İlk dönem şehir yönetimi ve valilik kurumu
Bu yazıda Cumhuriyet
Üniversitesi İslâm Tarihi öğretim üyesi
Ünal Kılıç’ın “Şehir Yönetimi
ve Valilik” adlı çalışması bağlamında
ilk dönem İslâm devlet yönetim tecrübesi ele
alınacaktır.
Bu çalışmada
önce İslâm dininin yayılması konusunda merkezi role
sahip olan Hicaz bölgesinin yönetsel yapısını ortaya
koyacağız. Ardından İslâm’ın
gelişiyle Müslümanların ortaya koydukları idari
yapının özelliklerine işaret edeceğiz ve
özellikle de Medine ve Kûfe örneklerini ele alacağız.
İlk dönem valilik uygulamalarına dair bilgiler aktararak
“Raşit Halifeler” dönemi diye anılan zaman dilimi
içindeki farklı yaklaşımları ortaya koymaya
çalışacağız.
A. Hicaz’ın
İslâm Öncesi Yönetsel Yapısı
Mekke’nin idaresi
Huzâalıların elinden Kusay b. Kilab’ın maharetiyle
Kureyş kabilesine geçmişti. Kusay, Kâbe hizmetlerini ve
Mekke yönetimini ele geçirdikten sonra, dağınık bir
şekilde dağlık bölgelerde ya da Mekke’nin
varoşları denilebilecek mevkilerde, kenar mahallelerde oturan
Kureyşlileri Mekke’nin merkezine yerleştirdi. Daha
önceleri, o dönemin hakim kabilesi olan Huzaâalılar Mekke’nin
merkezine yerleşmelerine izin vermiyordu. hâkimiyeti ele
geçirmesinden sonra Kureyşlileri Mekke’de toplamaya muvaffak
olan Kusay’a “el-Mücemmî” adı verildi.
Kusay’ın hâkimiyeti
altında Mekke’nin refah seviyesi yükseldi, idare yeni
baştan kurularak demokratik hale getirildi. Şöyle ki Kusay kamuya
açık müzakerelerin yapılması için
“Daru’n-Nedve”yi[1]
kurdu. Kırk yaşını aşan vatandaşlar buraya gelip
şehirle ilgili işlerin müzakeresi hususunda fikirlerini arz
edebilirdi.
Cömertliği ile meşhur
olan Hâşim, çevre devletlerin hükümdarlarıyla
Kureyş adına ticarî, diplomatik ilişkiler başlatmakla
ve Kureyş için yılda iki ticarî seyahat sisteminin
getirmekle itibar kazandı. Yılda iki defa yabancı ülkelere
yönelik gerçekleştirilen ticarî seyahatler[2] Kureyşlilerin
maddî olduğu kadar kültürel yönden de ilerlemelerine
katkı sağladı.
Hâşimoğulları
yerine getirdikleri rifade[3] ve
sikâye[4] görevleri ile
Mekke’de dinî ve manevî bir nüfuz elde ederken,
Ümeyyeoğulları da başkumandanlık görevini
uhdelerinde bulundurmakla siyasî bir nüfuz elde ettiler.
Hicaz’ın o dönemde
Mekke’nin yanında önemli şehirlerinden birisi de Medine[5] idi.
Babil kralı Buhtunnasır’ın Kudüs’ü
işgalinin ardından kaçarak Hicaz’a giden Yahudiler ile Hıristiyanlığın
Suriye’de yayılması sebebiyle Romalıların
sıkı takibine maruz kalarak göçen Yahudilerden Kureyza,
Nâdir ve Kaynuka kabilesine mensup olanlar Medine’ye
yerleştiler ve orada Arap gelenek ve adlarını benimsediler.
Me’rib seddinin yıkılmasından sonra Medine’ye
yerleşen diğer bir topluluğu ise Güney
Araplarının Ezd kabilesin mensup olan Evs ve Hazrecliler
oluşturuyordu. Evs ve Hazrecliler daha önce gelerek buraya
yerleşen Yahudilere tâbi iken onların artan baskıları
sebebiyle akrabaları olan Gassanilerden yardım aldılar ve
Medine’de üstünlüğü ele geçirdiler.
