Kur'an'da kafirlerin kurdukları tuzaklar 
Kur'an'da tuzak; mekr ve keyd kavramlarıyla ifade edilir. Mekr karanlık, gizli hissedilmeyecek hile ile diğerini zarara uğratmak olarak anlaşılmış kelimelerdir. Ancak mekr bir işi gizli yapmaktır yoksa her gizli yapılan iş kötü değildir. Sonraları genel örfte kötü bir anlam kazandığı için bazı müfessirler (Elmalı'lı, IV, 2397) Allah'ın tuzak kurucu olduğunu Kur'an-ı Kerim'e rağmen söylenemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Onlar için tuzağı Allah'a izafe etmek bir müşkildir. Halbuki onlar kelimenin etimolojisine baksalardı, kelimenin kötülük ya da iyilik için gizli işler yapmak olduğunu fark edeceklerdi. Gizli olarak hayır veya şer için çalışma anlamı dikkate alındığında iyilik için gizli faaliyette bulunma kemalin zirvesine çıkmak demektir. Bunun için Allah, kötü işler için gizli etkinlikleri tahkir etmiştir. (35/10,43) Benzer şekilde keyd kelimesi de hak ya da batıl konusunda bir organize gerçekleştirilmesi, planlama yapılması anlamındadır. Kafirler şer konusunda plan kurarlarken Allah da hayır konusunda planlar yapmaktadır. Bu nedenle O yeryüzünü ifsad edenlerin faaliyetlerini başarıya erdirmez. Allah onların tuzaklarını boşa çıkarır ve dostlarına yardım eder. Kafirler istemese de nurunu tamamlar. (el-Meydani, 454-456)
Kur'an-ı Kerim'de kafirlerin kurduğu komplo türleri gösterilmiş ve yüce Allah'ın ve peygamberler ile birlikte müminlerin bunlara karşı nasıl bir eylemlilik içinde bulundukları ifade edilmiştir. Bu konudaki Kur'an-ı Kerim'in yaklaşımını ortaya koymak günümüz problemlerine de ışık tutacaktır. Ancak bu yazımızda kafirlerin kurdukları komploları ele almakla yetineceğiz. Tuzaklar karşısında Allah'ın ve müminlerin tavrını başka bir yazıda ele almak daha isabetli olacaktır. İnsanların refahı fazlaca elde etmeleri genel itibarıyla onları Allah'a itaatten uzaklaştırmakta, Allah'ın verdiği imkanları kendilerinden bilerek İslam'a karşı komplolar kurmaktadırlar. Hz. Muhammed dönemindeki müşrikler uğradıkları kıtlık ardından dolaplar çevirmeye başlamaları da buna güzel bir örnektir: "İnsanlara dokunan bir zarardan sonra, kendilerine bir rahmet tattırırsak hemen ayetlerimiz hakkında hile kurarlar. De ki: Allah'ın hilesi daha çabuktur. Elçilerimiz sizin hilelerinizi yazıyorlar." (Yunus10/21) Müşrikler kıtlık olunca tanrılarından yardım istemiş ancak talepleri boş çıkmıştı. Güya onları Allah ile aralarında şefaatçi bellemişler ve onların sahte kutsiyetlerine yönelttikleri dilekler güya kıtlığın üzerlerinden kalkmasını sağlayacaktı. Fakat daha ilk tecrübelerinde ilah diye isimlendirilenlerin kesinlikle hiçbir güce sahip olmadığını bizzat öğrendiler. Bu yüzden tüm kudretin Allah'ın elinde olduğuna ikna olunca O'na döndüler ve O'ndan yardım istediler. Bu tecrübe Hz. Muhammed'in (sav) mesajının hak olduğuna onları inandırmaya yetmeliydi zira Resulullah (sav)'in öğrettiği temel gerçek zaten buydu. Şu ayetten ders çıkaracak yerde, kıtlık atlatılır atlatılmaz ve gökten bereketli yağmurlar iner inmez gerçeği saptırmak için düzenler kurmaya başladılar. Kıtlığın sebebiyle ilgili türlü düzme açıklamalar getirmeye yeltendiler ve bu düzmeler, sonunda tevhit öğretisinden kaçıp şirklerine yapışmalarıyla neticelendi. Bu ayet, kıtlık gibi büyük bir işaretten ders almayan bir topluluğu, hiçbir işaretin (ayet) ikna edemeyeceği anlamını içerir. Bu yüzden onlara herhangi bir ayet (işaret, mucize) göstermenin bir yararı yoktur. (Tefhim, II, 303)

