Vatan sever birisi savaş alanına, göstereceğini tahayyül ettiği kahramanlıkları zihninde canlandırarak, büyük heyecan içinde gitmektedir... ama savaş toplarının gümbürtüsü kahramanımızın içini de hoplatmasıyla birlikte kahramanımız da hesaplar yapmaya başlar. "Yok canım, benim komuta edeceğim birlik, en ön saflarda vazife almaz. Sonra, geri planda da kalsam ve top atışları oralara erişse bile, o kadar birliklerin içinde benim birliğime isabet etmez herhalde. Diyelim ki, benim birliğimin bulunduğu yere kadar ulaşsa, bile o kadar askerin içinde herhalde bana ulaşmaz ve bir başkaları yaralansa veya ölse bile bana gelmez" gibi hesaplar içindeyken, kendini kaybeder. Gözlerini açtığında bir hastanededir ve günlerdir hastanede olduğunu ve bir şarapnel parçasının kopardığı bir bacağından mahrum olarak hayata yeniden ama noksan uzuvlu olarak başlamanın acısını yeniden tadar.

1) Azap
Arapça'da azap "terketmek, vazgeçmek, vazgeçirmek" gibi manalara gelen azb kökünden isim olup "işkence, eziyet ve elem" anlamında kullanılır. Elem ve ıstırapların bir kısmı beden, bir kısmı da ruh üzerinde etkili olduğuna göre azap hem maddi hem de manevi bir elem ve ceza niteliği taşır.
Kur'an ve Hadiste azap
Kuran'da türevleri ile beraber 490 defa geçen azap, genellikle ilahi emirlere karşı gelenlere verilen cezanın adı olarak kullanılır. Kuran'da azap manasında geçen başka kelimeler mevcuttur. Bunlardan en çok tekrarlananlar nar, cehennem, ricz, be's ve ikabdır. İlgili ayetlere göre ilahi azap dünyada ve ahirette olmak üzere üç safhada gerçekleşir. Kainatın yegane yaratıcısı, yöneticisi ve dolayısıyla sahibi olan ALLAH kullarından dilediğine azap etmeye muktedir olmakla birlikte (Maide 5/40; Ankebut 29/21) O azabının inkara ve isyana karşılık olduğunu bildirmiştir. (Araf 7/96; Tevbe 9/95; Yunus 10/8, 70) İlahi buyrukları tanımayanlara, peygamberlerini alaya alıp yalanlayanlara, kafirlere, fasıklara, zulüm ve haksızlık yapanlara, hak dine girdikten sonra dönenlere, işledikleri günahlar sebebiyle ceza ve azap olmak üzere çeşitli felaketler gönderilerek helak edildikleri muhtelif ayetlerde beyan edilmiştir. Bilhassa Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb peygamberlerin inkarcı kavimleri çeşitli şekillerdeki felaketlerle azaba uğratılmış, kimi yerin dibine geçirilerek, kimine gökten taş yağdırılarak (Ankebut 29/40), kimi suda boğularak (İsra 17/103) kimine yağmur felaketi verilerek (Araf 7/84) bunlar maddi cezaya çarptırılmış, Kuran'a inanmayan Ehl-i Kitap ile münafıklar da olduğu gibi kimine de zillet damgası vurarak kıyamete kadar manevi azaba maruz bırakılmıştır. Yine Kuran, kafirlerin sahip olduğu gelip geçici dünya nimetlerinin aslında kendileri için bir azap olduğunu (Tevbe 9/85) haber vermiş, bu şekilde maddi imkanların insan bedenen haz vermesine rağmen ruhu için ıstırap kaynağı olabileceği, manevi mutluluğun madde ile değil, ALLAH yolunda harcanmayan servetin sahibini azaba sürükleyeceği anlatılmak istenmiştir.(Tevbe 9/35)
Bizim ele alacağımız konu azabın kimleri etkilediğidir. Kafirler dünyada azaba uğrarken orada bulunan Müslümanlar dünyevi azaptan beri mi kalacaklardır? Dünya da verilen azap sadece kötü insanları mı etkiler? Azaptan kurtulmak nasıl mümkün olur? Bu konuyu Kur'an ve hadislerle değerlendirelim.
Müminlerin, hayat sürecinde birtakım olumsuz sonuçlara yol açabilecek düşünsel ve amil sapmalardan doğal bireysel ve toplumsal sorunları bilinçli bir şekilde göğüslemeleri bir sorumluluktur. Bu da, olumluluklar ve olumsuzluklarıyla toplumun gidişatına hükmeden sosyal prensipleri iyi kavrayan kapsamlı bir sorumluluk duygusu içinde bunlarla mücadele etmekle sağlanabilir. Kuran-ı Kerim, insanların yaptıklarından dolayı sorumlu olduklarını bildirir. İnsan yaptığı hayırlı amellerin de kötü işlerinde karşılığını görecektir. Bu, gerek dünyada gerekse ahirette ortaya çıkan bir durumdur.
