19. asrın ikinci yarısından itibaren İslam dünyasının entelektüel muhitlerinde yaygın taraftarları olan Kur’an’a dönüş hareketinin savunucuları arasında Cemaleddin Afganî (ö. 1897), Muhammed Abduh (ö. 1905), Muhammed Reşid Rıza (ö. 1935) ve Seyyid Kutub (ö. 1966)’u saymak mümkündür; Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış olan Mehmed Âkif Ersoy (ö. 1936) da bu söylemin Anadolu’daki sahiplerinden birisidir. Yakın Türkiye tarihine bakacak olursak; Sait Ertürk ve Sait Çekmegil gibi iki önemli isme nasbedilebilecek “Malatya Ekolü” ve dergiler bazında da uzun soluklu İktibas ve Haksöz dergileri  akla gelen ilk örneklerdir.
Kur’an’a dönüş söylemini kullandıkları halde bunu ne kadar doğru anla(mlandır)dıkları meşkuk kimileri de işi Türkçe namaz kılmaya vardırmakta, kimisi tarihselliğe doğru evrilmiş bulunmakta ve kimisi de Kur’an’daki hadleri uygulamayı Kur’an’ın felsefesine uygun görmemektedir (Mertoğlu, 2010: 83). Bu nedenle Kur’an’a dönüş söylemini tek çerçevede ele almak mümkün değildir. Dolayısıyla bu konuda yapılan genelleme içerikli değerlendirmeler üzerinden bu harekete  dair -ağırlıklı olarak Türkiye’deki Kur’an’a dönüş hareketi üzerine- değerlendirmeler yapacağız.
Kur’an’a dönüş hareketinin, -Müslümanların geri kalmalarının ve parçalanmışlıklarının nedenini Kur’an’dan uzaklaşmalarına bağlı gördüğünden- Kur'an’a dönülmesini ve onun dışındaki kaynakların ve Müslümanların sahip olduğu ilmî geleneğin kısmen ya da tamamen reddedilmesini savunduğu (Mertoğlu, 2010: 69) ileri sürülmektedir. Aslında bu bağlamda bir red değil, eleştiri, Kur’an ile test etme ve yanlışların terk edilmesi söz konusudur. Kur’an’dan hareketle toplumların hangi nedenlerden dolayı dünyevi açıdan cezalandırıldığı konusuna kafa yoran Müslümanların sorunu Kur’an’dan uzaklaşmaya bağlamaları ve inanan kimseler olarak çözümü yine Kur’an’da aramaları normaldir. Ne var ki, bu çabanın ilmî geleneği bir bütün olarak inkâr boyutlarına varmaması gerekir.
Kur’an’a dönüş hareketinin metnini esas alırken Kur’an’ın anlaşılması ve hayata geçirilmesi noktasında vazgeçilmez değeri ve fonksiyonu olan Sünneti göz ardı etmesinin yanında bir usul düşüncesi ve arayışından yoksun olması (Mertoğlu, 2010: 69) şeklinde bir iddia da söz konusudur. Kur’an, “Rasul’e itaat”e yönlendirdiği için sünneti göz ardı eden yaklaşımın iler tutar bir yanı yoktur ve bu eğilim konu dışı görülmelidir. Bu hareketin usül düşüncesi ve arayışından yoksun olması iddiası doğru değildir. Türkiye’de bu eğilim sahiplerinde (kitle düzeyinde) Arapça bilgisinin bir yere kadar yetersizliği bir sorun ise de, Kur’an’ı anlama usulü elde etme çabaları görmezden gelinemez.
Kur’an’a dönüşü teşvik eden çevrelerin tefrikaları artırdığı, kimi ayetleri sloganlaştırdıkları, çabalarının bireysel ve sübjektif/göreceleştirilmiş bir din anlayışını ve karmaşayı beraberinde getirdiği, Müslümanların bir ümmet olma vasfını zedeleyerek İslam’ı pratikten uzak bazı prensipler düzeyine indirgemekle sonuçlandığı iddiasına gelince (Mertoğlu, 2010: 69, 70), bu bir yere kadar doğru olsa bile, Kur’an’a dönüşü yaygınlaştırmaya çalışmayan çevrelere kıyasla onların İslam ümmetinin diğer unsurlarından haberdar etme/olma ve onlarla dayanışma çabası içinde olma açısından ortada olağanüstü bir durum yoktur. Bu hareket mensupları; uyuşmuş ve derin uykulara dalmış, bidat ve hurafe bataklığına saplanmış, cehalete kurban olmuş, taklidi din edinmiş, aklı sanık sandalyesine oturtmuş, üretimi adeta durdurmuş olan ümmeti uyandırmak ve vahyin aydınlık yoluna çıkarmak için öncü olmuş, gerektiğinde canlarını ortaya koymuş ve Allaha şükür bugün gelinen noktada da lokomotif görevi yapmışlardır. Çünkü geleneklere verdikleri değer, vahyin sınırları çerçevesindedir ve vazgeçilebilirlikleri açısından pek sorun teşkil etmezler. Bu anlamda, başka toplumlarla vahiy merkezli işbirliği alanları oluşturmaları imkânı, diğer Müslüman çevrelere göre daha geniştir.