Naklettiğimiz bilgilerden
anlaşılacağı gibi, İslâm’ın
doğuşu sırasında Hicaz’da siyasî birliktelik ve
merkezî otorite mevcut değildi. Sosyal düzen ve gündelik hayatı
düzenlemede, kabileler ve gruplar arasındaki güç
dengesinin, kan bağına dayalı üniter yapının
gelenek ve göreneklerin, zaman zaman görüşlerine
başvurulan hâkimlerin, kabile şeyhlerinin ve şehir
eşrafının önemli bir yeri vardı.[6]
B. İslâmî
Dönemde Şehir Yönetimi Oluşturma Çabaları
1. Medine Deneyimi
Peygamber (s)’in
yönetiminde, Müslümanlar Medine’yi başkent olarak
tayin ettiler. Yukarıda bahsettiğimiz kabile yapısı
İslâmî dönemde yok sayılmadı. Hz. Peygamber,
kabileleri birbirlerine ve merkezî yönetime yaklaştırmaya,
hiyerarşik bir yönetim ağına kavuşturmaya özen
gösterdi. Daha önceden eski lideri tekrar aynı göreve iade
eden ve çoğunlukla aynı kabileye mensup kişileri lider
olarak işbaşına getiren Hz. Peygamber, söz konusu
yönetim birliğini sağlayabilmek için ilerleyen
dönemlerde merkezden gönderilen, merkezî hükümetin
menfaatlerini kabile menfaatlerinden önde tutan idarecileri mahallî
kabilelere lider olarak tayin etti. Bu siyaset, İslâm devletinin
bilinen anlamda devletleşme hüviyetine sahip olmasına katkı
sağladı.
İlk halife Hz. Ebû Bekir
döneminde de bu şehir başkent oluşunu muhafaza etti. Hz. Ebû
Bekir idari işleri yürütürken Medine’yi hiç
terk etmedi. Diğer şehirleri valileri
aracılığıyla yönetti. Hz. Ömer ise diğer
vilayetlere de gitti ve giderken yerine vekil bırakmayı da ihmal
etmedi.[7]
Ne var ki, Hz. Osman döneminde
iktidar önemli zorluklar yaşadı. Basra, Kûfe ve
Mısır halkından oluşan isyancı grup tarafından
öldürülmesinden sonra Medine’de büyük bir
kargaşa ve devlet boşluğu yaşandı.
Âsîlerin kontrolündeki Medine’de devletin
başına kimin geçeceği sorusu bir süre cevapsız
kaldı. Neticede kendisine biat edilmesini kabul eden Hz. Ali, biatin
mescide herkesin huzurunda olmasını istedi.
2. Kûfe Deneyimi
Hz. Ali, halife seçildikten
sonra siyasi şartların etkisi ile idarî uygulamalarda bazı
düzenlemeler yaptı. Çünkü önce Şam[8] sora
da Mısır Hz. Ali’nin idaresi dışında
kalmış böylece İslâm devleti adeta iki merkezden
idare edilmeye başlanmıştı.
İslâm toplumunun ikinci
başkentinin Kûfe oluşu, Hz. Ali’nin Medine’de
aradığı desteği bulamayışından
kaynaklanabilir. Seçilme yöntemi ve Hz. Osman
taraftarlarının buradaki mevcudiyeti, Hz. Ali’yi rahatsız
edebilecek bir unsurdu.
C. İlk Dönem
Valilik Uygulamaları
1. Valilerin
Seçim Şekli
Gerek Peygamber (s)’in gerekse
ilk iki halifenin, istisnalar dışında idarede
yakınlarına görev vermedikleri bilinen bir husustur. Hz.
Peygamber, Hâris b. Nevfel el-Hâşimî’yi vali tayin
etmedi. Onun izinden giden Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de
kabiledaşlarını idarî görevlere getirmekten
şiddetle kaçındılar. Bu durumu bilen halk, Hz.
