Muhaliflerine göre Hallâc-ı Mansûr ve felsefesi
This study discusses Hallaj al
Mansoor and his philosophy and his tricks to cheat people through magic.
Keywords
Incarnation, Christianity, Magic,
Karmatis, Noor al Muhammed
Hallâc-ı Mansur, görüşleri dolayısıyla
çok tartışılan bir kimsedir. Bu çalışmada, onun hayatını, felsefesini ve hakkında
muhalifleri tarafından söylenenleri ve hakkında yapılan değerlendirmeleri özetle
ortaya koymaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler
Hulûl, Hıristiyanlık, Büyü, Karmatîler,
Nuru Muhammed
A. Hallâc Hakkında
Genel Bilgiler
Dedesi Zerdüşt olan Hallâc-ı Mansur
858 yılında İran’ın Fars eyaletindeki Beyza’nın kuzeydoğusunda doğdu.
Karmatîlerin[1] lideri Cennâbî ile
ilişkileri vardı. Bağdat’ta Cüneydi Bağdadi’nin sohbetlerine bir süre katılsa
da sorularını samimi bulmayan Cüneydi Bağdadi, rahatsızlık duyup onu
sohbetinden uzaklaştırdı (Uludağ, XV, 377).
Her seviyeden insanı celp edecek ve
kendisine hayran bırakacak şeyler sergiliyordu. Bu yüzden Sünni Müslümanlara
göre o Sünni, Şiilere göre de Şii idi (İbnu Teymiyye, 39). Hallâc’ın kendisine
mahsus bir kısmı şeytani ve nefsanî ve bir kısmı da şöyle ya da böyle şeriata
uygun düşebilecek ibadet ve riyazetleri ve tasavvufi halleri vardı ama
Allah’tan korkan bir kişi değildi (İbnu Teymiyye, 26).
Onaylanması mümkün olmayan sözleri vardı.
Sözgelimi, “Ben de şu Kur’an gibi bir eser yazabilir ve onun gibi söz
söyleyebilirim.” diyordu (İbnu Teymiyye, 38). İbadetleri ortadan kaldıracak
sözleri söylüyordu: “Âşık, hevanın kemaline ulaşır, zikrin etkisine kapılıp
zikrolunanı yitirdiği ve kendisine heva egemen olduğunda ariflerin namazının
küfür olduğu gerçeğine tanık olur.” (İbnu Teymiyye, 1986: II, 297). Ariflerin
tanrılaşabileceğini düşünüyordu (Goldziher, 243).
Hulûliye inancına sahip (Mevlana Celaleddin
Rumi’nin şeyhi Şems-i Tebrizî[2] gibi)
birisi olduğu ve Allah’ın kendisine hulûl
ettiği iddiasında bulunduğu gerekçesiyle 922 yılında mahkeme edildi. Ancak
asılmasına gerekçe olarak gösterilen onun hacca dair görüşüydü. Hallâc, “Hacca
gidemeyen bir kimse bulunduğu yerde bir ev yapsa, o evi Kâbe’yi tavaf eder gibi
tavaf edip otuz yetime de belirttiği ölçüde sadakada bulunsa Hac ibadetini
yerine getirmiş olur.” diyordu (İbnu Teymiyye, 32). Bu görüşünü[3] fetva
kabul eden ve bir süredir Hallâc’ı asma nedeni arayan vezir Hâmid b. el-Abbas
onun bu görüşünden yola çıkarak, önce ellerini ve ayaklarını kestirmiş sonra da
bedenini yaktırıp küllerini Dicle nehrine savurma emri vermiş ve öldürülmesinin[4]
ardından da Hallâc’ın başı mızrağa takılarak Bağdat’ta gezdirilmişti
(İbnu’l-Esîr, VIII, 109–110).
Takipçilerinin Hallâc hakkında
söylediklerinin aksine, öldüğü zaman kendisinden hiçbir keramet sadır olmadı.