Gerek Müslümanların bilhassa bu dünyada karşılaştıkları sorunlara çözüm getirme hususunda Kur’an’ın sahip olduğu yeterliliğe duyulan samimi inanç, gerekse İslam adına ileri sürülecek fikirleri Kur’an’a dayandırma ve tasdik ettirme zarureti (meşruiyet arayışı), bu harekete mensup düşünürleri Kur’an eksenli bir bakış açısına sevk etmiş, böylece modern anlamda sosyo-politik Kur’an tefsiri de ortaya çıkmaya başlamıştır (Mertoğlu, 2010: 74). Bu, Müslümanlar üzerindeki önemli bir sorumluluğun ifasıdır. Müslümanlar ahiret inancına sahiptirler ve  doğal olarak “Kur’an’ı terk edilmiş bırakmaktan” (Furkan, 25: 30) kaygı duyarlar. Mehmet Akif Ersoy’un şu dizeleri (2013: 153) bu kaygının somut bir göstergesidir:
Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’an’ın:
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mananın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Kur’an’a dönüş hareketi Kur’an’ın tefsire muhtaç olduğunu ve bunun için de kendi dışında bazı delillere ihtiyaç gösterdiğini kabul eden geleneksel anlayışa bir itirazı ifade etmektedir (Mertoğlu, 2010: 85). Bu itiraz da epeyce haklılık payı vardır. Çünkü Kur’an apaçık bir kitaptır. İlkokul mezunu de üniversite mezunu da kendi çapında ondan çıkarımda bulunabilir. Zaman zaman isabet edememeleri muhtemeldir ve bu ihtimal onları Kur’an’ı okuyup anlama çabasından alıkoyacak boyutlarda olmaz. Zira Allahu Teala onları ahirette “güçleri yettiği ölçüde” sorumlu tutacaktır. Ayetler hakkında farklı sahabe yorumlarının naklediliyor oluşu, sahabenin de Hz. Peygamber (s)’den her ayeti açıklaması talebinde bulunmadığını aksine kendilerinin de anlamaya çalıştığını göstermektedir.
Kur’an İslamı’nı savunanlar yeni ve farklı bir tarih tasavvurundan ve modern siyasî-içtimaî-entelektüel güdülerden hareketle sadece kaynak tartışması yapmamakta, İslam’ın/Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda İslamî ilimler geleneğini ve onun oluşturduğu çerçeveyi de sorgulamaktadır (Mertoğlu, 2010: 80). Bu da bir nakısa değil, yenilenme girişimidir. İslami kültürel miras sorgulanamaz değildir. Bu bağlamda sözgelimi, Kur’an’da neshin olup olmadığı tartışmalarının yapılması ve neshin olmadığı vurgusunda ısrar, hayırlı sonuçlar vermiş ve daha önce olmadığı kadar neshin varlığına itiraz bu dönemde kabul görmüştür.
Kur’an’a dönüş hareketi, İslam’ın tarih boyunca dine sokulan çeşitli bid’at ve hurafelerle bozularak saf halini kaybettiği, Müslümanların toplumsal hayatlarındaki olumsuz halin ve İslam’a dışarıdan bakan yabancıların edindiği menfî kanaatin kaynağının bu unsurlar olduğu görüşündedir. Dolayısıyla yapılması gereken; Kur’an’dan hareketle dini bir yenilenme çabası içinde olmak (tecdîd), aklı esas almak ve taklidi terk etmek suretiyle Kur’an’a dönülmesidir (Mertoğlu, 2010: 93). Bu bağlamda bu hareketin günümüzdeki temsilcileri, yeni ortaya çıkan ve bidata dönüşme ihtimalı görünen “kutlu doğum haftası” ve “salavat kampanyaları” türü etkinliklere karşı da zihni uyanıklığa davet etmektedir.
Selefîlerin dinin anlaşılması konusunda –nakil karşısında- aklı asgarî seviyede tutmak isteyen yaklaşımlarının aksine, Kur’an’a dönüş çağrısı yapanlar nasların anlaşılmasında aklı temel kriter haline getirir ve ona öncelik verirler (Mertoğlu, 2010: 95). Akla öncelik vermek ve vahyi anlama cehdi içinde olmak güzeldir. Çünkü aklını kullanmayanlar Allahu Teala tarafından azaba uğratılırlar (Yunus, 10: 100). Akletmemek müminlerin değil, kâfirlerin özelliğidir. Akif gibi Kur'an’ı gerek şiirleriyle gerekse yazılarıyla gündemde tutan Metin Önal Mengüşoğlu (1947-)’nun ifadesiyle “düşünmek farz”dır.
