Esatiru’l-Evvelin
Esatir
kelimesi yazmak anlamına gelen satr kelime kökünden türetilmiş bir kelimedir.
(1) Usture kelimesinin çoğuludur. Doğru olmayan, asılsız ve boş sözler
demektir. Esatiri Yunanca, Aramice veya Süryanice’de ‘tarih’ anlamına gelen
historia ve storiadan Arapçalaşmış istar veya istarenin çoğul şekli olduğunu
kabul edenler de vardır. Ancak Cahiliye dönemi şiirlerinde satr kökünün
kullanıldığı da bilinmektedir,Esatir-ül evvelin ise mana olarak hurufat,
uydurma, saçmalama, ve masal demektir. Esatir-ül evvelin kelimesinin söz olarak
kadim tarih anlamına gelebileceğini söyleyen Elmalılı, kavram olarak da
günümüzde de kullanılan tarih olmuş, tarihe karışmış, masal olmuş sade lafta
kalmış manalarına gelebileceğini söyler.(2)
Genellikle,
‘esatir-ül evvelin’ Kur’an kıssaları ile ilgili zannedilmiştir. Ancak Kur’an’da
kafirlerin kıssalar için özel olarak bu ‘öncekilerin masalları’ anlamına gelen
tabiri kullandıklarına dair bir ayet yoktur. Ancak bu kıssaların gerçekten vuku
bulmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Kur’an’ın gaybi kıssaları hak olarak
anlattığını hesaba katarsak (Al-i İmran 3/44) kıssaların da vuku bulduğunu
anlayabiliriz. Kıssaların sembolik olduğu söylenirse “daha önceki kavimlerin
başlarına gelenlerin bakılıp ibret alınmasının istenilmesi ve o kavimlere ait
yerlerin bazılarının işlek bir yol üzerinde bulunduğunun bildirilmesi”(Neml
27/69) gibi ayetleri anlamak mümkün olmayacaktır. Mecazi mekanlar nasıl gezilip
görülecek ve ibret alınacaktır? Kıssaları (mantıki olarak olmasa da) pratikte
esatir-ül evvelin gören bu anlayış kesinlikle Kur’ani değildir. Ayrıca bu
yaklaşımla peygamberlere verilen mucizeler de kolayca bir kenara bırakılabilecektir.
Acaba bu durumda bizim mucize göstermemiz mümkün olmadığına göre bu haberlerden
nasıl ibret alınacaktır? Ayrıca anlatılan kıssalardaki peygamber isimlerinin de
mecazi olduğu; aslında o peygamberlerin de yaşamadığı ibret olsun diye öylesine
Kur’an’da bulunduklarını söylemek kıssaları mecazi kabul eden anlayış açısından
pek problem çıkarmayacaktır.
Kaynaklar,
Kur’an hakkında esatir-ül evvelin tabirini ilk defa Nadr b. Haris’in
kullandığını kaydeder. Rivayete göre Ebu Süfyan, Velid b. Mugire, Ebu Cehil,
Utbe b. Rebia ve Nadr b. Haris’ten oluşan bir grup müşrik Kur’an okumakta olan
Hz. Peygamber’i gizlice dinlemeye gitmişler Nadr da ‘ne dediğini anlayamıyorum
fakat galiba benim size dediğim gibi geçmiş milletlerin efsanelerinden(esatir)
bahsediyor’ cevabını vermiştir. (3)
Müfessirlerin
çoğu esatir-ül evveline ‘önceki milletlere ait rivayetler’ anlamını vermiş ve
bunlara kahramanlık hikâyeleriyle tarihi kıssaların dahil olduğunu belirtmişse
de esasen esatir daha çok putperest kavimlerin tanrılarına ilişkin efsanelerini
ifade eder. Bunlar hak dinden sapanların aslını değiştirerek ortaya koydukları
batıl inançlar olarak da görülebilir. Esatir kelimesinin sözlükte ‘gerçeğe
uygun olmayan sözler’ anlamına gelmesi de bu görüşü doğrulayıcı mahiyettedir.