Kötü amellerin karşılığı dünyada ve ahirette azaptır. Ancak azap sadece kafirleri mi kuşatır?
İnsanların ilişki ve çıkarları, çağrıştırdıkları duygu ve düşüncelerle oldukça karmaşık bir manzara arz ederler. Bu nedenledir ki toplumun dar birimlerinden birinde meydana gelen ihtilafların çoğu zaman bu birimle sınırlı kalmadığını aksine diğer birimlerin de bazı duygu ve düşünce boyutlarında bundan etkilendiklerini görürüz. Bu bir tür virüs veya bireyler arasındaki yoğun ilişkiden dolayı gayri ihtiyari bir etkileşim olarak tanımlanabilir. İşte iyiliği emredip kötülükten sakındırma emri bu bağlamda gündeme gelmiştir. Bu ilke, İslam toplumunun dinamik karakteristiğidir. İslam toplumu, bireylerinin bir bölümünün çarpıklığından birinci derecede sorumludur. Kadın erkek tüm müminler bu sorumluluğu paylaşırlar. Çünkü mesele sadece çarpıklık içinde olanları ilgilendirmekle kalmamakta, şu veya bu şekilde toplumun diğer katmanlarını da etkilemektedir. Kişi özgürlüklerine saygı iddiasıyla bunlara karşı kayıtsız kalmak mümkün değildir. Çünkü öyle kişi özgürlükleri vardır ki birçok alanda toplumun tamamının özgürlüğünü kısıtlayabilmektedirler. Kuran, Müslümanları o tür bir fitneden sakındırmaktadır ki onun etkileri sadece onu ortaya atanlara ve ateşini körükleyenlere değil sosyal olay ve sorunların içiçeliğinin tabii sonucu olarak diğerlerine de dokunacaktır: "Sadece sizden zulmedenlere ulaşmayacak fitneden sakının"(Enfal 8/25) Bireylerin hareketleri toplumun geleceğini belirlediği için çıkarılan fitne sadece sahiplerini değil diğer bireyleri de yakacaktır. (Fadlullah, Min Vahy'il Kur'an, X, 251,252)Dolayısıyla zalimlerin körükledikleri fitne ateşine karşı herkesin uyanık olması çağrısı yapılmıştır. Kurtubi, Ali, Zeyd b. Sabit ve İbn Mesud'un bu ayetteki la tusiybenne ifadesini letusiybenne şeklinde okuduklarını ve çoğunluğun okuyuşuna muhalefet ettiklerini söyler. Bu durumda ortaya çıkan "özellikle zalimlere isabet eden fitneden sakının" anlamını verecek şekilde okumanın mümkün olduğunu söyler. (Kurtubi, IV, 352) Her iki okuyuş biçiminde de müminler zalim olmaktan ve onların uğrayacağı azaptan sakındırılmaktadırlar.
Bu fitne zulmedenlere isabet etmekle kalmaz, belki umumileşir. Bazı günahlar vardır ki zararı geneli ilgilendirir. Sebep olacağı fitne ve ihtilal, celbedeceği sıkıntı ve musibet yalnız o günahı yapan, işi yerinden oynatan ve bu suretle kendine ve diğerlerine zulmetmiş olan zalimlere has kalmaz da kurunun yanında yaşı da yakar. Mesela açıkça, kötülük, iyiliği emir ve kötülüğü nehiyde uzlaşma, akidenin ifsada uğraması ve cihatta gevşeklik bu kabildendir. Bir şahsın hatası bir yapıyı batırabilir. Hadisi nebevide belirtildiği üzere bir geminin dibini delmeye uğraşan bir kişinin fiili öyle bir batışa neden olur ki bu fitne o geminin içinde bulunanlardan yalnız onu delene veya ona yardım edenlere veya görüp sessiz kalanlara değil hiç haberi olmayanlara varıncaya kadar hepsine isabet edecek bir genel bir musibet olur. (Buhari, VII, 433) Ve hatta ilgisizlikten dolayı hiç haberdar olmayanların, gafletlerinden dolayı durumları daha feci olabilir. Bunun için böyle bir musibete başlangıçta meydan vermemek için korunmak genel gözlemde bulunmak ve onu deleni engellemek o gemide bulunanların görevidir. İçlerinden bazıları bu görevi yerine getirdikleri zaman kurtulur, hiçbiri aldırmayıp gemi delindiği surette hepsi etkilenir. (Yazır, IV, 2387-2389)Genel fitne yalnız suçu işleyen zalimlerin cezası o değil aynı zamanda korunmayıp onunu vuku bulmasına meydan veren gafillerin gafletlerinin de cezasıdır. Son nefese kadar çalışıp da başarılı olamayanlara gelince ma'zireten ila rabbikum (Rabb'inize bir mazeret olsun diye uyarıyoruz) ayetin uyarınca mazur sayılırlar. Ancak o zalim veya gafillerin içinde bulunup onlara komşuluk ettiklerinden dolayı dünyada o genel musibetin dairesi içinde kalmaları da mümkündür.
