Müslüman Toplumlarda Yaşayan Gayrimüslimler: Çağdaş İçtihat
Müslüman Toplumlarda Yaşayan Gayrimüslimler:
Çağdaş İçtihat
Toplumda
Gayri Müslimlerin Hakları: Karadavi’nin Yaklaşımına Bakış
Mesud Sabri **
Şeyh Yusuf Karadavi çağımızda
“Müslüman Toplumda Gayri Müslimlerin Durumu” ile ilk ilgilenen en önemli İslâmi
şahsiyetlerdendir. Karadavi’nin bu konu hakkındaki düşünceleri akademik ve ilmi
altyapısından dolayı oldukça önemlidir. Onun düşünceleri hukuki delillerin bir
açılımıdır.
“Gayru’l-Müslimin fî’l-Müctemi’l-İslâm”; (Vehbe
Yayınları, Kahire, 1997) Bu Karadavi’nin önemli bir kitabıdır. Haklara dair
aşağıdaki bilgiler, Karadavi’nin bu kitabından alıntı yapılan yazılarından ve
açıklamalarından çıkarılmıştır ve çalışmamız onun bu kitabı ile ilgilidir.
Korunma
Hakkı
İslâm’da Ehl-i Kitab’ın
herhangi bir yabancı saldırı karşısında korunması ve onlara yardım edilmesi
Kur'an’da onların mevcut olan temel haklardandır ve Müslümanlar, Gayri Müslimlere
karşı yapılan bir saldırıda onları korumak zorundadırlar. Karadavi’nin bu görüşünü
hukuki metinlere ve İmam İbnu Teymiye’ye (r)
dayandırdığı görülür. İbnu Teymiye, Kültü Şah -Tatar- ile konuşurken
savaş esirlerinin serbest bırakılmasını ister. Şah, onun isteği üzerine Müslüman esirleri
serbest bırakır. Fakat sonunda Hıristiyan savaş esirlerinin de Müslüman
esirlerle birlikte serbest bırakılması hususunda ısrar eder. Ve Hıristiyan
esirler de serbest bırakılır. Bu düşünce, Gayri Müslimlerin korunma hakkı
konusunda İbnu Teymiye’nin hukuk perspektifini yansıtır.
İslâm devleti aynı zamanda ülke
içi haksızlıklara ve zulümlere karşı azınlıkları korumak/kollamak zorundadır. Azınlıklar
devlet tarafından herhangi bir şekilde suçlanamazlar. Kur’an ve sünnete
baktığımızda İslâm devleti içerisinde sivil olan herhangi bir Gayri Müslime
karşı adaletsizlik yapılması kesinlikle men edilmiştir. Bu anlamda Peygamber’in
(s) şöyle dediği nakledilir: “Kim Müslümanlarla barış içinde yaşayan bir Gayri
Müslime adaletsiz davranırsa, haklarını vermezse, kapasitesinden fazla iş
yapması için zorlarsa veya kendisinin izni olmadan bir şeyini alırsa kıyamet
gününde ben de onun karşısında olacağım.” (Ebu Davut ve Beyhaki). Bir başka
hadiste Peygamberimizin (s) şöyle dediği rivayet edilir: “Kim barış antlaşması
yapan bir Gayri Müslime zarar verirse bana zarar verir ve kim de bana zarar
verirse Allah’a zarar vermiş olur.” (Taberani’nin el-Evsat adlı eserinde
geçen hadisin senet zinciri sağlamdır.)
Sadece Peygamber’in (s)
uygulamalarında değil aynı zamanda dört halife döneminde de halifeler bunu
uygulamışlar ve bu konuyla ilgili birkaç olay da Hz. Ömer ve Hz. Ali’den
nakledilmiştir.
Emniyet
Çeşitleri
Kan ve can emniyeti: Karadavi
İslâm devleti içerisinde yaşayan Gayri Müslimlerin canlarının korunmasının âlimlerin
ortak kararı olduğunu iddia eder ve onların öldürülmesinin büyük günahlardan
biri olduğunu söyler. Hz. Muhammed (s) bir hadisinde: “Kim barış yapan bir Gayri
Müslimi öldürürse, kokusu 40 yıllık bir yürüyüş mesafesinden dahi duyulabilen cennetin
kokusunu duyamaz.” (İmam Ahmed ve Buhari’nin el-Cizye adlı eserinde ve diğer
eserlerde).