A. Kimler İslam'a karşı tuzak kurar?
Rabbimiz her bölge ve zamanda toplumun ileri gelenlerinin İslam'a karşı hile ve entrikalar içinde olduklarını zikretmektedir: "Böyle her ülkede oranın büyüklerini orada tuzak kursunlar diye, oranın suçlu günahkarları kıldık. Halbuki bunlar, tuzağı başkasına değil kendilerine kuruyorlar da farkına varmıyorlar." (6/123) Ayette bahsedilen komplo sahipleri Hz. Hud'a karşı olanlardır. Ancak Rabbimiz onların tavırlarından yola çıkarak bir genellemede bulunmuştur. Bu tür kimseler, kendilerini aldatıyorlar da farkında değiller. Bilmiyorlar ki halkın zararı kendi zararlarıdır. Memleketin zararı herkesten evvel başında bulunanların zararıdır. (Elmalı'lı, III, 2046) Bilmezler mi ki Allah aldanmaz. Onlar hakka tuzak kurmaya çalışırlar da onun akıbeti onları kuşatır. Küçük büyük her toplumda kendilerini toplumun üst tabakasında kabul eden bolluk içinde yaşayan insanlar vardır. Bunla kendilerinde diğer insanların hayatlarını belirleme ve onlar üzerinde hakim olma hakkının olduğu görüşündedirler. Bundan dolayı din, siyaset, toplum ve ekonomi alanlarının her birinde her türlü hile araçlarını kullanarak diğer insanlara şerrin en kötüsünü, hayrın ta kendisi olarak takdim ederler. Ancak sonunda iş öyle bir hal alır ki, toplumun bütününe yayılan şer, sonunda onu topluma sokan bu insanları da kuşatıverir. Çünkü bu şer yöntemleri hep onları bulanın elinde kalmaz. Bir müddet sonra tamah ve menfaatleri diğer insanlarınkiler ile çatışan başka insanların eline de geçer. Bu defa bu yeni şer kuvvetler, eskilerinin diğer insanlara yaptıklarını onlara yaparlar. Böylece bu şer güçler birbirini takip eder gider. Ancak sonunda ne olur? Bu suçların sonu nereye varır? Bütün bu şer güçler er veya geç Allah'ın huzurunda toplanacaklardır. İşte o zaman hepsi, aslında kendi kendilerine zarar verdiklerini ve kendilerini kendi elleri ile hüsrana soktuklarını anlayacaklardır. İnsanlara karşı işledikleri suçlarda kullandıkları yöntemler tümüyle aleyhlerine dönmüştür. Birden kendi kendilerini ateşle yüz yüze bulurlar. Evet, yaptıklarının karşılığı olarak yarın karşılarına çıkacak olan gerçek budur. Fakat onlar bunun farkında değillerdir. Bu yaptıklarının kendilerini bekleyen dünyadaki ve ahiretteki sonuçlarından gafildirler. Kafirlerin hakikat mesajını alt etmek için tertip düzenlemeleri, hakikatin sesini boğmak için şirretlik düzenbazlık ve işkence benzeri faaliyetlerde bulunmaları, önceki kavimlerden pek farklı bir şey yapmamaları ve (Tefhim, II, 498) öncekilerin de Allah'a peygamberlerine, kitaplarına, müminlere, karşı entrikalar çevirmiş olmaları bir başka ayette şöyle ifade ediliyor: "Onlardan öncekiler de (peygamberlerine) tuzak kurdular. Fakat bütün hileler(in cezası) Allah'a mahsustur. Herkesin ne yapacağını O bilir." (Rad 13/42) Fakat neticede bütün planlar ancak Allah'ındır. Allah'ın planına karşı diğerlerininki hiçtir. Halbuki Allah tealanını ilm-ü kurdeti altında vuku bulduğu için tuzak yapanların yaptıkları da bir kazançtan başka bir şey değildir. Bütün halk-u tesir Allah'tandır. Bu suretle onlar tuzağa çalışırken evvel emirde kendilerini aldatmış olurlar. (Elmalıl'lı, IV, 3005-3006) Onların bir diğer özelliği de Allah'ın tuzağından emin olmalarıdır: "Onlar Allah'ın tuzağından emin midirler? Hüsrana uğrayan toplumlardan başkası Allah'ın tuzağından emin olmaz." (Araf 7/99) Planın ansızın uygulamaya konuluncaya kadar her şeyin iyi ve yolunda gittiğini sanıp duran bir kimse aleyhinde hazırlanmış gizli bir plan söz konusudur. (Tefhim, II, 67) Firavun toplumunun üzerindeki Hz. Musa'nın etkisini görünce nübüvvete gölge düşürmek için Musa'ya inananların bir delilden dolayı değil, Musa ile yaptıkları bir plandan ötürü iman ettiklerini söylüyor. (er-Razi, V, 322) Allah Teala kafirlerin kurdukları tuzak biçimlerine örnek olarak suikast, gece baskını, öldürme, hapsetme, sürgün etme ve kadını zikrediyor. Şimdi bunları ele  alalım.