Ancak azabın herkesi her zaman kuşattığını söylemek mümkün değildir. Toplumların yok edilmesi ile ilgili olarak zikredilen ayetlerde Peygamber ve müminlerin o toplumun iman etmesinden ümit kestikleri zaman ilahi vahiy ile oradan ayrılıp dünyevi anlamda da kurtulduklarını biliyoruz. (Hud 11/40,58,66,81,94)
Günümüzde peygamber olmadığına göre müminler ne yapacaklardır?
Bir toplumda azgınlık yapanlar yeryüzünü ifsad edenler arttığında kötülükleri engelleyemeyen müslümanlar hicret etmelidirler. Zulüm ile bir arada yaşamak cehennemi tercih etmek demektir. (Nisa 4/97) Bu kararı vermek müminlerin birlikte yapacakları değerlendirmeye bağlıdır. Zira bu durumda verilecek ferdi kararlar yeryüzünü ıslah etme sorumluluğundan kaçış anlamına gelebilir.
Dünyevi azabı ahiret azabı gibi görmek bir mümin için düşünülemeyecek bir şeydir. Firavuna karşı meydan okuyan büyücülüğü terketmiş kimselerin tavrında bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Ellerinizi ve ayaklarınızı çarprazlama kestireceğim diyen Firavuna karşı "Senin azabını ALLAH'INki ile bir tutar mıyız?" (Taha 20/72-73) diyerek dünyevi kaybın pek de önemli olmadığını ifade ediyorlar. Demek ki dünyevi anlamda kaybetmek, ahirette kaybedenlerden olmak karşısında çok az bir değere sahiptir. Zaten Rabbimiz müminlere her zaman kazanç vadetseydi ve müminler sürekli rahata kavuşsalardı, herkes rant elde etmek için mümin olmaya bakardı. Ardından gelecek bir toplumsal çürüme de ahirette kaybedenlerden olmak anlamına gelecekti. Halbuki Rabbimiz bizim ebedi kurtulanlardan olmamızı istemektedir.

2) Dünyadaki Azabın Kapsamı
Kuran-ı Kerim bir şehir halkından bahseder. Onlar geçimlerini balıkçılık ile sağlamaktadırlar. Rabbimiz onların azap karşısında üç farklı tavır aldıklarından söz eder: "Onlardan bir topluluk: "ALLAH'IN kendilerini helak etmek ve azaba uğratmak istediği bir topluma ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde, "Rabbinize karşı bir özür için ve belki sakınırlar" dediler.
Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları ise fıskları dolayısıyla pek şiddetli bir azap ile yakalayıverdik.
Kendisinden sakındırıldıkları şeyde ısrarla isyana sapınca onlara: "Aşağılık maymunlar olunuz" dedik. (Araf 7/163-167)
Bu husus, söz konusu şehirde üç çeşit insan olduğunu gösterir: Birinciler, ilahi kanun ve düzenlemelere açıkça ve küstahça karşı gelenlerden oluşan grup. Bunları, ilahi kanunlara bizzat karşı gelmeyen fakat dini değerlere karşı gösterilen yıkıcı hareketlere sessiz kalan ve birinci guruba nasihat edenlere de o kanun tanımazlara herhangi bir nasihatte bulunmanın hiçbir yararı yoktur diyen insanlar izlemekte. Son gurup ise, son derece cesaret ve vekar ile şereflenmiş ve ilahi kanuna karşı açıkça karşı gelmeye hiçbir müsamaha gösteremeyen yukarıdaki iki grubun dışında kalan diğer insanlardır. Bunlar, o kanuna aykırı hareket edenleri belki doğru yola yeniden dönerler diye, veya en azından bu zalimleri uyarmak konusunda üzerlerine düşeni yaptıklarını, Rableri katında gösterebilecekleri bir amelleri olsun diye, onları iyilik yapmaya ve kötü işlerden uzak durmaya çağırırlar. Ve
ALLAH'IN korkunç belası o şehre geldiğinde bu cezadan kurtarılmış olanlar sadece bu son gruba mensup olanlardır. Kuran'a göre, bizzat kötülüğün ortadan kaldırılmasına çalışmış oldukları için onlar, gelen bu afetten kurtarıldılar. Diğer iki grup ise, günah işleyenlerden sayılmak suretiyle ve suçlarının yapısı ve yaygınlık derecelerine göre cezalandırıldılar. Ancak bu kurtarılanların dünyada bir kurtuluşa erdikleri net değildir.

