A.     Fıtrat nedir?

F-t-r (فطر) kök harfleri ve  türevleri; ilk yarılma,[1] yarılma, yaratma, hilkat (yaratılış) anlamlarına sahiptir. Üzümün tomurcuğunun görünmesine de fıtr denir. Kur'an’da belirtilen “insanların üzerine yaratıldığı fıtrat” müminlerin sahip olduğu fıtrattır.[2] Tefsircilerin çoğu fıtratı, gerçeği kabul ve anlama kâbiliyeti; fıtrata sarılmayı da gereğince amel ile tefsir etmişlerdir.[3] Yine Kur'an’da geçen sıbğatullah kelimesinin fıtratullah (Allahu Teala’nın yaratışı)[4] ve onun da sünnetullah[5], Allah’ın dini,[6] İslam dini,[7] İslam[8] ve O’nun insanı iman etmeye müsait yaratması[9] olduğu ifade edilmektedir. İnsanın iki ayak üzerinde hareket eden bir bedene sahip oluşu bedensel ve sebeplerden sonuç, önermelerden de netice elde etmesi akli fıtratının gereğidir.[10] Fıtrat dini ise haniflik (tek Allah inancına bağlılık) ve İslâm'dır.[11]

Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı kullarını kurtuluşa erdirmek için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir. İnsanı yaratan Allah ona iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir yetenek (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratını korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalple kavramaya eğilimlidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından şer ve hayır telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi tezkiye ederek insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allahu Teala, yarattıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir. Dileyen ona inanır, kurtulur, dileyen inkâr eder ve batağa saplanır.[12]

Bunun gibi bütün organların yaratılışında asıl olan bir fıtrat (yaratılış amacı) vardır ki, ona o organların menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut tabiatı denir. İnsan nefsinin bütün eğilimlerinde böyle yaratılış hikmetine doğru esaslı bir içgüdü, bir tabiat vardır ki, ona da fıtrat denir. Fıtrat, hep hak ve hayra yönelik bir istikamet takip eder. Mesela insanın acıkması ve yemeye, içmeye meyletmesi, yaşamak için kendisine lazım veya faydalı yahut daha uygun olanı alma hikmetine mebnidir. Yoksa zehir yutmak veya kuru bir zevk uğruna israf ile midesini bozmak için değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, sapıklığa düşülmüş olur. İnsanın, insan ruh ve zekâsının, fıtratının aslı da Hakk'ı tanımak ve gerçek yaratanından başkasına kul olmamak içindir. İnsana ruh, şeytana uysun diye değil, gerçeği ve iyiliği duysun, aslını ve sonunda döneceği yeri ve ona karşı vazifesini bilsin diye verilmiştir. Nitekim fıtrat üzere giden veya fıtrata yakın olan temiz ruhlar yalanı ve eğriliği bilmez. Eğrilik eğilimi sonradan gelip geçici olarak edinilmiş bir azmanlıktır.[13]

İnsanlık fıtratı, insan tabiatı bakımından hep birdir. İnsanın, insan olma yönüyle asıl fıtratı (yaratılışı), yaratıcısına boyun eğmek ve "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk yapsınlar diye yarattım." (Zariyat, 51: 56) buyurulduğu üzere yaratan Allah'a kulluktur. Dinsizlik fıtrata (yaratılışa) aykırı bir sapıklık olduğu gibi, Allah'tan başkasına tapmak da öyledir.[14] "Allah katında gerçek din, İslâmdır." (Âl-i İmran, 3: 19), "Göklerde ve yerde kim varsa, hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir. Sonunda da ancak O'na döndürülüp götürüleceklerdir." (Âl-i İmran, 3: 83).

Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, saf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Fıtratla ilgili olarak Ebu Hüreyre (r)’nin rivayetine göre Hz. Peygamber (s): "Her çocuk fıtrat üzerine doğar." buyurdu ve sonra da ‘Şu ayeti okuyun.’ dedi: "Allah'ın yaratılışta verdiği fıtrat..." (Rum, 30: 30). Sonra Rasulullah (s) sözünü şöyle tamamladı: ‘Çocuğu anne ve babası Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir. Tıpkı hayvanın doğurunca, azaları tam olan yavru doğurması gibi. Siz kesmezden önce, kulağı kesik olarak doğmuş hayvana rastlar mısınız?’ Dinleyenler, ‘Ey Allah'ın Rasulü, küçükken ölenler hakkında ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?)’ diye sordular. Hz. Peygamber (s) şu cevabı verdi: (Yaşasalardı) nasıl bir amel işleyeceklerdi, Allah daha iyi bilir."[15] Demek ki fıtratın aslı tam ve sağlamdır. Fıtrata müdahale etmek amacıyla yaratıkların burnu, kulağı sonradan kesilir. Maddî bakımdan böyle olduğu gibi manevî ve ahlakî bakımdan da böyledir. Fıtratın bu sağlamlığı, düşünce alanında ve sosyal şartlarla terbiye çevresinde, âdetlerin akışı içinde ya bozulur veya güzel bir gelişme ile olgunluğa erer. Ahiret de bu iki sonucun birine göre olur.[16] Fıtrat üzerine doğup büyüyen çocuğa La ilahe illallah öğretilmez ve fıtrata uygun olarak eğitilmezse ailesi onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, vb. yollarda terbiye eder ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir.[17]

B.     Fıtrata Karşı Mücadele Edenler

Bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden yüz çevirerek, bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşecekleri gerçeğinin yanında, bu sebeple Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan' yavrularının kulağını keserlerdi.[18] Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi.[19] Kâbe'de Allah'a ortak koştukları birçok put bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Hiç kimse Allah'ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azapla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı. İslâm'a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik lâik çağdaş düşünce sistemleri, insan fıtratıyla uyumsuz bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak tek bir yaratıcının varlığına inanmaya eğilimli insanın fıtratı[20] çeşitli muhteşem teknik gelişmelere ve maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Zaten Allah'ın sınırlarını aşan kendine zulmetmiş olur (Talak, 65: 1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm'dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar.[21]

Allah'ın yanı sıra başkalarına da tapanlar fıtratlarına aykırı hareket etmiş olurlar:[22] Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30: 30) Fıtrat, yaratılışın ilk tarz ve şeklini ifade eder. Burada "insanları hangi fıtrat üzere..." kaydından da anlaşıldığına göre, maksat her ferdin kendine mahsus olan cüz'î yaratılışı değil, bütün insanların insan olmaları bakımından yaratılışlarında esas olan ve hepsinde ortak bulunan genel yaratılıştır. Dış etken, kazanma ve âdet gibi ikinci derecede bulunan sebeplerinden sarfı nazarla düşünülmesi gereken ilk yaratılış ve aslî yaratılış da denilen asıl fıtrattır. İnsanın "insan oluşu yönünden tabiatı" budur. Sözgelimi insanın yaratılışında iki gözü bulunması asıldır. Bununla beraber âmâ doğanlar da bulunabilir. Fakat bu genellikle insanların üzerine yaratıldığı asıl fıtrat ve tabiat çeşidi değil, ikinci dercede görünür sebep olarak düşünülecek cüz'î ve şahsî bir yaratılıştır ki, insan gerçeği onsuz da meydana çıkabilir. Ferdin cüz'î yaratılışında herhangi bir sebeple eksiklik bulunabilirse de asıl fıtrat, sağlıklı ve sağlamdır. Mesela gözün fıtratı, Hakk'ın âyetlerini görmektir. İyi görmeyen bir göz, sonradan meydana gelen bir sebeple hasta demektir.[23] İşte doğru ve sağlam din odur. Yani eğrilikten sakınıp, bütün insanların üzerinde yaratılmış olduğu fıtratı, doğrulukla takip etmektir. Fakat insanların çoğu bilmezler de çarpık giderler, dini fıtratta değil, âdette ararlar veya heveslerine uyarlar.[24]