B. Kafirlerin Kurdukları Tuzak Türleri
1) Suikast
Suikast rakiplerini fikren alt etme imkanı olmadığında gerçekleştirilir. Bunu fark eden İsrailoğulları da Hz. İsa'ya böyle bir komplo düzenlemeye çalışmışlardır. "Onlar tuzak kurdular. Allah da onlara tuzak kurdu."(3/54) Onlar zulüm ile İsa'yı ve tevhit dinini kaldırmak için hile kuruyorlardı. (Razi, III, 236) Kendi peygamberleri İsa'ya inanmayan Yahudilerin tezgahladığı tuzak gerçekten enine boyuna büyük bir tuzaktır. Yahudiler İsa'ya ve erkek eli değmemiş olan annesine iftira ettiler. Bir ara Meryem ile evlenmek isteyen fakat İncillerinde belirttiği gibi, O'nunla evlenmeyen Yusuf en-Neccar ile ilişki kurmakla suçladılar. Onu yalancılık ve sihirbazlıkla itham ettiler. Kendisini Roma İmparatoru Platos'a jurnallediler. Hz. İsa'nın halkları hükümete karşı ayaklandıran bir anarşist olduğunu ileri sürdüler. Halkların inançlarını sarsan ve karıştıran büyücü biri olarak göstermeye çalıştılar. Nihayet, kral O'nu kendi elleriyle cezalandırmaları için Yahudilere teslim etti. Platos putperest olduğu halde, adamın bu suçu işlemiş olduğunu gösteren hiçbir şüphenin izine rastlamamıştı. Bu onların kurdukları desiselerden sadece bir tanesidir. (Fizilal, II, 92)

2) Sözlü tuzaklar
Kafirler batıl ve habis (çirkin) söz ile hak sözü susturmak isterler. Batıl sözü yükseltmek için her yola başvururlar. (Tefhim, IV, 489) Bu nedenle onlar ilahi tehdit ile karşı karşıyadırlar: "Kötü hileler kuranlara gelince onlara şiddetli
bir azap vardır. Bunların (düzenlediği) azabın kendisi mahvolur." (Fatır 35/10) Onlar bu komplolarını sahte şöhret kazanmak, asılsız üstünlük sağlamak için kurarlar. Fakat yüce Allah'a yükselen, güzel söz olduğu gibi, O'nun kendi katına çıkardığı birikim de iyi ameldir. Geniş ve kapsamlı anlamı ile itibar ve üstünlük bunlar sayesinde kazanılabilir. Gerek söz ve gerekse davranış biçiminde kötü amaçlı komplo ise itibara ve üstünlüğe ulaştırıcı bir yol değildir. Gerçi bu yöntemle kimi zaman azgın ve zorbalar bir güç kazanılabilir. Fakat bu kaba güç kısa ömürlüdür, kısa sürede yok olmaya mahkumdur. (Fizilal, VIII, 426) Onlar sözlü tuzaklarıyla insanlar arasında vahye karşı şüphe tohumları ekiyorlardı: "Bize ancak bu dünyadaki hayat vardır."(Enam 6/29) "Ufalanmış kemikleri kim diriltir?"(Yasin 36/78) "İlahları tek bir ilah mı yaptı?" (Sad 38/5) "Bu Kuran şu iki şehirden büyük bir adama indirilseydi ya"(Zuhruf 43/31) "Bu Kuran, eskilerin masallarıdır, yazdırmış sabah akşam ona okunuyor."(Furkan 25/5) şeklindeki ifadeler onların bu tarz komplolarını gayet güzel yansıtmaktadır.

