Kur'an-ı Kerim’e göre melekler, Rablerini hamd ile tespih ederler ve yeryüzünde yaşayanlar için bağışlanma dilerler (Şura 42/5). Onlar Allah katında değerli kullardır. O’ndan önce söz söylemezler ve onun emriyle hareket ederler (Enbiya 21/26-27). Onlar için Allah’a kulluk etmekte yüksünecek bir durum yoktur (Nisa 4/172). Hepsi, kibirlenmeden Allah'a secde eder (Nahl 16/49).  Onlar Hz. Adem ve eşinin gıpta ettiği ve onlar gibi olmak istedikleri varlıklardır (Araf  7/20). Onlar kâfirleri değil müminleri desteklerler (Tahrim 66/4). Allah’ın izin verdikleri dışında hiç biri konuşamaz. İzin verilen de doğruyu söyler (Nebe 78/38). Kur'an-ı Kerim’in onlara bunca övgüsüne rağmen bu kullarından ikisi Harut ve Marut ile ilgili aşağıdaki ayete meal verme biçimi, onlar hakkındaki bilgilerimizi boşa çıkaracak türdendir:
 “Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi, "Biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” (Bakara 2/102).
Bu ayetin meali Elmalı’lı M. Hamdi Yazır'ın tercümesinden alınmıştır. Ayeti melekleri büyü öğretmekten tenzih etmeyecek şekilde çeviri Ali Bulaç, Y. Nuri Öztürk, Ahmet Davudoğlu, Muhammed Hamidullah ve Muhammed Esed'in meallerinde de tekrar edilmiştir. Ancak bu tercüme tarzı Kur'an bütünlüğüne uymamaktadır. Zira sihir öğretmek ve yapmak inkârcılıktır. Müminler için yasaklandığı ve peygamberlerin uzak durduğu bir eylemi meleklere uygun görmek yanlıştır. Elbette amacımız, ayetin metni müsaade etmemesine rağmen tevil yaparak zanna tabi olmak değildir. Ancak metin Kur'an bütünlüğüne uygun olarak anlamaya da müsaitse o zaman sihir ve melek kavramlarına ait bütünlüğü bu ayet temelinde bozmak da makul değildir.
Ayetin konusu şeytanlar ve onlara uyan Yahudiler ile Hz. Süleyman’a ve Harut ile Marut adında iki meleğe atılan büyücülük iftirasıdır. Şeytanlara uyan  kimseler Hz. Muhammed (s)’in Hz. Süleyman’ı peygamber zannetmekle yanıldığını iddia ediyorlardı. Bunda Hz. Süleyman’ın rüzgârlara hükmedebilmesi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar yanında bulması, karıncalarla konuşması, kuşlara hitap etmesi ve onları görevlendirebilmesi gibi olağanüstü nimetlere sahip olması vb. mucizeleri “büyü” olarak kabul etmeleri etkili olmuş olabilir. Çünkü inkârcılar her dönemde peygamberlerini “büyücülük” ile suçlamışlar, gördükleri mucizeleri inkâra ve vahyi yalanlamaya meyletmişlerdir. Niyetleri insanları tevhit dininden uzaklaştırmaktır.
Süleyman (a)’ın hükümdarlığı hakkında Yahudi bilginler, şeytanların uydurup naklettikleri büyülere uydular. Oysa Hz. Süleyman kâfir olmamıştı. Büyü yapmamış, öğrenmemiş ve büyücü olmamıştı. Çünkü büyü küfürdür. Fakat o şeytanlar büyü öğrettikleri için küfre gittiler. İnsanlara büyüyü aktarıp öğretenler şeytanlardır. Kur'an-ı Kerim’de bütün peygamberler Hz. Süleyman gibi büyücülükten yani göz boyayarak insanları kandırmaktan tenzih edilmiştir.
Bu ayette iki paralellik söz konusudur. Birincisi Hz. Süleyman’ın büyücü olmaması ile Harut ve Marut’un büyücü olmamasındaki paralellik; ikincisi de büyü yapan şeytanlar ve onların izinden giden Ehl-i Kitap’ın peygamber ve melek telakkilerindeki ortaklıktır. Bunu şöyle bir tabloyla göstermek mümkündür.
SİHİR