Bazı müfessirler de iyiliği emreden ikinci grubun, kurtarılan, insanlar arasında mı, yoksa cezalandırılanlar arasında mı olduklarının kesinlikle söylenemeyeceğini ifade ederler. Çünkü Kuran'ın bu konudaki ifadesi açık değildir.

İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre kendisinin önceleri, ikinci grubun cezalandırılanlar arasında yer alacağı görüşünde iken daha sonra, talebesi İkrime'nin iknasıyla söz konusu grubun, kurtulanlar arasında sayılması gerektiği görüşüne sahip olduğu söylenilmektedir. Bu konuda Mevdudi şöyle der: "Ancak Kuran'ın ifadelerini derinlemesine düşündüğümüzde onun ilk görüşünün daha doğru olduğunu hissederiz. Çünkü bir bela anında, buna hedef olan şehrin sadece iki gruba ayrılmış olduğu açıktır. Bir grup musibete uğratılanlardan, diğer grup da bu afetten kurtulanlardandır. Kuran'ın, kurtarılan grubun kötülüğü nehyedenlerden meydana geldiğine göre iki grubun cezaya çarptırılanlar arasında yer almış olmaları gerekmez mi? Bu çıkarsama, "Rabbinize karşı bir mazeret sunabilmek için" ifadesiyle ve daha sonraki ayetlerle desteklenmekte. Bundan da açıkça anlaşıldığı gibi, ALLAH'IN kanununa pervasızca karşı gelindiği şehrin, kötülüğe karşı koyanların dışındaki tüm ahalisini O'nun azabı yakalamıştır. Demek ki, bir kimse sadece ALLAH'IN şeriatına karşı gelmemek ve pasif kalmakla kurtulamaz aksine fazileti hakim kılmak ve fenalığı ortadan kaldırmak için bütün gücünü bizzat ortaya koymalıdır. Bu, Kuran'ın diğer bölümleri ve hadisler ile de desteklenmektedir. Çünkü toplumsal suçlarla ilgili ALLAH'IN sünneti budur. Kuran: "(Öyle) bir fitneden sakının ki o aranızdan yalnız haksızlık edenlere ulaşmakla kalmaz." (Enfal 8/25)demektedir. (Mevdudi, II, 98,99)
Ancak Kur'an, iyiliği emretmeyenleri zalimler olarak vasıflandırmamıştır. Mevdudi'nin aksine onların akibetleri konusunda ne zalimler ile ne de iyiliği emreden grupla birlikte zikredildiğinden hangi zümre ile aynı sonu paylaştıkları belli değildir. Onların akibetlerinin zikredilmemesi, fitnenin herkesi kuşatacağı ayetiyle birlikte düşünüldüğünde onların belki de aynı bölgede yaşayanlar ile birlikte dünyevi anlamda azaba uğramış olabilecekleri fakat ahirette herkesin kendi amellerine göre hesaba çekileceği ve kimseye haksızlık yapılmayacağı anlamına gelmektedir. Bununla birlikte ahiret azabından kurtulmak için iyiliği emredenlerin mazereti varken buna gerek görmeyenlerin azaptan kurtulmak için bir mazeretleri olmayacaktır.

Demek ki azap dünyada sadece kötülere dokunmakla kalmamakta iyileri de etkilemektedir. Ancak azap olarak görülen bu durum kafirler için kötü sonun başlangıcı iken müminler için bir olumluluk olabilir. Hz. Musa'nın karşılaştığı kendisine ilim verilen bir kişinin olayında olduğu gibi. Bu zat bir çocuğu öldürmektedir. Sonra onun bu eyleminin, öldürdüğü çocuğun annesini ve babasını müşrik olmaktan kurtardığını ve ateşin azabından onları koruduğunu söylemektedir. (Kehf 18/80-81) Yani görünürde şer olan bir çocuğun ölümü iki kişiyi büyük azaptan kurtarmaktadır. Bu genel helakın, mümin olarak can verme ve ebedi nimete kavuşma açısından müminlere iyilik, kafirlere de pişmanlık verici olduğunu gösterir.