3) Gece Baskını
Zorba iktidar sahipleri ellerindeki güç ve tuzaklara ne de çok güvenir, onlarla kendilerini aldatırlar. Ama her şeyden haberdar olan ve her şeyi gören yüce gözetleyiciden gafildirler. Bunların kullandıkları komplolardan biri de gece
baskınıdır ve Hz. Salih kıssasında somutlaşmaktadır: "(Salih'in bulunduğu) Şehirde dokuz çete lideri vardı ki, bunlar yeryüzünde fesad çıkarıyorlar, iyiliğe yanaşmıyorlardı. Allah (adı) ile yeminleşerek dediler ki: "Salih'e ve ailesine bir gece baskını yapalım. Sonra velisine yemin ederek, biz onun helakına şahit olmadık. Bizim sözümüz sözdür, doğru söylüyoruz, deriz". Onlar böyle bir tuzak kurdular. Halbuki onların haberi olmadan biz de onların hilelerine mukabele ettik." (Neml 27/48-50) Bu dokuz kişinin kalpleri bozgunculuk ve bozukluk ile dolup taşmıştır. Artık orada düzelme ve düzeltme için hiçbir imkan kalmamıştır. Onun için Hz Salih'in çağrısından ve davasından rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle, onlar kendi aralarında bir komplo hazırladılar. Hayret ki onlar kötü olduğu kadar çirkin de olan bu planlarını yaparken birbirlerini Allah'ın adına yemin etmeye çağırıyorlar. Bu çirkin plan da kendilerinin sadece Allah'a kul olmaya çağırmaktan başka suçu olmayan Hz. Salih ve ailesinin gece karanlığında öldürülmesiydi. Bu yüzeysel bir oyun ve basit bir tuzaktır. Ne var ki, onlar kendilerini bununla tatmin ediyorlar. Yalanlarının kılıfını hazırlıyorlar. Onları böyle bir yalana iten sebep Hz. Salih'in ve ailesinin kan davasını güdecek olan akrabalarından kurtulmaktı. Evet bu tip insanların doğru sözlü olduklarını lanse etmeye bu kadar özen göstermeleri hayret vericidir doğrusu. (Fizilal, VIII, 38) Fakat insanın içi, kalbi saptırmalar ve çelişkilerle doludur. Özellikle insan doğru yolu çizen imanın aydınlığı ile yolunu belirlemediğinde bu saplantı ve çelişkiler daha da yoğunlaşır. Bütün işlerin dizginini elinde bulundurup onların hepsini kıskıvrak yakalayan yüce güçten habersizdirler.

4) Hapis, Öldürme veya Sürgün
a. Hapis ve Öldürme
Kuran-ı Kerim, kafirlerin kurdukları komplo türlerinden üçünü bir ayette birlikte zikreder: "Bir vakit o küfredenler, seni tutup hapsetmek veya öldürmek yahut Mekke'den çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlardı ama Allah da karşılığını kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfal 8/30) Mekke'de Peygamberimiz (SAV)'e yönelik olarak müşriklerin böyle niyetleri vardı. Allah'ın, tuzakçıların gaybi tuzaklarına yine gaybi ve ani tarzda tuzak suretinde gelip bastırıvermesi açısından bir benzerliktir. Onlar Resulullah (sav)'i açıkça öldürmenin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Tutup bağlamak veya öldürme konusunda arzularını gerçekleştiremediler. Sonuncu tuzakları ise onu Mekke'den sürmekti. Dar'ün-Nedve'de yapılan tartışmalar bu yöndeydi.
Bu tuzak, Kureyşliler Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret edeceğini öğrendiklerinde kurulmuştur. Müşrikler, Hz. Muhammed (sav)'in Mekke'den hicret etmeyi başarırsa, ulaşamayacakları bir yere gitmiş olacağını ve engellenemez bir hal alacağını hissetiler. Bu nedenle, onunla ilgili kesin bir arara varmak amacıyla ileri gelen liderler Dar'un Nedve'de toplandılar. Bazıları onun zincire vurulup ömür boyu hapsedilmesi gerektiği görüşündeydiler. Fakat bu görüş kabul edilmedi, çünkü arkadaşlarının onun davasını yürüteceğinden ve güç kazanır kazanmaz hayatları pahasına da olsa onu kurtarmaya çalışacaklarından korktular. Bazıları da onun Mekke'den sürülmesi gerektiğini öne sürdüler. Çünkü bu en azından kendi aralarında yarattığı "karışıklığa" bir son verecekti. O zaman onun nerede yaşadığı ve ne yaptığı