Kur’an’da ahiret inancı (Nahl16/24)ve dirilme için(Ahkaf46/17;Neml27/68)
kafirlerin bu tabiri kullandıkları anlatılır. Bu sapkın kimseler çok yemin
eder, gıybet, koğuculuk yapar ve hayra engel olurlar. Soysuz ve yardakçıdırlar.
(Kalem68/10-15)
Kafirler
şöyle diyorlardı: “ Bu Kur’an Muhammed’in uydurduğu bir yalanda başka bir şey
değildir. Bu hususta O’na diğer bir kavim yardım etmiştir. Muhakkak ki bir
zulüm ve yalan getirdiler. Kur’an Muhammed’in yazdığı ve ezberlemek için sabah
akşam okuttuğu geçmiş kavimlere ait efsanelerdir. De ki: O’nu göklerde ve yerde
bütün esrara vakıf olan Allah indirdi. Muhakkak O Gafur’dur,
Rahim’dir.”(Furkan25/4-6) Yani Hz. Muhammed okuma yazma bilmez. Bir şeyi okuyup
anlayabileceğini, yazabileceğini ve bize okuyabileceğini sanmıyoruz. Kırk yıl
aramızda yaşamıştır. Peygamberlik iddiasında bulunmasından önce Kur’an’da yer
alan ifade ve bilgileri ihtiva eden tek bir şey ağzından çıkmamıştı. Ama şimdi
birden bire böyle akıllı ve mantıklı şeyler söylüyor ve geçmiş milletlerin hikâyelerini
anlatıyor. Bu şahıs bütün bu bilgileri nereden almıştır. Olsa olsa bunların
kaynağı eski kitap ve destanlardır. Bu şahıs herhalde gece bu kitapların
tercümelerini başkalarından öğreniyor ve sabah bize anlatıyor. Bu konuda
kendisine yardım eden bazı alimler vardır. Ne var ki, Mekkeliler birkaç yabancı
köle hariç bu sözde alimlerden hiçbirinin ismini veremiyorlardı. Bunları
dinleyen biri onların aklına ancak şaşabilirdi. İlginç olan Kur’an’ın onlara
karşı bir delil sunmayışıdır.(4) Mekkelilerin görünüşte ciddi ve ağır olan bu
itirazları neden böylesine hafife alınmış ve şiddetle reddedilmiştir?
O
dönemki Mekke’yi gözümüzün önünde canlandırırsak bu sorunun cevabını kolayca
bulmuş olacağız. Bir kere Mekkeli kabile reisleri Müslümanları dövmek ve sövmek
konusunda gösterdikleri mahareti bu konuda niye gösteremiyorlar? Pekala şüphe
ettikleri eve baskın yapıp bütün kitapları ortaya çıkarabilirlerdi. İstedikleri
kütüphaneyi darmadağın edebilirlerdi. Hz. Muhammed’in gizlice çalıştığı yeri
basıp her şeyi gün ışığına çıkarabilirlerdi.
İkincisi,
Hz. Muhammed’in Kur’an’ı yazma(!) işine yardımcı olduğu bildirilen kişilerin
hepsi Mekke’nin sakinleriydiler. Bu kişilerin bilgi ve meziyetleri kimseden
gizli değildi. Akıl ve izan sahibi kimse Kur’an gibi muzzam bir eseri bu
kişilerin yazdığına ya da hazırladığına inanamazdı.
Üçüncüsü,
Kur’an’ın hazırlanmasında yardım ettikleri iddia edilen kişilerin hemen hemen
hepsi Mekkeli kabile reislerinin serbest bıraktıkları kölelerdi. Mekke ve
aşiret hayatında serbest bırakılan bir kölenin eski efendisinin himayesi
olmaksızın nefesini alması bile zordu. Bu eski kölelerin kendi eski
efendilerini kızdıracak şekilde, düşmanları olan hz. Muhammed ile işbirliği
yapmaları düşünülebilir mi? Onlar bu korkunç neticeyi bilmiyorlar mıydı?
Ayrıca
Hz. Muhammed’e Kur’an-ı Kerim’i okudukları veya yazıp verdikleri bildirilen
kölelerin hemen hepsi daha sonra İslam’ı kabul etmiş ve Peygamberimize bütün
kalpleriyle birlikte olmalarının cezasını da ağır hakaret ve işkence şeklinde
çekmişlerdi. Şimdi, kaynaklık ettikleri bir düşünceyi kazandırdıkları(!) Hz.
