Komplolar Karşısında İslami Tavır
Kur'an'da kafirlerin kurdukları tuzaklar
Kur'an'da tuzak; mekr ve keyd kavramlarıyla ifade edilir. Mekr karanlık, gizli hissedilmeyecek hile ile diğerini zarara uğratmak olarak anlaşılmış kelimelerdir. Ancak mekr bir işi gizli yapmaktır yoksa her gizli yapılan iş kötü değildir. Sonraları genel örfte kötü bir anlam kazandığı için bazı müfessirler (Elmalı'lı, IV, 2397) Allah'ın tuzak kurucu olduğunu Kur'an-ı Kerim'e rağmen söylenemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Onlar için tuzağı Allah'a izafe etmek bir müşkildir. Halbuki onlar kelimenin etimolojisine baksalardı, kelimenin kötülük ya da iyilik için gizli işler yapmak olduğunu fark edeceklerdi. Gizli olarak hayır veya şer için çalışma anlamı dikkate alındığında iyilik için gizli faaliyette bulunma kemalin zirvesine çıkmak demektir. Bunun için Allah, kötü işler için gizli etkinlikleri tahkir etmiştir. (35/10,43) Benzer şekilde keyd kelimesi de hak ya da batıl konusunda bir organize gerçekleştirilmesi, planlama yapılması anlamındadır. Kafirler şer konusunda plan kurarlarken Allah da hayır konusunda planlar yapmaktadır. Bu nedenle O yeryüzünü ifsad edenlerin faaliyetlerini başarıya erdirmez. Allah onların tuzaklarını boşa çıkarır ve dostlarına yardım eder. Kafirler istemese de nurunu tamamlar. (el-Meydani, 454-456)
Kur'an'da tuzak; mekr ve keyd kavramlarıyla ifade edilir. Mekr karanlık, gizli hissedilmeyecek hile ile diğerini zarara uğratmak olarak anlaşılmış kelimelerdir. Ancak mekr bir işi gizli yapmaktır yoksa her gizli yapılan iş kötü değildir. Sonraları genel örfte kötü bir anlam kazandığı için bazı müfessirler (Elmalı'lı, IV, 2397) Allah'ın tuzak kurucu olduğunu Kur'an-ı Kerim'e rağmen söylenemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Onlar için tuzağı Allah'a izafe etmek bir müşkildir. Halbuki onlar kelimenin etimolojisine baksalardı, kelimenin kötülük ya da iyilik için gizli işler yapmak olduğunu fark edeceklerdi. Gizli olarak hayır veya şer için çalışma anlamı dikkate alındığında iyilik için gizli faaliyette bulunma kemalin zirvesine çıkmak demektir. Bunun için Allah, kötü işler için gizli etkinlikleri tahkir etmiştir. (35/10,43) Benzer şekilde keyd kelimesi de hak ya da batıl konusunda bir organize gerçekleştirilmesi, planlama yapılması anlamındadır. Kafirler şer konusunda plan kurarlarken Allah da hayır konusunda planlar yapmaktadır. Bu nedenle O yeryüzünü ifsad edenlerin faaliyetlerini başarıya erdirmez. Allah onların tuzaklarını boşa çıkarır ve dostlarına yardım eder. Kafirler istemese de nurunu tamamlar. (el-Meydani, 454-456)
Kur'an-ı
Kerim'de kafirlerin kurduğu komplo türleri gösterilmiş ve yüce Allah'ın ve
peygamberler ile birlikte müminlerin bunlara karşı nasıl bir eylemlilik içinde
bulundukları ifade edilmiştir. Bu konudaki Kur'an-ı Kerim'in yaklaşımını ortaya
koymak günümüz problemlerine de ışık tutacaktır. Ancak bu yazımızda kafirlerin
kurdukları komploları ele almakla yetineceğiz. Tuzaklar karşısında Allah'ın ve
müminlerin tavrını başka bir yazıda ele almak daha isabetli olacaktır.
İnsanların refahı fazlaca elde etmeleri genel itibarıyla onları Allah'a
itaatten uzaklaştırmakta, Allah'ın verdiği imkanları kendilerinden bilerek İslam'a
karşı komplolar kurmaktadırlar. Hz. Muhammed dönemindeki müşrikler uğradıkları
kıtlık ardından dolaplar çevirmeye başlamaları da buna güzel bir örnektir:
"İnsanlara dokunan bir zarardan sonra, kendilerine bir rahmet tattırırsak
hemen ayetlerimiz hakkında hile kurarlar. De ki: Allah'ın hilesi daha çabuktur.
Elçilerimiz sizin hilelerinizi yazıyorlar." (Yunus10/21) Müşrikler kıtlık
olunca tanrılarından yardım istemiş ancak talepleri boş çıkmıştı. Güya onları
Allah ile aralarında şefaatçi bellemişler ve onların sahte kutsiyetlerine
yönelttikleri dilekler güya kıtlığın üzerlerinden kalkmasını sağlayacaktı.