Yere akan kanının yerde Allah yazdığını veya öldürülünce Dicle suyunun
kesildiğini söyleyenler varsa da yalan söylüyorlardı (İbnu Teymiyye, 35). Kaldı
ki, kan necistir[5] ve onunla Allah’ın adını
yazmak caiz değildir (İbnu Teymiyye, 36). Hallâc, öldürülmeden önce tövbe
ettiyse de öldürülmesine karar verenler onun ciddiye almadılar.[6]
B. Düzenbazlıkları Oldu
mu?
Hallâc, Hindistan’a giderek orada çeşitli
sihir oyunları öğrendi ve sihir hakkında bir kitap yazdı. Yalancı harikuladelikleri
ve şeytani sözleri vardı. Şöyle ki: Bazı arkadaşlarını önceden meyve ve helva
sakladığı çölde bir yere gönderir ve onlara “Bu çöl ortasında ne istiyorsanız
size getireyim.” derdi. İçlerinden biri meyve veya bir tatlı isteyince,
“Bekleyin!” der ve oraya gider, önceden hazırlanan ve saklanan helva ve meyveyi
getirirdi. Tabii orada bulunanlar bu durumu onun bir kerameti[7]
olarak görürlerdi (İbnu Teymiyye, 39). Kimisi onun Allah’ın bir veli kulu
olduğuna inanırken kimisi de cezbeli, etrafındakileri kandırıcı, yalancı bir
sihirbaz ve kâhin olduğunu, cinlerin ona başka diyarlardan meyve getirip
verdiklerini söylemekteydi (İbnu’l-Esîr, VIII, 108).
Hallâc, kış meyvesini yazın, yaz
meyvesini de kışın bulup onlara getirtmiş, elini havaya kaldırıp indirdiğinde
avucunun para dolu olduğu görülmüştü. Bu paralar üzerinde “De ki Allah birdir.”
ibaresinin yazılı olduğu söylenirdi. Kendisi de bu paralara “kudret dirhemleri”
adını veriyordu. Ayrıca halka evlerinde yiyip içtiklerini, yaptıklarını
anlatıyor ve içlerinden geçeni onlara söylüyordu. Onun bu hallerinden dolayı
birçok kimse ona aldanıp etrafında toplanmış ve üzerinde duracağımız hulûl akidesine
meyletmişlerdir (İbnu’l-Esîr, VIII, 107).
C. Hallâc
ve Hulûl İnancı
Hallâc’ın hulûl akidesi onun Nuru
Muhammedi anlayışıyla doğrudan ilişkilidir. Onun bu kavramı nasıl algıladığına
geçmeden önce hulûlun ne anlama geldiği ve farklı kültür ve dinlerde nasıl anlaşıldığına
değinelim ardından da onun yaklaşımlarını ortaya koyalım:
1. Hulûl Nedir?
Hulûl, konup yerleşmek (Firuzâbâdî,
887) bir şeyi çözmek, bir yere intikal etmek anlamlarında masdardır ve isim
şeklinde de kullanılır. Terim olarak da bir şeyin mevcudiyetinin diğerinin
varlığıyla aynı olması anlamına gelir (Demirci, XVIII, 340).
İslâm öncesi dinlerde hulûl inancı,
ilk olarak animistik dinlerde ortaya çıkmış olmakla birlikte gerçek önemine
özellikle Hinduizm ve Hıristiyanlık’ta kavuşmuştur. Bununla birlikte eski
Mısır’dan Greklere kadar birçok kültürde görünmektedir (Demirci, XVIII, 340). Sözgelimi
eski Mısır’da firavun genellikle tanrı Horus’un bedenleşmiş hali olarak
görülürdü. Greklerde de Zeus ve Artemis gibi tanrılar sık sık hayvan bedeninde
dünyaya gelirlerdi. Budizm’in Mahayana mezhebinde Buda adını alan ezelî ve ebedî
kudret yeryüzünde Siddhartha Gotama’da bedenlenmiştir.