Dinin iki kayağı vardır: Biri fıtrat, biri kazanç. Fıtrat sadece ilâhidir. Gerçek bir yöneliştir. Allah'ın emrini yerine getirerek Allah'a ermek için, hep Hakk'a doğru bir gidişi ifade eder. Kazanç, subjektif ve objektif çeşitli şartlar içinde duygunun hareketleri, zihnin düşünceleriyle ilgili olduğundan fıtratın istikametine aykırı heveslere, zararlara, haksızlıklara, isyan ve şirke sürükleyebilirler. Bundan koruyacak olan ise dindir. Bunun için buyuruluyor ki, dine hanif (Allah'ı bir kabul edici) olarak yüzünü çevir, Allah'ın fıtratına sarıl. Allah'ın yaratmasını değiştiren yok, yahut Allah'ın yaratışına bedel bulunmaz. Bu cümlenin, inşaî veya ihbarî olarak birkaç anlamı olabilir: Yani Allah'ın asıl yaratışı olan fıtratı, gereğinin aksine giderek bozmaya, değiştirmeye kalkışmayın. Çünkü Allah'ın yaratışına bedel bulunmaz. Zayi ettiğiniz bir kabiliyeti hiçbir sanatla yerine koyamazsınız. Yahut Allah'ın yarattığı fıtratın aksine din uydurmaya, hüküm koymaya kalkışmayın. Siz mesela erkeği dişi, dişiyi erkek yapamazsınız. Yahut Allah'ın yaratışını başkalarına isnad etmeye, başkalarını yaratıcı yerine koyup da ortak koşmaya, Allah'ın hükmünden çıkmaya çalışmayın. Din fıtratı değiştirmek için değil, fıtrattaki genel güvenceyi geliştirmek içindir.[25]

Kur'an-ı Kerim aslî fıtratından uzaklaşan kimselere dair şöyle bir misal vermektedir: “Allah için, O'na eş koşmayan, O'nun birliğine inanmış kimseler olun. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma sürüklediği şeye benzer.” (Hac, 22: 31) Bu misalde "gök" insanın aslî fıtratı anlamındadır. İnsan başkasının değil Allah'ın kuludur ve yaratılıştan tevhid ilkesini kabule hazırdır. Bu nedenle peygamberlerin davetini kabul edenler fıtratlarında sabit kalırlar ve yükselirler. Bunun aksine Allah'ı inkâr eden veya O'na ortak koşan kimse ise bu aslî fıtrat "gök"ünden düşer. İşte o zaman ya misaldeki düşen adamı kapan kuşlara benzer, lider ve şeytanların kurbanı olur, ya da misaldeki rüzgâra benzeyen arzu, istekler veya nefsinin kölesi olur. Bunlar onun diğer tarafa doğru alçaltırlar ve sonunda onu sapıklığın en derin çukuruna götürürler.[26]

C.      Fıtrat ve Sünnetullah İlişkisi

Kur'an-ı Kerim’de ilahi yasaları ifade etmek için kullanılan sünnet --  kök harflerinden türemiştir. Bu kelime tabiat, davranış,[27] ve yol[28] anlamına gelir. Allahu Teala, ecel kavramının kullanımında olduğu gibi[29] yasa anlamındaki sünnet mefhumunu da hem kendisine hem de toplumlara atfederek zikretmektedir. Kur'an’da aynı yasaları ifade eden sünen, sünnetü’l-evvelin, kelime, kavl vs. başka lafızlar da mevcuttur.[30] İnsanoğlunun tarih çizgisinde yürüyüşü rastgele değildir. İnsanlar yaptıkları kötü veya iyi şeylerin karşılıklarını bazen bu  dünyada bazen ahirette bazen de her ikisinde birden görürler. Bu bağlamda, “Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine?” (Fecr, 89: 6) ayetinden yola çıkarak insanlık tarihinde meydana gelen olayların belli bir yasaya tabi olduğunu ve müminlere  düşenin ibret almak olduğunu söylemek mümkündür. Tarihte bilinen birtakım kavimlerin akıbetinin belirtilmesi, kainatın körükörüne fıtrat kanununa bağlı olmadığını ispat etmek içindir. Hikmet sahibi olan Allah, kainatı aynı zamanda idare de etmektedir. Yani kainatta sadece tabiat kanunu değil ahlakî kanun da yürürlüktedir. Bunun gereği olarak da amellere ceza ya da mükafaat verilmesi gerekir. Kainatta yürürlükte olan ahlaki kanunun belirtileri bu dünyada mevcuttur. Bu belirtiler, aklı olanlara kainatın fıtratının ne olduğunu gösterir. Kur'an-ı Kerim’de söz edilen bazı kavimler vardır ki, ahiret inancına kayıtsızlardı. Allah'ın ceza ve mükafaatından korkusuz olarak yaşıyorlardı. Sonunda fâsid nizamların ve müfsid olanların akıbetinde olduğu gibi, onlar da azaba çarptırıldılar. İnsanlık tarihinin tekrarlanan bu tecrübesi iki şeyi ispatlamaktadır: Birincisi, ahireti inkâr eden her kavim ahlâki bozgunluğa uğrar ve bu bozgunluk, sonunda onun felaketine sebep olur. Ahiret bir gerçektir. Gerçeğe karşı gelenlerin sonu nasıl olacaksa ahirete karşı gelenlerin sonu da aynı olacaktır.[31] Ortaya koyduğu fesattan oldukça geniş bir kitlenin zarar gördüğü kişi, grup veya  toplumlar işlediklerinin karşılığını ahirette göreceklerdir ve hiçbir zulüm karşılıksız kalmayacaktır.

