ÜMMETİN DERDİYLE DERTLENMEK HARİCİLİK Mİ?
Geçtiğimiz
hafta BİLKAD’ın söyleşilerinin konuğu Sait Şimşek Bey, program moderatörü de F.
Ahmet Polat Bey idi. Polat, İslâm ümmetinin problemlerine “yol gösterici”
(hidayet) olan Kur'an ile çözüm üretme cehdindeki içtimai tefsir ekolüne,
“çağdaş Harici” yakıştırması yapıldığını ve Şimşek’in bu konuda ne düşündüğünü
sordu. Şimşek, bunun abartılı bir yaklaşım olduğunu söyleyerek, soruya Ebu
Hanife hakkında verdiği “erbabınca malum” birkaç bilgiyle cevap verdi. Şimşek’e
göre pekâlâ devlette görev almayı reddeden ve İslâm hükümlerinin uygulanmadığı
yerin Daru’l-Harp olduğunu söyleyen Ebu Hanife’ye de Harici benzetmesi
yapılabilirdi. Ben de bunun üzerine Ebu Hanife’nin ve Hanefîliğin “nadiren
gündeme gelen” diğer yönlerini öğrenme niyetiyle biraz kitap karıştırdım.
İranlı
veya Türk olduğu söylenen Ebu Hanife, Kûfe'de (80/150 - 700/767) doğdu.
Yetiştiği Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi İslâmî olan ve olmayan birçok
düşüncenin, itikâdî fırkaların bulunduğu, itikatla ilgili ateşli tartışmaların
yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir yerdi. O hiçbir fırkaya bağlanmadan aktif
bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katıldı. Hayatının bir
bölümü Emevilerin, bir bölümü de Abbasîlerin hâkimiyetinde geçti. Her iki
dönemde de siyasal iktidara karşıydı. Derslerinde fırsat buldukça iktidarı tenkit
etti. Her iki siyasal iktidar da ondan şüphelendi. Ancak onu kendi taraflarına
çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini
teklif etmekten de geri durmadılar. Ne var ki imamın cevabı hep olumsuzdu.
Ebu
Hanife, Abbasî yönetimi ile hiçbir zaman uzlaşmadı. Ticaretten kazandığı helal
rızıkla ilmini destekledi. Hatta o, Zeyd b. Ali'nin imamlığına zımnen biat
etmişti ve onun için şöyle diyordu: "Zeyd'in çıkışı (Hişâm b. Abdülmelik'e
isyanını kastediyor.) Rasûlullah'ın Bedir günündeki çıkışına benziyor. " Ebu
Hanife, İmam Zeyd'e on bin dirhem yardımda bulunmuş ve elçisine: “Benim özrümü
ona anlat.” demişti.
Hz.
Ali'nin torunlarından Muhammed en-Nefsü'z-Zekiye ile kardeşi İbrahim'in Abbasîlere
isyan etmeleri ve şehit olmaları karşısında Ebu Hanife Irak'ta, İmam Mâlik
Medine'de açıkça iktidarı eleştirmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence
görmüş ve hapsedilmişlerdi. Ebu Hanife’nin suçu (!) alenen halkı Ehl-i Beyt'e
yardıma çağırmaktı. Her gün hapiste ona başkadı olması teklifi yapıldı, o her
defasında reddetti, böylece sonunda şehit edildi. Ebu Hanife'nin cenaze
namazına halife Ebu Mansur dahil elli bin kişi katıldı.
Bugünden
bakıldığında Ebu Hanife’nin İslâm ülkesi (Daru’l-İslâm) ve “küfür rejimi” veya “Müslümanlarla savaş
halinde olan ülke tanımı” (Daru-l-Harp) oldukça radikal unsurlar içeriyordu.
Ona göre, bir İslam ülkesinin darü'l-harbe dönüşmesi için üç şart vardı: 1- Darü'l-Harb
ile bitişik olması. 2- İçinde İslam ahkâmının tatbik edilmemesi. 3- Halkının
emniyet ve güvenliklerinin kalmaması. Ebu Hanife İslâm hükümlerinin hâkim
olmadığı bir ülkeye (Dârü'l-Harb'e) izinli giren bir Müslümanın faiz almasını da
câiz görürdü. Çünkü ona göre orada İslâmî hükümler tatbik edilmediğinden, Müslümanın
düşman rızasıyla onların mallarını alması caizdi.
Bu
bilgiler dikkate alındığında Ebu Hanife’yi de dini siyasallaştırmakla (Sanki
dinin siyasal yönü yokmuş gibi!) ve Haricilikle hatta “haramı helal kılmakla” suçlamak
neden mümkün olmasın? En iyisi mi biz gerek uzak gerekse yakın tarihimizdeki
öncü kimseleri okurken yakıştırmalardan uzak duralım ve onların vahye uygun yorumlarından
faydalanalım. Değerlendirmelerimizin temellerini sevdiklerimize ve uzak durduklarımıza
göre ayrı ayrı işleme koyup, adaletten uzaklaşmayalım. İster Harici veya
Mutezili, ister Selefi veya Şii olsun Müslüman olduğunu söyleyen herkes ile doğrular
üzerinde birlikte hareket edelim. Yanlışlarımızı da “medeni ölçüler” içinde
dile getirip düzeltmeye çalışalım. Başka türlü bir avuç Siyonistin peşine
takılıp giden Ehl-i Salib’in savletini kırmak mümkün mü?