Fakat daha ilk tecrübelerinde ilah diye isimlendirilenlerin kesinlikle hiçbir
güce sahip olmadığını bizzat öğrendiler. Bu yüzden tüm kudretin Allah'ın elinde
olduğuna ikna olunca O'na döndüler ve O'ndan yardım istediler. Bu tecrübe Hz.
Muhammed'in (sav) mesajının hak olduğuna onları inandırmaya yetmeliydi zira
Resulullah (sav)'in öğrettiği temel gerçek zaten buydu. Şu ayetten ders
çıkaracak yerde, kıtlık atlatılır atlatılmaz ve gökten bereketli yağmurlar iner
inmez gerçeği saptırmak için düzenler kurmaya başladılar. Kıtlığın sebebiyle
ilgili türlü düzme açıklamalar getirmeye yeltendiler ve bu düzmeler, sonunda
tevhit öğretisinden kaçıp şirklerine yapışmalarıyla neticelendi. Bu ayet,
kıtlık gibi büyük bir işaretten ders almayan bir topluluğu, hiçbir işaretin
(ayet) ikna edemeyeceği anlamını içerir. Bu yüzden onlara herhangi bir ayet
(işaret, mucize) göstermenin bir yararı yoktur. (Tefhim, II, 303)
A.
Kimler İslam'a karşı tuzak kurar?
Rabbimiz
her bölge ve zamanda toplumun ileri gelenlerinin İslam'a karşı hile ve
entrikalar içinde olduklarını zikretmektedir: "Böyle her ülkede oranın
büyüklerini orada tuzak kursunlar diye, oranın suçlu günahkarları kıldık.
Halbuki bunlar, tuzağı başkasına değil kendilerine kuruyorlar da farkına
varmıyorlar." (6/123) Ayette bahsedilen komplo sahipleri Hz. Hud'a karşı
olanlardır. Ancak Rabbimiz onların tavırlarından yola çıkarak bir genellemede
bulunmuştur. Bu tür kimseler, kendilerini aldatıyorlar da farkında değiller.
Bilmiyorlar ki halkın zararı kendi zararlarıdır. Memleketin zararı herkesten
evvel başında bulunanların zararıdır. (Elmalı'lı, III, 2046) Bilmezler mi ki
Allah aldanmaz. Onlar hakka tuzak kurmaya çalışırlar da onun akıbeti onları
kuşatır. Küçük büyük her toplumda kendilerini toplumun üst tabakasında kabul
eden bolluk içinde yaşayan insanlar vardır. Bunla kendilerinde diğer insanların
hayatlarını belirleme ve onlar üzerinde hakim olma hakkının olduğu
görüşündedirler. Bundan dolayı din, siyaset, toplum ve ekonomi alanlarının her
birinde her türlü hile araçlarını kullanarak diğer insanlara şerrin en
kötüsünü, hayrın ta kendisi olarak takdim ederler. Ancak sonunda iş öyle bir
hal alır ki, toplumun bütününe yayılan şer, sonunda onu topluma sokan bu
insanları da kuşatıverir. Çünkü bu şer yöntemleri hep onları bulanın elinde
kalmaz. Bir müddet sonra tamah ve menfaatleri diğer insanlarınkiler ile çatışan
başka insanların eline de geçer. Bu defa bu yeni şer kuvvetler, eskilerinin diğer
insanlara yaptıklarını onlara yaparlar. Böylece bu şer güçler birbirini takip
eder gider. Ancak sonunda ne olur? Bu suçların sonu nereye varır? Bütün bu şer
güçler er veya geç Allah'ın huzurunda toplanacaklardır. İşte o zaman hepsi,
aslında kendi kendilerine zarar verdiklerini ve kendilerini kendi elleri ile
hüsrana soktuklarını anlayacaklardır. İnsanlara karşı işledikleri suçlarda
kullandıkları yöntemler tümüyle aleyhlerine dönmüştür. Birden kendi kendilerini
ateşle yüz yüze bulurlar. Evet, yaptıklarının karşılığı olarak yarın
karşılarına çıkacak olan gerçek budur. Fakat onlar bunun farkında değillerdir.
