Kur'an’da İnsani Kardeşlik
Peygamberler içinde yaşadıkları
toplumların birer üyesidir. Diğer insanlar gibi onlar da Âdemoğludur. Bu
anlamda onlar insani açıdan herkes ile kardeştirler ve mesajlarını toplumlarına
kardeşçe iletirler. İçinde yaşadıkları toplumlardaki fertlerden ve(ya)
kesimlerden bir kısmı bu olumlu yaklaşıma olumsuz tepki verirler[1] ve
insani kardeşlik hukukunu tanımazlar. Ne var ki tebliğ görevinden dolayı peygamberlere
düşen kavimlerine hakikati duyurmaktır.
Kur'an “insani kardeşlik” konusunda
ne demektedir? Hangi peygamberleri (örnek babında) içinde yaşadıkları toplumun “kardeşleri”
olarak bize sunmaktadır? İnsani kardeşlik bağlamında peygamberler tebliğlerinde
neleri gündeme getirmektedir? Bu yazımızda –“dinî kardeşliği” başka bir yazının
konusu olarak düşündüğümüzden onu ele almaksızın- peygamberlerin kavimlerinin
birer ferdi olarak tanıtıldığı ayetler üzerinden belirttiğimiz soruların
cevaplarını vermeye çalışacağız.
A.
Hz. Nuh’un
insani Kardeşliği
Hz. Nuh’un, "ulû’l-‘azm"[2]
peygamberlerinin ilki olduğu söylenmektedir.[3]
Allah insanlar için birer
yol gösterici olan peygamberlerinden Hz. Nuh'u kavmine gönderdiğinde, onu
yalanlamışlar, alaya almışlar ve onunla mücadeleye girişmişlerdi. Allah'a isyan
edip, Resulünün davetine kulak asmayan, Allah eş koştukları putlara ibadet
ederek[4]
yeryüzünde fesat çıkaran bu kavim, Kur'an’da sözü edildiği kadarıyla da, yeryüzünde
helâk edilerek cezalandırılan ilk insan topluluğudur. Bu cezalandırma Kur'an-ı
Kerim'de daha sonraki kavimler için bir ibret kaynağı kılınmış ve helâklerine
sebep olan davranışlardan kaçınılması için insanlara somut uyarılarda
bulunulmuştur.[5]
Kur'an, Hz. Nuh’un, dokuz yüz elli
sene kavminin arasında kaldığını ve bu uzun zaman içinde onları Allah'ın
gösterdiği yola tabi olmaya çağırdığını şöyle anlatmaktadır: “Hani onlara
kardeşleri Nuh: Siz Allah'tan korkmaz mısınız?' demişti.” (Şuara,
26: 106). Hz. Nuh onların kardeşiydi. Kardeşliğin gereği barışa, iç huzura, imana
ve tasdike götürmesiydi. Yalnız onun toplumu bu bağa dikkat edip değer vermedi.
Hz. Nuh, “Siz hiç Allah'tan ve işlediğinizin cezasından korkmaz mısınız? Kalpleriniz
Allah korkusunu ve ürpertisini hissetmez mi?” dediğinde, kardeşleri olan Hz.
Nuh'un çağrısına karşı kalpleri yumuşamadı. Hz. Nuh da ondan sonra gelen
peygamberler de milletlerini Allah'tan korkmaya çağırdılar.[6]
Ne var ki kavmi, “kardeşlerinin”
sözlerine kulak vereceği yerde ona karşı şeytani bir duruş sergiledi ve tufan
azabı[7]
onları kuşattı: “Nuh kavmine gelince, peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde
onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler
için acıklı bir azap hazırladık.” (Furkan, 25: 37).
B.
Hz. Hûd’un İnsani
Kardeşliği
Hz. Hûd’un, peygamber olarak gönderildiği
Âd kavmi hakkında Kur'an-ı Kerim’in verdiği bilgiler sınırlıdır ve ayrıntılar
tefsirlerde ve kısas-ı enbiya türü kitaplarda bulunmaktadır. Ahkâf'ta yaşayan bu
kavim devasa mülkiyetine güvenerek gurura ve kibre kapılmış ve putperestliğe
sapmıştı.[8] İrem
diye de anılan bölgede kibirleri onları, ayetleri bile bile inkâra sürüklemiş
ve Allah, onlara din açısından değil[9]
nesep açısından[10]
kardeşleri olan ve hakkında her şeyi bildikleri Hûd’u peygamber olarak göndermişti.