Âlimler Müslümanla zımminin
arasında kısas uygulanması konusunda farklı düşüncelere sahiptirler fakat Karadavi’ye
göre bir Müslüman haksız yere bir zımmiyi (Müslümanlarla barış içinde olan,
İslâm toplumunda yaşayan sivil Gayri Müslimleri) öldürürse, Müslümanın da
öldürülmesini vacip görür. Bu konudaki düşüncesini de Kur’an’dan ve sünnetten
delillerle destekler ve öldürülmesinin, hak ettiği ceza olduğunu belirtir.
Bu uygulama aynı zamanda yönetimi
altında olan bölgelerde ve taşralarda Osmanlı Halifeleri tarafından da
benimsenmiş ve yüzyıllarca uygulanmıştır. Ta ki Osmanlı İmparatorluğu
düşmanları karşısında yenik düşüp yıkılıncaya kadar.
Para ve mal emniyeti: Bu
ilke tarih boyunca tüm İslâm mezheplerinde kabul görmüştür. İslâm para veya mal
olarak Gayri Müslimlerin -inançlarına göre- kendileri için değerli gördüğü
şeylere değer verir ve Müslümanlar için değerli olmasa da İslâm onları korumayı
taahhüt eder.
Likör ve domuz bunlara örnek
olarak gösterilebilir; bunlar Müslümanlar için kıymetli değildir. Ebu Hanife’ye
göre bir Müslüman bir başka Müslümanın bu türden malına zarar verir veya
çalarsa tazminat ödemeyebilir fakat bir Müslüman, Gayri Müslimin söz konusu malına
zarar verirse tazminat ödemekle yükümlüdür.
Namus Emniyeti:
Müslümanlarda olduğu gibi zımmilerin namus emniyeti de İslâm’da kutsaldır. İmam
Karafi el-Maliki bu konuda şöyle demiştir: “Kim zımmilere karşı sınırı aşarsa
–hatta en ufak bir haksızlık yaparsa- Allah ve Peygamberiyle (s) olan
antlaşmasını ve İslâm diniyle olan antlaşmasını tehlikeye atmış olur.” (el-Furûk
Bölüm 3, s. 14). Bunun yanında aynı anlama gelen birçok metin de bulunmaktadır.
Özürlülük
Karşısında Sosyal Refah, Yaşlılık Ve Fakirlik
İslâm Gayri Müslimlerin,
kendi sosyal şemsiyesi altında refah içinde yaşamasını garanti eder, bu da Gayri
Müslimlerin oldukça huzurlu yaşamasını sağlar ve onları destekler çünkü onlar İslâm
devletinin tebası ya da vatandaşları olarak düşünülürler. Hz. Muhammed’in (s)
şöyle dediği rivayet edilir: “Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz.”
(İbnu Ömer)
Bu politikayı sürdüren dört
halife ve onlardan sonra gelenler de İslâm toplumunda Gayri Müslimlerin her
türlü haklarını korumaya devam etmişlerdir. Halife Hz. Ebubekir (r) zamanında,
Halit Bin Velid Irak’ta el-Hira bölgesinin Gayri Müslim halkına bir mektup
göndermiş ve İslâm ordusunun buradan geçeceğini ve bölgeden geçerken
kendilerinin hiçbir hakkına tecavüz edilmeyeceğini bildirmiş/taahhüt etmiştir.
Bir başka olayda Ömer b. Hattab’ın (r) yaşlı bir Yahudi’yi sadaka isterken
gördüğünü ve bundan dolayı kendisini hazineye götürüp ona emekli maaşı
bağlattığı söylenir. Bunun yanında, Hz. Ebu Bekir (r) ve Hz.Ömer (r)
Müslümanlara olduğu kadar Gayri Müslimlere de müşterek bir refah kanunu çıkarır
ve bu kanun tüm İslâm mezhepleri tarafından kabul görür.
İnanç
Özgürlüğü Hakkı
Ek olarak İslâm, zımmileri
İslâm dinini benimsemeleri konusunda zorlamada bulunamaz ve kendi inançlarını
sürdürme haklarını tanır. Bu özgürlük aşağıdaki Kur’an ayetlerinde de
vurgulanmıştır:
“Dinde zorlama yoktur.
Doğruluk ile sapıklık birbirinden kesinlikle ayrılmıştır. Kim Tağut'u,
azgınlığı reddederek Allah'a inanırsa kopması söz konusu olmayan, sapasağlam
bir kulpa yapışmıştır. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.” (Bakara
2/256)
“Eğer Rabbin dileseydi,
yeryüzünde yaşayanların hepsi iman ederdi. O halde insanları sen mi zorlayacaksın
da iman edecekler?” (Yunus 10/99)
Ne tarih ne Batılılar İslâm’ın
bu konudaki uygulamalarını reddeder.