Bu yaptıklarının kendilerini bekleyen dünyadaki ve ahiretteki sonuçlarından
gafildirler. Kafirlerin hakikat mesajını alt etmek için tertip düzenlemeleri,
hakikatin sesini boğmak için şirretlik düzenbazlık ve işkence benzeri
faaliyetlerde bulunmaları, önceki kavimlerden pek farklı bir şey yapmamaları ve
(Tefhim, II, 498) öncekilerin de Allah'a peygamberlerine, kitaplarına,
müminlere, karşı entrikalar çevirmiş olmaları bir başka ayette şöyle ifade
ediliyor: "Onlardan öncekiler de (peygamberlerine) tuzak kurdular. Fakat
bütün hileler(in cezası) Allah'a mahsustur. Herkesin ne yapacağını O
bilir." (Rad 13/42) Fakat neticede bütün planlar ancak Allah'ındır. Allah'ın
planına karşı diğerlerininki hiçtir. Halbuki Allah tealanını ilm-ü kurdeti
altında vuku bulduğu için tuzak yapanların yaptıkları da bir kazançtan başka
bir şey değildir. Bütün halk-u tesir Allah'tandır. Bu suretle onlar tuzağa
çalışırken evvel emirde kendilerini aldatmış olurlar. (Elmalıl'lı, IV,
3005-3006) Onların bir diğer özelliği de Allah'ın tuzağından emin olmalarıdır:
"Onlar Allah'ın tuzağından emin midirler? Hüsrana uğrayan toplumlardan
başkası Allah'ın tuzağından emin olmaz." (Araf 7/99) Planın ansızın
uygulamaya konuluncaya kadar her şeyin iyi ve yolunda gittiğini sanıp duran bir
kimse aleyhinde hazırlanmış gizli bir plan söz konusudur. (Tefhim, II, 67)
Firavun toplumunun üzerindeki Hz. Musa'nın etkisini görünce nübüvvete gölge
düşürmek için Musa'ya inananların bir delilden dolayı değil, Musa ile
yaptıkları bir plandan ötürü iman ettiklerini söylüyor. (er-Razi, V, 322) Allah
Teala kafirlerin kurdukları tuzak biçimlerine örnek olarak suikast, gece
baskını, öldürme, hapsetme, sürgün etme ve kadını zikrediyor. Şimdi bunları
ele alalım.
B.
Kafirlerin Kurdukları Tuzak Türleri
1)
Suikast
Suikast
rakiplerini fikren alt etme imkanı olmadığında gerçekleştirilir. Bunu fark eden
İsrailoğulları da Hz. İsa'ya böyle bir komplo düzenlemeye çalışmışlardır.
"Onlar tuzak kurdular. Allah da onlara tuzak kurdu."(3/54) Onlar
zulüm ile İsa'yı ve tevhit dinini kaldırmak için hile kuruyorlardı. (Razi, III,
236) Kendi peygamberleri İsa'ya inanmayan Yahudilerin tezgahladığı tuzak
gerçekten enine boyuna büyük bir tuzaktır. Yahudiler İsa'ya ve erkek eli
değmemiş olan annesine iftira ettiler. Bir ara Meryem ile evlenmek isteyen
fakat İncillerinde belirttiği gibi, O'nunla evlenmeyen Yusuf en-Neccar ile
ilişki kurmakla suçladılar. Onu yalancılık ve sihirbazlıkla itham ettiler.
Kendisini Roma İmparatoru Platos'a jurnallediler. Hz. İsa'nın halkları hükümete
karşı ayaklandıran bir anarşist olduğunu ileri sürdüler. Halkların inançlarını
sarsan ve karıştıran büyücü biri olarak göstermeye çalıştılar. Nihayet, kral
O'nu kendi elleriyle cezalandırmaları için Yahudilere teslim etti. Platos
putperest olduğu halde, adamın bu suçu işlemiş olduğunu gösteren hiçbir
şüphenin izine rastlamamıştı. Bu onların kurdukları desiselerden sadece bir
tanesidir. (Fizilal, II, 92)
2)
Sözlü tuzaklar
Kafirler
batıl ve habis (çirkin) söz ile hak sözü susturmak isterler. Batıl sözü
yükseltmek için her yola başvururlar. (Tefhim, IV, 489) Bu nedenle onlar ilahi
tehdit ile karşı karşıyadırlar: "Kötü hileler kuranlara gelince onlara
şiddetli
bir
azap vardır. Bunların (düzenlediği) azabın kendisi mahvolur." (Fatır
35/10) Onlar bu komplolarını sahte şöhret kazanmak, asılsız üstünlük sağlamak
için kurarlar. Fakat yüce Allah'a yükselen, güzel söz olduğu gibi, O'nun kendi
katına çıkardığı birikim de iyi ameldir. Geniş ve kapsamlı anlamı ile itibar ve
üstünlük bunlar sayesinde kazanılabilir. Gerek söz ve gerekse davranış
biçiminde kötü amaçlı komplo ise itibara ve üstünlüğe ulaştırıcı bir yol
değildir. Gerçi bu yöntemle kimi zaman azgın ve zorbalar bir güç kazanılabilir.
Fakat bu kaba güç kısa ömürlüdür, kısa sürede yok olmaya mahkumdur. (Fizilal,
VIII, 426) Onlar sözlü tuzaklarıyla insanlar arasında vahye karşı şüphe
tohumları ekiyorlardı: "Bize ancak bu dünyadaki hayat vardır."(Enam
6/29) "Ufalanmış kemikleri kim diriltir?"(Yasin 36/78) "İlahları
tek bir ilah mı yaptı?" (Sad 38/5) "Bu Kuran şu iki şehirden büyük
bir adama indirilseydi ya"(Zuhruf 43/31) "Bu Kuran, eskilerin
masallarıdır, yazdırmış sabah akşam ona okunuyor."(Furkan 25/5) şeklindeki
ifadeler onların bu tarz komplolarını gayet güzel yansıtmaktadır.