Hulûl inancının bir doktrin olarak
ciddi manada önem kazandığı dinlerin başında tanrı Vişnu ve diğerlerinin hayvan
ve insan bedenine girerek indiğine inanılan Hinduizm gelmektedir. Bu kavramın
önem kazandığı ikinci din Hıristiyanlıktır. Bu kavram için Hıristiyanlık
dünyasında ulûhiyetin bedenleşmesi anlamında enkarnasyon (incarnation)[8]
kelimesi kullanılır. Hıristiyanlığa göre Tanrı, insanlığı kurtarmak amacıyla
İsa’nın kişiliğinde bedene bürünmüştür. Bir iman esası olarak kabul gören bu
anlayışın ilk izlerine Flipelilere Mektup’ta (2/6-11) rastlanır. Koloselilere
Mektup (1//14-15) enkarnasyon fikrini İsa’nın “pre-existent (beşerî varlığından
önceki) varlığı ile birleştirir. Yuhanna ise (1/1-5) İsa’nın pre-existent
varlığını vurgulayarak (1/14) bu var oluş biçimini enkarnasyon inancı ile
ilişkilendirir. Matta (1/20-21) ve Luka’da (1/30-36) enkarnasyon fikri yoksa da
Meryem’in bakire olarak İsa’yı doğurması inancı devreye sokularak İsa’daki
ilahlığın varlığına vurgu yapılmak istenmiştir (Demirci, XVIII, 341).
Liberal yorumlara göre Hıristiyanlıktaki
enkarnasyon inancı, Grek geleneklerinden bölgedeki pagan inançlara kadar
uzanılan geniş bir kültürün etkisi altında gelişmiştir. Grekçe konuşan
Yahudi-Hıristiyan çevrelerde Yahudilikteki şahıslaştırılmış hikmet (hokma)
anlayışının Grek felsefesindeki logos ile birleştirilmesi ilk önce İsa’nın
pre-existent bir varlık olarak kabulüne yol açmıştır. Böylece bir bakıma
Yahudilikteki “ezelî Tevrat” anlayışı yerine Hıristiyanlıkta İsa konmuştur. Bu
fikir muhtemelen daha sonraları Gentile Hıristiyanları arasında Tanrı’nın İsa
suretinde bedenleştiği fikrine yol açmıştır (Demirci, XVIII, 341).
Bu görüşün İslâm âleminde ilk ortaya
atılışı ise halife el-Memun[9]
dönemine rastlar. İslâm âleminde Hıristiyanlarla uyum içinde olan bazı aşırı
sapık gruplar da bu görüşü savunurlar. Allah’ın Hz. Ali’ye ve onun soyundan
imamlara hulûl ettiğini iddia eden aşırı Rafızîler ve Allah’ın velilik
mertebesine erdiğine inandıkları kimselere yani Hallâc,[10]
Yunus ve el-Hâkim vb. gibi kendi aralarından bazılarına hulûl ettiğine inanan
bazı aşırı tasavvuf grupları bunlardandır (İbnu Teymiyye, 1986: II, 190). Hulûliye,
inancı günümüzde Nusayriler arasında hayatiyetini sürdürmektedir.
2. Hallâc’ın Hulûl Anlayışı
Hallâc’ın Nuru Muhammed inancı ilk
yaratılışla dolayısıyla Hz. Âdem ile ilişkilidir. Onun, “Hak (yani Allah)
ezele/kendine baktı ve kendinden bütün sıfat ve isimlerini taşıyan yoktan bir suret
çıkardı. O da sonsuza kadar Allah’ın kendi suretini verdiği Âdem’dir.[11]
Âdem’i bu tarzda yaratınca yüceltti, onurlandırdı ve kendine seçti. Böylece
Hakk’ın onun suretinde onda ve onunla ortaya çıkmasından dolayı O oldu.” şeklindeki
sözleri onun Yeni Eflatunculuktan[12]
etkilendiği izlenimi vermektedir (Sarmış, II, 44).