Peygamber’e iman etmeleri ve bu uğurda zulüm ve işkenceye maruz kalmaları
düşünülebilir mi?
Kafirlerin
Kur’an’ın esatir-ül evvelin olması konusunda bir delilleri bulunmadığı gibi
iddiaları da slogandan öteye geçmemektedir. Onların bu tanımı Kur’an’ı çağdışı
görme eğiliminin bir uzantısıdır. Amaçları saf insanları kandırıp davet
yolundan uzaklaştırmaktır. Onlar hem kendileri ondan uzak dururlar, hem de
diğer insanları ondan alıkoyarlar(Enam6/26) Onların Kur’an’ı inkar için ileri
sürdükleri bu delil onların çelişkilerini ortaya koymaktadır. Zira vahiy öncesi
hayatında ‘el-emin’ olarak isimlendirdikleri bir kimseyi bir anda yalancı
olarak itham etmektedirler.
Kafirler
Kur’an’ın eskilerden kalma bir masal derlemesi olmadığını çok iyi biliyorlardı.
Fakat onların amaçları sadece tartışma çıkarmak, reddetmek ve yalanlama
bahaneleri bulmak ve uzun vadede insanların kafalarına kuşku tohumları ekmekti.
Dikkati
çeken diğer bir nokta onların bu iddialarında ‘yeni’ bir şey bulamayışlarıdır.
Eski, gerçek ya da çağdaş olamayacağından, gerçek ve akılcı olması gereken
mesaj yeni olmalıdır. Oysa mesaj her zaman için birdir ve öyle olmaya devam
edecektir. İnsanların doğru yolu bulabilmeleri için başlangıçtan bu yana gelen
mesajın muhtevası aynıdır.
Günümüzde
de açıkça söylenilmese de Kur’an’ın ortaçağ karanlıklarına dönüş olduğu yeni
olmadığı günümüz ihtiyaçlarına cevap veremeyeceği iddiaları o dönemki mantığın
devam ettiğini göstermektedir. Halburki şirk ve tevhid mücadelesi her çağda
devam etmektedir. Hz. Adem’den bu yana gelen tevhidi anlayışta bir değişme
olmadığı doğrudur. Ancak dinin asılları korunduğu gibi toplumların
ihtiyaçlarına göre şeriatlerde Allah tarafından değişiklikler de yapılmıştır.
Bu nedenledir ki her peygamber bir önceki peygamberin getirdiğini onaylamıştır,
şeriatın sebest bıraktığı alanlarda da ümmetini cehd gösteremeye teşvik
etmiştir.
Şirk
de şeytandan bu yana varlığını korumuş şekil değiştirse de muhtevası aynı
kalmıştır. Kaldı ki o günkü müşriklerin Kur’an’ı ve ahiret inancını
‘öncekilerin uydurmaları’ olarak değerlendirmeleri tutarsızdır. Çünkü onların
zamansal açıdan putlara tapınma ve onları şefaatçi kabul etme anlayışları da
eskidir. Zaman olarak bir şeyin kadim olması onun yanlışlığını veya doğruluğunu
göstermez. Doğru her zaman doğrudur.
Sonuç
olarak Kur’an’ın ‘öncekilerin masalları’ olduğunu söylemek azgın kafirlerin
iddiasıdır. Onların kazandıkları kalplerini paslandırmıştır.(Mutaffifin83/14)
Onlar ahirette günahlarının tamamını saptırdıkları insanlarınkilerin de bir
kısmını yükleneceklerdir. (Nahl16/25)
Kaynakça
1-
Mesud, Cubran er-Raid, 2 bs., Beyrut, 1967, 440
2-
Yazır, Elmalı’lı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 cilt, İst., Eser Neşr., 1979,
III, 1904-5
3-
İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yay., 1992, XI, 359
4-
Mevdudi, Hz. Peygamber'in Hayatı, Çev: Ahmet Asrar, 3. bs., İstanbul, Pınar
Yay., 1992, II, 458
Murat
Kayacan