İslâm, tarih boyunca Gayri
Müslimlerin ibadethanelerini korumuş/kollamış ve onların dini törenlerini yapmalarına
izin vermiştir. Hz.Muhammed (s) Necran halkına barış antlaşması için mektup
yazdığında, onlara kendi malları, inançları ve seçimleri hakkında Allah’ın (cc)
ve Peygamberinin (s) koruması altına girmelerini tavsiye etmiştir. Benzer
şekilde Hz. Ömer’in -İslâm fethi konusunda- Filistin’deki İliya halkına yazdığı
mektupta, onlara uygun olduğunu düşündükleri inançları seçmede özgür olduklarına
dair söz vermiştir. Buna benzer birçok olay Halid Bin Velid için de söylenir.
Çoğunluğu Müslümanların
oluşturduğu bölgelerde de Gayri Müslimlerin kendi ibadethanelerinin yapılmasına
izin verilmiştir. Hicri 1. yüzyılda Mısır’da birkaç tane kilise inşa edildiği
bilinmektedir. Bunun örneği hicri 39 ve 56 yılları arasında İskenderiye’de
yapılan Mar Marcus Kilisesidir. Hicri 47 ve 68 yılları arasında Mesleme b.
Mihled hükümdarlığı zamanında Roma Fustat’da ilk kilisenin yapımı
gerçekleşmiştir. Hükümdar Abdülaziz b. Mervan Helvan’da şehrini kurarken bir
kilise ve bir grup piskoposa da inziva haneler kurmaları için izin vermiştir.
Tarihçi el-Makrizi: “Tüm
modern Kahire kiliseleri kesinlikle İslâmî dönemde restore edildi.” demektedir.
Müslüman şehirler arasında
yer almayan köy ve bölgelerde, Gayri Müslimler ibadetlerini yapmada, dini
törenlerini sergilemede baskı altında tutulmamışlardır. Bunun yanında eski
kilise ve katedrallerin yenilenmesi dahil nüfus artış gösterdikçe yeni
ibadethaneler açmda serbest bırakılmışlardır.
Bu tip dini hoşgörü İslâm’ın
mayasında vardır. Fransız aydın Gustave Le Bon şöyle demiştir (Karadavi
kitabında bu yazardan alıntı yapmıştır):
“Daha önce değindiğimiz
Kur’an’ın ayetlerinde gördük ki, Muhammed’in Yahudi ve Hıristiyanlara merhameti
kesinlikle muhteşemdir. Böyle bir hoşgörü diğer dinlerin -özellikle Yahudilik
ve Hıristiyanlık- kurucuları tarafından görülmemiştir/yapılmamıştır. Bu yolda
kendi haleflerinin de nasıl gittiğini görmekteyiz.”
Robertson ve diğerleri gibi
bazı Avrupalılarda bu söylemleri dile getirmektedirler.
Çalışma
ve Para kazanma hakkı
İslâm, şemsiyesi altında
yaşayan Gayri Müslimlere herhangi bir ticari aktiviteyi yapabilmelerini – riba
(faiz) hariç almak, satmak, kiralamak - garanti etmiştir.
Bu prensip Peygamberin (s) Hacer
sihirbazlarına gönderdiği bir mektupla ortaya çıkmıştır. Burada Peygamber (s)
“Ribayı terk etme ile Allah ve Peygamberiyle savaşma arasında tercih yapınız.”
demiştir. Likör ve domuz da Müslüman bölgelerde satışına izin verilmeyenler
listesindedir. Bunun dışında Gayri Müslimler istedikleri ticari işle
uğraşabilirler.
Adam Mitz, Karadavi’nin
belirttiğine göre şöyle demiştir:
“İslâm Hukuku zımmilerin
istedikleri herhangi bir iş alanına girmelerini yasaklamamıştır. Onlar bankerlik, emlak alım-satımı, doktorluk gibi
büyük kâr getiren işlerle uğraşmışlar, bunun yanında birlikte hareket etmeye
gayret göstermişlerdir. Levant’deki (Suriye ve Filistin) en seçkin bankerler
Yahudiydi, en iyi fizikçiler ve yazarlar Hıristiyandı. Bağdat’ta Hıristiyanların
temsilcisi, halifenin özel doktoruydu. Aynı zamanda Halife Yahudilerin
temsilcilerini sarayda toplardı.”
