HZ. NUH’UN OĞLUYLA İLİŞKİSİ
HZ. NUH’UN OĞLUYLA İLİŞKİSİ
1. Giriş
Hz. Nuh’un kendilerine peygamber olarak gönderildiği toplum, Allah'a kulluğu terk edip "Ved", "Suvâ", "Yağus", "Yeûk" ve Nesr" adlı putlara taparak yeryüzünde fesat çıkardı. Peygamberlerini yalanladı, alaya aldı ve onunla mücadeleye girişti.
Bu çalışmada, Hz. Nuh’a dair Kur'an’da verilen tüm bilgileri değil sadece oğlu ile ilişkilerine dair ayetleri ele alarak onun oğluyla ilişkilerini ortaya koymaya çalışacağız.
2. Hz. Nuh’un Baba Şefkati
Kur'an’ın, aile içinde ebeveynle çocuklar arasındaki çatışma olayına dair verdiği ilk örnek, 950 yıl
Hz. Nuh’un: " Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin." sözü sanki oğlundan iman etmesini istemiş olduğuna delalet eder gibidir. Bu, O'nun: “Kâfirlerle beraber olma!" cümlesi ile de kuvvet kazanmaktadır. Yani o, oğluna: "Kâfirlikte onlara tabi olan bir kimse olma, bizimle beraber gemiye bin!" demek istemektedir.[10]
3. Oğlunun Tavrı ve Eylemleri
Kur'an, Hz. Nuh’un oğlunun iyi bir kimse olmadığını “salih olmayan bir kişi” şeklinde tanıtarak ifade eder.
4. Hz. Nuh’un Allah Tarafından İkaz Edilmesi
“Allah: Ey Nuh! O kesinlikle senin ehlin ailenden değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım." (Hud, 11:46) şeklindeki uyarı Hz. Nuh’un bir iman zaafına düştüğü anlamına gelmez. Nitekim kendisinin bu uyarıya verdiği karşılık onun Allah'a teslimiyetinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Şüphesiz o da diğer peygamberler gibi bir beşer olarak çocuk sevgisi ve benzeri insanî duygulara sahipti. Oğlunun tufandan kurtulması için Allah'a yalvarması da bu duygudan kaynaklanıyordu. Allah bir peygamberin inkârcı biri hakkında böyle bir istekte bulunmasının doğru olmadığını bildirdi ve böyle hatalara düşmemesini tavsiye etti. Nitekim doğru yola erişmek için yeterli bir çaba sergilemeyen sevdiği bir kimse konusunda Hz. Peygamber'e de buna benzer bir uyarı yapılmıştır.
5. Bu Baba-Oğul İlişkisinin Öğrettikleri
Çocuğu ergenlik cağına kadar dinî kültürle beslemek ve kendi günlük yaşantılarıyla en güzel örnek olmaya çalışmak ebeveynin görevidir. Bundan sonrası Allah'ın hidâyet ve inayetine bağlıdır. Öyle ki artık mükellef düzeye gelen gencin kalbi Allah'ın iki kudret ve rahmet parmakları arasında bulunur, O, onu dilediği gibi çevirir. Tabii bu çevirme, gene kişinin inanç, anlayış, idrâk ve basiretine göre gerçekleşir.
İslâmi ölçüler içerisinde yaşayan anne-babaya başkaldırmak çoğu zaman insanın dünyada helak olmasına sebep olur. Ahiret azabı ise, böyle biri için kaçınılmazdır.
Kan yakınlığı, değil, Allah'ın rızasına göre hareket etmek önemlidir.[19] Gerçek değer nesep yakınlığı değil, dinî yakınlıktır.[20] Allah'ın yaratılmış olanlar hakkındaki hükmü hiçbir peygamber veya veliye ayrıcalık yapılmadan mutlak adalet esası üzerine kaimdir. Peygamberler de şahsi görüşlerinde bazen hata edebilirler.[21] Onların yüksek makamlarına ve Rablerini hakkıyla bilmelerine göre bu çeşit davranışın peygamberler için günah sayılacağına, Allah'ın kâinattaki ilâhî sünnetlerine (fıtrî kanunlarına) aykırı olan bir şeyi isteyerek dua etmek caiz değildir. Yasak edilen bir şeyi duasında istemek cahilliktir. Ayrıca, İlâhî adalet mutlaktır. Bu konuda ne bir veli, ne de bir peygamber için ayrıcalık söz konusudur. Allah insanları dünya ve ahirette nesepleriyle değil, amelleri ve imanlarıyla hesaba çekecektir.
Kim nesebiyle gururlanır, Rabbini razı edecek amelleri yapmazsa o kimse Allah'ın şeriatını ve dinini bilmiyor demektir. Bu durum hukuka şu ilkeyi getirmektedir: "Suçu işleyen kişinin ailesinin statüsü ne kadar yüksek olursa olsun cezalandırmasından vazgeçilemez, yani istisna edilemez; hukukun karşısında herkes eşit muamele görmelidir."[23]
Babanın eğitimi, çocuk üzerine her zaman aynı etkiyi yapıp iyi netice çıkaracak diye bir garanti yoktur. Baba peygamber bile olsa, böyle durumlarda aciz ve çaresiz kalabilir. Babası mükemmel olan çocuklar, babaları ile kendileri arasında deniz dalgası gibi şeytanı, nefsi ve yanlış düşünceleri sokmamalıdırlar. İyinin, güzelin, doğrunun ve hakkın gemisinde babaları ile beraber olmalıdırlar.