Osman’ı akrabalarını iktidar kademelerine
yerleştirmek ve seleflerinin yolunu takip etmemekle eleştiriyor ve
Hz. Ömer’in, “Ey Osman! Müslümanların
yönetimine geçersen, Ebû Muaytoğullarını
(Ümeyyeoğulları) insanların başına musallat
etmeyesin.” şeklindeki vasiyetine de uymamakla itham ediyordu.
Hz. Osman’ın
istişareyi, Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebî Vakkas, Ebû
Eyyûb el-Ensârî önde gelenleri dururken,
Ümeyyeoğullarının gençleriyle yapması toplumda
hoşnutsuzluğa yol açtı. Zira Hz. Osman’ın
danıştığı kimseler Mervan b. El-Hakem ve benzeri bu
gençler ya “tülekâ”dan[9] ya da
dinde kıdemi olmayanlardandı. Bunların idarî bir
deneyimleri ve toplum üzerinde önemsenecek bir nüfuzları da
yoktu.
Öte yandan önemli görevlere
tayin olunan söz konusu akrabaların yaşlarının
küçük oluşu da yadırganıyordu. Yaşı
ilerlemiş insanları lider olarak görmeye alışık Arap
toplumu için, gençlerin eyaletlerin valiliğine tayini
tepkilerin doğmasına yol açıyordu. Hz. Osman
tarafından Basra valiliğine atanan Abdullah b. Âmir yirmi
beş, Kûfe valiliğine tayin edilen Saîd b. El-Âs
otuz, devlet başkatipliğine getirilen Mervan b. El-Hakem ise
henüz yirmi beş yaşlarındaydı.
Akrabalarına fazlasıyla
düşkün olan halife, onlara olan sevgisin göstermek
için bolca ihsanlarda bulunduğu gibi önemli mevkilere de tayin
etti. Kendisini bu tür icraatları sebebiyle eleştirenlere ise
böyle yaparak “Sıla-yı rahmi koruduğunu”
söylüyordu.
Dördüncü halife Hz.
Ali, iktidara geldiğinde Muğire b. Şu’be, “Sen
valileri yerlerinde bırak, onların biat ettiklerini duyarsan
işte o zaman istediklerini yerinde bırakırsın,
istemediklerini ise yenileriyle değiştirirsin.” tavsiyesinde
bulunmuş, Abdullah b. Abbas da ona idareye tam anlamıyla hâkim
olana kadar Muaviye’yi Şam valiliğinde tutmasını
öğütlemiş, aksi halde Muaviye’nin Hz. Ali’yi,
Hz. Osman’ın öldürülmesiyle
suçlayacağını söylemiştir. Ne var ki, Hz. Ali
bu öğütleri dikkate almamıştır.
Akrabaları vali tayini etmek
hususunda Hz. Ali, Hz. Osman kadar eleştiri almamıştır. Hz.
Ali de onunla bu konuda aynı şekilde davranmasına rağmen
onun kadar eleştirilmedi. Bunda Hz. Ali’nin tayin ettiği
valilerden bir kısmının görevlerine
başlayamamış olması, görev yapanların ise Hz.
Osman’ın akraba valilerine nazaran kısa süreli valilik
makamlarında bulunması ve valilerini denetlemede Hz. Osman’a
nispetle daha kararlı bir tutum sergilemesi de etkili olmuştur.
Her iki halifenin valileri
akrabalarından seçme gerekçeleri farklıdır. Hz.
Osman özellikle son dönemlerinde çoğunlukla
akrabalarını vali olarak atarken, diğer kabile mensuplarına
bu makamlarda fazla yer vermedi. Hz. Ali ise akrabalarını vali
yapmakla birlikte özellikle ensârdan olmak üzere diğer
kabilelere de vali tayininde fırsat verdi.
Diğer taraftan Hz. Osman
döneminde sadece Ümeyyeoğulları değil, diğer
kabileler de halifeye biat etmişler, biatlerinin gereği olarak
itaatlerini sürdürmüşlerdi. Bu sebeple de diğer kabile
üyelerine pekala fırsat verilebilirdi. Oysa Hz. Ali’nin kendi
iktidarına destek olan ve biatlerini arz eden kabileler fazla
değildi. Hz. Ali, kendisine biat etmeyen kabilelerden vali tayin edemezdi.