3)
Gece Baskını
Zorba
iktidar sahipleri ellerindeki güç ve tuzaklara ne de çok güvenir, onlarla
kendilerini aldatırlar. Ama her şeyden haberdar olan ve her şeyi gören yüce
gözetleyiciden gafildirler. Bunların kullandıkları komplolardan biri de gece
baskınıdır
ve Hz. Salih kıssasında somutlaşmaktadır: "(Salih'in bulunduğu) Şehirde
dokuz çete lideri vardı ki, bunlar yeryüzünde fesad çıkarıyorlar, iyiliğe
yanaşmıyorlardı. Allah (adı) ile yeminleşerek dediler ki: "Salih'e ve
ailesine bir gece baskını yapalım. Sonra velisine yemin ederek, biz onun
helakına şahit olmadık. Bizim sözümüz sözdür, doğru söylüyoruz, deriz".
Onlar böyle bir tuzak kurdular. Halbuki onların haberi olmadan biz de onların
hilelerine mukabele ettik." (Neml 27/48-50) Bu dokuz kişinin kalpleri
bozgunculuk ve bozukluk ile dolup taşmıştır. Artık orada düzelme ve düzeltme
için hiçbir imkan kalmamıştır. Onun için Hz Salih'in çağrısından ve davasından
rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle, onlar kendi aralarında bir komplo
hazırladılar. Hayret ki onlar kötü olduğu kadar çirkin de olan bu planlarını
yaparken birbirlerini Allah'ın adına yemin etmeye çağırıyorlar. Bu çirkin plan
da kendilerinin sadece Allah'a kul olmaya çağırmaktan başka suçu olmayan Hz.
Salih ve ailesinin gece karanlığında öldürülmesiydi. Bu yüzeysel bir oyun ve
basit bir tuzaktır. Ne var ki, onlar kendilerini bununla tatmin ediyorlar.
Yalanlarının kılıfını hazırlıyorlar. Onları böyle bir yalana iten sebep Hz.
Salih'in ve ailesinin kan davasını güdecek olan akrabalarından kurtulmaktı.
Evet bu tip insanların doğru sözlü olduklarını lanse etmeye bu kadar özen
göstermeleri hayret vericidir doğrusu. (Fizilal, VIII, 38) Fakat insanın içi,
kalbi saptırmalar ve çelişkilerle doludur. Özellikle insan doğru yolu çizen
imanın aydınlığı ile yolunu belirlemediğinde bu saplantı ve çelişkiler daha da
yoğunlaşır. Bütün işlerin dizginini elinde bulundurup onların hepsini kıskıvrak
yakalayan yüce güçten habersizdirler.
4)
Hapis, Öldürme veya Sürgün
a.
Hapis ve Öldürme
Kuran-ı
Kerim, kafirlerin kurdukları komplo türlerinden üçünü bir ayette birlikte
zikreder: "Bir vakit o küfredenler, seni tutup hapsetmek veya öldürmek
yahut Mekke'den çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlardı
ama Allah da karşılığını kuruyordu. Allah tuzak kuranların en
hayırlısıdır." (Enfal 8/30) Mekke'de Peygamberimiz (SAV)'e yönelik olarak
müşriklerin böyle niyetleri vardı. Allah'ın, tuzakçıların gaybi tuzaklarına
yine gaybi ve ani tarzda tuzak suretinde gelip bastırıvermesi açısından bir
benzerliktir. Onlar Resulullah (sav)'i açıkça öldürmenin ne kadar tehlikeli
olduğunu biliyorlardı. Tutup bağlamak veya öldürme konusunda arzularını
gerçekleştiremediler. Sonuncu tuzakları ise onu Mekke'den sürmekti.
Dar'ün-Nedve'de yapılan tartışmalar bu yöndeydi.