O, Peygamber (s)’in iki sureti
olduğunu ilkinin onun ezelî, kadim nur olanı, ikincisinin de beşer bir
peygamber olarak gönderilen olduğunu söyler. Bu teori daha sonra mutasavvıflar
tarafından geliştirilmiş ve tasavvufun önemli bir esası durumuna getirilmiştir.
Hallâc yaratma ve dinlerle ilgili düşüncelerini de bu nazariye bağlamında
açıklamıştır. Bütün varlıklar ondan zuhur ettiğinden o aynı zamanda varlığın kaynağıdır.
O olmasaydı, hiçbir şey olmazdı (Uludağ, XV, 378-379).
Yine, “Bütün varlıklardan ve
âlemlerden önce o (Hz. Peygamber) vardı, hâlâ da vardır. Delil de medlul
(delilin gerektirdiği şey) de odur. Hakka bağlı ve ondan ayrı değildir.
Akledilenin dışında da değildir. Bütün ilimler onun denizinden bir damladır.
Bütün zamanlar onun zamanından bir saattir. O, haktır ve hakikat onunladır.
Vuslatta evveldir. Nübüvette ahirdir. Hakikat içinde ve marifet dışındadır. Hak
onu halkına teslim etmedi çünkü kendisi O’dur ve ben O’yum, o da O’dur.”
(Sarmış, II, 45) şeklindeki sözleri onun Kur'an-ı Kerim’in asla onaylamayacağı
bir peygamber itikadına sahip olduğunu göstermektedir.
Görüldüğü gibi Hallâc’ın Nur-u
Muhammed anlayışı Kur'an’dan delillendirilemeyecek bir anlayıştır ve başka
kültürlerden etkilenme sonucu ortaya konmuş bir felsefedir.
Hallâc, Allah’ın hulûl ettiği
kimselerin içine kendisini de yerleştirir: “Eğer Allah’ı tanımıyorsanız eserini
tanıyınız. İşte o eser benim. Ben Hakkım.[13]
Çünkü ebediyen Hak ile Hakkım.” Yine başka bir şiirinde şöyle der: “Ben
sevgilimin kendisiyim. O da bendir. Biz bir bedene hulûl etmiş iki ruhuz.”
(Uludağ, XV, 379). Hallâc ve onu izleyen hulûlcüler, Hıristiyanlarınkinden daha
büyük bir küfür içindedirler. Çünkü Hıristiyanlar tanrının hulûlünü sadece Hz.
İsa ile sınırlamışlardır (Sarmış, 46). Bu bakış açısıyla kul ve Rab birbirine
karışmakta ve tevhit ilkesinden uzaklaşılmış olmaktadır.
Sonuç
Hallâc, muhaliflerinin bakış açısı
esas alındığında Kur'an-ı Kerim’e uygunluktan uzak bir felsefeyi dillendirmiş
ve bağlılarını sahih bir din anlayışından uzaklaştırmış tarihi bir kişiliktir.
Fikirlerini daha cazip kılabilmek için insanların gözünü boyayacak sihre dair
bilgiler edinmiş ve kendisinde olağanüstü bir karizma olduğu vehmini yaymaya
çalışmıştır. Kendisinden küfür sözleri sadır olmuştur ancak ölmeden önce gerçekten
nasuh bir tövbe edip etmediğini Allah bilir.
Kaynakça
Ana Britannica, 32 c. Ana Yay., İst., 1994.
Demirci, Kürşat, “Hulûl”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1998.
Eflâkî, Ahmet, Âriflerin Menkıbeleri, (çev: Tahsin
Yazıcı), 2 c., MEB Yay., İst., 1989.
Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l-Muhît,
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995.