Kuran, dünyevi azaptan kurtulmanın yolunu şöyle gösterir: "Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin insanları yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyen insanlar olup çıktılar. Halkı ıslah edici kimseler olsalardı, Rabbin o şehirleri haksız yere helak edecek değildi."(Hud 11/116-7)
Ayetlerde, ALLAH'IN peygamberlerinden anlattığı önceki milletlerin işlerinden olan şeyleri takip etme anlamında rapor sunulmaktadır. Önceki milletler içinde, yeryüzünde işlenilen fesattan insanları alıkoyacak, takvalı, faziletli, akıllı kimselerin olmaları gerekirdi. Fakat bunlar azınlıkta oldukları için etkili olamadılar. Bunlar ALLAH'IN kurtardıkları ve onların yolundan giden kimselerdir. Diğerleri ise zalimlerden oldular. Günah işlemeye devam ettiler, taşkınlık ettiler, şehvetleri peşine düştüler. Bu yüzden ALLAH onları helak etti.

ALLAH, halkı salihlerden ise hiçbir kasaba halkını helak edip yerle bir etmez. Çünkü bu zulüm olur. ALLAH ise zulmetmekten münezzehtir. Önceki kavimlerden çoğunluğu oluşturamasa da, takvalı, salih amel işleyen ve yeryüzünde fesattan alıkoyan insanlar olmamış olsaydı, insan nesli ortadan kalkardı ve canlı hiç kimse kalmazdı. Burada, apaçık bir yönlendirme ve sosyolojik bir tespit bulunmaktadır. Peygamber(SAV)'e iman eden müminlere teşvik olup, onlara sabır öğütlenmektedir. ALLAH iyilikte bulunanların mükafatını ziyan etmeyeceğini bildirmektedir. Yine burada, heva ve heveslerine kapılan, şehvetleri peşine giden, inat ve büyüklenme üzere devam eden kafirlere uyarı bulunmaktadır. (Derveze, II, 494-495)

O çağlarda ya da o şehirlerde ALLAH katından kendileri için iyilik dileyen birtakım insanlar olsaydı, yeryüzünde bozgunculuğun yayılmasını önleselerdi, zalimleri zulmetmekten alıkoysalardı, yüce ALLAH bu şehirleri kökten yok etme azabı ile cezalandırmayacaktı. Çünkü yüce ALLAH halkı iyi davranan şehirleri haksız yere cezalandırmaz. Ya da bu şehirlerin halkı arasında yer alan iyi kimselerin gücü zulüm ve bozgunculuğu önlemeye yettiği sürece yüce ALLAH onları cezalandırmaz. Ama bu halk arasındaki müminler azınlıkta olsalar, toplum içinde etkinlikleri ve güçleri olmazsa, yüce ALLAH onları kurtarır ama bu şehirlerin halkı arasında şımaran kimseler, onları izleyenler, onlara itaat edenler çoğunluktaysa bu şehirlerin halkları zalimliklerinden dolayı cezalandırılırlar Bu ifade, yüce ALLAH'IN milletlerin hayat süreçlerine ilişkin yasa sisteminden bir kanunu ortaya koymaktadır. Buna göre, herhangi bir şekilde insanların ALLAH'TAN başkasına kulluk yapmalarıyla içinde bozgunculuk baş gösteren bir millette, bu durumu bertaraf etmek için harekete geçen kimseler bulunuyorsa, o millet kurtulmuş bir millettir. Yüce ALLAH azap etmek, köklerini kurutmak suretiyle onları cezalandırmaz. Ama zalimlerin zulüm işledikleri, bozgunculuğa ve bozulmuş realiteye karşı etki edecek gücü bulunmayan dünyada veya ahirette Rabbimizin kurtarmayı vadettiği kimselerin yer aldığı milletler, ya kökten yok edilme felaketi ile ya da çözülme ve çökme felaketi ile cezalandırılmalarını gerektiren ALLAH'IN kanunun işlemesini hak ederler.
O halde, ALLAH'IN bir ve ortaksız rabblığını egemen kılmaya davet edenler, yeryüzünü, ALLAH'tan başkasına kulluk etme çirkefinden dolayı, içine düştüğü fesattan temizlemeye çağrı yapan müminler, halklar ve milletler için ALLAH'IN azabına karşı emniyet sübobu niteliğindedirler. Bu ise ALLAH'IN Rabblığını egemen kılmaya çalışan savaşçıların her çeşit zulüm ve bozgunculuğa karşı koyan davetçilerin değerini ortaya koymaktadır. Çünkü onlar sadece Rablerine ve dinlerine karşı görevlerini yerine getirmekle kalmıyorlar, bununla ALLAH'IN öfkesini, felaket ve perişanlığı gerektiren azabını da milletlerinden uzaklaştırmış oluyorlar. (Kutub, VI, 170-1) Hud 11/116-7Ayrıca bu ayette, 25-99 ayetlerde sözü edilen toplumların çöküşlerindeki gerçek sebebe gayet öğretici bir tarzda işaret edilmektedir. Bu toplumların tarihlerini gözler önüne seren ALLAH, yalnızca onların değil, daha önceki kavimlerin de çöküş sebebi olarak aynı şeyi gösterir:
ALLAH onlara lütfunu bağışlar da, onlar bunu kötüye kullanır ve ülkelerinde fesat çıkaracak denli refahlarıyla sarhoş olurlar. Bu şekilde maşeri vicdanları da öylesine fesada uğrar ki, içlerinde kötülükten meneden hiç kimse kalmaz. Belki birkaç doğru insan kalmış olsa da sesleri çok zayıftır ve onları kötülükten alıkoyamaz. Bunun sonucu olarak kötülük öylesine şedid bir hal alır ki artık azabın gelmemesi için hiçbir sebep kalmamıştır. Yoksa ALLAH kullarına düşmanlık beslemez. Salih ameller işleyip duruyorlarken sebepsiz yere zulmetmez onlara.