D.     Fıtrat ve Tevhid İlişkisi

Fıtrat tevhidle de ilişkilidir: “Başkasından geçerek hep O'na gönül verin ve O'ndan sakının. Namaza devam edin ve müşriklerden olmayın.” (Rum, 30: 31) "O'na gönül verin"  emrinin genel olarak herkese hitap olduğuna ve cemaatin gerekliliğine işaret olmak üzere burada çoğul sigası (kipi) getirilmiştir. Yani “Her biriniz Allah fıtratına o tevhide öyle sarılın ki, hepiniz tevbe ve ihlâs ile Allah'a dönüp yönelerek hem O'ndan korkun, namazı güzel kılın, ve müşriklerden olmayın. Amellerinizi yalnız Allah için yapın, açık veya gizli bir şirk karıştırmayın.”[32]

Allahu Teala delil üzerine kafa yorup O’na teslim olanlar için selim aklın fıtratına tevhidi yerleştirmesine rağmen, müşrikler yüz çevirmektedirler:[33] O müşriklerden (olmayın ki) onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir.” (Rum, 30: 32). Burada Allah'ı bir bilmenin tam zıddı olan müşriklik, yalnız meşhur anlamıyla açık şirkten ibaret zannedilmeyip açık ve gizli şirkin her türlüsünden kaçınılması için, bedel yoluyla açıklanarak şöyle buyuruluyor: Onlardan ki, dinlerini ayırdılar da grup grup, öbek öbek oldular. Yani genel fıtratı kavrayacak açık bir ruh ve geniş bir hak vicdanı ile hareket etmeyip herbiri kendi özelliğine, kendi çıkarına, dar kafasıyla kendi kuruntusuna göre hareket etmekte ve ayrı bir başbuğ arkasına düşerek grup grup, bölük bölük olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmekte ve fıtrattan ayrılıp tutuculukla hakkı gözetmemektedirler.[34] Halbuki "Sizin yanınızdaki tükenir, Allah'ın yanındaki ise tükenmez." (Nahl, 16: 96).

E.      Darlık Bolluk ve Fıtrat

İnsanların, üzerine yaratılmış olduğu fıtratın gereği darlıkta yalnız Allah'a yalvarmaktır: “İnsanlara bir keder dokunduğu zaman her şeyden geçerek Rablerine yalvarır, dua ederler; sonra tarafından bir rahmet tattırıverdiği zaman da bakarsın onlardan bir kısmı tutar, O Rablerine ortak koşarlar.” (Rum, 30: 33). İnsanlara bir sıkıntı dokunduğu zaman bütün o güvendiklerinden ve her şeyden geçip, yalnız yaratan Rablerine gönül vererek hep O'na yalvarırlar. Nitekim Çanakkale, Sakarya, Afyon savaşları sırasında böyle bir durumun yaşandığı söylenebilir. Demek ki fıtrat dini (yaratılışa uygun din) sadece Allah dinidir. Her zaman, baki sağlam din yalnız odur. Böyle iken sonra O, onlara tarafından bir rahmet tattırıverince; o sıkıntıyı kaldırıp bir nimet ihsan ediverince de bakarsın içlerinden bir kısmı, o Rablerine ortak koşar. Şükredecek yerde tutarlar da bu, şundan oldu, bundan oldu, benden oldu, senden oldu diyerek Allah'ın lütfunu başkalarına isnad etmeye kalkarlar.[35]

Görüldüğü gibi, fıtrat İslam’ın yani Allahu Teala’ya teslim oluşun adıdır. Fıtrat dini olan İslam’dan uzaklaşan bir bakıma kendinden de uzaklaşmış olur. Fıtratıyla mücadele eden hem bu dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olur.

 

Yazı Künyesi! Kayacan, Murat, “Fıtratla İlişkili Kavramlar ve Durumlar”, Kur’anî Hayat Derg., S. 17, İst., 2011, s. 60-64.