Goldziher, İgnaz, İslâm Tefsir Ekolleri, (çev: Mustafa
İslamoğlu), Denge Yay., İst., 1997.
İbnu’l-Esîr, Ebu’l-Hasan
İzzuddin, el-Kâmil Fi’t-Tarih, (çev.
Ahmet Ağırakça ve diğerleri), 12 c., Bahar Yay., İst., 1985.
İbnu Teymiyye, Takıyuddin
el-Harranî Ebu’l-Abbas, İbnu Teymiye Külliyatı, (çev: Sait Şimşek ve
diğerleri), Tevhid Yay., İst., 1986.
_________, Hüseyin b. Mansur el-Hallâc, (çev: Mikail
Bayram), Konya, ts.
Kitab-ı
Mukaddes
Sarmış,
İbrahim, Hz.
Peygamberi Doğru Anlamak, 2 c., Konya, 2005.
Uludağ,
Süleyman,
“Hallâc-ı Mansûr”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1997.
Yavuz,
Yusuf Şevki, “İslâm Düşüncesinde Hulûl”,
İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1998.
[1] İbnu’l-Esîr, Karmatîlerin
kimler olduğuna dair lehte ve aleyhte rivayetler zikreder. Bunlardan birisi
şöyledir. “Karmatîlerin kendilerine has bir mezhebi vardır ve liderlerini şöyle
tasvir ederler: ‘O, Mesih’in davetçilerindendir, İsa’dır. Allah’ın kelimesidir,
Mehdidir. O, Ahmet b. Muhammed b. Hanefiyye’dir. O, Cibril’dir.’ O, Mesîh
İsa’nın kendisine göründüğünü ve şöyle dediğini söylerdi: Sen, davetçi, en
büyük delil ve mucizesin. Sen Salih’in devesi, yeryüzündeki Dabbe ve Yahya b.
Zekeriyya’sın. Sen Ruhu’l-Kudüs’sün.” bkz. İbnu’l-Esîr, VII, 374.
[2] Hulûl akidesi, Şems-i
Tebrizi’de de vardır. Bir gün Mevlana Şems’in hanımı Kimya Hatunu Şems ile
birlikte muhabbet içinde gördüğünde oradan bir süre uzaklaşır. Sona Şems onu
yanına çağırdığında Mevlana, “Kimya Hatun az önce buradaydı, nereye gitti?”
diye sorunca Şems, “Yüce Allah beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma
gelir. Az önce de Kimya Hatun şeklinde geldi.” demişti. Yani Şems’e göre Allah
Kimya hatun’a hulûl etmişti bkz. Eflâkî, II, 57.
[3] Onun bu sözü söylemiş
olamayacağını düşünenler, cezanın dinî değil siyasi olduğunu ifade ederler ve
delil olarak da benzer sözler sarf eden Bâyezid Bistâmî’nin
cezalandırılmamasını getirirler bkz. Uludağ, XV, 378.
[4] İbnu Teymiyye’ye Hallâc hakkındaki
ölüm kararını isabetli bulur. Çünkü Hallâc ona göre bir deccal idi bkz İbnu
Teymiyye, 54-55.
[5] Caiz olup olmaması göz
ardı edilerek ve bir eleştiriye de tâbi tutulmadan, onun kanla abdest alıp,
“Aşk namazı için abdest ancak kanla alınır.” dediği de rivayet edilir bkz.
Uludağ, XV, 379.
[6] Hallâc asılmadan önce
şöyle demişti: “Kanım size helal değildir. Dinim İslâm ve mezhebim sünnet
yoludur. Beni öldürmeniz sizin için yerinde bir davranış değildir. Ben İslâm ve
Ehl-i Sünnet mezhebine dair kitaplar yazdım. Benim kanımı akıtmanızda Allah
benim vekilim olsun!” bkz. İbnu’l-Esîr, VIII, 110.