Şeytanlar  (Görünen, görünmeyen, insan ya da cinn)
Büyü yapmak ve öğretmek
Kâfir
Ehl-i Kitap
Sihir öğrenmek, öğretmek, kullanmak
Kâfir



Süleyman (a)  (ve tüm elçiler)
Sihirbazlık yapmaktan, öğretmekten uzak
Mümin
Harut ve Marut Diğer tüm melekler ya da  salih kullar
Sihirbazlık yapmaktan, öğretmekten  uzak
Mümin

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Kur'an-ı Kerim’in sihri ve sihir yapanları değerlendirme tarzını Harut ve Marut adlı iki melekten Kur'an’ın bahsetme gerekçesini ve son olarak da ayetten aslında neyin kast edildiğini ortaya koymak ufuk açıcı olacaktır.

A. Sihir nedir?
ﺭ-ﺡ-ﺱ kök harflerinden oluşan sihir (büyü), kabarmak, yükselmek, ölçüyü aşmak, kopmak, kandırmak, terk etmek, (Firuzâbâdî, 1995: 365), sihirbazın eliyle gizlice yaptığı şeyden gözleri uzak tutarak gerçekleştirdiği türden kandırmaca ve aslı olmayan hayali şeyler (Rağıb, 226), hile ve gösteri ile mesela demir ya da bakırı gümüş veya altın ile kaplayarak insanları kandırma örneğinde olduğu gibi aldatmak, (Kurtubî, 1995: I/2, 42), uzaklaştırmak, yönünden saptırmak, gönlünü çelmek,[1] vesvese, rahatsızlık,[2] yıldızların özelliklerinin insana olan etkisi iddiası üzerine bina edilen tılsım, (Kurtubî, 1995: I/2, 43), bir şeyin, bir kimsenin gözüne ve o şeyin gerçekliğine zıt bir şekilde görünmesi (Taberî, 1995: I, 648), sebebi gizli kalan, hakikatinin dışında görünen tüm işler (Râzî, 1997: I, 619;  Munavî, 1410 (h): 399), gerçekliği olmayan şeyleri göstererek insanların duyularını etkileme (Tabatabaî, VIII, 226) olarak tanımlanmıştır. Sihir hakkında, “O sabittir ve bir hakikati vardır. Olmasaydı, öğretimi de mümkün olmazdı.”[3] denilse de bu sabitliğin ve hakikatin kandırmaca ve hakikat dışılık (Kâsımî, IX, 3413), üzerine kurulu olduğu kabul edilmelidir. Sihrin hakikati olsaydı insanların gözlerini değil kalplerini büyülerdi.[4] Şeytanın yardımıyla yine şeytana yaklaşma olan sihir, insanların, aslında gördüğü gibi olmayan bir şeyi, gördüğü gibi zannetmelerine yol açan ve gözü etkileyen bir şeydir (İbnu Manzur, IV, 348). Sihir gözleri büyüleyip, bir şeyi olduğundan başka göstererek onun insanlar tarafından doğru algılanmasını engellemeye çalışmaktır.[5] Peygamberler ise büyücülerden farklı olarak mûcizelerini göstererek akılları hayrette bırakırlar. Böylece, gördüğünü idrak edip kabul etmekten başka çaresi olmadığını anlayıncaya kadar aklı ihata ederler (Abduh, 1986: 153. Oysa sihir türü şeylerin, cismin ve cismî güçlerin hareketini aşan haller olduklarını kabul etsek bile yine de onlar mümkinat alanı dışına çıkamaz, mûcizelere benzetilemez ve kıyaslanamaz.