[1] Zebîdî, el-Murtadâ, Tacu’l-Arus, 40 c., Daru’l-hidaye, Riyad, ts., XIII, 325.

[2] İbnu Manzur, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn, Lisânu’l-Arab, 15 c., Daru Sadır, Beyrut, ts., V, 55.

[3] Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979, VI, 3824.

[4] Taberî, Muhammed bin Cerir, Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, III, 119.

[5] Beğavî, el-Hüseyin b. Mesud el-Ferra (ö. 516), Meâlimu’t-Tenzîl, 8 c., 4. bs., Daru Tayyibetin Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Beyrut, 1997, I, 157.

[6] Semerkandî, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. İbrahim, Bahru’l-Ulûm, 3 c., Daru’l-Fikr, Beyrut, ts., III, 11; Şirbînî, Muhammed bin Ahmed, Sirâcu’l-Münir, 4 c., Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, ts., III, 151.

[7] Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vucûhi’t-Te’vil,  4 c., Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, ts., I, 600; Yazır, a.g.e., VI, 3823

[8] Beğavî, a.g.e., VI, 269; Ebu’l-Abbas, Şâzelî el-Fâsî, el-Bahru’l-Medîd, 8 c., 2. bs., Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002, II, 144.

[9] Cezairî, Abülkadir b. Cabir Ebu Bekir, Eyserü’t-Tefâsir li Kelami’l-Alîyyi’l-Kebir, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hukm, Medine, 2003, IV, 176.

[10] İbn Âşûr, Muhammed Tahir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 30 c., Daru Sahnun, Tunus, 1997, XXI, 90.

[11] Yazır, a.g.e., VI, 3823.

[12] Emin Ay, Mehmet, “Fıtrat”, Şamil İsl. Ansik., 8 C., İst., 2000, II, 364.

[13] Yazır, a.g.e., VI, 3823.

[14] A.y.

[15] Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22; Muvatta, Cenâiz. 52; Tirmizî, Kader 5; Ebu Dâvud, Sünnet 18.

[16] Yazır, a.g.e., VI, 3824.

[17] Emin Ay, a.g.e., II, 365.

[18] Yaratılışı değiştirme girişimine dair ayet şudur: "(Şeytan dedi ki:) Onları saptıracağım, kendilerini boş kuruntulara kaptıracağım ve onlara emredeceğim hayvanların kulaklarını yaracaklar, yine emredeceğim Allah'ın yarattığını değiştirecekler." Kim Allah'ı bırakıp şeytanı kendine dost edinirse şüphesiz o apaçık bir kayba uğramıştır.” (Nisa, 4: 119).

[19] Ahirette bu suçu işleyenl hesaba çekileceklerdir: “Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda, ‘Hangi günah sebebiyle öldürüldü?’ diye.” (Tekvîr, 81: 8-9).

[20] İbn Âşûr, a.g.e., IX, 33.

[21] Emin Ay, a.g.e., II, 365.

[22] Mevdudî, Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an, (çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986, IV, 269.

[23] Yazır, a.g.e., VI, 3822-3823.

[24] Yazır, a.g.e., VI, 3825.

[25] Yazır, a.g.e., VI, 3824-3825.

[26] Mevdudi, a.g.e., III, 330.

[27] Firuzâbâdî, Muhammed b. Yakub, el-Kamusu’l-Muhît, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995, s. 1088.

[28] Rağıb el-İsfahâni, el-Müfredât fî Ğâribi’l-Kur'an, Daru’l-Marife, Beyrut, ts., s. 245.

[29] Ankebut 29/5; Yunus 10/11.

[30] İlahi yasalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Tok, Nuri, Sünnetullah ve Helak Edilen Kavimler, Etüt Yay., Samsun, 1998; Özsoy, Ömer, Sünnetullah, Fecr Yay., Ank., 1994; Hakim, Said, Rabbani Yol ve Sünnetullah, 6 bs., İnsan Dergisi Yay., İzmir, 1993; Kayacan, Murat, Kur'an’da Peygamberler ve Karşı Tavırlar, Ekin Yay., İst., 2003.

[31] Mevdudi, a.g.e., VII, 89.

[32] Yazır, a.g.e., VI, 3825.

[33] İbn Âşûr, a.g.e., XIII, 125.

[34] Yazır, a.g.e., VI, 3826.

[35] A.y.