kendilerini ilgilendirmeyecekti. Fakat Kureyşli liderler bu görüşe karşı çıktılar ve şöyle dediler: "Bu adamın çok etkileyici bir konuşması ve kalpleri kazanma yeteneği vardır. Eğer buradan ayrılırsa başka Arap kabilelerine gider, onları kendi tarafına çeker ve güçlendikten sonra tekrar dönüp Mekke'ye saldırır." En sonunda Ebu Cehil kendi planının öne sürerek şöyle dedi: "Her aileden genç, soylu ve güçlü bir adam seçelim. Onlar hep birden saldırıp Muhammed'i öldürsünler. Böylece kan diyeti bütün Kureyş kabileleri arasında ortak olacak ve Muhammed'in ailesi olan Benu Abdi Menaf oğulları bütün kabilelerle savaşmaya güç yetiremeyeceği için kan diyetini para olarak kabul etmek zorunda kalacaklardır." Bu plan oy birliği ile kabul edildi. Belirlenen bir zamanda onu öldürecek gençler seçildi. Bu gençler onu öldürmeyi planladıkları gece belirlenen yerlerini aldılar. Fakat Hz. Muhammed (sav) bunu önceden haber alarak sağ salim Mekke'den ayrıldı. Böylece onların planları suya düşmüş oldu. (Tefhim, II, 153) Buna benzer bir durum ile Hz. Musa da karşılaşmıştı. Ona "Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. 'Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarından görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum' dedi." (Kasas 28/20) Hiç kuşkusuz kudret eli, iradesini yerine getirmek için gerektiği anda hemen devreye girer, açıkça olaya müdahale eder. Firavun'un çevresinden, hükümet üyelerinden ve kendisine yakın olanlardan oluşan bu ileri gelenler bunun Musa'nın işi olduğunu öğrendikleri, Musa'nın gerçekleştirdiği bu eylemdeki tehlike sinyalini algıladıkları kuşkusuzdur. Çünkü bu eylem özü itibarıyla bir başkaldırı, bir direniş ve ezilen İsrailoğulları'na yardım niteliğindedir. Şu halde bu olay olağanüstü toplanıp bir karara varmayı gerektirecek kadar tehlikeli bir olaydır. Eğer suç, sıradan bir adam öldürmek suçu olsaydı, Firavun ve önde gelen kurmayları bu kadar ilgilenmezlerdi. Bu sırada kudret eli ileri gelenlerden birini seçiyor. Büyük bir ihtimalle bu ardama Firavun ailesine mensup imanını gizleyen bir mümindir. Mümin suresinde sözü edilen kişi de budur (Mümin 40/28). Kudret eli, şehrin öbür ucundan kralın adamları yetişmeden önce koşarak, olayın öneminin bilincinde olarak Musa'ya haber vermesi için onu görevlendiriyor. (Fizilal, VIII, 85) Böylece Hz. Muhammed'e kurulan komplonun benzerinin daha önce bir peygambere de kurulduğu anlatılarak hem Resulullah (sav) hem de müminler uyarılmış oluyorlar. Tuzaklarla karşılaşmanın evrensel bir gerçeklik olduğu gözler önüne serilmiş oluyor. Tabi burada imanını gizleyen kişinin tavrının kişi olarak uygulanabileceği yoksa bir harekete örneklik teşkil etmeyeceği zira peygamberlerin ortak özelliklerini açık tavırlılık olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

b. Sürgün
Risalete karşı çıkan kafirler onunla bir arada yaşamak istemediklerinden risalet misyonunu yüklenen şahsiyetleri aşağılarlar ve olumsuz propagandaları sonuç vermediğinde Müslüman kimliğine sahip kişileri ülkelerinden sınırdışı etmeye çalışırlar: "Ama hakkı inkar eden toplumlar (Nuh, Ad ve Semud toplumu) elçilerine şöyle dediler: "Ya bizim yolumuza dönersiniz ya da kesinlikle sizi ülkemizden sürüp çıkarırız."