Bunu yerine ya ensârdan ya da akrabalarından vali atamak
zorundaydı. Zira fazla bir alternatifi yoktu. Dolayısıyla Hz.
Ali’nin akrabalarını tayininde mevcut siyasî
şartların da etkisi vardı.
2. Valilerin
Maaşları
Peygamber (s), Mekke valiliğine
tayin ettiği Attâb b. Esîd’e her gün için
bir dirhem olmak üzere yaklaşık otuz dirhem maaş
bağlamıştı. Ancak diğer valilere düzenli bir
maaş bağlatıp bağlatmadığını
bilmiyoruz. Hz. Ebû Bekir döneminde devletin gelirlerinde
önemli bir artış olmadığı için onun
dönemde, valilere düzenli bir şekilde maaş
verilemediği söylenebilir. Bu dönemde valilik yapan
kişilerin fetihlerde yer almaları sebebiyle ganimetten elde ettikleri
gelirlerle geçimlerini teminde zorlanmamalarının da onlara
maaş verilmemiş olabileceğini akla getirmektedir. Kaynaklarda
Halife Ömer’in –gelirlerin de artmasıyla- memurlara
maaş bağladığı görülmektedir. Onun, vali
Ammâr b. Yâsir’e 600, Osman b. Huneyf’e ise 500 dirhem
yıllık ödenek tahsis ettiği, Şam valiliğine tayin
ettiği Muaviye’ye ise 1000 dirhem yıllık ödemede
bulunduğu kaynaklarda belirtilmektedir.
3. Valilerin
Denetlenmesi
Hz. Peygamber,
Bâzân’ın ölümünden sonra Yemen’i
idarî bölümlere ayırarak her birisine bir vali tayin etti.
Bu bölgede görev yapan valilerin denetimi, idarî işlerde
içinden çıkamadıkları konularda yardımcı
olunması ve dinî prensiplerin öğretimi için Muaz b.
Cebel’i muallim olarak gönderdi. Muaz, organizatör vali gibi değerlendirilecek
bir tarzda bölgedeki vilayetleri dolaşıyor, görevleriyle
ilgili valilere gerekli ikaz, tavsiye ve istişarede bulunuyordu.
İlk halife Hz. Ebû
Bekir’in ardından Müslümanların yöneticisi olan
Hz. Ömer, valilerin denetimi için Muhammed b. Mesleme’yi
görevlendirmiş o da kadrolu bir müfettiş gibi valileri
denetlemişti. Bununla birlikte kendisi de valileri valilik
yaptıkları vilayetlerde bizzat teftiş etmişti. O,
önceden haber vermeksizin valilerin evlerine gider günün
herhangi bir vaktinde ziyarette bulunurdu. Bu sayede onların lüks ve
israf içinde olup olmadıklarını öğrenmeye
çalışırdı. Onun döneminde bazı valilerin
lükse kaçması, halk tarafından hoş
karşılanmamış ve tepki görmüştü.
Nitekim Kûfe’de inşa edilen ve muhtemelen az da olsa
lükse kaçan valilik binası halk tarafından
“Sa’d’ın Sarayı” olarak nitelendirilmeye
başlanmıştı. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın
çarşıdan gelen gürültüler sebebiyle
rahatsız olduğu bu sebeple de kapıların
kapatılmasını istediği de söyleniyordu. Bu durumdan
haberdar olan halife Ömer, valilik kasrının
kapısını gönderdiği bir adam ile yaktırdı.
Hz. Osman’ın, valilerini
huzuruna çağırtarak denetime tabi tutmak istediği
anlaşılıyorsa da onun tarafından Medine’de yaptığı
görüşmeler esnasında, ne Medinelilerin ne de vilayetlerden
gelenlerin valilerle ilgili olarak görüşlerini,
şikâyet veya isteklerini söylemelerine fırsat verdi.
Dolayısıyla Hz. Osman’ın hac mevsiminde
gerçekleştirmeyi vaat ettiği vali denetimleri,
şikâyet olunan valilerin denetlenmesinden ziyade
şikâyette bulunanların seslerinin nasıl
kesilebileceğinin görüşüldüğü bir
toplantı haline geldi.