Doğru yolda olan bir baba oğlunun doğru yolu bulması için elinden geleni yapmalıdır. Bu uzun bir döneme de yayılabilir. Babanın gücünü aşan etkenler yüzünden çocuğun sapması karşısında herhangi bir endişeye kapılmaması gerekir. İnsanlar da çocuğun sapmışlığını salt babanın üstüne yıkmamalıdır. Allah’ın insana ailesinin ve kendisinin sorumluluğunu yükler ancak bu sorumluluğunu yüzde yüz olduğu anlamına gelmez. Yalnızca güç yetirebildiği oranda bir sorumluluk söz konusudur. İnsan yakın çevresini azaptan kurtarmaya çalışabilir ancak başarı Allah’tandır.
İyi insandan doğan mutlaka iyi olacaktır diye genel geçer bir kanun yoktur. Demek ki, iyi insanların kötü çocukları olduğuna şahit olunduğu zaman onları kınamamak gerekir. "İyi insan olsaydı, çocuğu böyle olmazdı." şeklindeki sözler geçersizdir.[24]
Baba ile oğul arasındaki biyolojik bağ, manevî bağla pekiştirilmelidir. İnanç ve fikir yapısı ile ahlâkî davranışları mükemmel olan babanın yolundan giden çocuk, gerçek evlatlık statüsünü kazanıp aynı aileden olmaktadır. Demek ki, biyolojik bağı beyin ve gönül bağı tamamlamalıdır. Bu, gerçekleşince, çocuk aileye kazandırılmış olmaktadır. Aksi takdirde böyle bir çocuk Hz. Nuh’un oğlu gibi aileden sayılmayacaktır.
Uzun yıllar kavmini uyarıp onları her yönden irşada çalışan bir peygamberin, oğlunu, eşini ve yakınlarını ihmal etmiş olması düşünülemez. Nuh Peygamber kendi imkân ve iradesiyle varılması gereken sınıra kadar gelmiş, beşer gücünün yettiği noktaya kadar hizmetini sürdürmüştü. Bundan sonrası oğlunun ve eşinin kendilerini ona lâyık düzeyde tutmalarına ve Allah'ın yüksek takdirine kalmıştı.
Görüldüğü gibi küfür; babaya oğlunu, kan ile kocasını birbirinden uzaklaştıran başlıca sebepler arasında yer almakta, böylece aile yapısında fertleri birbirine bağlayan manevî bağların çoğu kopmuş olmakta ve arada sadece zahirî ilgiden başka fazla bir şey kalmamaktadır. İman bağı kan bağının önündedir. Peygamberler bizim örnek ve önderlerimiz olduğuna göre dostlarımızı belirlerken kan grubuna göre değil, iman grubuna göre belirlememiz gerekir.
Sonuç
Bu kıssa bize inanç, fikir, ahlâk ve dünya görüşü bakımından aile içi çıkan çatışmanın ne kadar eski dönemlerde başladığına da işaret etmektedir. "Hareket eden babası" ile "kenarda duran” oğul resmi bize şunu da hatırlatır gibidir: Hareket etmeyen tembel toplumlar yeni bir şey üretemez; değişim yaşayamaz, kendini yenileyemez ve o zaman da Hz. Nuh'un çocuğu gibi boğulur.” Babası mükemmel olan çocuklar, babaları ile kendileri arasında deniz dalgası gibi şeytanı, nefsi ve yanlış düşünceleri sokmamalıdırlar. İyinin, güzelin, doğrunun ve hakkın gemisinde babaları ile beraber olmalıdırlar.
Hz. Nuh ile oğlu arasında geçen diyalogdan yola çıkarak, Müslüman bir babanın çocuğuna kibar davranması, onun bir mümin olarak hayatını nihayete erdirmesi için sabırla mücadele etmesi, ona örnek olması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Ne var ki, tüm tebliğ çabaları sonuç vermeyebilir. Bu durumda da iman bağını esas alıp, ilahi yasaya muhalif taleplerde bulunmamak gereklidir. Kurtulmak Nuh’un gemisine binmekle mümkündür.
Kaynakça
Beğâvî, Ebu Muhammed el-Hüseyin b. Mes’ud, Meâlimu’t-Tenzîl, 8 c., 4. bs., Daru Tayyib Li’n-Neşri ve’t-Tevzî, 1997 (Mektebetuşamile).
İkra 3. 0 cd.
Mektebetu’ş-Şâmile cd.
[2] “Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine gönderdik de, o dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Sonunda, onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.” Neml, 29: 14. Taberi, bu ayeti açıklarken Hz. Nuh’un tufan sonrası da belli bir dönem yaşadığını ifade eder bkz. Taberi, XI/2, 165.
[3] Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil, 4 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 1995, III, 431.
Taberi, salih olmayan işin Hz. Nuh’un bilgiye dayanmayan sorusu olduğu kanaatindedir. Zaten tufan şeklinde gelen helak, Hz. Nuh’un: “Yeryüzünde kafirlerden bir tek kişi bırakma." Nuh, 71: 26 şeklindeki duasının karşılığıdır bkz. Taberi, VII/2, 71.
[17] Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed, el-Câmi’ li Ahkâmi'l-Kur'an, 11 c., Daru’l Fikr, Beyrut, 1995, V/1, 42.
Muhammed İbnu Abdillah el-Hüseynî, Ruhu’l-Meâni fî Tefsîri’l-Kur'ani’l-Azîm ve Sebu’l-Mesâni, 30 cilt, Daru İhyâi Turasi’l-Arabi, Beyrut, XII, 69.