Devlette
Görev Alma Hakkı
İslâm zımmilerin devlet
işinde görev almalarını yasaklamamıştır. Çünkü onları devlet bünyesinin gerekli
bir parçası olarak görmüştür. İslâm aynı zamanda onların izole olmalarını da
istememiştir. Ehli Kitabın; imamet, devlet başkanlığı ve ordu, Müslümanlar
arasındaki davalara bakan hakimlik, hayır kurumları yöneticilikleri gibi, dini
özelliği olan iş dalları hariç tüm resmi dairelere girebilmelerine izin
verilmiştir.
Benzer şekilde ordu
komutanlığı da sivil bir görev olarak düşünülemez çünkü cihadla sıkı bir
şekilde ilişkisi vardır. Cihad da İslâmi tebliğin/sorumluluğun bir basamağıdır.
Bunun yanında İslâm hukukuna
göre işleyen yargının da Gayri Müslimlere verilmesi abes olur. Gayri Müslimler
inanmadıkları bir düşünceye göre insanları nasıl yargılayabilirler?
Sadaka ve hayır kurumlarının
koruyuculuğunu yerine getirmekte İslâmi sorumluluğumuz kapsamındadır. İslâm
devletinde bu görev de Gayri Müslimlere verilemez.
Yukarıdakiler hariç zımmiler
başvurdukları işlerde gerekli altyapı ve gereksinime sahip olmak koşuluyla
istedikleri işe başvurabilirler. Bunun yanında doğruluk, dürüstlük ve devlete
bağlılık da başvurularda koşul olarak aranmaktadır. Bu hassas görevler inançlı
bireylerin sorumluluğuna verilmektedir, bunun yanında Müslümanlar aşağıdaki
ayetle uyarılmışlardır:
“Ey müminler, kendinizden
başkasını sırdaş ve dost edinmeyiniz. Onlar olanca güçleri ile size zarar
dokundurmaya, dirliğinizi bozmaya çalışırlar, karşılaştığınız her sıkıntı
onları sevindirir. Gerçi kinleri ağızlarından taşmıştır ama kalplerinde saklı
tuttukları kin daha büyüktür. Eğer düşünecek olursanız size ayetlerimizi açık
açık anlattık.” (Âlu İmrân 3/118).
Hatta İmam el-Maverdi
zımmileri “delege” olarak değil de imamların talimatlarını yerine getiren “icraî”
bakanlar olarak çalışabileceğini söylemiştir.
İcraî bakanların aksine delege
bakanlar, imamın kendisine bıraktığı politik, yönetimle ilgili ve ekonomik
sorunları kişisel görüşüne göre planlayan kimsedir.
Abbasiler döneminde, Hıristiyanlar
birden fazla bakanlığa gelmişlerdir. Örneğin; Nasr İbnu Haldun hicrî 369 ve
Eissa İbnu Nastorus hicrî 380 yılında bakanlık yapmışlardır. Muaviye b. Ebu
Süfyan da, Sarjoun isminde Hıristiyan bir kâtibi görevlendirmiştir.
Belki Müslümanların hoşgörüsü
bazen biraz fazla ileriye gitmiştir. Bazı durumlarda Müslümanlar mağdur olmuş
ve bazıları Yahudi ve Hıristiyanların hak edilmemiş prestijli salahiyetlerinin
Müslümanlarınkinden fazla olduğundan şikâyetçi olmuşlardır.
Batılı tarihçi Adam Mitz
“4.Hicri yüzyılda İslâm Medeniyeti” isimli kitabında şöyle der:
“İslâm devletinde Gayri
Müslim olan kıdemli memurların ve işçilerin çokluğu bizi şaşırtır. Müslüman
olan yerleşim yerlerini Hıristiyanların yönettiği görülür. Gayri Müslimlerin
buralardaki üstünlüğü hakkında şikâyetler olur.” (Bölüm 1, s. 105).