3) Bunlar üç şeyi vurgulamak için zikrediyoruz:
1) İnsanları kötülükten sakındıracak, iyiliği tavsiye edecek birtakım kimselerin bulunması gerekmektedir. Zira ALLAH yalnızca iyiliğe razıdır, kötülüğe ise, ancak iyiliğin egemen olduğu veya belli bir potansiyele sahip olduğu sürece müsamaha eder. Fakat, içinde hiç iyi insan kalmadığı, yalnızca mücrimlerin yaşadığı veyahut iyilerin bulunduğu fakat etkinliklerinin son derece az olduğu, hiç kimsenin bunlara kulak vermediği, kısaca manevi çöküntüye doğru at başı giden bir topluluk o kaçınılmaz akıbeti, yani ALLAH'IN azabını çağırmış demektir.
2) Kendileri salih ameller işlemeye çalışan birkaç kişi dışında herkese ve her şeye müsamaha eden bir toplum kendi fermanını imzalamış ve azabı davet etmiş demektir.
3)Bu pasajdan anlaşıldığına göre bir toplumun kaderi, o toplum içindeki salihlerin etkinliğine bağlıdır. Eğer bir topluluk içinde kötülüğü ve batılı defedip hakkı ve adaleti tesis etmeye gücü yetecek sayıda salih kişi bulunuyorsa genel azap, bir ıslah fırsatı tanımak için o topluluktan kaldırılır. Diğer taraftan eğer salih kişiler böyle bir ıslah girişimi için yeterli sayıda değilseler, topluluk onlara müsamaha etmiyor ve ıslah girişimlerine izin vermiyorsa o zaman topluluk kendi helakını hazırlamış demektir. (Mevdudi, II, 401)Çünkü artık değersiz bir topluluk olduğunu bizzat kanıtlamıştır ve varolması için hiçbir haklı sebebi kalmamıştır.

Önceki nesillerden yer yüzünde fesattan alıkoyan dindar, hayra yarar faziletli yapılar, topluluklar bulunsaydı da arzda bozgunculuğa engel olsalardı fakat içlerinden kurtarılan pek az kimseden başkası yoktur. Zulmedenler ise yani o azınlıktaki kurtulanları dinlemeyen bilfiil fesat işleyen ve yasaklamayı terk ederek kendilerine zulmetmiş helaklarına sebep olmuş olanlar ise refah ile zevkin ardına düştüler ve hep günahkar oldular, işte önceki helak olan kavimlerin yok olma sebebinin nedeni bu ikisidir: Birincisi içlerinde fesattan alıkoyacak erdemli bir topluluğun olmaması varsa bile azınlıkta kalması, birisi de refahı bulunanların zevk ve safa düşkünlüğü ve bu nedenle halkın baştan çıkmasına sebep olmaları. Yoksa halkı muslihler -salih ve ıslahatçı kimseler- iken memleketleri Rabbimiz bir zülum ile helak etsin bu olmaz yani bir toplumun gerek idare eden ve gerekse idare edilen halkı zülme fesada meydan vermez, salih ve ıslahatçı kimseler iken ALLAH her hangi bir zulüm ile o memleketi yok etmek ihtimali yoktur. ALLAH, kendisi zulmetmekten münezzeh olduğu gibi halkı ıslahatçı olunca zulmedecek olanlar da meydan bulamaz. Ve buna yalnız salih olmak yeterli olmaz. Muslih olmak da şarttır. ALLAH, memleketleri halkı muslih oldukları haldedir ki haksız yok etme ihtimali yoktur. (Yazır, IV, 2836,7)Hakkın yanında olanların da yok edilmeleri zulmün ve fesadın meydan almasına kayıtsız kalarak sebebiyet verdikleri takdirdedir. Nitekim içimizde salihler varken helak olur muyuz?"diye sorduklarında : "Kötülükler çoğaldığında evet" cevabını vermiştir Resulullah (SAV). "Halkı habersizken bir ülke halkını zulüm ile yok etmeyiz."