(İbrahim 14/13) Bu Allah'ın peygamberleri ve kulların için bir kuralıdır. (Kurtubi, V, 304) Bu noktada İslam ile cahiliye arasındaki çarpışmanın gerçek nedeni ve tabiatı ortaya çıkıyor. Cahiliye, İslam'ın kendisinden bağımsız bir yapıya sahip olmasını istemez. Kendi varlığından ayrı bir varlık göstermesine katlanamaz. İslam barış istese bile cahiliye buna yanaşmaz. Ama İslam'ın bağımsız bir önderliğe ve yönetime sahip örgütlü bir hareket olarak ortaya çıkması kaçınılmazdır. İşte cahiliyenin hazmedemediği, katlanamadığı budur. Bunun için kafirler peygamberlerinden sadece davalarından vazgeçmelerini istemiyorlar, ayrıca tekrar inançlarına dönmelerini, cahili toplumlarına katılmalarını, bağımsız bir yapıları kalmayacak şekilde aralarında eriyip gitmelerini istiyorlar. Ama bu dinin tabiatı gereği mensuplarına yasakladığı, peygamberlerin de bu yüzden reddedip kabul etmediği de budur. Çünkü içinden kopup geldikten sonra bir Müslümanın yeniden cahiliye toplumuna katılması mümkün değildir, olmaması gereken bir davranıştır. (Kutub, VI, 414) "Toplumunun büyüklenen ileri gelenleri: "Ey Şuayb! Dediler, 'Hiç şüphen olmasın ki, seni ve inanan yoldaşlarını ülkemizden sürgün edeceğiz, meğer ki, kesin bir biçimde bizim yolumuza dönesiniz!"(Araf 7/88) Görüldüğü gibi batıl, bencilliği ve çatışma arzusu nedeniyle barış ve birlikte yaşamayı kabul etmemektedir. Ancak inanç kuvveti, tehdid ve uyarılar karşısında ne gevşiyor ne de sarsılıyor. Şuayb bir adım bile gerilemeyeceği bir noktada durmaktadır. Herkesi Allah'ın zaferini ve iki grup arasındaki hükmünü bekleyerek, dilediği inancı edinme ve dilediği otoriteyi benimsemede serbest bırakmak şartıyla barış ve birlikte yaşama noktası. Davetçinin batılın yönelttiği herhangi bir baskı veya tehdit altında bu noktadan bir adım dahi geriye gitme yetkisi yoktur. Bunun dışında bir tavır, temsil ettiği haktan tamamen uzaklaşma ve ona ihanet anlamına gelir. (Kutub, IV, 343)  Onun kendini beğenmiş soydaşları, inananlara kentten sürme ya da dinlerine geri dönme tehdidini savurduğu zaman Şuayb, kendi dinene sarılarak ve Allah'ın
onu kurtardığı hüsrana uğratıcı dine tekrar dönmekten nefret ederek hakkı haykırdı. Dua ederek, yardım dileyerek ve hakka ve ailesine yardım sözünü tutmasını isteyerek, sığınağı ve efendisi olan Rabbine sığındı. (Araf 7/89) Bu tavrı Lut toplumunun tutumunda daha rahat gözlemleyebiliyoruz: "Lut toplumunun '(Hz. Lut'a) cevabı şu oldu: 'bunları memleketinizden çıkarın! Çünkü bunlar çok temiz insanlar!" (Enam 7/82) Bu kimselerle artık diyalog imkanı kalmamıştı. Lut'u da sürgün edelim dediler. Çünkü bu çirkin alışkanlıklarından vazgeçmeye yanaşmaları söz konusu değildi. Öte yandan Lut (as) da davasından vazgeçecek değildi. Artık tartışma ve arabulma imkanı kalmamıştı. Lut'un kavmi bu zihniyetlerini, risaletlerin çağırdığı ruhi arınmayı reddettiklerini ilan ederek ifade ettiler.  Kafirler Lut ve yakınlarını şehirlerinden çıkarmak için onların temizlenmişliğini gerekçe olarak gösterdiler. Lut ve yakınları, hayattaki her türlü pisliği karşı çıkarak toplumumuz içinde birtakım olumsuzluklara yol açıyorlar. Toplumumuzun gelecek kuşakları bu tür çağrıları kabulleneceği için onların kovulması gerekir. Temizlenme çağrısına karşı ifade edilen bu olumsuz tepki, çarpık zihniyetlerin hakim olduğu toplumlarda ileri gelenler tarafından sürekli gösterilen bir tepkidir. Bu kimseler, toplumları içinde bu tür iyiliksever insanların varlığını kendilerine ve konularına yönelik gizli bir tehdit olarak görürler. Dolayısıyla onlarla aynı sınırlar içinde yaşayamazlar. Suskun da olsalar onlara tahammül edemezler. Çünkü onlardan çok kendilerinden korkmaktadırlar. Çünkü insan benliği bazı huzurlu ve iyi anlarında iyilik dürtülerine açılım sağlayabilir. Böylesi anlarda gayri ihtiyari olarak iyiliğe eğilim gösterirler. (Fadlullah, X, 101-102) İyilik çağrıları sıklaştığında iyiliğin gelişmesi için daha büyük fırsatlar doğacaktır. İşte bu nedenlerden dolayı, sapık zümreler iyi insanlara karşı çok sert tavırlar koyar, onları sürer veya öldürürler. Onlarla hiçbir diyaloga yanaşmaksızın haklarında bütün olumsuz yöntemleri uygularlar.