Onun hayat hikâyesi ve dili onlara yabancı değildi. Onlara uzak bir yerde de
yaşamıyordu. Onun kavmiyle kardeşlik ilişkisi kendi kavmine dostça yaklaşımını ima
ediyordu. Kardeşleri Hûd onlara, “Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin
O'ndan başka ilahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi (Araf,
7: 65). Fakat onlar azabı istediler. Bunun üzerine pınarları kurudu,
yeşillikleri kalmadı, ünlü İrem bağları yok oldu, hayvanları öldü. Hz. Hûd
onları tövbe etmeye çağırdıysa da yine putlara tapmaya devam ettiler. Sonunda
ufukta gördükleri bir bulutu yağmur bulutu sandılar. Halbuki o azabı getiren
buluttu. Her şeyin kökünü kurutan bir rüzgâr insanları kökünden sökülmüş hurma
kütükleri gibi söküp attı. Dünya hayatında rezillik azabını tattılar ve hepsi
yok oldu.[11]
Allah’ın rahmeti, Hûd ve inananları kuşattı ve onlar inanıp salih amel
işlemelerinin sonucu olarak azaba uğramadılar.
Yine başka bir ayette Hz. Hûd Âd
kavmine kardeşçe şöyle uyarıda bulunmaktadır: “Ey kavmim! Allah'a kulluk
edin. Sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Siz sadece iftira edip
duruyorsunuz."” (Hûd 11: 50). İşin başında onunla soydaşları arasında,
kabilenin bütün bireylerini birbirine bağlayan "akrabalık" bağı
vardı. Bu ortak bağın doğal sonucu olarak, Hz. Hûd ile "kardeşleri"
arasında güven, karşılıklı sevgi ve öğüt alışverişi havasının egemen olmasının
beklendiğine işaret edilmektedir. Ayrıca soydaşlarının bu kardeşlerine karşı
takındıkları olumsuz tavrın anormalliği ve yakışıksızlığı vurgulanmış olmaktadır.
Bu dine davet eden peygamber ile çağrının muhatapları aynı kavimdendirler.
Taraflar arasında akrabalık bağı, kan bağı, soy bağı, aşiret ortaklığı ve yurt
ortaklığı bağı vardır. Bunların yanı sıra, Hz. Hûd ile soydaşları arasında ileride
belirecek olan inanç farklılığı ilkesinden kaynaklanan ilişki kesilmesinin ve
yolların ayrılışının doğallığı (bu ayet vesilesiyle) zihinlere işlenmektedir.[12]
C.
Hz. Salih’in
İnsani Kardeşliği
Ad kavminden sonra tarih sahnesine
çıkan Semud kavmi, Allah Teâlâ'ya isyan edip küfre sapmış ve Allah’a eş
koştukları putlar edinmişlerdi. Öğüt almaya da pek niyetleri yoktu. Azap
uyarılarına da kayıtsız kalıyor ve peygamberlik kurumunu da yalanlıyorlardı.
Allah Teala onları uyarmak ve ortağı bulunmayan tek Rab olan Allah’a ibadet
etmeye yöneltmek için Hz. Salih’i görevlendirdi. Kardeşleri Salih onlara şöyle
öğüt verdi: “Siz Allah'tan korkmaz mısınız?” (Şuara, 26: 142) “Allah'a
kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur.” (Araf, 7: 73) “O sizi
yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür sürenler kıldı. Öyleyse O'ndan
bağışlanma dileyin, sonra O'na tövbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın
olandır, (duaları) kabul edendir.” (Hûd 11: 61).
Hz. Salih, vazifesine başlar başlamaz halkı, (gereği
gibi) inananlar ve inanmayanlar şeklinde farklılaşmaktadır:[13] “Andolsun
ki, Allah'a ibadet edin diye Semud'a da kardeşleri Salih'i gönderdik. Hemen
birbirleriyle çekişen iki zümre oluverdiler.” (Neml, 27: 45). Kavminin
ileri gelenlerinden onun mesajını kibirlerine yediremeyenler, içlerinden zayıf
ve aciz saydıkları müminlere, “Salih'i, Allah tarafından gönderilmiş bir
peygamber mi tanıyorsunuz?” diye sordular. Onlar, “Evet, biz onunla ne
gönderilmişse ona iman edenlerdeniz.” şeklinde cevap verdiler. Fakat imanı
kibirlerine yediremeyenlerin cevabı risaleti kabullenici bir yanıt değildi: “Biz
de, sizin iman ettiklerinizi inkâr ediyoruz." (Araf, 7: 75-76).