B. Melekler ve Sihir
Üzerinde durduğumuz ayette (Bakara 2/102) bahsedilen şeytana tabi olan kimseler, Musa’ya indirilen Kitabı arkalarına atan bir grup Yahudi din adamıdır. Bu, siyaktan anlaşılmaktadır. Allah, sihir öğretme işini Hz. Süleyman’a yakıştırmaz bilakis büyünün “küfür” olduğunu ifade eder. Ancak büyü öğrenme ile yapma arasında bir fark olduğunu düşünerek büyü öğretmeyi küfür olarak görmeyen bakış açısı da mevcuttur. Ebu Nuvas’ın bir mısraı bu bakış açısını yansıtmaktadır:

araftu’şerra la li’şerri lakin litevaqqihi
Şerri kötülük için değil ondan sakınmak için öğrendim.

Bu anlama biçimine göre, iki meleğe indirilen Allah tarafından imtihan aracı olarak gönderilmiştir. Büyüyü öğrenen ve yapan kâfir olur. Ne var ki zararından korunmak amacıyla öğrenen kimse mümin olarak kalır (Zemahşeri, 1995: I, 172). Allah bu iki meleği sihrin mahiyetini anlatmaları amacıyla göndermiştir (Razi, 1997: I, 631). Süleyman (a)’a verilen olağanüstülükler ile sihir arasındaki fark ortaya konmalıdır ki halkın bu konuda kafa karışıklığı yaşaması engellenmiş olsun. Nasılsa “hayr ve şer” Allah’tan gelmektedir. Büyü hakkında bilgi indirilmesi, zina, içki vb., mefsedet unsurları hakkında bilgi vermek gibidir. Büyü bu günahlardan biridir (Taberî, 1995: I, 635).
 “Öğrenme” ile “yapma” arasındaki bu ayrım Kur’an’dan çıkarılamaz zira şeytanların kâfir olmaları büyü öğretmeleriyle de ilgilidir. Yani Kur’an büyü öğretmeyi o kadar da masumane göstermemektedir. Bununla ilgili başka bir örnek de verebiliriz. Kumarın zararlı olduğunu öğretmek iyidir ancak kumarın zararlarını anlatmak için kumar oynamayı öğretmek ve insanlara öğrettikten sonra “bunu yapmayın” demek ne kadar doğru bir tutum olur? Aynı mantıkla gidilirse, gayr-i ahlaki unsurların zararlarını anlatırken ayrıntılarıyla anlatmak da meşru olmaz mı? Halbuki Rabbimiz Lut toplumunun sapkınlığını uygun bir dille ifade etmiş ve yanlışın ne olduğu herkesçe malum olmuştur. Bir günahın öğretilmesinde ayrıntıya gerek yoktur ve belki de zarar vardır. Çünkü ayrıntıya girmek kötülüğün yaygınlaşmasına hizmet edecektir. Bu nedenle Harut ve Marut’a büyü ile ilgili bilgileri içeren vahiy gönderildiğini kabul etmek pek makul değildir. Büyünün zaten şeytanlar tarafından öğretildiği bir ortamda iki meleğin bu ifsada ortak kılınması şeklinde bir düşünce doğru değildir. Meleklerin büyü öğretmesini her şeyin Allah’ın yaratması bağlamında da alamayız. Zira Allah’ın kötü bir şeyin yaratıcısı olmasıyla yani o şeyin vuku bulmasına izin vermesiyle, o şeyi öğretmek üzere melekleri –imtihan için bile olsa- görevlendirmesi aynı değildir.
Harut ve Marut’un büyü öğreterek kendilerini fitne aracı olarak göstermelerini yani imtihan aracı olduklarını söylemelerini, sivil polislerin rüşvet alan memurları yakalamak için baş vurdukları yollara benzetmek de tutarlı değildir (Mevdudi, 1986: I, 88). Çünkü sivil polisler hiçbir suçluyu “Bakın biz sivil polisiz dikkatli olun.” diye uyarmaz. 
Harut ve Marut’un iki melik (insan) olduğu şeklinde değerlendirmeler de mevcuttur (Ali, 1983: 45; Doğrul, 1934: 30). Ancak onların iki melek oluşunda bir problem yoktur. Zaten Allah insanoğluna meleklerini gönderirken, görünmelerini dilemişse, insan şeklinde göndermiştir. Hz. İbrahim ve Lut peygambere gönderilenler buna örnek olarak verilebilir. Onların iki melek olduğu şeklindeki kıraat bir anlama problemine yol açmamaktadır. Ancak kelimeyi "melikeyni” şeklinde okumak yani iki “kişi” olarak anlamak da caizdir.
Allah’ın bu iki meleğe küfür olarak tanımladığı bir ilmi insanlara öğretsinler diye indirmesi söz konusu olamaz. Allah, kötü olan şeylerin nasıl tespit edileceğine dair genel ilkeleri ve akıl ile tespit edilemeyecek bilgileri verir. Bu anlamda müminlere tefecilik, hırsızlık, hortumculuk, tuzak kurma vb. yöntemler  anlatmaz bunların kötü olduğunu söyler. Yani şerri tüm ayrıntılarıyla ortaya koymaz ancak insanların tanımalarına yardımcı olur ve inananları, onu ortadan kaldırmak için mücadeleye davet eder. Düşmanın silahıyla silahlanmalarını istemez.