[7] İbnu Teymiyye, kendisi
hakkında da söylenen bir kerameti şöyle anlatır: “Bazı arkadaşlar başlarına
gelen felaketlerden dolayı benden yardım dileğinde bulunmuşlardı. Bunlardan
biri Ermenilerden, diğeri de Moğollardan korkuyormuş. Gıyabımda benden medet
dilemişler ve uçarak onlara gitmiş ve onları korktuklarından kurtarmışım. Bunu
bana anlattıklarında böyle bir olay yaşamadığımı, herhangi bir problemi de
halletmediğimi söyledim. Bu ancak Allah’a ortak koşmalarından dolayı şeytanın
benim suretimde kendilerine görünmesi olayıydı.” İbnu Teymiyye, 46-47.
[8] Incarnation Hıristiyan
doktrininde Tanrı’nın ete kemiğe bürünüp insan bedenine girdiği ve İsa Mesih
formunda insan olduğu bir anlayıştır. Bu sayede Tanrı’nın Oğlu “teslis”in
ikinci unsuru olmuştur. Mesih gerçekten Tanrı ve insandır. Doktrin, İsa’nın
ilahi ve beşeri tabiatının birbirinden bağımsız olamayacağını vurgular.
[9] Ebu’l-Abbas el-Memun
813-833 arasında Abbasi halifesi idi. 833 yılında Adana’nın Tarsus ilçesinde
ölmüştür. Kur’an’ın mahluk olup olmadığı tartışmaları onun döneminde olmuştur
bkz. İbnu’l-Esîr, VI, 365-372.
[10] Hallâc, oğlu Hamd’ın
anlattığına göre insanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi atıp alt üst
ettiğinden bu adı almıştır. Diğer rivayete göre ise, yaptığı pamuk işi ile
ilgilidir bkz. Uludağ, XV, 377.
[11] Buna delil olarak, “Allah
Âdem’i kendi suretinde yarattı.” şeklindeki hadis gösterilir. Bu hadis,
Allah’ın hiçbir şeye benzemediğini (Şura, 42: 11) söyleyen ayetten ziyade “Ve
Allah dedi: Sûretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım. Ve Allah insanı
kendi suretinde yarattı, onu Allah’ın suretinde yarattı.” şeklindeki Tevrat
(Tekvin, I: 26–27). Ayetleriyle daha uyumludur.
[12] Bu akım, etik ağırlıklı
ve mutlak olanı temsil eden idea kavramı üzerine kurulu Eflatunculuğu 3. yy’da
Plotinos’un canlandırmasıyla ortaya çıkmış, 6. yy. 2. yarısına değin
Hıristiyanlığa karşı bir öğreti olarak gelişmiştir bkz. “Platonculuk”, Ana
Britannica, c. XV.
[13] Hallâc’ın, “Ben Hakkım.”
sözü iyi niyetli bir okumayla “bâtıl olanın zıddı” şeklinde yorumlansa da bu
yorum bile makul değildir. Zira mutlak anlamda hiç kimse kendisini hak olarak
vasıflandıramaz. Belki güzel olan “Hakk’ın yanında” olmaktır. Zaten pratikte de
Hallâc haşa bırakınız Hak olmayı hakkın yanında olmayı bile becerememiştir.
Onun, “İblis’in Adem’e secde etmemesini bir de tevhid, aşk ve fütüvvet
açısından yorumlamıştır. Ona göre İblis Allah’tan başkasına secde edilmemesi
gerektiğini, ilahi takdirin böyle olduğunu biliyor, secde emini bir imtihan ve
zahiri bir husus olarak görüyordu. İblis Allah’a derin bir aşkla bağlı
olduğundan O’ndan başkasının önünde eğilmemiş, secde şerefini yalnız O’na
tahsis etmiştir.” şeklindeki sözleri de bunun kanıtıdır bkz. Uludağ, XV, 379.