D.
Hz. Şuayb’ın
İnsani Kardeşliği
Kur'ân-ı Kerim'de belirtildiğine göre, Yüce Allah
Medyen halkına kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak göndermişti (Araf, 7: 85).
Hz. Şuayb onlara Allah'a kulluk etmeleri, ahirete inanmaları ve bozgunculuk
yapmamaları (Ankebut, 29: 36), ölçüye-tartıya dikkat etmeleri, inananları
yoldan çıkarmamaları ve helâl kazanca kanaat etmeleri çağrısında bulundu.
Kavminin ileri gelenleri ona, daha önce yumuşak huylu ve akıllı bir insan iken
kendilerini niçin babalarının taptığı şeylerden vazgeçirmeye çalışıp mallarına
diledikleri gibi tasarruftan alıkoymak istediğini sordular.
Hz. Şuayb, kendisinin Rabbi tarafından
görevlendirildiğini, onlara teklif ettiği şeyleri, kendisinin de yapmadığını,
böylelikle onların hallerini düzeltmeye çalıştığını ifade etti. Medyen halkı,
bu söylediklerini anlayamadıklarını ileri sürüp küçümser sözler sarf ederek onu
tehdit ettiler, onun kendilerinden bir üstünlüğü bulunmadığını ileri sürdüler. Kardeşleri
Hz. Şuayb onlara, “Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, O'ndan başka ilahınız
yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın; gerçekten sizi bir 'bolluk ve refah'
içinde görüyorum. Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından
korkuyorum.” dedi (Hûd, 11: 84). Şuayb kıssasına dikkat edilirse günümüz
medeniyetinin genel ahlâk anlayışına paralel noktalar görülür. Medyen halkının
ön plana çıkan yönü ticaret ehli oluşlarıdır. Kardeş nasihati olarak Hz. Şuayb
kavmine şöyle demektedir: Şüphesiz siz nimet ve bolluk içinde görünüyorsunuz. Bunun
gereği haksızlık etmek değil, insanların hakkını hukukunu gözetmektir, halkın
yararına hizmet etmek ve Allah'a şükretmektir. Aslında denilmek istenen şudur:
“Ölçüyü ve tartıyı noksan yapıp da hayrı berbat etmeyin. Bununla beraber hiç
şüphesiz ben hepinizi birden kuşatacak bir günün azabından korkarım. Size
acıdığım için bu nasihatlerde bulunuyorum.[14]
E. Hz. Lut’un İnsani
kardeşliği
Hz. Lut’un, sapıklığın, ahlâksızlığın, edepsizliğin en
adîsi olan livâtanın (oğlancılık) yaygın olduğu Sodom halkına peygamber olarak
gönderilmişti. Sodom halkı, daha önceki milletlerde görülmeyen bu ahlâksızlık
suçunda çok ileri gitmişti. İffet, namus ve hayânın unutulduğu bu toplumda Hz. Lut
ve ona inananlar, onların bu tür ahlâksızlıklarına engel olmak istemişler,
ancak susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişlerdi.[15]
Peygamberleri yalanlayan bu kavme, “Kardeşleri Lut:
Siz Allah'tan korkmaz mısınız?” demişti (Şuara, 26: 161). Hz. Lut
kendisinin onlara gönderilmiş güvenilir bir elçi olduğunu vurguladı. Yapmaları
gereken artık Allah'a karşı gelmekten sakınmak ve ona itaat etmekti. Buna karşılık
onlardan hiçbir ücret de istemiyordu. Onun ecrini verecek olan alemlerin Rabbiydi.
Hz. Lut, O’nun onlar için yarattığı hanımları bırakıp da, erkeklere yönelmelerinin
kötülüğünü anlattı. Ama onlar sınırı aşmış (sapık) bir kavimdi. Öğüt almak
yerine tebliğinden vazgeçmezse onu memleketinden süreceklerini söylediler. Hz. Lut
onların bu tavrından tiksindiğini belirterek Allah’a onu ve ailesini yapa
geldiklerinden kurtarması için dua etti. Bunun üzerine Yüce Allah onu ve bütün
ailesini kurtardı. Ancak bir kocakarı müstesna. O, geride kalanlardan oldu.[16] Sonra
diğerlerini helak etti.” (Şuara, 26: 163-172).