Mısırlı
Kıptiler Hakkında Peygamberden (s) Tavsiyeler
Karadavi Kıptileri diğer Gayri
Müslimler arasında farklı bir yere oturtur. Bununla ilgili Peygamber (s)
tavsiyelerini verir. Hz. Muhammed’in (s)
ölüm döşeğinde şöyle dediği rivayet olunur: “Allah için Mısır’ın Kıptilerine
saygı gösterin, onları fethedebilirsiniz, Allah için sizin destekçiniz
olacaklardır.” (Taberani)
Başka bir hadiste: “Onlara
iyi davranın, onlar sizin için kıymetlidir ve Allah’ın izniyle düşmanlarınıza
karşı bir ikazdır.” buyrulmaktadır. Burada vurgu Mısırlı Kıptilere
yapılmaktadır. (İbnu Hibban)
Tarihsel gerçekler
peygamberin öngörülerini göstermektedir. Hıristiyanlığın başka bir mezhebini
benimseyen Romalıların yönetimi altında çok zulüm gören Mısırlı Kıptiler,
kendilerini bu zulümden kurtaran Müslümanları bağırlarına basmışlar ve Kıptiler
büyük gruplar halinde Müslüman olmuşlardır. Ne var ki, Emevi Devleti daha
önceden İslâmı benimseyen bazı kıptileri haksız yere cizye vermeleri konusunda
zorlamışlardır.
Peygamber (s) daha önce
diğer hiçbir azınlığa verilmeyen bazı hakları Mısırlı Kıptilere vermiştir. Kab b.
Malik Peygamberden şöyle işittiğini rivayet eder: “Eğer Mısır fethedilirse,
Kıptilere saygılı davranın. Onların bizimle kan bağı vardır.” Burada ifade
edilmek istenen Hz. İsmail’in Mısırlı annesi Hacer’dir. (Tabarani ve Hakim)
Sadakat
Güvencesi
Bununla beraber İslâm
azınlıklara haklarını korumak için birçok güvence verir. Bunların en
önemlilerinden birisi ise inanç hakkıdır. Bu haklar Kur’an’da ve Peygamberin
sünnetinde ve İslâm’ın doğru pratiklerinde görülebilir.
Bu haklar İslâm toplumu
tarafından korunur. İslâmi prensiplere göre Ehli Kitabın hakları İslâmi hukuka
göre kesin bir şekilde uygulanır. İster Müslim isterse Gayri Müslim olsun,
herhangi bir zımmi kendisine haksızlık yapıldığını iddia ederse, haksızlık
karşısında kendi lehine karar verilebileceği/verildiği görülür.
Alimler ve İslâmi kamu vicdanı,
himaye isteyen Gayri Müslimler için bir başka savunma hattıdır.
Zımmilerin haklarının değer
kaybetmesi karşısında İslâm toplumunun onları koruma sorumluluğu/görevi vardır
ve İslâm tarihi bununla ilgili birçok olayla doludur.
İslâm tarihi kendi parasını
haksız yere alıp Ahmet b. Tulun’a veren bir komutan hakkında şikâyette bulunan
bir papazla ilgili davadan bahseder. Daha sonra Ahmet b. Tulun papaza parasını geri
vermiştir. Bir de Hz. Ömer’e Amr b. As’ı şikâyet eden Kıpti davası vardır. Olay
üzerine Hz. Ömer Amr b. As’ı ifade vermek üzere davet etmiştir.
Bu açıdan âlimlerin rolü,
Abbasi yöneticilerine karşı takındığı dik duruşu ile imam Evzaî örneğinde
görülebilir. Onun yaşadığı dönemde Abbasi Sultanı yıllık olarak alınan tarım
vergisini ödemek istemeyen bir grup Gayri Müslimi Lübnan dağlarından
çıkarmıştır. Evzaî, halifeye bu konuyla ilgili bir mektup yazar ve zımmilerin
özgür insanlar olduklarını, köle olmadıklarını hatırlatarak olayı kınadığını
belirtir.
Bunun yanında Velid b.
Abdülmelik John Kilisesine el koyar ve burayı camiye dönüştürür. Hıristiyanlar
da bu yanlışı önüne geçmek için Ömer İbni Abdul Aziz’den yardımı isterler ve o
da John kilisesini Hıristiyanlara geri verir.
İslâm hukuk tarihi, Gayri Müslimlere
verilen hakların kanıtıdır. Ali b. Ebu Talib (r) ve diğer örnekler İslâm’ın
Ehli Kitabı toplumun önemli bir parçası kabul ettiğini ve Mülüman halkla
arasında bir ayrımcılık yapmadığını göstermektedir.
**Mesud Sabri,
Kahire Üniversitesinde Daru’l-Ulum’da araştırma görevlisidir ve www.islamonline.net sitesinin (Arapça)
editörlüğünü yapmaktadır.
Çev: Barış
Hoyraz