Bu yazımızda Mustafa Öztürk’ün Kur'an-ı Kerim Meali Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri adlı eserini[1] esas alarak Bakara suresinde yer alan üç ayet üzerine değerlendirmelerde bulunacağız.

Kur'an-ı Kerim münafıklar hakkında şöyle bir bilgi vermektedir: “Yine o münafıklara, ‘İman sahibi şu insanlar gibi siz de iman edin.’ denildiği zaman, ‘Ne yani, o ahmaklar iman etti diye biz de mi iman edelim?!’ diye içten içe söylenirler.” (Bakara, 2: 13). Bu ayetin orijinalinde de içten içe söylenirler ifadesi mevcut değildir. Fakat Vahidî’nin tercihine paralel olarak[2] Öztürk bu ifadeyi ayet mealine ekleyerek[3] ayeti okuyanların zihninde oluşacak soru işaretlerini bertaraf etmektedir. Çünkü ayetin ilk anda akla gelen yorumu, münafıkların bu sözleriyle Müslüman olmadıklarını açık etmeleridir. “O ahmaklar iman etti diye biz de mi iman edelim?!” derken kastettikleri Müslümanlar olduğuna göre, bu cümleyi kuranların aslında mümin görünen kâfirler oldukları anlaşılır ve artık münafık olarak kendilerini gizleyemezler. Öztürk’ün mealindeki gibi bir çeviri, münafıkların sözlerini Müslümanların yanında açığa vurmadıklarını ifade etmekte ve böylece ayeti anlamada bir sorun kalmamaktadır. Ne var ki, bu ayetteki münafıkların bu cümleyi tevriye üslubuyla alenen sarfettiklerini[4] söylemek lafza daha uygundur ve bu sayede içten içe söylenirler şeklinde bir ifadeyi ayetin mealine eklemeye de gerek kalmaz. Yani münafıklar iman ettiklerini söylemekte ancak diğer Müslümanlar gibi iman etmediklerini vurgulamak istemektedirler. Güncel bir yorum yapacak olursak, o münafıklar sıradan insanlar gibi değil, zanlarınca bilgiye dayalı, sosyal araştırmaları ihmal etmeyen, stratejik değerlendirmeler yapabilen vs. müminlerdir. Ayaktakımının iman ettiği gibi iman etmekten uzaktırlar. Gerçekte ise Allahu Tealaİman sahibi şu insanlar gibi siz de iman edin.” diyerek onları adeta insanlık seviyesine çıkmaya davet etmekte ve onların insan olma seviyesinin altında olduklarını ima etmektedir.

Kur'an’da geçen “altlarından ırmaklar akan cennetler” ifadesini anlamlandırmada da problem yaşanmaktadır. Çünkü normal şartlarda insanların ilgisini çeken, suyun yer altından değil üstünden akmasıdır. Öztürk mealinde bu sorunu şöyle bir çeviriyle aşmaktadır: “(Ey Peygamber!) İman edip imanlarına yaraşır güzellikte işler yapan kimseleri, ‘İçinde derelerin çağıldadığı cennetler sizi bekliyor.’ diye müjdele.” (Bakara, 2: 25). Gerçekten de ırmakların cennetlerin “altlarından aktığı” şeklindeki yaygın meal verme biçimi lafza uygun görünse de kastedileni ifadeden uzaktır. Çünkü yer altından akıp giden sular görsellik açısından bir değere sahip değildir. Öztürk’ün ayetin orjinalindeki مِن تَحْتِهَا ifadesini içinde kelimesiyle tercüme etmesi meramı daha iyi anlatmaktadır. Bu anlama sorununu çözmek açısından –lafza daha fazla bağlı kalarak- suların yer üstünde aktığı ancak cennetteki evlerin yamaçvari bir mekânda durduğu ve o mekânlara nispetle cennette akıp giden suların altta kaldığı yoksa bu altta kalmanın yerin altından akıp gitme şeklinde olmadığı da söylenebilir.

Müfessirlerin gündeminde az yer teşkil etse de anlama problemi yaşanan diğer bir konu da Kur'an’da söz edilen Hz. Adem’in bulunduğu cennet ile müminlerin gideceği cennetin aynı olup olmadığıdır: “Öte yandan Adem’e şöyle buyurduk: ‘Ey Adem! Eşinle beraber şu bahçeye/cennete yerleşin ve oradaki nimetlerden istediğiniz gibi afiyetle yiyip-içip istifade edin ve fakat sakın şu ağaca yaklaşmayın. Aksi takdirde kendinize yazık edersiniz.” (Bakara, 2: 35). Öztürk’ün anlamlardan biri olarak mealde gündeme getirdiği Hz. Adem ile eşinin bulunduğu yerin bir bahçeden ibaret olma ihtimali bize göre diğerine kıyasla daha tercihe şayandır. Yani bu ayete dair bazı Mutezililere aftedilen “söz konusu cennetin müminlerin gideceği cennet değil Yemen tarafında dünyadaki bir bahçe olduğu görüşü yabana atılmamalıdır. Onlara göre, bildiğimiz cennette mükellefiyet yoktur ve ona girenin çıkması bahis konusu değildir.[5] Zaten Adem’in dünyada yaratıldığını Kur'an-ı Kerim’den (Bakara, 2: 30) kesin olarak bilmekteyiz. Onun bulunduğu cennetin müminlerin gideceği cennet ile aynı olduğunu düşünenlerin cennet kelimesindeki el takısının onu sıradan bir bahçe olmadığını delil olarak takdim etmeleri gerçekten de kuvvetli bir itirazdır. Ne var ki imtihanın olduğu cennetin dünyada olduğunu kesin olarak söyleyemesek de onun dünyada olduğuna dair zann-ı galib oluşturacak gerekçelerin daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca el takısı o bahçenin Allahu Teala tarafından dünyada “imtihan için hazırlanmış belli bir bahçe” olduğu şeklinde de anlaşılabilir.

Allahu Teala en doğrusunu bilir.

4 Ekim 2012 (Memleket Gazetesi)



[1] Öztürk, Mustafa, Kur'an-ı Kerim Meali Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri, Düşün Yay., İst., 2011.

[2] Vâhidî, Muhammed b. Ali (h. 486), el-Vecîz fi Tefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Daru’l-Kalem, Beyrut,  h. 1415, I, 93; Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979. s. 234.

[3] Öztürk, a.g.e., s. 4.

[4] Yazır, a.g.e., s. 234.

[5] Nesefi, Mahmud Hafız ed-Dîn (ö. 710), Tefsiru’n-Nesefi (Medâriku’t-Tenzîl ve Hakaiku’t-Te’vil), 3 c., Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, Beyrut, 1998, I, 81.