Sonuç
Kur'an-ı Kerim peygamberlerin gönderildikleri
kavimlerin “kardeşleri” olduğunu ifade etmektedir. Tebliğ sırasındaki bu
yumuşak hitap, öğüt almak isteyenlerin mesajı bir çırpıda reddetme tavrı içine
girmelerini genel itibarıyla engellemiştir. Peygamberlerin bu samimi tavrının
karşılığında toplumlarından ne beklediklerini, sanki Allah’ın Hz. Muhammed
(s)’e verdiği şu öğüt gayet güzel özetlemektedir: “İşte Allah'ın, iman eden
ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. Deki: Ben buna karşılık
sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik
işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün
karşılığını verendir." (Şura, 42: 23). Peygamberler içinde yaşadıkları
topluma onlar kardeşçe yol göstermeye, dünya ve ahirette kazananlardan
olmalarını sağlamaya çalışmış ne var ki peygamberler bazı toplum kesimleri
tarafından hiç de kardeşçe olmayan tepkilerle karşılanmışlar ama o kesimlerin
yol açtığı fitneye, fesada ve zulme karşı Allah peygamberlerini ve inananları
yalnız bırakmamıştır.
Kaynakça
Beğavî, Hüseyin b. Mes’ud, Mealimu’t-Tenzîl, 8 c., 4. bs., 1997.
Harman, Ömer Faruk,
“Hûd”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1998.
İbnu’l-Arabi, Fusûsu’l-Hikem,
(çev: Nuri Gencosman), M.E.B. Yay., İst., 1990.
İbn Sa’di, Abdurrahman
b. Nâsir, Teysiyru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsiri Kelami’l-Mennân,
Müessesetu’r-Risale, 2000.
, Mustafa, Hayat Kitabı Kur'an Gerekçeli
Meal-Tefsir, 3. bs., Düşün Yay., İst., 2009.
Kayacan, Murat, “İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”, Haksöz Derg.,
S. 178, 2006.
_______, Kur'an’da Peygamberler
ve Karşı Tavırlar, Ekin Yay., İst., 2003.
_______, “İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut
Eleştirisi”, Haksöz Derg., S. 178, 2006.
Kutub, Seyyid, Fî
Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay., İst.,
1991.
Mefâil, Hızlı, “Livâta”, Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000.
Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst.,
1986.
Şimşek, M. Sait, “Hûd Suresi” Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000.
Telioğlu, Ömer, “Nuh Suresi”, Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr.,
İst., 1979.
[1] Kayacan,
Murat, Kur'an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yay., İst., 2003.
[2] “Azim ve sebat
sahibi peygamberler” anlamındaki bu terim için bkz. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak
Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979, VI, 4363-4364.
[3] Katâde ve
İkrime’ye göre de Hz. Nuh tüm peygamberlerin ilkidir bkz. Beğavî, Hüseyin b.
Mes’ud, Mealimu’t-Tenzîl, 8 c., 4. bs., 1997, I, 243.
[4] Muhyiddin İbn
Arabi, Nuh’un kavminin putlara tapmasını meşrulaştırıcı yorumlarda
bulunmaktadır: “Hz. Nuh’un kavmi onun davetinde bir ‘furkan’ (ayrılık) olduğunu
görmüş ve davete kulak vermemişti. Nuh onların bu tavrını zemmederken aslında
övüyordu. Bunu arif olanlar anlıyordu.” bkz. İbnu’l-Arabi, Muhyiddin, Fusûsu’l-Hikem,
(çev: Nuri Gencosman), M.E.B. Yay., İst., 1990, s. 57. Yani İbn Arabi’ye göre,
Hz. Nuh’un halkı onun putlara tapmaktan uzak durmayı tavsiye edişinden aslında
onun gizli gizli müşrikleri övdüğü sonucunu çıkarmaktadır bkz. Kayacan, Murat,
“İbnu Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”, Haksöz, S. 178, 2006, s. 46. Bunu
kabul etmek mümkün değildir. Zira şirkten ve inkârdan uzak durmaya çağıran, Allah’tan
inkârcıların hiçbirisini sağ bırakmamasını talep eden bir peygamberin böyle bir
niyeti olamaz.