Bu
tuzak, Kureyşliler Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret edeceğini öğrendiklerinde
kurulmuştur. Müşrikler, Hz. Muhammed (sav)'in Mekke'den hicret etmeyi
başarırsa, ulaşamayacakları bir yere gitmiş olacağını ve engellenemez bir hal alacağını
hissetiler. Bu nedenle, onunla ilgili kesin bir arara varmak amacıyla ileri
gelen liderler Dar'un Nedve'de toplandılar. Bazıları onun zincire vurulup ömür
boyu hapsedilmesi gerektiği görüşündeydiler. Fakat bu görüş kabul edilmedi,
çünkü arkadaşlarının onun davasını yürüteceğinden ve güç kazanır kazanmaz
hayatları pahasına da olsa onu kurtarmaya çalışacaklarından korktular. Bazıları
da onun Mekke'den sürülmesi gerektiğini öne sürdüler. Çünkü bu en azından kendi
aralarında yarattığı "karışıklığa" bir son verecekti. O zaman onun
nerede yaşadığı ve ne yaptığı kendilerini ilgilendirmeyecekti. Fakat Kureyşli
liderler bu görüşe karşı çıktılar ve şöyle dediler: "Bu adamın çok
etkileyici bir konuşması ve kalpleri kazanma yeteneği vardır. Eğer buradan ayrılırsa
başka Arap kabilelerine gider, onları kendi tarafına çeker ve güçlendikten
sonra tekrar dönüp Mekke'ye saldırır." En sonunda Ebu Cehil kendi planının
öne sürerek şöyle dedi: "Her aileden genç, soylu ve güçlü bir adam
seçelim. Onlar hep birden saldırıp Muhammed'i öldürsünler. Böylece kan diyeti
bütün Kureyş kabileleri arasında ortak olacak ve Muhammed'in ailesi olan Benu
Abdi Menaf oğulları bütün kabilelerle savaşmaya güç yetiremeyeceği için kan
diyetini para olarak kabul etmek zorunda kalacaklardır." Bu plan oy
birliği ile kabul edildi. Belirlenen bir zamanda onu öldürecek gençler seçildi.
Bu gençler onu öldürmeyi planladıkları gece belirlenen yerlerini aldılar. Fakat
Hz. Muhammed (sav) bunu önceden haber alarak sağ salim Mekke'den ayrıldı.
Böylece onların planları suya düşmüş oldu. (Tefhim, II, 153) Buna benzer bir
durum ile Hz. Musa da karşılaşmıştı. Ona "Şehrin öbür ucundan bir adam
koşarak geldi. 'Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarından
görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum' dedi."
(Kasas 28/20) Hiç kuşkusuz kudret eli, iradesini yerine getirmek için gerektiği
anda hemen devreye girer, açıkça olaya müdahale eder. Firavun'un çevresinden,
hükümet üyelerinden ve kendisine yakın olanlardan oluşan bu ileri gelenler
bunun Musa'nın işi olduğunu öğrendikleri, Musa'nın gerçekleştirdiği bu
eylemdeki tehlike sinyalini algıladıkları kuşkusuzdur. Çünkü bu eylem özü
itibarıyla bir başkaldırı, bir direniş ve ezilen İsrailoğulları'na yardım
niteliğindedir. Şu halde bu olay olağanüstü toplanıp bir karara varmayı
gerektirecek kadar tehlikeli bir olaydır. Eğer suç, sıradan bir adam öldürmek
suçu olsaydı, Firavun ve önde gelen kurmayları bu kadar ilgilenmezlerdi. Bu
sırada kudret eli ileri gelenlerden birini seçiyor. Büyük bir ihtimalle bu
ardama Firavun ailesine mensup imanını gizleyen bir mümindir. Mümin suresinde
sözü edilen kişi de budur (Mümin 40/28). Kudret eli, şehrin öbür ucundan kralın
adamları yetişmeden önce koşarak, olayın öneminin bilincinde olarak Musa'ya
haber vermesi için onu görevlendiriyor. (Fizilal, VIII, 85) Böylece Hz.
Muhammed'e kurulan komplonun benzerinin daha önce bir peygambere de kurulduğu
anlatılarak hem Resulullah (sav) hem de müminler uyarılmış oluyorlar.
Tuzaklarla karşılaşmanın evrensel bir gerçeklik olduğu gözler önüne serilmiş
oluyor. Tabi burada imanını gizleyen kişinin tavrının kişi olarak
uygulanabileceği yoksa bir harekete örneklik teşkil etmeyeceği zira
peygamberlerin ortak özelliklerini açık tavırlılık olduğunu göz ardı etmemek
gerekir.
b.