C. Ayetin Grameri ve Büyü
Büyünün bu iki meleğe indirildiği iddiası tabi ki baştan savma yorumlara bağlanamaz. Ayete yukarıda mealini verdiğimiz şekilde anlam vermek de mümkündür. Zira   وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ  ifadesindeki “ma” Arapça’da hem nafiye (olumsuzluk edatı) hem de mevsule (bağlaç) olarak kullanılmaktadır. Bu ayette belki de en çok anlama problemi bu edatın kullanımında hangi anlamın tercih edileceği ile ilgilidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bu edatı bağlaç olarak görmek melekleri büyücülük öğretmeni olarak kabul etmek anlamına gelir ki melekler şerri öğretmekle görevlendirilmezler.[6] Peygamberler de öyledir. Ancak bu edatı olumsuzluk belirten anlamı ile ele alırsak o zaman Allah’ı büyüyü indirmekten ve meleklerini de öğretmekten tenzih etmiş oluruz.[7] Zaten Kur'an, büyücülüğün, yüce Allah tarafından Babil kentinde yaşayan iki meleğe, yani Harut ile Marut'a indirilmiş olduğunu reddetmektedir (S. Kutub, 1991: I, 146).
Sihir öğretmelerinin söz konusu olmadığı görüşü temel alındığında insanların da onlardan bir şey öğrenmedikleri doğal sonuç olarak çıkmaktadır. Ancak Arapça dilbilgisi kurallarına göre ﻑ harfi neden belirttiğinde fiilin sonunu nasb eder. Bu ayeti anlama tarzımız ise bu kurala uymaz gibi gözükmektedir. Ne var ki, bu harfin sebep ifade ettiği her bağlamda bu kural geçerli değildir.[8]