Valilerin denetimi konusunda Hz.
Ali’nin faaliyetlerine pek rastlanmaz. Döneminde meydana gelen
iç savaşlar sebebiyle tüm dikkatini cepheye yönlendirmek
durumunda kalan Hz. Ali, vilayetlerdeki valilerin denetimine fırsat
bulamamıştır. Ayrıca o, savaşla meşgul
olduğu dönemlerde valileri sıkı bir şekilde denetime
tabi tutacak etkinlikten, otoriteden mahrumdu. Halife tarafından hesaba
çekilmek istendiklerini hisseden valiler, ya görevden istifa
ediyorlar da da Şam’daki Muaviye’nin saflarına
katılıyorlardı. Dolayısıyla Halife’nin
valilerini sıkı bir denetime tabi tutması onların saf
değiştirmelerine neden olabilirdi. Bununla birlikte Hz. Ali’nin
kendisini terk etmelerine yol açsa bile bazı valileri sorgulamada
ısrar ettiği söylenebilir. Hilafete geçişinden
kısa süre sonra Cemel savaşına çıkan ve daha
sonra Kûfe’yi merkez edinen Hz. Ali’nin ölene kadar
hacca gidemediği, bu nedenle valilerini Mekke’de denetime tabi tutamadığı
da zikredilmelidir.
Sonuç
Hz. Peygamber ve ilk dönem
halifelerinin şehir yönetimi ve valilik sistemi güzel
örnekler sunmakla birlikte, yaşanması muhtemel zaafları da
gözler önüne sermektedir. Müslümanlar tarafından
geliştirilen şehir yönetimi ve valilik kurumunun nevi şahsına
münhasır olduğu söylenebilir. Zira valilerin hem dinî
hem siyasi ve idarî yetkilerinin olması, onları diğer
toplumlardaki valililiklerden, dolayısıyla bu dönemdeki valilik
sistemini de söz konusu toplumlardaki valilik sisteminden ayırmakta
ve şehir yönetimine rengini vermektedir. İslâm devletinde
görev alan valilerin sadece devlet başkanlarına değil halk
ve Hakka karşı da sorumlulukları söz konusudur.
[1] İslâm'dan önce Cahiliyye çağında Mekkeli müşriklerin toplantı ve istişâre yeri; Şehir meclisi; Cahiliyye devri Mekke şehir devletinin parlamentosu.
[2] Kureyş suresi bu yolculuklara işaret eder.
[3] Hacılara yemek dağıtma görevi.
[4] Kâbe hizmetlerinden hacılara su temin etme vazifesi.
[5] Medine’nin İslâm öncesi adı Yesrib idi.
[6] Günümüzde zorla “uluslaştırılan” halkı Müslüman ülkeler hariç tutulursa –Onların krizi de milliyetçiliktir.- İslâm toplumlarının kabilelerin etkisinden kendisini kurtardığı söylenemez.
[7] Hz. Osman döneminde de önemli konumunu koruyan Medine, Hz. Ali döneminde başkent olmaktan çıkmış ve yerini Kûfe’ye bırakmıştır.
[8] Şam, idarî taksimatı ve Arap yerleşimciliği bakımından Basra ve Kûfe’den ayrılıyordu. Çünkü Şam, coğrafi konum olarak devletin idare merkezinin olduğu Hicaz ile devletin kuvvet ve servetinin merkezi konumundaki Mısır arasında idi. Şam’daki güçlü bir vali devletin gidişatına yön verebilirdi. Merkezden, yani halifeden veya Mısır’daN yardım alabilir ve gerektiğinde buralara yardım edebilirdi. Dolayısıyla Şam’ın güçlü bir vali yönetiminde geniş sınırlar ve maddî imkânlar ile donatılması Hz. Osman’ın devlet istikrarı anlayışı açısından önemliydi. Nitekim Hz. Osman’a isyan edenler içinde bu eyaletten gelenler yoktu.
[9] Tülekâ, İslâm’a, İslâm muzaffer olduktan sonra girenler için kullanılan bir ifadedir.