Sürgün
Risalete
karşı çıkan kafirler onunla bir arada yaşamak istemediklerinden risalet
misyonunu yüklenen şahsiyetleri aşağılarlar ve olumsuz propagandaları sonuç
vermediğinde Müslüman kimliğine sahip kişileri ülkelerinden sınırdışı etmeye
çalışırlar: "Ama hakkı inkar eden toplumlar (Nuh, Ad ve Semud toplumu)
elçilerine şöyle dediler: "Ya bizim yolumuza dönersiniz ya da kesinlikle
sizi ülkemizden sürüp çıkarırız."(İbrahim 14/13) Bu Allah'ın peygamberleri
ve kulların için bir kuralıdır. (Kurtubi, V, 304) Bu noktada İslam ile cahiliye
arasındaki çarpışmanın gerçek nedeni ve tabiatı ortaya çıkıyor. Cahiliye,
İslam'ın kendisinden bağımsız bir yapıya sahip olmasını istemez. Kendi
varlığından ayrı bir varlık göstermesine katlanamaz. İslam barış istese bile
cahiliye buna yanaşmaz. Ama İslam'ın bağımsız bir önderliğe ve yönetime sahip
örgütlü bir hareket olarak ortaya çıkması kaçınılmazdır. İşte cahiliyenin
hazmedemediği, katlanamadığı budur. Bunun için kafirler peygamberlerinden
sadece davalarından vazgeçmelerini istemiyorlar, ayrıca tekrar inançlarına
dönmelerini, cahili toplumlarına katılmalarını, bağımsız bir yapıları
kalmayacak şekilde aralarında eriyip gitmelerini istiyorlar. Ama bu dinin
tabiatı gereği mensuplarına yasakladığı, peygamberlerin de bu yüzden reddedip
kabul etmediği de budur. Çünkü içinden kopup geldikten sonra bir Müslümanın
yeniden cahiliye toplumuna katılması mümkün değildir, olmaması gereken bir
davranıştır. (Kutub, VI, 414) "Toplumunun büyüklenen ileri gelenleri:
"Ey Şuayb! Dediler, 'Hiç şüphen olmasın ki, seni ve inanan yoldaşlarını
ülkemizden sürgün edeceğiz, meğer ki, kesin bir biçimde bizim yolumuza
dönesiniz!"(Araf 7/88) Görüldüğü gibi batıl, bencilliği ve çatışma arzusu
nedeniyle barış ve birlikte yaşamayı kabul etmemektedir. Ancak inanç kuvveti, tehdid
ve uyarılar karşısında ne gevşiyor ne de sarsılıyor. Şuayb bir adım bile
gerilemeyeceği bir noktada durmaktadır. Herkesi Allah'ın zaferini ve iki grup
arasındaki hükmünü bekleyerek, dilediği inancı edinme ve dilediği otoriteyi
benimsemede serbest bırakmak şartıyla barış ve birlikte yaşama noktası.
Davetçinin batılın yönelttiği herhangi bir baskı veya tehdit altında bu
noktadan bir adım dahi geriye gitme yetkisi yoktur. Bunun dışında bir tavır,
temsil ettiği haktan tamamen uzaklaşma ve ona ihanet anlamına gelir. (Kutub,
IV, 343) Onun kendini beğenmiş
soydaşları, inananlara kentten sürme ya da dinlerine geri dönme tehdidini
savurduğu zaman Şuayb, kendi dinene sarılarak ve Allah'ın
onu
kurtardığı hüsrana uğratıcı dine tekrar dönmekten nefret ederek hakkı haykırdı.
Dua ederek, yardım dileyerek ve hakka ve ailesine yardım sözünü tutmasını
isteyerek, sığınağı ve efendisi olan Rabbine sığındı. (Araf 7/89) Bu tavrı Lut
toplumunun tutumunda daha rahat gözlemleyebiliyoruz: "Lut toplumunun '(Hz.
Lut'a) cevabı şu oldu: 'bunları memleketinizden çıkarın! Çünkü bunlar çok temiz
insanlar!" (Enam 7/82) Bu kimselerle artık diyalog imkanı kalmamıştı.
Lut'u da sürgün edelim dediler. Çünkü bu çirkin alışkanlıklarından vazgeçmeye
yanaşmaları söz konusu değildi. Öte yandan Lut (as) da davasından vazgeçecek
değildi. Artık tartışma ve arabulma imkanı kalmamıştı. Lut'un kavmi bu
zihniyetlerini, risaletlerin çağırdığı ruhi arınmayı reddettiklerini ilan
ederek ifade ettiler. Kafirler Lut ve
yakınlarını şehirlerinden çıkarmak için onların temizlenmişliğini gerekçe
olarak gösterdiler. Lut ve yakınları, hayattaki her türlü pisliği karşı çıkarak
toplumumuz içinde birtakım olumsuzluklara yol açıyorlar. Toplumumuzun gelecek
kuşakları bu tür çağrıları kabulleneceği için onların kovulması gerekir.
Temizlenme çağrısına karşı ifade edilen bu olumsuz tepki, çarpık zihniyetlerin
hakim olduğu toplumlarda ileri gelenler tarafından sürekli gösterilen bir
tepkidir. Bu kimseler, toplumları içinde bu tür iyiliksever insanların
varlığını kendilerine ve konularına yönelik gizli bir tehdit olarak görürler.
Dolayısıyla onlarla aynı sınırlar içinde yaşayamazlar. Suskun da olsalar onlara
tahammül edemezler. Çünkü onlardan çok kendilerinden korkmaktadırlar. Çünkü
insan benliği bazı huzurlu ve iyi anlarında iyilik dürtülerine açılım
sağlayabilir. Böylesi anlarda gayri ihtiyari olarak iyiliğe eğilim gösterirler.