Sonuç
Harut ve Marut adında iki meleğe Allah tarafından sihrin indirildiğini, onların insanlara bunu öğrettiğini ondan sonra da, “Sakın ha yapmayın!” dediklerini düşünmek mümkün değildir. Zira bu tavır Kura'n-ı Kerim’de ifade edilen Allah’ın ve meleklerin özelliklerine yakışmaz. Her ikisini de büyü öğretmekten tenzih etmemiz gerekir. Çünkü büyü öğretmek şeytanın işidir. Harut ve Marut’a büyüye dair hiçbir şey indirilmemiştir. Vahyi bilgi, sapkınlıkları ayrıntılı anlatıp daha sonra da, “Bunu yapmayın.” demek yolunu tutmaz. Hakkı açık olarak anlatır. Bâtılın yaklaşımlarını genel olarak verir.
Bu yaklaşımımız sonucunda Bakara 2/102 ayetini aşağıdaki gibi çevirmenin uygun olacağı kanaatindeyiz:
“Şeytanların Süleyman’ın mülküne dair okuduklarına uydular. Süleyman kâfir olmadı ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir oldular. Babil’deki Harut ve Marut adlı iki meleğe bir şey indirilmemişti ve hiçbir kimseye bir şey öğretmiyorlardı ki,  “Biz fitneyiz kâfir olmayın.” desinler de (insanlar onlardan) karı ile kocanın arasını açan şeyleri o ikisinden öğrensinler. Halbuki büyü ile Allah’ın izni olmadan kimseye zarar veremezler. Kendilerine zarar ve fayda vermeyen şeyleri öğreniyorlardı. Sihri satın alanların ahirette bir nasiplerinin olmadığını gayet iyi bilmektedirler. Kendilerini sattıkları şey ne kötüdür. Keşke bilseler.”
Allah her şeyin en iyisini ve doğrusunu bilir.
                                                                  Murat Kayacan
Kaynakça
Ali, Yusuf, The Holy Quran, 14. bs., Aman Corp. Yay., USA, 1983.
Doğrul, Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, İst., 1934.
Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l-Muhît, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995.
İbnu Manzur, Ebu’l-Fazl Cemâluddîn, Lisânu’l-Arab, Daru Sadr, Beyrut, ts.
İsfahâni, Rağıb, el-Müfredât fî Ğâribi’l-Kur'an, Daru’l-Marife, Beyrut, ts.
Kâsımî, Muhammed Cemâlu’d-Din, Mehâsinu’t-Te’vil, 17 c., Daru İhyai Kütübi’l-Arabiye, Kahire, ts.
Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi’ li Ahkâmi'l-Kur'an, 11 c., Daru’l Fikr, Beyrut, 1995
Kutub, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst., 1991.
Munavî, Muhammed Abdurraûf , et-Tevkîf alâ Mühimmâti’t-Teârif, Daru’l-Fikri’l-Muâsır, Beyrut, 1410 (h).
Râzî, Fahruddin, et-Tefsîru’l-Kebir, 2. bs., 11 c., Daru İhyai Turasi'l-Arab, Beyrut, 1997.
Tabatabaî, es-Seyyid Muhammed Hüseyin,  el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Daru’l-Kütübi’l İslamiye, Tahran, ts.,
Taberî, Muhammed bin Cerir, Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 15 c., Daru'l Fikr, Beyrut, 1995.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil,  4 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1995.




Yazı Künyesi! Murat Kayacan, “Melekler Sihir Öğretir mi?” Haksöz Dergisi, Sayı:158-159      Mayıs-Haziran 2004.
[1] Gaznevî el-Hanefi, bunu  Mutizile’nin görüşü olarak nakleder bkz. Kurtubî, I/2, 43. İftiraya da sihir denebilir çünkü o da sihir gibi eşlerin ya da birbirini sevenlerin arasını açar bkz. Hakemî, Hafız b. Ahmed , Meâricu’l-Kabuli bi Şerhi Silmi’l-Vusûli ilâ İlmi’l-Usûl, Daru İbni’l-Kayyım, Demam, 1990, II, 564.
[2] Muhammed b. İdris eş-Şafi’den naklen bkz. A.y.
[3] Bu görüş Ehl-i Sünnet’in çoğunluğuna aittir bkz. Kurtubî, I/2, 45. Kurtubî de bu görüştedir, Kurtubî, I/2, 43.
[4] Kâdî’den naklen bkz. Râzî, V, 334.
[5] Vahidî’den naklen bkz. Râzî, V, 335.
[6] Belki burada Hz. Musa’nın rastladığı kendisine ilim verilen kimsenin Allah’tan aldığı emirle bir çocuğu öldürmesi nasıl mümkün oluyorsa bunun da mümkün olacağı akla gelebilir. Ancak o kimsenin yaptığı iş, ölüm meleğinin yaptığı iş gibi olup, çocuğun eceli ve Allah’ın o çocuk ile ana-babasının iyiliği için takdir ettiği bir şeydir.
[7] Kendisi katılmasa da Tabatabai, مَا edatını olumsuzluk anlamında alanlar olduğunu söyler bkz. Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, 20 cilt, Dar’ul-Kütübi’l İslamiye , Tahran, 1397 (h), 235.
[8] Örneğin dini yalanlayanlar için “Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.” (Mürselat 77/36) denilmektedir.  Bu ayette de ﻑ neden göstermekte ama fiili nasb etmemektedir. İfade tarzı açısından Harut ve Marut ile ilgili ayeti anlamlandırma tarzımız Mürselat suresindeki bu ayetle uyum arz etmektedir.