5) Ateşe Atma
Zalimler apaçık güçlü hak söz karşısında sıkıştıklarında delil ve dayanaktan yoksun olduklarında bu mantıktan başkasını, yani ateş ve demir mantığından gayrısını tanımazlar. Hz. İbrahim dönemindeki müşrikler bu zihniyete sahiptiler: "Onlar "İbrahim için bir bina yapın da onu ateşe atın" dediler. Böylece ona bir tuzak (keyd) kurmak istediler. Biz kendilerini daha sefil bir vaziyete düşürdük." (Saffat 37/97-98) Kuran-ı Kerim'de Hz. İbrahim'e tuzak kurmak isteyenlerin alçaltıldığının belirtilmesi, özelde Mekke dönemi genelde ise tüm müşriklere "siz de peygamberinize ve onun risaletine karşı böyle davranırsanız akıbetiniz aynı olur" demektir. Rabbimiz, kurulan tuzakları sadece anlatılan şahısların merkezinde peygamberlerin olmasına bağlamaz. Zaten peygamberler, getirdikleri mesajdan dolayı komplolarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Allah onlara nasıl yardım ettiyse, günümüzden o misyonu sürdüren Müslümanlara da aynı şekilde yardım edecektir.

6) En Büyük Tuzak Şirk
Kuran-ı Kerim, şirki de "tuzak, düzen, hile " (mekr) olarak isimlendirilmiştir. "Doğrusu küfredenlere tuzakları güzel gösterildi ve doğru yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onu yola getirecek yoktur." (Rad 13/33) Çünkü meleklerin, ruhların, azizlerin, gök cisimlerinin kısaca kendilerine ilahi sıfatları ve kudreti izafe ettikleri, ilahi haklara sahip addettikleri şeylerden hiçbiri bu sıfat ve güçlere sahip olduğunu iddia etmediği gibi, ne bu hakları insanlardan talep etmişler ne de halka istediklerini yapabileceklerini söylemişlerdir. Buna karşılık onlar tutup onların huzurunda birtakım ayinler icra etmekteler. İşin aslı, bazı uyanık kimseler kendi desise ve namussuzluklarını uygulayabilmek için, sıradan insanların üzerinde güçlü bir etki uyandırabilen, onları sömürebilmek ve onları güç bela kazandıkları mallarının bir kısmından yoksun bırakabilmek için bu ilahları ihdas etmişlerdir. Böylece halkı, ihdas ettikleri ilahların safdil izleyicileri haline getirip kendilerini de, bu hilenin gereği, tanrıların para vs. işlerine bakan temsilciler yerine koymuşlardır. Şirkin "tuzak" olarak zikredilmesinin ikinci sebebi, dünya ehlinin şirke gerçekten inandığından dolayı değil, bu inanç kendisine şehvet ve hırsla yüklü sorumsuz bir hayatın kapılarını açtığı, önüne birtakım ahlaki sınırlamalar koymadığından dolayı bağlanmış olmasıdır. (Tefhim, II, 494) Bir de müşrikler kendi hayat tarzlarına uygun yolları benimsediği zaman, şuurlarını uyuşturacak ve diğer insanları da bulundukları doğru yoldan döndürecek deliller ortaya kokmak zorunda kalırlar. Tabiatıyla bu hile(mekr) onları sapkılıklarında sabit kılar ve doğru yoldan saptırılmış olurlar. Kafirler şirk tuzağına öyle bir batmışlardır ki Resulullah (sav)'i putlarıyla tehdit etmektedirler: "De ki: "Ortaklarınızı çağırın. Ardından bana tuzağınızı kurun da bana göz de açtırmayın." (Araf 7/195) Onlar Hz. Muhammed'i ilahlarının çarpacaklarını düşünüyorlardı. Tuzak kurmaya onların da davet edilmesi ondan kaynaklanıyordu. (Fi'zilal, IV, 490-492) Bu ilahların çarpacağına dair anlayış Hud toplumunda da vardı: "Yalnız deriz ki: 'Herhalde ilahlarımızdan bazısı seni çarpmış olacak' (Hud 11/ 54) Görüldüğü gibi günümüzde de müşriklerin putlaştırdıkları kimseleri kullanarak müminleri tehdit etmelerinin tarihi temelleri söz konusudur. Şirkin görünümü, kendisini sunma tarzı değişse de muhtevası ve mantığı aynıdır.