[5] Telioğlu,
Ömer, “Nuh Suresi”, Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000, VI, 252.
[6] Kutub, Seyyid,
Fî Zilâli’l-Kur'an, (çev. Mehmet Yolcu ve diğerleri), 10 c., Dünya Yay.,
İst., 1991, VII, 617.
[7] Bu ayetin
ilahi bir yasayı hatırlattığı da ifade edilmektedir: “Tuğyan olan yerde mutlaka
tufan olur. Her zaman ve zeminin tuğyanı da tufanı da farklıdır. Tuğyanı ahlak
alanında olan bir toplumun tufanı da ahlak alanında servet alanındaki tuğyanın
tufanı da yine o alanda kopar.” bkz. İslamoğlu, Mustafa, Hayat Kitabı Kur'an
Gerekçeli Meal-Tefsir, 3. bs., Düşün Yay., İst., 2009405.
İlk bakışta bu değerlendirme doğru gibi gelse de aslında pek de tutarlı
değildir. Hz. Nuh’un kavminin başına gelen tufan onların sosyal alanda
işledikleri şirk, zulüm ve İslam ile alay türü cürümleri nedeniyle gelmiştir.
Ne var ki, ceza toplumsal alanda çıkan “tufanlarla” sınırlı kalmamış tabiat
olayı şeklinde gelmiştir.
[8] Harman, Ömer
Faruk, “Hûd”, İslam Ansikl., TDV Yay., İst., 1998, XVIII, 280.
[9] Beğavî,
Hüseyin b. Mes’ud, Mealimu’t-Tenzîl, 8 c., 4. bs., 1997, VI, 122.
[10] İbn Sa’di,
Abdurrahman b. Nâsir, Teysiyru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsiri Kelami’l-Mennân,
Müessesetu’r-Risale, 2000, s. 595.
[11] Şimşek, M.
Sait, “Hûd Suresi” Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000, III, 313.
[12] Kutub, a.g.e.,
VI, 106. Kutub bu açıklamalarının devamında “Fakat daha sonra bütün bu ortak
bağlar kopuyor ve aynı soydan gelen iki karşıt ‘ümmet’ oluşuyor. Bir tarafta ‘Müslüman
ümmet’ karşımıza çıkıyor. Bu iki ümmet arasında, artık ayrılık ve ilişki
kesikliği egemen oluyor. Bu ilişki kesikliğine dayalı olarak yüce Allah'ın
‘müminleri’ başarıya ulaştırmaya ve ‘müşrikleri’ imha etmeye ilişkin vaadi
gerçekleşiyor. Yalnız bu ilahi vaadin gündeme gelebilmesi ve gerçekleşebilmesi
için, önce bu ilişkilerin kesilmesi gerekir, aradaki ayrılığın
kesinleştirilmesi ve karşıt safların net biçimde belirginleşmesi gerekir. Bu
noktaya varılabilmesi için peygamber ile mümin soydaşları, hemşerileri ile
aralarındaki bütün geçmiş bağlarından, bütün ortak ilişkilerinden
sıyrılmalıdırlar.” demektedir bkz. Kutub, a.g.e., IV, 106-107. Ancak Kutub’un
bu yorumları çok abartılıdır. Bir kavme hem din hem de kan bağıyla mensup olmak
birbirine zıt olmak zorunda mıdır ki iki bağı bir tebliğ imkânı olarak değil
birbirine muhalif iki unsur olarak görelim?
[13] Mekke'de Hz.
Muhammed'in (s) risaleti sırasında da, benzer bir durumun ortaya çıkmış olması dikkate
değerdir. Nitekim Mekke ahalisi iki ayrı fırkaya ayrılmış ve aralarında bir
mücadele başlamıştı. Dolayısıyla bu kıssa, bu ayetlerin nazil olduğu zamandaki
şartlara mükemmel bir şekilde işaret etmiş olmaktadır bkz. Mevdudî, Ebu’l A’lâ,
Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay.,
İst., 1986, IV, 105.
[14] Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak
Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979., IV, 2805-2806.
[15] Hızlı, Mefâil,
“Livâta”, Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000, V, 60.
[16] Bu kadın diğer
azaba uğrayıp helak olanlarla birlikte helak olan Hz. Lut’un hanımıdır bkz.
Beğavi, a.g.e., VI, 126.