(Enam 6/131) "Biz ancak halkı zalim olan memleketleri yok ederiz."(Kasas 28/59) "Biz hiçbir beldeyi belli bir yazısı olmaksızın helak etmedik" (Hicr 15/4) Yüce ALLAH bu bilinen yazıyı ve pay edilmiş bulunan eceli, kasabalara ve ümmetlere bağışlar ki amel etsinler. Onların amellerine göre ecellerinin tayin edilmesi Allah'ın sünnetindendir. Eğer bu ümmet iman eder, güzel ameller işler, halini düzeltir ve adalet yaparsa bütün bu temel noktalardan sapma gösterinceye ve geriye ondan beklenebilecek bir hayır kalmayıncaya kadar eceli sürüp gider. İşte ondan beklenebilecek herhangi bir hayır kalmayıncaya tayin edilmiş olan eceli gelir ve varlığı son bulur. Varlığının bu son bulması ya mutlak olarak yok olmak yoluyla gerçekleşir ya da zaaf ve kabuğuna çekilmek şeklinde geçici olarak baş gösterir. Zulmedenler kadar olmasa da onlar da lakayt tavırlarının cezasını göreceklerdir. Bu ifadeleri şu hadisler de destekler niteliktedir: Müslim'in sahihinde Zeyneb b. Cahş Resul (SAV)'e "İçimizde salih kişiler varken de helak edilir miyiz?" diye sorunca Resul (SAV): "Kötü şeyler (habis) çoğaldığında evet" (Müslim, Fiten, 2880) diye cevap verdi. Demek ki kötülükler çoğalınca o toplumda salih insanlar olsa da genel helak olur.(Kurtubi, IV, 350) Azgınlık ortaya çıktığında, gösterilen tepkilere, eylemlere, fikri ve fiili muhalefete rağmen kötülük bertaraf etme imkan olmaksızın yayıldığında ve değiştirilemediğinde müminler onu kalpleriyle inkar etmeli ve o bölgeyi terk etmelidirler. Zaten cumartesi kıssasında da iyiliği emredenler "sizinle birlikte yaşayamayız "diyerek azgınlık yapanları terk etmişlerdi.(Kurtubi, VI, 351) "Sonra sözümüzü tutarak onları (peygamberleri) ve dilediğimiz kimseleri kurtararak ölçülerimizi çiğneyen azgınları yok ettik." (Enbiya 21/9) Bu da tıpkı peygamberlerin seçilmesine ilişkin yasa gibi ALLAH'IN yürürlüğe koyduğu bir yasadır. Yüce ALLAH peygamberleri ve onların yanında yer alan müminleri pratik hayatta doğrulanan gerçek imana sahip olanları kurtaracağına söz vermişti. Nitekim sözünü yerine getirdi de. Ölçüleri çiğneyenleri, onlarla birlikte ALLAH'IN koyduğu sınırlara aşanları da yok etti. (Kutub, VII, 261) Kutub'un bu yorumu ayetin muhtevasını daraltmaktadır. Rabbimiz kurtaracağı insanların peygamberleri ve dilediği insanları kapsadığını söylemektedir. Rabbimiz gerek müminlerden gerekse kafirlerden dünyevi yokoluştan kurtarmak isteyebilir. Bu sadece o insanlar için şer de olmayabilir. Rabbimiz yaptıklarını hikmet ile yapandır. Hz. Musa'nın bir çocuğu öldürerek onun ana-babasını ahiret azabından kurtarmak için öldürmesi örneğinde olduğu gibi (Kehf 18/82) helake uğrayan topluma yakın yaşadığı için onlarla beraber dünyevi anlamda zarar gören insan bu sayede nihai kazancı elde etmiş olur. Benzer şekilde Rabbimiz bazı aşırı gidenleri kendilerini ıslah ederler diye ya da azgınlıkları daha da katmerleşsin diye azaplarını erteleyebilir. Bu türden bir bela müminlerin başına geldiğinde "Biz ALLAH'tanız ve O'na döneceğiz."derler.(Bakara 2/156) Çünkü bütün musibetler ALLAH'IN izniyle gelmektedir. (Teğabun 64/11) Ve müminlere güzelce sabretmek düşer.