(Fadlullah, X, 101-102) İyilik çağrıları sıklaştığında iyiliğin gelişmesi için
daha büyük fırsatlar doğacaktır. İşte bu nedenlerden dolayı, sapık zümreler iyi
insanlara karşı çok sert tavırlar koyar, onları sürer veya öldürürler. Onlarla
hiçbir diyaloga yanaşmaksızın haklarında bütün olumsuz yöntemleri uygularlar.
5)
Ateşe Atma
Zalimler
apaçık güçlü hak söz karşısında sıkıştıklarında delil ve dayanaktan yoksun
olduklarında bu mantıktan başkasını, yani ateş ve demir mantığından gayrısını
tanımazlar. Hz. İbrahim dönemindeki müşrikler bu zihniyete sahiptiler:
"Onlar "İbrahim için bir bina yapın da onu ateşe atın" dediler.
Böylece ona bir tuzak (keyd) kurmak istediler. Biz kendilerini daha sefil bir
vaziyete düşürdük." (Saffat 37/97-98) Kuran-ı Kerim'de Hz. İbrahim'e tuzak
kurmak isteyenlerin alçaltıldığının belirtilmesi, özelde Mekke dönemi genelde
ise tüm müşriklere "siz de peygamberinize ve onun risaletine karşı böyle
davranırsanız akıbetiniz aynı olur" demektir. Rabbimiz, kurulan tuzakları
sadece anlatılan şahısların merkezinde peygamberlerin olmasına bağlamaz. Zaten
peygamberler, getirdikleri mesajdan dolayı komplolarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Allah onlara nasıl yardım ettiyse, günümüzden o misyonu sürdüren Müslümanlara
da aynı şekilde yardım edecektir.
6)
En Büyük Tuzak Şirk
Kuran-ı
Kerim, şirki de "tuzak, düzen, hile " (mekr) olarak
isimlendirilmiştir. "Doğrusu küfredenlere tuzakları güzel gösterildi ve
doğru yoldan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onu yola getirecek
yoktur." (Rad 13/33) Çünkü meleklerin, ruhların, azizlerin, gök
cisimlerinin kısaca kendilerine ilahi sıfatları ve kudreti izafe ettikleri,
ilahi haklara sahip addettikleri şeylerden hiçbiri bu sıfat ve güçlere sahip
olduğunu iddia etmediği gibi, ne bu hakları insanlardan talep etmişler ne de
halka istediklerini yapabileceklerini söylemişlerdir. Buna karşılık onlar tutup
onların huzurunda birtakım ayinler icra etmekteler. İşin aslı, bazı uyanık
kimseler kendi desise ve namussuzluklarını uygulayabilmek için, sıradan
insanların üzerinde güçlü bir etki uyandırabilen, onları sömürebilmek ve onları
güç bela kazandıkları mallarının bir kısmından yoksun bırakabilmek için bu ilahları
ihdas etmişlerdir. Böylece halkı, ihdas ettikleri ilahların safdil izleyicileri
haline getirip kendilerini de, bu hilenin gereği, tanrıların para vs. işlerine
bakan temsilciler yerine koymuşlardır. Şirkin "tuzak" olarak
zikredilmesinin ikinci sebebi, dünya ehlinin şirke gerçekten inandığından
dolayı değil, bu inanç kendisine şehvet ve hırsla yüklü sorumsuz bir hayatın
kapılarını açtığı, önüne birtakım ahlaki sınırlamalar koymadığından dolayı
bağlanmış olmasıdır. (Tefhim, II, 494) Bir de müşrikler kendi hayat tarzlarına
uygun yolları benimsediği zaman, şuurlarını uyuşturacak ve diğer insanları da
bulundukları doğru yoldan döndürecek deliller ortaya kokmak zorunda kalırlar.
Tabiatıyla bu hile(mekr) onları sapkılıklarında sabit kılar ve doğru yoldan saptırılmış
olurlar. Kafirler şirk tuzağına öyle bir batmışlardır ki Resulullah (sav)'i
putlarıyla tehdit etmektedirler: "De ki: "Ortaklarınızı çağırın.
Ardından bana tuzağınızı kurun da bana göz de açtırmayın." (Araf 7/195)
Onlar Hz. Muhammed'i ilahlarının çarpacaklarını düşünüyorlardı. Tuzak kurmaya
onların da davet edilmesi ondan kaynaklanıyordu. (Fi'zilal, IV, 490-492) Bu
ilahların çarpacağına dair anlayış Hud toplumunda da vardı: "Yalnız deriz
ki: 'Herhalde ilahlarımızdan bazısı seni çarpmış olacak' (Hud 11/ 54) Görüldüğü
gibi günümüzde de müşriklerin putlaştırdıkları kimseleri kullanarak müminleri
tehdit etmelerinin tarihi temelleri söz konusudur. Şirkin görünümü, kendisini
sunma tarzı değişse de muhtevası ve mantığı aynıdır.
7)
Kadın
Hz.