7) Kadın
Hz. Yusuf'un karşılaştığı bu tuzakta etkili olanlar kadınların kendileridir. Yani o, dolaylı değil doğrudan bir tuzak ile karşılaşmıştır. "Şüphesiz ki siz kadınların tuzağı büyüktür." (Yusuf 12/28) Zemahşeri, Kadınlara yönelik bu ayeti dikkate alan bazı alimlerin, şeytandan korktuklarından daha fazla, kadınlardan korktuklarını söylüyor.(Zemahşeri, II, 444) Çünkü diğer bir ayette Allah şöyle diyor: "Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa 4/76) Ancak müteakip ayette azizin, "Sen hata işleyenlerdensin" demesi dişi sigası "hatiat" kullanmaması bu hatayı kadınlara değil, bu hataya düşenlere atfetmesi onun tuzak kurmayı kadın cinsinin değil insan cinsinin bir özelliği olarak gördüğünü gösteriyor. (Taberi, VII, 258) Allah insanı zayıf yaratmışken ve sayıca erkeklerin tuzağı kadınlara göre daha fazlayken kadınların tuzağı nasıl şeytanınkinden daha 'büyük" olarak vasıflandırılır? İnsanın yaratılışı meleklerin, göklerin ve yıldızların yaratılışına göre daha zayıftır. Kadınların tuzağı insanların tuzağı açısından büyüktür. O, kendi cinsinden varlıklarla kıyaslanmalıdır, şerrin yönlendiricisi ve orduların sahibi şeytanla değil. İki söz arasında zıtlık yoktur. (Razi, VI,
447-448) Hatta bunu, cinsel açıdan kurulan tuzaklarla da sınırlı görebiliriz.

8) Tehdit
Müminleri yıldırmak için kurulan tuzaklardan biri de tehdittir. Kafirler tehdit ile insanların sahip olduğu korku ile yönlendirmeyi amaçlamaktadırlar: "Bu şehirde halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır." (Araf 7/123)
Firavun, büyücülerin mucizeye iman ettiklerinden değil siyasal iktidarı ele geçirmek için Musa ile tuzak kurduklarını düşünüyor. O size sihir öğreten büyüğünüzdür diyerek kollarını ve bacaklarını kesme tehdidinde bulunuyor. (26/49) Aklınca 'kesme' tehdidine sihirbazlar boyun eğecekler böylece hem bunu komplo diye kullanacak hem de Musa (as)'ın mucizesinin etkisini kıracak. (Tefhim, IV, 23)

Sonuç
Görüldüğü gibi kafirler İslam'a ve Müslümanlara karşı komplolar kurarken değişik metodlar kullanmaktadırlar. Tuzaklara karşı koyabilmek için onların kullandıkları yöntemleri bilmek direnmeyi kolaylaştıracaktır. Düşmanı tanımadan ona karşı mücadele vermek ve başarıya ulaşmak mümkün değildir. Kuran-ı Kerim'de kafirlerin iddialarına yer verilmesi, onları bize tanıtmak içindir. Biz de içinde bulunduğumuz toplumda kafirlerin kurdukları tuzakları tespit etmeli ve onlara karşı yine Rabbimizin gösterdiği ve Resullerin örnekliğini yaptığı tarzda savaşım vermeliyiz. Bunu da Kuran-ı Kerim'i okuyarak ve Allah'a gönülden bağlanan kullar olarak gerçekleştirebiliriz.
-----------------------------------------------------------------
Kaynakça
- Fadlullah, Muhammed Hüseyin, Min Vahy'il Kur'an, Çev: Cuma Ağaç ve diğerleri,
  10   cilt, Istanbul, Akademi Yay., 1990
- Kurtubi, el-Camiu li Ahkâmi’l Kur’an, 11 cilt, Beyrut, Dar’ül Fikr, 1995
- Kutub, Seyyid Fi Zilal-il Kur’an, Çev: Mehmet Yolcu ve diğerleri, 10 cilt, İst., Dünya,
  Yay., 1991
- Mevdudi, Ebu'l Ala, Tefhim'ul Kur'an, Çev: Muhammed Han Kayani ve diğerleri,
  7 cilt, Istanbul, İnsan Yay., 1986
- el-Meydani, Abdurrahman Hanbekete, et-Tedebbur'ul Emselu, 2. bs., Beyrut,
  Dar'ul Kalem, 1989
- Razi, Tefsir-i Kebir, 11 cilt, 2 bs., Beyrut, Darû İhyaî Turâs’il Arab, 1997
- Taberi, Muhammed bin Cerir, el-Camiu'l beyan, 15 cilt, Beyrut, Dar'ul Fikr, 1995
- Yazır, Elmalı’lı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 cilt, İst., Eser Neşr., 1979

- Zemahşeri, Keşşaf, 4 cilt, Beyrut, Dar’ül Kütüb-il İlmiye, 1995
Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, "Komplolar Karşısında İslami Tavır", Haksöz Dergisi - Sayı: 105 - Aralık 99.