gökten elbiseler indirilmedi. Bu ayette enzelna ifadesi elbise
yapma ya da kullanma kabiliyetini size verdik anlamında düşünülmeli. Bu anlama
biçimi Kuran'ın diğer yerlerinde de kullanılabilecek niteliktedir: "O size
demiri indirdi."(Hadid 57/25) Biz bunu Allah demir indirdi diye
anlayamayız. Ne var ki bu ifadenin ne anlama geldiği çok büyük problem
oluşturmamaktadır. Bu ifadenin ilk bakışta garip görünmesi onun çevirisinin
anlaşılmazlığından değildir. Kuran'a aşina olmayan ve Arap olan birisi de bu
ifadeyi garipseyebilir. Bu tür ifadelerin iyi çevrilemediğini söyleyip
insanları Kuran mealinden soğutacağımıza hem okumalarını hem de araştırmalarını
tavsiye edelim.
e.Meal okurken karşılaşılan zorluklar
Meal okurken karşılaşılan bir problem de ayetlere farklı
anlamların verilmesidir. Kimi meallerde parantez içinde mensup olunan mezhebin
görüşü aktarılır, kiminde de parantezlerin varlığı eleştirilir bir kelime
birkaç kelime ile bu defa da / işareti ile verilir. Her iki durumda da mütercim
anlamı tam olarak veremediğini zımnen de olsa itiraf etmiştir. Ancak anlamının
tam olarak tespit edilemediği ayet sayısı azdır. Bunları ön plana çıkarmak ve
yanlış anlamanın tehlikelerini gündemde tutmak yersizdir. Zira hiçbir meal
gerek parantez içinde gerekse / işareti ile versin, Cebrail'in geçtiği ayeti
Mikail, ahiretin geçtiği yeri dünya, müminin geçtiği yeri kafir diye çevirmez.
Yani meal okuyarak dinin temel esprisini yakalamak, anlamak mümkündür.
Unutulmaması gereken nokta, meal okumanın bir anlama çabası
olduğudur. Dini anlatma pozisyonunda olanların ise anlamaya çalışanlara
nispetle daha fazla sorumluluk taşımaları nedeniyle dini kendi dilinden anlama
çabası içine girmeleri kendileri ve hitap ettikleri insanlar açısından son
derece faydalı ve gereklidir. Zira "bilen" olmak artı bir çabayı
gerektirir.
f.Meal ve mesaj
Rabbimiz Yahudilere Tevratı kendi dillerinde gönderdi.
Yahudiler İbraniceyi Allah'ın özel/kutsal dili olarak kabul ettiler. Ancak dil
ilahi mesajın iletilmesinde bir araçtır. Rabbimizin toplumlara kendi mesajını o
toplumun dili ile iletmesi dil değişse de mesajın farklı dilde ifade
edilebildiğini ve anlaşıldığını gösterir. Bir buçuk milyara yakın insanın
kendilerini Müslüman olarak ifade etmeleri çeviriler sayesinde olmuştur. Vahyi
tercümeden de olsa okuyan birisi Arapça'yı bildiği halde Kur'an-ı Kerim'i
okumayan birine göre dini daha iyi kavrar. Hakkın şahitliğini sergileyebilir.
Kuran-ı Kerim'in edebi mükemmelliğini takdir etmek mümkün
olmasa da onun bu yönü çeviriler sonucu elde edilenler yanında az bir kayıptır.
Edebi güzellik insanları etkilemekte bir yöndür sadece. Diğer bir deyişle,
Arapça olmayan bir dille mesajı anlamak Arapça konuşmayan birisi için bütün
delilleri görmeden sonuca varmak demektir.
Rabbimiz Kuran mesajının herhangi bir dilde tüm dünyaya
verilebileceğini, Kuran'ın Arapça veya başka bir dilde olmasının fark
etmeyeceğini bizlere şöyle bildiriyor: "Biz onu, yabancı bir dilde Kuran
yapsaydık, mutlaka, 'ayetleri açıklansa idi ya' diyeceklerdi. Arap (peygamber)e
yabancı dil öyle mi? De ki: "O iman edenlere bir hidayet ve şifadır. İman
etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. O, (Kuran)onlara karşı
kötülüktür. Onlar (sanki) uzak bir yerden çağrılmaktadırlar.(Fussilet 41/44)
Yani vahyin mesajını farklı dillere mensup insanlara onların dilinde ulaştırmak
mümkündür. Ancak bu aktarım beşeri etkinliklerin ön planda olması hasebiyle
eksiktir. Bu eksiklik dini kendi dilinde anlayabilenlerin çabalarıyla rahatça
giderilebilir.
Sonuç
Arapça metninden Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamak büyük bir
nimettir. Ancak Arapça bilmeyen ve arınmak isteyen Müslümanlar için meal
okumanın Kuran-ı Kerimi anlamada büyük bir öneme sahip olduğunu hatta onu
okumanın ibadet olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber(s)'den bu yana kavramlar
vahiydeki muhtevasını tam olarak koruyamamıştır. Bu alandaki ıslah çabası vahyi
anlamak için okuyarak ve onun şahitliğini yaparak sürdürülebilir. Tüm
Müslümanlardan Arapça öğrenmelerini bekleyemeyeceğimize için onları dinin özüne
yönlendirmeliyiz. Mealden yanlış anlama ve uygulamaların ortaya çıkması
mümkündür. Ancak dinin kaynağından bihaber bir hayat yaşamak daha büyük bir
yanılgıdır. Vahyi anlama ibadetini yerine getirirken elde edilen sonuçlar
mutlak hakikatlermiş gibi düşünülmemeli diğer müminler ile hakkı sabrı tavsiye
bağlamında yanlış anlamalar giderilmeli ve vahyi (doğru) anlama çabası
kesintisiz sürdürülmelidir.
Ali Bulaç, Kuran-ı Kerim ve
Türkçe Anlamı, 5 bs., Istanbul, XXVII.