4- Azabın Ahiretteki Etkisi
isi ALLAH'IN huzuruna çıkacaklarına inanmayıp ayetlerini inkar eden kafirler, Kuran'a sırt çeviren Yahudiler, Hıristiyanlar, münafıklar, müşrikler, peygamberlerin bir kısmına inanıp diğerlerini inkar edenler şiddetli azaba uğratılacaklar (Kehf 18/105-6; Nisa 4/139, 145, 161, 172; Maide 5/72-3; Al-i İmran 3/151; Ahzap 33/73) Bunların yanında yetimlerin mallarını haksız yere yiyen, müminleri kasten öldüren, iffetli kadınlara iftira eden ve Kuran'da belirtilen sınırları aşıp peygamberlerin bildirdiklerine aykırı davranan -büyük günah sahibi- müminler de azaptan kurtulamayacaklardır. (Nisa 4/10, 14, 93, 97; Maide 5/94-5; Nur 24/23, 63) sözü edilen bu zümreler, kısaca kafirler ve asi müminler, azaplarını dünyada ve ALLAH'IN dilediği sürece kalacakları cehennemde çekecekler ve tekrar tekrar ALLAH'a karşı gelenlerden ALLAH intikam alacaktır. (Nur 24/63; Maide 5/95) Dünyevi anlamda azaba uğrayanlar ahirette diğer insanlar gibi teker teker hesaba çekileceklerdir. Kimse kimsenin günahını yüklenemeyecektir. Ahirette herkesin kendi başına hesap vereceğine dair şu ayetleri nakledebiliriz:
"Herkes kazandığına karşılık rehindir."(Müddessir 77/38)
"Herkesin kazandığı kendinedir."(Enam 6/164)
"Kişiye kazandığı (hayır) ve elde ettiği (şer) vardır."(Bakara 2/286)
Bu ayetler dikkate alındığında birisinin diğerini günahı nedeniyle azaba uğraması düşünülemez.
Buhari, İbn Ömer'den şöyle naklediyor. Resul (SAV)'e: "ALLAH bir topluma azap indirdiğinde, orada kim varsa azap onlara dokunur. Sonra yaptıklarına göre diriltilirler." dedi. (Buhari, XII, 301)

Sonuç
Toplumların başlarına gelenler ALLAH'IN belirlemesi ile vuku bulmaktadır. Hiç kimsenin yaptığı iyi veya kötü işler zayi edilecek değildir. Herkes yaptığının karşılığını tam olarak alacaktır.
İman etmeyen, iyilik yapmayan, halini düzeltemeyen ve adalet de yapmayan birtakım toplumların buna rağmen hala güçlü, zengin ve varlıklarını sürdüren ümmetlerin bulunduğu söylenebilir ancak bu bir vehimdir. Bu ümmetlerde belirli bazı hayırların geriye kalmış olması kaçınılmazdır. Eğer yeryüzünün imar edilmesi ve adaletin hayrı yeryüzü insanları arasında dar sınırlar içinde hissedilmekte ise, yine dar sınırlar içinde maddi ıslahın ve iyiliğin hayırları görülmekte ise, işte geriye kalan bu hayır kalıntıları üzerinde bu ümmetler yaşayışlarını sürdürmektedirler. Bu hayırları tüketip geriye hiçbir şeyin kalmayacağı zamana kadar hayatiyetleri devam etmektedir. Bundan sonra da nihai olarak varlık aleminden silinmek ile karşı karşıya kalacaklar. Çünkü ALLAH'IN sünnetinde değişiklik ve geri kalmak söz konusu değildir. Her bir ümmetin ameline göre gerçekleşen bir eceli vardır.

Daha önceki toplumların başına gelenleri göz önünde bulundurarak günümüzde görülen on binlerce insanın ölümüne milyonlarca insanın evsiz barksız kalmasına yol açan tabi afetleri ve büyük bir dalga halinde hızla yükselen ekonomik güce sahip ülkelerin rüşvet ve yolsuzluklar nedeniyle kısa sürede nasıl sosyal patlamalarla sarsıldıklarını fitnenin sadece zalim insanlara ulaşmakla kalmayacağı bilinciyle okumalıyız.

Kaynakça
Buhari, Tecrid-i Sarih, 9. Bs., Ank., ( DİB Yay., )
Derveze, İzzet, Kuran Cevap Veriyor, Çev: Mehmet Yolcu, 3 cilt, İst., Yöneliş Yay., 1988
Kurtubi, el-Camiu li Ahkâmi’l Kur’an, 11 cilt, Beyrut, Dar’ül Fikr, 1995
Kutub, Seyyid Fi Zilal-il Kur’an, Çev: Mehmet Yolcu ve diğerleri, 10 cilt, İst., Dünya,
Yay., 1991
Mevdudi, Ebu'l Ala, Tefhim-ül Kur'an, çev: Muhammed Kayani ve diğerleri, 7 cilt, İst., İnsan
Yay., 1986
Yazır, Elmalı’lı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 cilt, İst., Eser Neşr., 1979
Yazı Künyesi! Murat KAYACAN Haksöz Dergisi Sayı:094 Ocak 99.