Kur’an’a dönüş hareketi mensuplarının sadece Kur’an’a dönmek, onu “doğru” okumak ve onunla yetinmekle ihtilafların ortadan kaybolacağını düşündükleri ve bunun naif ve kolaycı bir yaklaşım olduğu ifade edilmektedir. Zira Kur’an’ın bir değil birden fazla okunuşu ve tevilinin mevcudiyeti söz konusudur (Mertoğlu, 2010: 96). Sahih bilginin her zaman doğru tutumu ve örnekliği oluşturamayacağı bir gerçekse de (Türkmen, 2008: 61), Kur’an’a dönüş hareketinin bir ölçüye kadar diğer söylemlerle karşılaştırıldığında avantajlı olduğu söylenebilir. Çünkü gelenek, kültür vs. Kur’an’ın birden fazla okunuşunu ve tevilini teke indirmede dolayısıyla Müslümanlar arasındaki ihtilafları sona erdirme açasından daha büyük avantajlar sunmamaktadır. En basitinden Kur'an’a dönüş hareketi genel itibarıyla bilir ki, “Ümmetin ihtilafı rahmet değil”dir. Bu nedenle insanlar temel kaynak Kur'an-ı Kerim’de ittihadın (birliğin) yollarını araştırmalıdır. Rasulullah (s)’ın sünneti de zaten bu doğrultudadır.
Kur’an’a dönüş hareketi ve özellikle Kur’an İslamı söylemi ile Protestanlık arasında benzerlik olduğunu düşündüren dört temel husustan söz edilmektedir: a) Kitap merkezli bir din tasavvuru ve b) Kutsal kitabın yorumlanmasında aklı esas almak suretiyle önceki otoritelerden bağımsızlaşma talebi. c) İkinci hususa bağlı olarak her bir ferdin kutsal kitabı anlama ve bu şekilde bireysel bir okuma hakkını savunma. d) Dinde ibadet/amel ve şekilciliğin yerine niyetin ve vicdanın, hukukî ve sosyal düzenlemelerin yerine ise itikadî ve ahlakî ilkelerin önemine vurgu (Mertoğlu, 2010: 108). Kur'an’a dönüş hareketi ile Protestanlık arasında bu benzerlikler olsa bile, sırf bu nedenle Kur’an’a dönüş hareketi tenkit konusu yapılmamalıdır. Zira hangi İslami ekol olursa olsun, bir şekilde yaklaşımları başka dinlerle/ideolojilerle paralellik arz edebilir. Sorun, sahip olunan yaklaşımların vahiyle zıtlık arz etmesindedir. Sözgelimi, kişileri ve rivayetleri merkezele alan, menkıbeler üzerine din anlayışı bina eden ve geleneksel vurguları kuvvetli çevrelerin Kur'an’a yaklaşımlarının, Katoliklerin İncil’e yaklaşımına benziyor oluşu eşit derecede eleştiri konusu yapılmamaktadır.
Sonuç
Kur'an’a dönüş hareketi tek parça değildir. “Kur'an’a dönelim!” deyip, Kur'anî emirleri risaletin başladığı yılların şartlarına hasredenler var, diye bu hareket zemmedilmemelidir. İyi niyetle yola çıkıp Kur'an’ı yanlış anlayanlar her çağda karşımıza çıkabilir. Dini yanlış anlama; Kur'an’ı değil, kişileri ve eserlerini merkeze alan Müslüman çevreler için de hatta daha büyük oranda söz konusudur. Kur'an’a dönüş hareketinin amacı ihtilaf değil, Kur'an doğrultusunda ümmetin birliğini sağlamaktır. Bu bağlamda İslami ilimleri nass gibi görmemek, “onları hiçe saymaksızın” gerektiğinde eleştirmek ıslah edici bir tutumdur. Yine bu hareketin bidatlara, hurafelere karşı tutumu ve vahyi anlamada akla verdiği önem, ümmetin diri kalmasında iyi bir imkân olarak görülmelidir.
Kaynakça
Ersoy, Mehmed Akif. (2013). Safahat, İstanbul: İdeal.
Mertoğlu, M. Suat. (2010/1). Doğrudan Doğruya Kur’an’dan Alıp İlhamı: Kur’an’a Dönüş’ten Kur’an İslamı’na. Dîvan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi. C. 15. S. 28. (69-113).
Türkmen, Hamza. (2008). Türkiye’de İslamcılığın Kökleri. 2. bs. İstanbul: Ekin.
                                                 

Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, “Kur'an’a Dönüş Hareketine Yöneltilen Eleştirilerin Değerlendirilmesi”, Umran Derg., S. 225, İst., 2013.