Yusuf'un karşılaştığı bu tuzakta etkili olanlar kadınların kendileridir. Yani
o, dolaylı değil doğrudan bir tuzak ile karşılaşmıştır. "Şüphesiz ki siz
kadınların tuzağı büyüktür." (Yusuf 12/28) Zemahşeri, Kadınlara yönelik bu
ayeti dikkate alan bazı alimlerin, şeytandan korktuklarından daha fazla,
kadınlardan korktuklarını söylüyor.(Zemahşeri, II, 444) Çünkü diğer bir ayette
Allah şöyle diyor: "Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa
4/76) Ancak müteakip ayette azizin, "Sen hata işleyenlerdensin"
demesi dişi sigası "hatiat" kullanmaması bu hatayı kadınlara değil,
bu hataya düşenlere atfetmesi onun tuzak kurmayı kadın cinsinin değil insan
cinsinin bir özelliği olarak gördüğünü gösteriyor. (Taberi, VII, 258) Allah
insanı zayıf yaratmışken ve sayıca erkeklerin tuzağı kadınlara göre daha
fazlayken kadınların tuzağı nasıl şeytanınkinden daha 'büyük" olarak
vasıflandırılır? İnsanın yaratılışı meleklerin, göklerin ve yıldızların
yaratılışına göre daha zayıftır. Kadınların tuzağı insanların tuzağı açısından
büyüktür. O, kendi cinsinden varlıklarla kıyaslanmalıdır, şerrin yönlendiricisi
ve orduların sahibi şeytanla değil. İki söz arasında zıtlık yoktur. (Razi, VI,
447-448)
Hatta bunu, cinsel açıdan kurulan tuzaklarla da sınırlı görebiliriz.
8)
Tehdit
Müminleri
yıldırmak için kurulan tuzaklardan biri de tehdittir. Kafirler tehdit ile
insanların sahip olduğu korku ile yönlendirmeyi amaçlamaktadırlar: "Bu
şehirde halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır." (Araf
7/123)
Firavun,
büyücülerin mucizeye iman ettiklerinden değil siyasal iktidarı ele geçirmek
için Musa ile tuzak kurduklarını düşünüyor. O size sihir öğreten büyüğünüzdür
diyerek kollarını ve bacaklarını kesme tehdidinde bulunuyor. (26/49) Aklınca
'kesme' tehdidine sihirbazlar boyun eğecekler böylece hem bunu komplo diye
kullanacak hem de Musa (as)'ın mucizesinin etkisini kıracak. (Tefhim, IV, 23)
Sonuç
Görüldüğü
gibi kafirler İslam'a ve Müslümanlara karşı komplolar kurarken değişik metodlar
kullanmaktadırlar. Tuzaklara karşı koyabilmek için onların kullandıkları
yöntemleri bilmek direnmeyi kolaylaştıracaktır. Düşmanı tanımadan ona karşı
mücadele vermek ve başarıya ulaşmak mümkün değildir. Kuran-ı Kerim'de
kafirlerin iddialarına yer verilmesi, onları bize tanıtmak içindir. Biz de
içinde bulunduğumuz toplumda kafirlerin kurdukları tuzakları tespit etmeli ve
onlara karşı yine Rabbimizin gösterdiği ve Resullerin örnekliğini yaptığı
tarzda savaşım vermeliyiz. Bunu da Kuran-ı Kerim'i okuyarak ve Allah'a gönülden
bağlanan kullar olarak gerçekleştirebiliriz.
-----------------------------------------------------------------
Kaynakça
-
Fadlullah, Muhammed Hüseyin, Min Vahy'il Kur'an, Çev: Cuma Ağaç ve diğerleri,
10
cilt, Istanbul, Akademi Yay., 1990
-
Kurtubi, el-Camiu li Ahkâmi’l Kur’an, 11 cilt, Beyrut, Dar’ül Fikr, 1995
-
Kutub, Seyyid Fi Zilal-il Kur’an, Çev: Mehmet Yolcu ve diğerleri, 10 cilt,
İst., Dünya,
Yay., 1991
-
Mevdudi, Ebu'l Ala, Tefhim'ul Kur'an, Çev: Muhammed Han Kayani ve diğerleri,
7 cilt, Istanbul, İnsan Yay., 1986
-
el-Meydani, Abdurrahman Hanbekete, et-Tedebbur'ul Emselu, 2. bs., Beyrut,
Dar'ul Kalem, 1989
-
Razi, Tefsir-i Kebir, 11 cilt, 2 bs., Beyrut, Darû İhyaî Turâs’il Arab, 1997
-
Taberi, Muhammed bin Cerir, el-Camiu'l beyan, 15 cilt, Beyrut, Dar'ul Fikr,
1995
-
Yazır, Elmalı’lı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 cilt, İst., Eser Neşr., 1979
-
Zemahşeri, Keşşaf, 4 cilt, Beyrut, Dar’ül Kütüb-il İlmiye, 1995